Medyatik Kuşatma Ve Müslümanlar Gösteri Toplumu -2

Serbest Köşe – Metin Eken / 2013 Kasım / 12. Sayı

Biz, göğü, yeri ve bunlar arasındakileri, oyuncular (işi, eğlencesi) olarak yaratmadık. (Enbiya, 16)

Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı! (Ankebut, 64)

Medyatik Kuşatma ve Müslümanlar adlı ilk yazımızda, bazen hiç farkına dahi varamadığımız süreçlerle evlerimizi, iş yerlerimizi, toplumsal hayatımızın her anını, hatta hayallerimizi dahi şekillendirebilme gücüne sahip medya hakkında bir bilinç düzeyi ve farkındalık oluşturma amacı güden bir giriş yazısı kaleme almış ve zihinler üzerinde bu denli büyük etkilere sahip olan medyanın, Müslüman muhayyile tarafından etraflıca değerlendirilmesi ve sakıncaları hakkında tedbirler alınmasının öneminden bahsetmiştik.

Bu yazımızda ise, medyanın küresel hegemonyasının ortaya çıkarttığı ve insanlık tarihinde bir benzerine daha rastlamadığımız nevzuhur bir toplumsal yapının izlerini süreceğiz. Küreselleşmenin itici gücüyle farklı kültür, din ve inanç sistemlerini yok sayarak her alanda kendi kurallarını ihdas eden görsel kültürün şekillendirdiği bu yeni toplumsal yapıyı ise gösteri toplumu olarak adlandıracağız.

Gösteri Toplumunun Kültürel Zemini:

Görsel Kültür

İçinde yaşadığımız dünyada yaşamın başlamasıyla birlikte, insanların dünyayı anlamlandırmasında sözlü kültürün hâkimiyeti görülmektedir. Bu süreçte, sözel iletişim, düşüncelerin, zihinlerde oluşan sembolik ifadelerin aktarılması için kullanılan en yaygın biçim olarak karşımıza çıkar. Yazının bulunması ve okuryazarlık oranlarının artmasıyla birlikte, insanoğlu duygu ve düşüncelerini, dünyayı anlamlandırma biçimlerini sabitlediği yeni bir araca kavuşmuş olur. Özellikle matbaanın icadıyla birlikte ise, bir yerde üretilen düşünceler, yazının düşünceyi sabitleme ve depolama özelliği ile farklı mekânlarda ve farklı zaman dilimlerinde dolaşıma girmeye başlar. Böylelikle sözlü kültürün hâkimiyeti yerini yazılı kültürün hâkimiyetine bırakmış olur. Ancak, yazılı kültür sürecini sözlü kültürün bir devamı olarak da okumak mümkündür. Bununla birlikte, özellikle modernite olarak adlandırılan, batı düşüncesinin değer, anlayış ve inançlarının şekillendirdiği yeni dönemle birlikte ise, görsel kültürün hâkim olduğu yepyeni bir sürece girilmiştir. Teknolojinin ve kitle iletişim araçlarının baş döndürücü bir hızla gelişimi insanoğlunu daha önce tarihin hiçbir döneminde rastlamadığı bir biçimde görselin kuşatması altına itmiştir. Resim, fotoğraf, film, televizyon, gazetecilik, internet ve diğer iletişim araçlarıyla birlikte, tüm dünya, hakikatle bağlarını kopartmış, derinlikten yoksun sığ bir medyatik kültürün (görsel kültür) istilasıyla karşı karşıya kalmıştır.

