Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2019 Kasım / 84. Sayı
Hamd, “Allah’ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi” (Âl-i İmran, 159) ve “Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’râf, 199) buyurarak yumuşak huylu ve affedici olmayı emreden Allah’a,
Salât ve selâm “Kime, yumuşak huyluluktan nasibi verilmişse, ona hayırdan nasibi verilmiştir. Kim de yumuşak huyluluk nasibinden mahrum kılınmışsa, hayır nasibinden mahrum olmuştur. Kıyamet günü, müminin tartıda en ağır gelen şeyi (iyi ameli) güzel ahlâktır. Gerçekten Allah, kötü iş işleyen kötü sözlüye buğzeder.”[1] buyurarak yumuşak huyluluğun önemine dikkat çeken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e,
Yüce Allah azze ve celle’nin affı ve keremi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in “Allah’ım! Ümmetime rıfk ile muamele edene sen de rıfk ile muamele et”[2] duasına mazhar olan, yumuşak huylu olup sabır gösteren, kardeşlerine karşı hoşgörülü ve bağışlayıcı olan müminlerin üzerine olsun.
Hilm; yumuşak huyluluk, sabır göstermek, tahammül etmek, öfke anında kendini tutmak ve vakur olmak, gücü yettiği hâlde intikam almaktan kaçınmak anlamına gelmektedir. Hilm sahibi olmak genel ifadeyle; yumuşak huyluluk ve tahammülkâr bir üslup ile davranışlara yansıyan olumlu bir özelliktir.
Rıfk kelimesi ise sözlükte “yumuşak ve yararlı olmak; yardım etmek” anlamlarına gelirken terim olarak ise “iyi huyluluk, uyumlu, geçimli ve nazik olma, yumuşak davranma” manalarına gelir.
Merhamet, rıfk, yumuşak huyluluk, nezaket, hassas ve ince duygulu olmak, sabırlı olmak, vakur davranmak, öfkeyi yutmak, sakin, tevazu sahibi ve ağırbaşlı olmak, müminlerin güzel Ahlâk özellikleri arasında sayılmaktadır. Hilm, âdeta bu özelliklerin hepsini davranışlarında yoğurabilen ve ortaya koyabilen insanların genel özelliğidir. Hilm sahipleri yine güçlü ve kuvvetli olan, fakat intikam peşinde koşmayan, kendi haklarını da korumasını bilen, hiçbir konuda zillete düşmeyen, bağışlama yolundan da ayrılmayan yüksek ahlâklı kişilerdir.
Hasan-ı Basri’ye nispet edilen ayrıntılı bir Müslüman tanımı şu şekildedir: “Müslüman dininde güçlü, kararlı ve yumuşak huylu kişidir. İmanı sağlam, bilgili ve halîm, zeki ve rıfk sahibidir, haklı iken bağışlayıcı, güçlü iken cömert, dostluğu ve arkadaşlığı güzel, öfke halinde sabırlıdır.”[3]
İslâm ahlâkına dair kaynaklarda cahiliye dönemi diye adlandırılan İslâm öncesi Arap toplumunda yaygın olan kabalık, saldırganlık, şiddet gibi tutum ve davranışlara karşı rıfk, hilm, sabır, af gibi kavramlarla ifade edilen erdemler Müslümanı cahiliye insanından ayıran nitelikler olarak değerlendirilmiştir. Bilhassa güçlü ve haklı olduğu halde hilm ve rıfk ile muamele etmenin önemine değinilmiştir.
İbn Hibbân rahimehullah’a göre akıllı insan daima rıfk ile davranmalıdır. Yumuşaklığın düzeltemediği şeyi sertlik hiç düzeltemez. Akıldan daha sağlam bir dayanak bulunmadığı gibi rıfktan daha hayırlı bir rehber de yoktur. Rıfkı terk eden sertliğe yönelir, sertliği seçen kişi ise tehlikelerle yüz yüze kalır.[4]
Kur’an’da hilm kelimesi toplam 16 yerde geçmektedir.[5] Kur’an’da hilm kavramı, Allah azze ve celle’nin kullarıyla ve insanların birbirleriyle olan ilişkisinde ortaya çıkan bir kavram olarak kullanılırken, Allah azze ve celle’nin özelliği olarak hilm; “kullarına karşı yumuşak davranışlı ve merhametli olmak” demektir. Ancak Kur’an’da “Allah azze ve celle’nin günahkâr kullarına karşı ceza vermek için acele etmemesi” olarak ele alınmıştır.
İyi huy ve yumuşak başlılık, insanı cehennemden kurtaracak değerli bir sermayedir. Mükemmel imana sahip olmanın ölçüsü, iyi huylu ve yumuşak başlı olmaktır. Yumuşak başlı ve uysal olanlar da Allahu Teâlâ’nın beğendiği şahıslardır. İnsanlarla olan işlerinde onlara kolaylık gösteren, alırken, satarken, borcunu öderken zorluk çıkarmayanlar iyi huylu insanlardır.
