Kabul Görülemeyecek Bir Şey Türkçe Ezan

Yakın Tarih – Furkan Uyanık / 2019 Ocak / 74. Sayı

Hamd, yerin ve göğün yaratıcısı olan, gücün ve kuvvetin gerçek sahibi Allahu Teâlâ’yadır. O ki vaadini yerine getirendir. Salat ve selâm Efendimiz, komutanımız Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ’e, ailesine ve ashabına olsun.

“Şüphesiz ki biz, o kitabı anlayasınız diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik.”[1] Tarihimiz bunun tersi yönde en beter sahneleriyle doludur. 28 Kasım 1925 Şapka Kanunu, 17 Şubat 1926 İsviçre Medeni Kanunu’nun Kabulü, 1 Kasım 1928 Harf İnkılabının Kabulü, 30 Ocak 1932 Türkçe Ezan Okuma Zorunluluğu, 3 Aralık 1934 Kılık Kıyafet Kanunu.

Evvela Müslümanlar! Bu söz üzerine derin bir tarih tefekkürüne dalın. Özellikle hilafetin ilgasıyla 1950 yılları arasını şöyle bir düşünüp bu toplumun bu günlere nasıl geldiğini fehmetmeye çalışın. Akabinde ise yazdıklarımıza ve aktaracağımız olaylara bütün dikkatinizi vermeye çalışın.

Birazdan okuyacaklarınız size yardımcı olacaktır. Verilenlerin tümü, üzerinde çokça düşünülmesi gereken meselelerdir. Biz şimdilik ezan-ı Muhammedi’nin Türkçeleştirilmesi meselesini sizlere aktarmaya çalışacağız. Ana gayemiz o dönemde yaşamış kişilerden alıntılar yaparak meseleyi ilk ağızdan aktarmaktır.

Tarihler 30 Ocak 1932’yi gösterdiğinde ilk kez Türkçe ezan zulmü Hafız Rıfat Bey tarafından Fatih Camii’nde okundu. 5 Şubat 1932 yılında Ramazan ayının son cumasında Süleymaniye Camii’nde ilk kez Saadettin Kaynak tarafından “Ey Ulu Tanrı(!)” ibaresiyle Türkçe okunmaya başlandı. Ayrıca ilk kez Türkçe Kur’an burada okunulup Türkçe tekbir burada getirildi. Saadettin Kaynak hatıralarında o gün “150 sivil polisin hazır beklediğini ve Türkçe hutbeye tepki gösteren birinin yaka paça yakalandığını yazmıştır.” Yine bu dönemde Hafızlar sakallarını kesmiş, cübbe ve sarıklarını çıkarmış; yerine fötr şapka, takım elbise ve kravatlı olarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Bu durum 1950 yılına kadar devam etti. Halk patlama noktasına gelmişti ki sistem mecburen ezan-ı Muhammedi’yi Arapça’ya çevirdi. Bu gerçeği süslemeye ihtiyaç yoktur. Vakıa böyledir. Bu topraklar “Ben Müslümanım” diyenlerin toprağıdır.

Türkçe ezan zulmünün yaşandığı yıllardaki zulümlere geçmeden önce gelin bugün İslâm coğrafyasında yaşanan olaylara bir bakalım. Özellikle Ortadoğu ve Asya’da şer odaklarının uyguladığı politikalara bir bakın. İslâm’ın ve getirdiği/gerektirdiği bütün emarelerin ortadan kaldırılması için verdikleri gayrete bir bakın. Evvelinde bize yapılanlardan farksız mı? Vallahi değil.

Bugün Rusya, şeytan İlmiski’nin politikalarıyla devam etmektedir. Özbeklerin, Çeçenlerin, Kazakların, Türkmenlerin dillerini, adetlerini nasıl değiştirmiş inceleyin bakalım fark görecek misiniz? Her ne yaşanırsa yaşansın, müslümanlar ne kadar zulüm görürse görsün bizler Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ’in pes etmediği gibi pes etmeyeceğiz. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem  bize Medine’den Fars’a, Roma’ya, Çin’e, Anadolu’ya ve yeryüzündeki tüm beldelere giden bir yol açtı. Bizler nefesimiz yettiğince o yoldan yürüyeceğiz ve mücadele edeceğiz. Size bu koca cihan yetmez diyenlere ise Allah bize yeter diyeceğiz.

