Küfür Kavramı-4

Kavramlar – Mahmut Varhan / 2024 Nisan / 137. Sayı

Küfrün Çeşitleri

b) Risaleti/Nübüvveti İnkâr

Allah azze ve celle’ye nasıl kulluk edileceği, O’nun nelerden razı olduğu, ne tür amellerden dolayı gazaplanacağı ve mükellef olan kulların hayatlarını tanzim eden kanunlarının neler olduğu ancak peygamberler vasıtası ile bilinebilir. Hiç şüphe yok ki Allah azze ve celle’nin insanlık alemi içerisinden bazı kullarını seçerek peygamberlikle görevlendirmesi insanlara büyük bir lütuf ve ana-babalarından daha merhametli olan Allah’ın rahmetinin gereğidir. Nitekim yüce Mevla bu lütuf ve rahmetinin ne kadar önemli ve büyük olduğunu beyan etmek üzere şöyle buyurmaktadır:

“Andolsun, Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i İmran, 164)

Müşrikler, peygamberlerin insanlar arasından seçilmesini, iman etmemek için bir bahane olarak ileri sürmüşlerdir. Esasen bu, kendileri gibi bir insana mutlak olarak itaat etmeyi kibirlerine yedirememelerinden kaynaklanmaktaydı. Elçinin bir insan değil de melek olması halinde ona iman edeceklerini ileri sürüyorlardı. Allah Teâlâ hem insanlardan birinin elçi olarak seçilmesinin hikmetini beyan ederek ve hem de müşriklerin bahanelerini iptal ederek şöyle buyurmuştur: “Kendilerine hidâyet rehberi geldiği zaman insanları îmân etmekten alıkoyan şey, ancak şöyle demeleri olmuştur: “Allah bir insanı mı peygamber gönderdi?” De ki: “Eğer yeryüzünde yerleşmiş kimseler olarak gezip dolaşanlar melekler olsaydı, elbette onlara (da kendi türlerinden) gökten melek bir peygamber gönderirdik. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz O kullarından haberdar olan, onları görendir.” (İsra, 94-96)

“Bir de dediler ki: “Ona (açıktan göreceğimiz) bir melek indirilse ya!” Eğer (öyle) bir melek indirseydik artık iş bitirilmiş olurdu, sonra da kendilerine göz açtırılmazdı (Hemen helâk edilirlerdi). Eğer onu (Peygamberi) bir melek kılsaydık yine onu bir adam (suretinde) yapardık ve onları yine içinde bulundukları karmaşaya düşürmüş olurduk.” (En’am, 9) Görüldüğü gibi bir melek dahi olsa elçinin insan suretinde ve insanların maruz kaldıkları çeşitli hallere maruz kalabilecek bir mahiyette olması şarttır. İnsan suretinde bir melek gelmiş olsaydı, onlar yine inkâr edecek ve onun melek olmadığını iddia ederek karşı çıkacaklardı. Dolayısıyla elçinin insanlar arasından seçilmesi, Allah’ın rahmetinin ve hikmetinin bir tecellisidir. Zira, ancak bu durumda insanların peygamberi örnek almaları ve Allah’ın dinini ondan öğrenmeleri kendileri için mümkün olur.

Bu ve benzeri pek çok hikmetten dolayı Allah Teâlâ, Hz. Âdem ile başlayıp Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile hitama eren pek çok peygamberi insanlar arasından seçip göndermiştir. Allah ile kulları arasında elçilik vazifesini yerine getiren bu peygamberlere iman etmek, imanın altı rüknünden biri olarak kabul edilmiştir. Nitekim yüce Mevlâ imanın rükünlerini beyan ettiği şu ayet-i kerimlerde şöyle buyurmuştur:

“Yüzlerinizi (ibâdet maksadıyla) doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik (için yeterli) değildir; fakat iyilik o kimsenin (iyiliği)dir ki, (o kişi) Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitab(lar)a ve peygamberlere îmân eder… işte bunlar imanlarında sadık olanlardır. Muttakîler de işte bunlardır.” (Bakara, 177)

“Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirmiş olduğu Kitaba ve daha önce indirmiş olduğu Kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse uzak bir sapıklığın içine düşmüştür” (Nisa, 136)

“Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.” (Bakara, 285)

Ebu Hureyre radıyallahu anhu dedi ki: “Bir gün Rasûlullah, insanların göreceği bir yerde oturuyordu. Aniden bir adam yürüyerek ona geldi ve “Ey Allah’ın Rasûlü! İman nedir?” diye sordu. Rasûlullah şöyle buyurdu: “İman; Allah’a, meleklerine, peygamberlerine ve Allah’ın huzuruna çıkacağına inanman ve yine öldükten sonra dirilmeye inanmandır.”[1]

Bu hadisin Abdullah b. Ömer tarafından babası Hz. Ömer’den yapılan rivayette Cibril aleyhisselam’ın, “Bana imandan haber ver!” sorusuna Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap vermiştir: “İman; Allah’a, Allah’ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman etmen, bir de kadere; hayrına, şerrine iman etmendir.” Bu cevap üzerine Cibril de “Doğru söyledin” dedi.[2]

İmanın rükünlerinden biri olan nübüvvet/risalet ile ilgili küfrün çeşitlerini maddeler halinde beyan etmeye çalışacağız:

1) Bazı filozoflar ve onların mesleğini kabul eden bazı insanlar Allah’ın varlığını, tek olduğunu ve bazı sıfatlarını kabul etmekle birlikte nübüvvet müessesini tümden inkâr etmektedirler. Bunların kafir oldukları hususunda icma edilmiştir. Günümüzde deizm düşüncesine kapılanlar ve şeriatı tümden reddeden laikler bunun örneğidir. Allah Teâlâ bunların küfrünü beyan ederek şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz, Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah’a inanıp peygamberlerine inanmayarak ayrım yapmak isteyenler, “(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini inkâr ederiz” diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” (En’am, 150-151) Görüldüğü gibi peygamberleri inkâr edenlerin, Allah’a iman etme iddiaları reddedilmiş ve onların Allah’ı da inkâr ettikleri ve gerçek kafirler oldukları beyan edilmiştir. Zira imanın rükünleri bir bütün olup, bunlardan birini inkâr etmek hepsini inkâr etmek anlamına gelmektedir. Örneğin; peygamberi inkâr eden kimse, peygamberin eli ile mucize izhar ederek elçisini tasdik eden ve onun peygamberliğini onaylayan Allah Teâlâ’yı da tekzip ederek inkâr etmiş olur.

2) Bütün peygamberlere iman etse bile onlardan sadece bir tanesini inkâr eden kişi de icma ile kafirdir. Hz. İsa ile Peygamber efendimizi inkâr eden Yahudiler ve sadece peygamber efendimizi inkâr eden Hristiyanlar bunun örneğidir. Bir önceki maddede geçen ayet-i kerimede peygamberlerin arasını ayırarak onlardan bazılarına iman etmekle birlikte diğer bazılarını inkâr etmenin kafirliğin ta kendisi olduğu beyan edilmiştir. Yine bütün peygamberlere iman etmenin, imanın şartı olduğunu, mü’minler tarafından söylenen “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz” İfadesi de beyan etmektedir. Aynı şekilde peygamberlerden birini inkâr edenlerin, bütün peygamberleri inkâr etmiş olacağı şu ayetlerde de ifade edilmiştir:

“Nuh’un kavmi de peygamberleri yalanladı.” (Şuara, 105) “Ad kavmi de peygamberleri yalanladı.” (Şuara, 123) “Semud kavmi de peygamberleri yalanladı.” (Şuara, 141) “Lût kavmi de peygamberleri yalanladı.” (Şuara, 160) “(Şuayb’ın kavmi olan) Eyke halkı da peygamberleri yalanladı.” (Şuara, 186) Bilindiği üzere bu kavimlerden her birine kendilerinden bir peygamber gönderilmişti. Onların tek bir peygamberi inkâr etmeleri, bütün peygamberleri inkâr etmeleri ile eşit kabul edilmiştir. Çünkü peygamberliğin mahiyeti ve peygamberlerin getirdikleri esaslar aynıdır. Birini inkâr eden, hepsini inkâr etmiş kabul edilir. Hatta peygamber olarak seçilen kişiler, eğer peygamberlik vazifeleri ve Allah’ın ayetlerini tebliğ etmeleri olmamış olsaydı kavimleri, tarafından kendilerine umut bağlanan ve rağbet edilen kimseler olurlardı. Nitekim Semud kavmi, Hz. Salih’e şöyle demişlerdi: “Onlar: “Ey Salih! Sen bundan önce aramızda hakkında ümit beslenen biri idin. Bizi babalarımızın taptıklarına tapmaktan men mi ediyorsun? Doğrusu senin bizi kendisine çağırdığın şeyden şüphe içindeyiz, kuşkuluyuz” dediler.” (Hûd, 62) Yine Allah Teâlâ, Kureyş müşriklerinin peygamber efendimize bakışlarını şöyle anlatmaktadır: “(Resulüm!) Onların söylediklerinin gerçekten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler açıkça Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar” (En’am, 33)

3) Nübüvvet/Risalet ile veya Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile ya da peygamberlerden herhangi biri ile alay etmek, Hz. Peygamber veya peygamberlerden herhangi birine sövmek, onlardan herhangi birini hakîr/küçük görmek küfürdür. Bu konuda Alimler icmâ’ etmişlerdir. Bunun küfür olduğunu ifade etmek üzere yüce Mevla şöyle buyurmaktadır:

“Münafıklar, kendileri hakkında kalplerinde olanları kendilerine bildirecek bir sûrenin indirilmesinden çekiniyorlar. De ki: ‘Alay edin. Şüphesiz Allah sizin çekindiğiniz şeyi ortaya çıkaracaktır.’ Şâyet kendilerine (niçin alay ettiklerini) sorsan, ‘Biz sadece lâfa dalmıştık ve aramızda eğleniyorduk’, derler. De ki: “Allah’la, O’nun âyetleriyle ve peygamberiyle mi eğleniyordunuz? Boşuna özür dilemeyin! Çünkü siz, (sözde) iman ettikten sonra küfrünüzü açığa vurdunuz. İçinizden (tövbe eden) bir zümreyi affetsek bile, suçlarında ısrar etmeleri sebebiyle, diğer bir zümreye azap edeceğiz.” (Tevbe, 64-66)

Bu ayet-i kerimelerin sebeb-i nüzulü hakkında İbn Kesir rahimehullah şunları aktarmaktadır: Ebu Ma’şer el-Medînî’nin Muhammed b. Kâ’b el-Kurazî ve başkalarından rivayetine göre şöyle demişlerdir: “Münafıklardan birisi “Bizim şu kurrâmızı/alimlerimizi, ancak midelerine en düşkün, dilleri en yalancı ve düşmanla karşılaşma sırasında en korkaklarımız olarak görüyorum” dedi. Bu, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaştırıldı. Hz. Peygamber kalkmış, devesine binmişken (bu sözü söyleyen münafık) geldi ve “Ey Allah’ın elçisi, andolsun ki, biz sadece eğlenip duruyorduk” dedi. Hz. Peygamber: “Allah ile, O’nun âyetleri ve peygamberi ile mi alay ediyordunuz… Mücrimler oldukları için bir topluluğa azâb ederiz” ayetini okudu. Münafığın ayakları taşlara takılıyor ve Allah Rasûlü ona dönüp bakmıyordu. O, Allah Rasûlü’nün binitinin gemine asılmıştı.”