Mahremiyetlerin yok edildiği, her şeyin görünür kılınmaya çalışıldığı, görünür olmayanın tehlikeli kabul edildiği bu yeni görsel kültürün hakimiyeti, tüm kadim kültürlerin sıkı sıkıya koruduğu mahremiyetin yok edildiği, hayanın kaybedildiği bir mantığın, tüm dünyayı bir olan Allah’a inanmaktan alıkoyan anı yaşama, gününü gün etme mantığının kölesi haline getirmiştir. Aydın’ın1 nefis bir biçimde ifade ettiği gibi; Deşifre, şov ve gösteriş, modernitenin en temel esprilerinden birisidir. Gösteriş belki de insanın doğasında yer alan duygusal bir özelliktir. Ancak bu duygu kadim kültürler tarafından yıllarca sansürlenmiş, genel olarak hoş görülmemiştir. Hâlbuki modern dünyada her şeyi görünür kılmak esastır. Görünürlükçülük, kadim kültürlerdeki mahremiyetin tam da karşıtıdır. Kadim kültürlerin mahremiyet anlayışına göre her şey herkese gösterilmez. Bazı şeyler yabancıya haramdır. Mahremiyet ailesel ve özel hayatın en temel verilerinden bir tanesidir.

Peki, görselin bu gücü nereden geliyordu ve nasıl oluyor da toplumları bu denli etkisi altına alabiliyordu? İşte bu soru, bu yazının düğümlendiği noktaya işaret etmektedir. Bu bağlamda iki önemli hususa dikkatlerimizi yoğunlaştırmamız gerekmektedir. Bunlardan birincisi, görselin küresel iktidar odakları tarafından inşa edilmesi olgusudur. Herbert Schiller’in Zihin Yönlendirenler2 adlı kitabında ifade ettiği üzere, Medya menajerleri, imajların ve haberlerin oluşturulması, işlenmesi ve bunlara riyaset edilmesi; dolayısıyla inançlarımızı, tutumlarımızı, sonuç itibariyle davranışlarımızı belirleme işini kendilerine iş edinmişlerdir. Realitenin kusurlu olarak algılanmasına, hayatın gerçeklerini kavrama gücünden yoksun bırakılmış bir şuurun oluşmasına sebebiyet veren görsel mesajlar, zihin menajerleri tarafından kasıtlı olarak üretilmiş manipülasyon amaçlı mesajlardır. Ve bu mesajları kullanmak suretiyle manipülatörler, çoğunluğun çıkarları doğrultusunda oluşturulmamış bir düzenin devamını temin için çoğunluğun desteğini kazanırlar. Bu durum, küresel güç ve çıkar odaklarının kendi sistemlerini işletirken, dünyadaki diğer tüm birey ve toplulukların hipnotize edilmişçesine ve şuursuzca oyalanması, kendi hazlarını tatmin etme peşinde sürüklenirken dünyanın nasıl bir açmaza doğru sürüklendiğinin farkına bile varamamasına sebebiyet vermiştir. Modern sömürge olarak bireylerin artık ne ayaklarında pranga ne de boyunlarında tasmalar vardır. Zihinlerin ve yüreklerin yeni teknolojik araçlar ve bu araçların sunduğu uyuşturucu mesabesindeki görsellerle prangalandığını ve çepeçevre kuşatıldığını söylemek pekâlâ mümkündür. Ancak ne ilginçtir ki, modern köleler olarak da adlandırabileceğimiz bireyler ve topluluklar bırakın kendilerini köle olarak hissetmeyi, dünyanın en özgür bireyleri olduklarını düşünmekte, büyük bir iştah ve arzu ile bu yok oluş evreninde yitip gitmektedir.

Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise bizatihi görselin kendisidir. Görsel olan doğası gereği bir olgu ya da gerçekliği somutlaştıran bir ‘temsildir’. Dolayısıyla hakikatin kendisini sunmaktan ziyade hakikatmiş gibi algılanan temsiller sunar. Dursun’un3 ifadesiyle, imgelerin oluşturduğu görsel gerçekliğin en büyük sorunu eleştirelliği, açıklamayı, tekrarı ve düşünmeyi desteklememesidir. Bu bağlamda, görsel imgeler, kişiyi edilgen bir seyirciye dönüştürmektedir. Örneğin yazılı bir metni okumak zihni başkalaştıran ve derin düşüncelere sevkeden daha üretken bir edim olarak karşımıza çıkarken, görseller, bir mesele ya da olgu hakkındaki sathi (yüzeysel) temsiller olarak karşımıza çıkar. Öyleyse, görselleri bilinçli bir şekilde kurgulanmış anlam taşıyıcıları olarak görmek mümkündür. Ancak buradaki en önemli problem ise, kurgulanan anlamların alıcılar tarafından neredeyse fark edilmeden bilinçaltına yerleşmesidir. Görselin kolay fark edildiği söylenebilir ancak asıl sorun görsel mesajların kişiyi edilgenleştirmesidir. Görselin dili manipülatiftir, kişiyi farkında olmaksızın kuşatır, etki altına alır ve zehirler. Sathi4, yüzeysel ve derinliksiz bilgileri hakikatlermiş gibi sunar. Ünlü düşünür Ellul’un5 ifadesiyle, görsel olan, gerçeklik olarak kabul edilen ve gerçeklikle özdeşleştirilen bir gerçeklik temsiline imkân verir. Böylelikle imajlar, tıpkı gerçekliğin kendisi gibi sorgulanamaz hale gelirler. Temsil, zihinsel çerçevemiz olarak hizmet görmeye başlar; olgular hakkında kafa yorduğumuzu düşünürüz; ancak onlar sadece temsillerdir. Bugün medyanın pervasızca yaydığı görsel mesajların istilası altındaki bireyin durumu da aynen bu hale gelmiştir. Medyanın sunduğu mesajlar hakikatin kendisi olarak algılanmaya başlanmıştır. Görsel mesajların sunduğu yaşam tarzları sorgulanmaksızın kabul edilmiş, nefsi arzulara hoş gelen, anlık tatminler sağlayan nevzuhur uygulamalar, inançların ve değerlerin şekillendirdiği hikmetle ve derinlikle yoğrulmuş uygulamalara tercih edilmiştir. İnsanlar, eleştirel düşünme yeteneklerini kaybetmekle kalmamış, kendi adına düşünemez ve hareket edemez hale gelmiştir. Bizatihi kendisi putlaştırılan akıl dahi devreden çıkartılmış, zevk ve ihtirasların yoğurduğu yoz ve değersiz bir anlayışlar kümesi meydana gelmiştir. Bu anlayışlar kümesinin içselleştirildiği toplumlar ise, bir gösteri/ş toplumuna dönüşmüştür.

“İlginç Bir Anektod: Yaşadığımız görsel enformasyon çağının odak noktasında televizyonun yer aldığını söyleyebiliriz. Ancak televizyon, bir yetişkin ile çocuk arasındaki ayrımı geçersiz kılmaktadır. Bu ifadeleri kullanmamızın en önemli sebebi ise, tüm dünyada televizyon programlarının on iki yaş mantalitesine göre tasarlanmasıdır. Tüm televizyon programları on iki yaşında bir çocuğun anlayabileceği seviyededir ve bu durum herkes için bu yaş grubunun zihin seviyesinin hedeflendiği anlamına gelir. Birçok araştırmacı ve düşünür, bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak, birkaç nesil sonra insanlığın genel zihinsel seviyesinde önemli bir düşüşün meydana geleceğini vurgulamaktadır. Bu durum, aynı zamanda, yetişkinin çocuklaşma eğilimine girmesi sonucu yetişkinliğin de zayıflaması anlamına gelmektedir.6

Gösteri/ş Toplumu

Yaşadığımız çağda, insanlar artık görüntülerin kuşatması altındadır. Büyük bir akıl tutulması yaşadığımız bu çağda, duygu ve düşünceler görüntülerle, sembollerle yani gösteri/ş kültürünün sunduğu imkânlarla ifade edilir olmuş, sürekli üretilen görsel malzemelerle tembelleşen zihinler ise, bu büyük gösterinin bir parçası haline gelmiştir(farkında dahi olmadan). Postman’ın7 ifade ettiği üzere dünyayı bizim adımıza sınıflandıran, sıraya sokan, bir çerçeve çizen, genişleten, daraltan, küçülten, renklendiren ve dünyanın görünümüne ilişkin savlar ileri süren medya, görsel şov çağının kapılarını aralamıştır.