Şimdiyse gelin hep birlikte bu topraklardaki mü’min erkek ve mü’min kadınların İslâmi hayatı ve İslâm’ın şiarlarını nasıl sevdiğine ve nasıl içselleştirdiğine hep birlikte bakalım. Zaten önceki yazılarımızda da bu topraklardaki mü’minlerin yalnızca Kâbe’nin Rabbi’nin rızasını kazanmak için hareket ettiklerine şahitlik etmiştik…

Türkçe ezanı mecburen okurduk.

O zaman imamdım. Hatta ben de ezanı Türkçe okuyanlardan biriydim. Bunu istemeyerek yapıyordum çünkü mecburduk. Bazen inadına ezanı Arapça okumaya başlar, minareden jandarma arabasını görünce hemen değiştirir, Türkçe olarak devam ederdim. Ezanı Türkçe okurken defalarca ağlamışımdır.

O dönemde camiler garip kalmıştı. Cemaat iyice azalmıştı. Kimse gelmez olmuştu. Halk camilere adeta küsmüştü. Belki de en doğrusu buydu. Çünkü camide ibadetler Türkçe olmuştu.

Ezan Türkçe’den Arapça’ya çevrildikten sonra minareye çıktım. Ağlamaktan okuyamadım ki! Halk desen sokaklara dökülmüş “Allah Allah” nidaları ile akın akın camiye koşuyordu. Herkes sevinçten ağlıyordu. Ben hayatımda ilk defa milleti o kadar coşkulu gördüm.

Namazdan sonra kurbanlar kesildi. Ortalıkta adeta bir bayram havası esiyor, çoluk çocuk herkes bayram ediyordu.[2]

İçinden ezanı okur, yüksek sesle “Bitti” diye bağırırdı.

Ezanın köy camisinin minarelerinden Türkçe okunduğunu da duymuş, yeniden Arapça okunması sırasındaki şenlikleri de birebir yaşamış.

Hacı Ahmet Cemil, halen doğduğu köyde ikamet ediyor. Zeytinlikleri ve meyve bahçeleri var. Geçim kaynağı bunlar. Zeytinyağı ve sabunu kendi yapıyor. Türkçe ezan konusunda bir çalışma yapılmakta olduğunu, anıları varsa anlatmasını rica ettiğimde, önce kısık kısık sonra kahkahalar atarak gülmeye başladı. Bir müddet tepkisiz kalıp kahkahalarının bitmesini bekledim. Sonunda dayanamayıp “Hayrola hacı, seni bu kahkahalara boğan nedir? Benden mi kaynaklanıyor? Komik bir şey söylemedim. Ezan dedim, Türkçe ezan dedim!”

Mendilini çıkardı, gözünde biriken yaşları sildi. Elimi tutarak yanına oturttu. “Komik olan ezan değil, ezanın Türkçe okunması hiç değil. Bizim köyün başta babam ve köy imamı Niyazi Hoca’nın o yıllarda yaptıkları aklıma geldi de ona gülüyorum. Bizim köyde bu konu ne zaman açılsa ortalık kahkahadan inler.”

“Babamın adı Mehmet, o yıllarda bizim köy (Işıklı Köyü şimdilerde Mudanya’nın bir mahallesi gibi) 40 hane. Dönüm olarak en çok zeytinlik babamların. Babam aynı zamanda köyün muhtarı. Her derdine babam koşuyor, köy kahvesini de babam çalıştırıyor o yıllarda. 1949 ve 1950 yıllarındaki olayları birebir hatırlıyorum ama 1932’de Arapça ezana konan yasağı babamdan dinliyorduk.

Dedim ya köy kahvesi onunmuş. Bu yasak konunca köy imamına ulaştırılmak üzere eski yazıyla yazılmış bir emir gelmiş. (Bu yazılı vesika, doküman ya da evrak, belki bir gün bir yerlerden çıkacak. Şimdilik aradı ama bulamadı.) İmam Niyazi Mudanya’ya gitmiş. Babama vermişler. Babam imamı beklemeden açmış okumuş. “Atatürk’ün emriyle bundan böyle ezan Türkçe olarak şöyle şöyle okunacak” diye yazıyormuş. Babam, kahvedekileri etrafına toplayıp gelen emir evrakı yüksek sesle okumuş.