 Abdullah îbn Ömer şöyle demiştir: “Tebûk gazvesinde birisi bir mecliste “Bizim şu kurrâmız kadar midelerine düşkün, dilleri yalancı ve düşmanla karşılaşma esnasında korkak kimseyi hiç görmedim” demişti. O mecliste bulunan birisi “Yalan söyledin, fakat sen münafıksın. Mutlaka Allah Rasûlü’ne haber vereceğim” dedi. Bu, Allah Rasûlü’ne ulaştı ve Kur’an (âyeti) nazil oldu. Abdullah İbn Ömer der ki: “Ben onu gördüm, Allah Rasûlü’nün devesinin palanına (üzengisine) asılmış ve taşlar ayağını yaralıyorken “Ey Allah’ın elçisi, biz sadece eğleniyorduk” diyor ve Allah Rasûlü de “Allah ile O’nun âyetleri ve peygamberiyle mi alay ediyordunuz? Ma’zeret beyân etmeyin, gerçekten siz inanmanızdan sonra küfrettiniz” buyuruyordu.

Bu âyetin tefsirinde İkrime der ki: “inşâallah Allah’ın kendisini affedeceği kişilerden birisi şöyle diyordu: “Ey Allah’ım, muhakkak ben benim kastedildiğim bir âyet işitiyorum ki, ondan tüyler ürperir ve kalpler titrer. Ey Allah’ım, benim vefatımı senin yolunda öldürülme kıl. Hiç kimse “Ben cenazesini yıkadım, ben kefenledim, ben defnettim” demesin. Yemâme günü öldürüldü de Müslümanlardan hiç kimse onu bulamadı. [3]

Abdullah ibni Abbas radiyallahu anhuma şöyle dedi: “Gözleri görmeyen bir kimsenin, ümmü veledi (çocuğunu dünyaya getiren bir cariyesi) vardı. Bu cariye, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e söver, hakaret ederdi! O kimse cariyeyi bundan yasaklardı ama kadın bu çirkin fiilini terk etmezdi! Adam cariyeyi azarlardı ama kadın yine bu fiilinden vazgeçmez, devam ederdi! Bir gece o cariye yine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e hakaret edip sövmeye başlayınca, adam miğveli aldı, kadının karnına koyup onunla kadının üzerine abandı ve onu öldürdü. Kadın hamile olduğu için cariyenin iki ayağı arasına bir bebek düştü! Orada bulunan eşya kana boyandı. Sabah olunca bu olay, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e zikredildi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’de insanları topladı ve şöyle buyurdu:

“Bu cariyeyi öldüren kimseden Allah için istiyorum. Üzerindeki hakkım için mutlaka ayağa kalksın!”

Bunun üzerine gözleri görmeyen bir adam, titrer bir halde insanların arasından geçerek yürüdü. Nihayet Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in önüne oturdu ve “Ya Rasûlallah! O cariyenin sahibi benim. O kadın sana sövüyor ve hakaret ediyordu. Ben onu bundan yasaklıyordum ancak kadın o çirkin fiili terk etmiyordu! Ben onu azarlıyordum kadın yine vazgeçmiyordu! Benim bu cariyeden olma iki tane de inci tanesi gibi oğlum var. Bana karşı nazik ve yumuşaktı da. Ancak dün gece olunca yine sana sövmeye ve hakaret etmeye başladı! Ben de miğveli aldım onu karnının üzerine koyup üzerine abandım, nihayet onu öldürdüm!” dedi. Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Dikkat edin! Şahid olunuz ki, cariyenin kanı heder olmuştur!”[4]