Sadece bireysel yaşamlar değil, ekonomi, politika, toplumsal hayat ve gündelik yaşantının kendisi bir gösteri haline dönüşmüştür. Filmler, reklamcılık, televizyon, pazarlama, halkla ilişkiler, propaganda, moda, ticaret, müzik ve oyun sektörleri ise, bu gösterinin devamı için dur durak bilmeksizin üretmekte ve yeniden üretmektedir. Kendilerine has kimlik ve kişiliklerinden soyutlanan, inanç ve değerlerini yitiren bireyler içinse gösteri, kendini ifade etme ve kimliği ortaya koymanın yegâne aracı haline gelmiştir. Bu durumda, insanlara ruh ve hayat bahşeden ve hakikatin kapılarını açan değerler ve inançlar manzumesi geçersiz kılınmıştır! Yeni inanç sistemi gösteri üzerine kurulmuş ve mükemmel bir imanla ve bitmek tükenmek bilmeyen bir arzuyla bu gösteri dininin bir parçası olmak için çabalayan sadık takipçiler güruhu meydana gelmiştir.

Sonuç

Yazımızın giriş kısmında, insanlık tarihinde eşi ve benzerine rastlamadığımız bir toplumsal yapının izlerini süreceğimizi belirtmiştik. Bu bağlamda, gösteri toplumu olarak beliren toplumsal yapı ve bu yapının kültürel zemini hakkında birtakım mülahazalarda bulunduk. Bununla birlikte, bu yazının amacı, içinde yaşadığımız dünyayı kuru kuruya tanımlamaktan ziyade, bu dünyaya çağrısını sunacak müslüman birey ve toplulukların nasıl bir dünya ile karşı karşıya oldukları hakkında bir bilinç düzeyi oluşturmaktır. Abdurrahman Arslan’ın8 veciz bir şekilde ifade ettiği üzere, içinde yaşadığımız kültür, tarihin hiçbir döneminde bu kadar sistematik bir düzeye ulaşmamış bir şirk kültürüdür. Bu şirk kültürünün tam da ortasında tevhid akidesinden beslenen genç nesillerin bu şirk kültürünün tüm unsurlarını Müslümanca bir bakış açısıyla kavraması ise elzemdir. Çünkü günümüzde ne yazık ki, Müslüman bireyler de, zihinlere işleyen, zehirli bir ok misali tüm vücudu ifsad eden, aklı ve inancı devre dışı bırakan bu yoz ve paçavra kültürün muazzam meydan okumasına karşı önemli hasarlar almaktadır. Bu bağlamda, dini yalnızca Allah’a has kılan ve “De ki, şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.”9 ayeti kerimesini kendisine şiar edinen davet erlerinin nasıl bir toplumla muhatab oldukları ve nasıl bir dünya düzeninin/düzensizliğinin bir parçası haline getirildikleri hususunda bir bilinç düzeyine sahip olması büyük önem arz etmektedir. Tüm bu ifadelerden hareketle; ailelerimizin, çocuklarımızın, bacılarımızın ve tüm toplumsal kurumların bu gösterinin bir parçası olmaya zorlandığı günümüzde, aydınlığın karanlığın içerisinden fışkırıp çıktığı gibi derin karanlıkları yırtıp geçecek müslamanca bir bilinç ve şuura her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğunu bir an olsun aklımızdan çıkartmamalıyız.