Aralarından biri, “Eyvah yandık, şu ezana bak, hani bizim Galip var ya, gramofonu açıp orada dinliyoruz, cızırtılı seslerle şarkı çağıran gibi. Ne o öyle be!” Babam eliyle sus işareti yapıp adamın (Adı Selim, 1996 yılında 76 yaşında vefat etmiş) daha fazla konuşmasına engel olmuş ama hemen herkes aynı düşüncede olduklarını gözlerinde taşıdıkları ifade ile belli etmişler.

Öğle ezanına yakın İmam Niyazi köye gelmiş. Kahveye girer girmez ortamın karamsarlığından bir terslik olduğunu anlamış. “Kadir abi mi vefat etti yoksa?” diye sormuş. Babam eliyle işaret edip yanına çağırmış İmam Niyazi’yi. Gelen evrakı tutuşturmuş eline.

Birkaç aydır böyle bir yasak bekleniyormuş. Gerek Mudanya’da gerekse köyde ezanın Türkçe okunması konusunda hemen her gün tartışmalar yapılıyormuş. Korkudan halk fazla sesini yükseltemiyormuş ama birçok yerde protestolar ve sözlü tepkiler hayli dikkat çekiciymiş. İmam Niyazi evrakı okuduktan sonra Cabbar Ağa’yı işaret edip “Bu sözlere senin sesin yatkın. Bundan böyle Türkçe ezanı sen okuyacaksın bunu ben okumam” deyip kahveden çıkmış. Öğle vakti gelmiş. İmam ortada yok. Cemaat camiye girmiş, ezan bekleniyor, ezan okuyan yok. Cemaatten birisi öğle namazının sünnetine diye salavat getiriyor, sünneti kılıyorlar, bekliyorlar birisi cübbeyi giysin de farz eda edilsin. Herkes şaşkın, minareden ezan Türkçe okunacak deniyor da cami içinde nasıl okunacak bundan kimsenin bilgisi yok. Cabbar Ağa ayağa kalkıyor “Haydi herkes öğle namazını tek başına eda etsin, başka çare yok” diyor. Cemaatten birkaç kişi şöyle yapalım böyle yapalım derken cami boşalıyor. İkindi vaktine yakın yine kahveye gelen cemaatten birisi İmam Niyazi’nin evde olmadığını, Aydınpınar Köyü’ndeki dünürünün yanına gittiğini ve bir daha gelmeyeceğini söylüyor. Cami cemaati ezan vaktine yakın yine evine dağılıyor, namazı evde eda ediyorlar. Akşam ve yatsı namazları da aynı. Ne ezan okunuyor ne de camiye gelen var.

Babam ve köyün ihtiyar heyeti toplanmışlar, İmam Niyazi’nin köye dönmesi için birini Aydınpınar Köyü’ne göndermişler. Neyse uzatmayayım. Zaman yine öğle vaktine yakın. İmam Niyazi “Ya muhtar, bizim köyde namaz kılan kaç kişi var, hepimiz biliyoruz. Bu ezanı ben yine Arapça okuyacağım ama içimden okuyacağım. Bitti deyince herkes ezan duasını yapar, camiye girer. Günahı benim arkadaş.” der.

1932 yılının Eylül ayından 1949 yılının mayıs ayına kadar bu böyle devam eder. Bizim köyün imamı Niyazi Efendi caminin önündeki 60-70 cm’lik basamağa çıkar, içinden ezanı okur, bitti diye bağırır, camiye girermiş. 1949 yılı mayıs ayında yılan sokmuş, zehirsizdir diye önemsememiş bir gün sonra vefat etmiş. Bir hafta sonra köye yeni imam gelmiş: İmam Kasım. Babam ve ihtiyar heyeti oturup konuşmuşlar. “Bak imam efendi bizim köyde ezan senden önceki rahmetli imamın zamanında böyle okundu. Biz bundan sonra da böyle okunmasını istiyoruz. Günah ve cezası bizim boynumuza” derler. İmam Kasım Efendi itiraz eder. Şikâyet olur, beni şöyle yaparlar böyle yaparlar der. Ama bir yandan da ezanı içinden de olsa Arapça okuma fırsatını göz ardı edemez. Sonunda “Muhtar sana bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalacak. Ben daha önce Bursa’nın Nilüfer Köyü’nde imamdım. Cemaat belli, sabah namazı 7 kişi, öğle namazı 13, ikindi 13, akşam 9, yatsı 9 kişi. Bu yıllardır böyleydi. Emir geldi, ezanı Türkçe okuduk. Cemaatte ne bir artış var ne bir eksilme var. Bir cuma günü cuma selası okudum. Köy kahvesine gittim. Sandalyeyi tam orta yere koydum. Üstüne çıktım. “Ey kahve halkı ve camiye gelenler. Ne zamandır Türkçe ezan okuyorum, cemaat hep aynı, bir kişi bile artmadı. Diyordunuz ki Türkçe okunursa ne olduğunu anlar, camiye koşarız. Hani neredesiniz! Kaç yıldır ezan Türkçe okunuyor, cemaatte bir artış var mı? Eksildik ama artmadık…”