Bu ve benzeri pek çok delillerden dolayı alimler şöyle demişlerdir: Hz. Peygamber’e söven veya hakaret eden kimse icmâ’ ile kafir olur; şayet bu kişi Müslüman idiyse, bu çirkin fiilinden dolayı mürted olup, tövbe etmemesi halinde öldürülür. Bu kişinin zımmî olması durumunda, İmam Şafii’ye göre zimmet akdi bozulur ve öldürülür. İmam Malik’e göre Müslüman olmaması halinde öldürülür. İmam Ebu Hanife ise, bunların Allah’a ortak koşmalarının daha büyük bir günah olmasına rağmen zimmet akidlerinin kabul edilmesine bakarak öldürülmeyeceğini söylemiştir.[5]

4) Peygamberlik iddia etmek küfürdür. Her kim, peygamber olmadığı halde peygamberlik iddia ederse veya Hz. Muhammed’den sonra peygamber geleceğine inanırsa ya da bu vehme kapılan birine inanırsa, dinden çıkar, kâfir olur. Zira Müseylimetü’l-Kezzâb, Tuleyhatu’l-Esedî peygamberlik iddiasında bulunmuşlardı. Kavimleri de onlara iman etmişti. O zamandaki halîfe Ebû Bekir bunları mürted saydı. Üzerlerine ordu gönderip kendileriyle savaştı ve sağ kalanların tekrar İslâm’a girmelerini sağladı.

Peygamberlik iddia edenler hakkında yüce Mevla şöyle buyurmaktadır: “Allah’a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken “Bana da vahiy geldi” diyenden ve “Ben de Allah’ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim” diyenlerden daha zalim kim vardır? O zalimler, ölümün boğucu dalgaları içinde, melekler de ellerini uzatmış, onlara “Haydi, canlarınızı verin! Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun âyetlerine karşı büyüklük taslamanızdan ötürü bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız!” derken onların halini bir görsen!” (En’am, 93)

Peygamberlik iddia edecekler hakkında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kıyamet kopmadan önce otuz yalancı çıkacaktır. Hepsi de Allah’ın peygamberi olduklarını iddia edeceklerdir.” [6]

5) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan herhangi bir şeyi inkâr eden kimse de kafir olur. Alimler bu hususu, “Dinden olduğu zarureten bilinen bir şeyi inkâr eden, kafir olur” şeklinde ifade etmişlerdir. Zira dinden olduğu zarureten bilinen şeylerin, Hz. Peygamber tarafından tebliğ edildiği sabit kabul edilmiştir. Her kim namaz, oruç, zekat veya haccın farziyetini inkâr edecek olursa, Hz. Peygamber’i tekzib etmiş olacağı için kafir olur. Aynı şekilde zina, içki, kumar ve faiz gibi İslam dininde haram olduğu zarureten bilinen herhangi bir şeyin haramlığını inkâr eden kimse de Hz. Peygamber’i tekzip etmiş olacağı için kafir olur. Yine Hz. Peygamber’den tevatür yoluyla sabit olan Kur’an’ı kerimden herhangi bir şeyi inkâr eden kimse, Hz. Peygamber’i yalanlamış olacağı için kafir olur. Bütün bunların temel esprisi, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i tekzip etmektir. Dolayısıyla ahâd yolla sabit olan sahih bir hadisi, Hz. Peygamber tarafından söylendiğini kabul etmekle birlikte inkâr eden kimse de Rasûlullah efendimizi tekzip etmiş olacağı için kafir olur. Örneğin; bir kimse herhangi bir hadisi duyduğunda, “Bunu peygamber söylemiş olsa bile kabul etmiyorum” derse imanını tehlikeye atmış olur.

DEVAM EDECEK…….  


[1]. Buhârî, iman 37; Müslim, iman 5.

[2]. Müslim, iman 1

[3]. İbnu kesir tefsiri: 4/309-310

[4]. Ebu Davud 4361, Nesei 4081

[5]. Bkz. Avnu’l-Ma’bud: 12/15-18

[6]. Ebû Dâvûd, Melâhim 16; Ahmed, Müsned: 2/313