“Ve Rablerinin hoşnutluğunu umarak sabah akşam O’na yalvarıp yakaranlarla birlikte sen de sabret; ve dünya hayatının cazibesine kapılıp da sakın gözlerini onların üzerinden ayırma; Ve iyi ve güzel olan ne varsa hepsini terk edip (yalnızca) bencil arzularının peşine düştüğü için kalbini zikrimize karşı duyarsız kıldığımız kimseye aldırma.” (Kehf Suresi 28)10

“Rabbimiz, unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, biz bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın! Kâfirler toplumuna karşı bize yardım eyle!” (Bakara S, 286)   

———————————–

1  Prof. Dr. Mustafa AYDIN’ın modern dünyayı Müslümanca bir bakış açısıyla değerlendirme niyetiyle kaleme aldığı ‘Moderniteye Dışarıdan Bakmak’ adlı eserinde modern dünyanın karakteristik özelliklerinden bahsederken onun görünürlükçü, şovcu, deşifreci yönü üzerinde önemli mülahazalarda bulunmuştur. Detaylı bilgi için Bkz. Prof. Dr. Mustafa Aydın, Moderniteye Dışarıdan Bakmak, Açılım Yayınları, İstanbul, 2009

2  Bu kitap, medya menajerleri olarak adlandırılan ve küresel iktidar odakları tarafından yönlendirilen kişi ve grupların zihinlerimiz üzerinde ne ölçüde etkili olabildiği üzerine önemli açıklamalar ihtiva etmektedir.Bkz: HerbertSchiller, Zihin Yönlendirenler, Pınar Yayınları, 2005

3 Detaylı bilgi için bkz. Prof. Dr. Çiler Dursun, İletişim Sosyolojisi, Eskişehir Üniversitesi AÖF Yayınları,

4 Sathi, dilimizde düzlemsel olan anlamına gelmektedir. Bir şey düzlemsel olduğunda en ve boy olarak genişlese de aynı oranda derinliği azalmaktadır. Düzlemin eni boyu vardır ama genişliği yoktur. Bu bağlamda, görseller de derinlikten yoksundur.

5 Detaylı bilgi için bkz. JacquesEllul, Sözün Düşüşü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2004

6 Mustafa Ruhi Şirin, İletişim toplumunda medya sarmalını anlattığı önemli kitabında bu önemli noktaya dikkat çekmiştir. Detaylı bilgi için bkz. Mustafa Ruhi Şirin, Gösteri Çağı Çocukları, İz Yayıncılık, İstanbul, 2006

7 Detaylı Bilgi için bkz. Neil Postman, Televizyon Öldüren Eğlence, Ayrıntı Yayınları, İstanbul

8 Abdurrahman Arslan’ın bu ifadeleri, Bilge Adamlar dergisi tarafından kendisiyle kitle iletişim araçları üzerine gerçekleştirilen röportajdan alınmıştır.

9 En’am Suresi 162. Ayet

10 Kehf Suresi 28. Ayet. Bu ayeti kerime Seyyid Kutub’un Fi-Zilal’il Kur’an adlı eserinde aşağıdaki şekilde tefsir edilmiştir ki bu surenin tefsiri yazımızın sonuç kısmında vurgulanmak istenen muradı desteklemektedir.

“Yüce Allah bu ayeti, gerçek değerleri açıkça duyurmak ve yanılmaz teraziyi yerleştirmek için indirmiştir. Bundan sonra “isteyen inansın, isteyen inkâr etsin.” İslâm hiç kimseye yaltaklanmaz. İnsanları, ne ilkel cahiliyye ölçüleriyle, ne de kendisinin koyduğu ölçüler dışında insanların hayatı için ölçüler koyan herhangi bir cahiliye sisteminin ölçüleriyle değerlendirmez.

“Adımızı anmayı kalbine unutturduğumuz kimselerin arzularına uyma.” Kendi şahsına, malına, evladına, çıkarına, zevkine, sefasına ve ihtirasına yönelik kalbinde Allah’a yer kalmadığı için Allah’ı anmayı kalbine unutturduk. Böyle şeylerle uğraşan bir kalp, bunları hayatının gayesi haline getiren bir kalp kesinlikle Allah’ı anmayı unutur. Allah da unutkanlığını arttırır, içinde bulunduğu durumu onun arzusuna uygun hale getirir. Böylece günler geçip gider ve yüce Allah’ın hem kendilerine hem de başkalarına zulmedenler için hazırladığı acıklı akıbetle karşılaşırlar.