Kötülükleri iyi huylarla önlemek mümkündür. Kendine yapılan fenalığın intikamını almak, hiçbir özelliği olmayan rastgele kişilerin yapacağı bir hareket tarzıdır. Kötülüklere göğüs germek, kötülerden intikam almamak ise daha üstün bir davranışbiçimidir. Şüphesiz bu üstün mertebeye ancak ruh olgunluğuna sahip kimseler erişebilir. Bu tür insanlar nefislerini yendikleri için kötülüğe cevap vermek yerine kötüleri bağışlamayı tercih ederler. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, nefsini tatmin etmek için kimseden öç almamıştır.[6] Büyük insanlar nefislerinin arzusuna karşı koymaktan ve böylece Allah Teâlâ’yı hoşnut etmekten derin haz duyarlar.
“İyilikle kötülük aynı değildir. Kötülüğü en iyi bir davranışla önle. O zaman aranızda düşmanlık bulunan kimsenin candan bir dost olduğunu göreceksin. Bu mükemmel davranışı ancak sabredenler gösterebilir. Bu mertebeye ancak olgunluktan büyük payı olanlar erişebilir.” (Fussilet, 34-35)
İyilikle kötülük elbette bir değildir. İyi bir davranış ve tatlı bir söz insanları birbirine yaklaştırıp kaynaştırırken, kötü bir hareket ve kaba bir söz ise insanları birbirine düşman eder.
Kötülüğe iyilikle karşı koymak, kötülüğe sabretmekten daha üstün bir davranış biçimidir. Cahilce davranışlara kızanlar, kendilerine saldıranlara aynı şekilde karşı koyanlar, görüşlerini benimsetmek ve kazanmak istedikleri kimseleri büsbütün kaybederler.
Hilm; öfkeye, ihtiraslara ve bencil duygulara hâkim olarak ağır başlı davranmak demektir. Hilmde sabır, sekînet ve vakar vardır. Şüphesiz hilmin de bir ölçüsü vardır. Fakat asla güçsüzlük ve onursuzluktan kaynaklanan bir acizlik göstergesi değildir. Yumşak huylu olacağım diye zulme boyun eğmek doğru değildir.
Bu durumu, yumuşak başlı olmakla zillete boyun eğmenin farkını, merhum şairimiz Mehmet Akif şu mısralarıyla ifade etmiştir.
Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki fakat çekmeye gelmez boynum
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım.
Sertlik göstermek gereken yerde sert, yumuşak huylu olmak gereken yerde mülâyim davranmalı, bu huyların her birini yerli yerinde kullanmalıdır.
Hilm, başkalarını idare edenlerin vasfıdır, başkaları tarafından yönetilenlerin vasfı değildir. Gücün olmadığı yerde hilm yoktur. Yaratılış bakımından zayıf ve güçsüz olan kişi kızdırıldığı zaman ne kadar sakin durursa dursun o zayıftır, ona halîm denilmez. Halîm kişi o kimsedir ki, istediği zaman her şeyi yapabilecek kuvveti olduğu halde onu dizginler, ona hâkim olur. Kendisini zorbalıktan alıkoyacak güce sahiptir.
Sert ve haşin bir adam Harun er-Reşid’e gelerek:
– Ey Müminlerin Emiri! Eğer dayanabilirseniz size nasihat etmek istiyorum. Fakat sözlerim biraz acı olacak, kusura bakma, demişti.
Harun er-Reşid bu sert tabiatlı adama söz vermeden önce, nasihatlerin kalp kırmayacak uygun bir üslupla yapılması gerektiğini şöyle hatırlattı: “Eğer sözünü yumuşak bir eda ile söylersen, seni dinlerim. Yoksa nasihatin nasıl yapılması gerektiğini sana acı bir şekilde öğretirim. Zira sen Musa aleyhisselâm’dan büyük değilsin. Ben de firavundan kötü değilim. Cenâb-ı Hakk’ın Musa aleyhisselâm ile kardeşi Harun aleyhisselâm’ı firavuna gönderirken: “Ona yumuşak söz söyleyin!” (Tâhâ, 44) dediğini bilmiyor musun?”
Kur’an’da hilm kavramı diğer peygamberlerle ilgili olarak da ele alınmaktadır. Bu konuda İbrahim, Şuayb ve İsmail ya da İshakaleyhimusselâm “halîm” olarak nitelendirilir.
“İbrahim’in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah’ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.” (Tevbe, 114) Bu ayette İbrahim aleyhisselâm’ın çok yumuşak huylu ve sabırlı olduğuna işaret edilmektedir. Yumuşak huylu, yufka yürekli ve kalbi merhamet doluydu. Bu merhameti sebebiyle de babası için af dilemişti. Babasının kendine olan zulmüne rağmen ona karşı halîm davranmış, ona dua etmiş, onun için mağfiret dilemiş, hidayete kavuşması için yalvarıp yakarmıştır. Ancak onun bir Allah düşmanı olduğunu anladıktan sonra, Allah azze ve celle’ye olan haşyetinden dolayı bundan vazgeçti.