Bizim köyde 1950 yılının 16 Haziran’ına kadar ezan, caminin önünde 60-70 cm’lik basamakta okunup bitti bağırtısı ile halledilmiş. Şikâyet olmamış mı? Olmuş. Her şikâyette babam “şikâyet eden kimse gelsin, ispat etsin” dermiş. Görevliler geldiğinde Türkçe ezanı bir kâğıda yazıp, ezan vakti kendi okurmuş. Görevliler gidip cami cemaati kahveye geldiğinde “Ey cemaat ben Türkçe ezanı abdestsiz, öylesine okuyuverdim” dermiş. Cemaat de “Biz malımızı biliriz, sen Türkçe ezanı okuduğun vakit biz içimizden kendi bildiğimiz dilde ezanımızı okuyoruz” derlermiş. (Akif Uslu)[3]

İsmet İnönü zamanında sadece delilere dokunulmazdı.

Köyümüze, İsmet İnönü zamanında camide okul açıldı. Camimizin hemen bitişiğinde bulunan bir odada Kur’an öğretimi yapılıyordu. Bu sırada köyümüze jandarma geldi. Kur’an öğrenen insanları sert bir şekilde dağıttılar. Bu sırada köyümüzde yaşlı bir imam vardı. Köy halkı ve imamı Türkçe ezana şiddetle karşı çıktılar fakat karşı koyamadılar.

Köyün imamı ezanı Türkçe okumamak için başka birine okuttururdu. Okuyan kişi Türkçe ezanı bilmediği için imam aşağıdan Türkçe ezanı söyler, yukarıdaki köylü tekrar ederdi. Böylelikle imam Türkçe ezan okumanın verdiği manevi sıkıntıdan kurtulmuş sayardı kendisini.

Durum böyle olmasına rağmen cuma günleri gizlice Arapça ezan okunurdu. Bunun üzerine bir cuma günü köye gelen jandarmalar, Arapça ezan okurken bir vatandaşı yakalayıp zoraki karakola götürmek istemişler. Okuyan kişinin kılık kıyafeti çok bozuk olduğundan dolayı köy muhtarı ve halkı adamın deli olduğunu söylemiş ve adamı böylece kurtarmışlar. Aslında adam elbette ki deli değilmiş, ezan okunacağı zaman öyle giydirilirmiş.

Günlerden bir gün köyümüze yabancı köyden bir Arap arkadaş geldi. Ezan vaktiydi. Çıkıp Arapça ezan okudu. Okunma sırasında askerler devriye geziyordu. Camimizde minare bulunmadığı için ezan dut ağacında okunuyordu. Jandarma, adamı ağaçtan indirip dövdü. Köylü bile ellerinden alamadı.

O zamanlar insanlar ezanı Türkçe olarak okumak istemedikleri için sürekli birilerini “deli” diye isimlendirip Arapça olarak okuma geleneğini sürdürmeye çalıştılar.[4]


[1]. Yusuf 12.

[2]. Mustafa Armağan, Türkçe Ezan ve Menderes, Timaş Yayınları, İstanbul 2013

[3]. Mustafa Armağan, Türkçe Ezan ve Menderes, Timaş Yayınları, İstanbul 2013, s. 122-125.

[4]. Mustafa Armağan, Türkçe Ezan ve Menderes, Timaş Yayınları, İstanbul 2013, s. 165-166.