İbrahim aleyhisselâm’ın bu özelliğine Hud suresi 75. ayette de işaret edilir. “İbrahim, cidden çok yumuşak huylu ve çok yufka yürekli (yanık kalpli) idi.” İbrahim aleyhisselâm bu ayette, meleklerden o kavmi cezalandırmak için acele etmemelerini, tevbe etmeleri için onlara fırsat vermelerini dilemiştir.
“İbrahim’den korku iyice geçip gidince, bu müjde de kendisine gelince, bizim (meleklerimiz)le Lût kavmi hakkında tartışmaya girişti:” (Hud, 74)
“Melekler: “Ey İbrahim! Bu konuda bizimle tartışmaktan vazgeç. Çünkü Rabbinin emri kesin olarak geldi ve onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir.” (Hud, 76)
Hud suresi 87. ayette ise, Şuayb hilm sıfatı ile nitelendirilmektedir. “Dediler ki; “Ey Şuayb, atalarımızın taptıklarını terk etmemizi veya mallarımızda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysaki sen yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.”
Ona, “yumuşak huylu, akıllı ve uyumlu birisin” denilmektedir. İbn Abbas radıyallahu anh’a göre Allah düşmanları bu sözleriyle onunla alay etmişlerdir. Kurtubi rahimehullah’a göre ise “gerçekten, aklı başında ve halîm biri iken” denilmek istenmiştir.
Kur’an’da halîm olarak nitelendirilen başka biri İsmail aleyhisselâm ya da İshak aleyhisselâm’dır. Saffat suresi 101. ayette: “Biz de kendisine yumuşak huylu bir oğul müjdeledik.” buyurularak İbrahim aleyhisselâm’a “iyilerden bir çocuk isteme” duasının karşılığı olarak “halîm bir oğul” müjdelenmiştir.
Rivayetlerin geneline göre bu çocuk İsmail aleyhisselâm’dır. İkrime rahimehullah ve Katade rahimehullah’a göre ise ayette sözü edilen İshak aleyhisselâm’dır. İbn Kesir, bu çocuğun İsmail aleyhisselâm olduğunu çünkü İshak aleyhisselâm’dan büyük olduğunu ve ilk müjdelenen çocuğun İsmail aleyhisselâm olduğunu söyler ve kurban edilecek bir çocuğun halîm yani yumuşak tabiatlı olduğuna işaret edildiğini belirtir.
Bazı ayetlerde rıfk ile yakın anlamlı kelimelerle insanlara karşı yumuşak davranmanın önemine dikkat çekilmiştir. Tâhâ suresi 40. ayette “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar.” buyurulmuş ve yumuşak davranmanın etkili bir eğitim ve irşad yöntemi olduğuna işaret edilmiştir.
Âl-i İmran suresi 159. ayette ise “Sen onlara sırf Allah’ın lütfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever” şeklinde buyurulmaktadır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in etrafındakilere yumuşak davranmasından övgüyle söz edilmekte, bu davranışının ilahi rahmetin bir eseri olduğu belirtilmekte, kaba ve katı kalpli olmanın zararlı etkilerine işaret edilmektedir.
Yumuşak huyluluk kişilerin birbirleriyle yardımlaşmalarını, birlikte hareket etme güçlerinin artmasını ve gerçek anlamda bir cemaat olmalarını sağlar.
Kaba ve katı kalpli bir kimse -başka bazı erdemlere sahip olsa da- muhataplarında nefret uyandırır. İnsanlar böyle bir kimseyi dinlemek istemezler veya onun arkadaşlığına katlanamazlar. İslâm gibi evrensel bir mesajla âlemlere rahmet olarak gönderilen ve yüce bir ahlâk üzere bulunduğu “Sen elbette yüce bir Ahlâk üzeresin.” (Kalem, 4) ayetiyle bildirilen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in böyle kötü vasıfları taşıması asla düşünülemez. Şüphesiz bu ayet Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in büyüklüğünü, yüksek ahlâkını ve yüreğinin katı olmadığını, aksine şefkat ve merhametle dolu olduğunu gösterir. O, Allah azze ve celle’nin kendisine lütfettiği bu özellikleri sayesinde arkadaşlarına, özellikle Uhud Savaşı’nda emrine muhalefet ederek İslâm ordusunun zarara uğramasına sebep olanlara ve Müslümanları imha edilme tehlikesiyle karşı karşıya getirmiş bulunanlara merhametle muamele etmiştir. Eğer onlara karşı katı davransaydı ve onları sert bir şekilde cezalandırsaydı, çevresindekiler dağılıp giderlerdi.
İslâm’ın eğitim metotlarından biri de affetmektir. Yerine göre af, cezadan daha etkili olur. Bu sebeple Allahu Teâlâ 152. ayette müminlerin Uhud Savaşı’ndaki hatalarını affettiğini ilan etmiş, burada da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e onlarıaffetmesini, bağışlanmaları için dua etmesini emretmiştir.
“Siz Allah’ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vaadini yerine getirmiştir. Allah size sevdiğiniz (galibiyeti) gösterdikten sonra zaafa düştünüz. (Peygamber’in verdiği) emir hakkında tartışmaya kalkıştınız ve isyan ettiniz. Kiminiz dünyayı istiyordu, kiminiz ahireti istiyordu. Sonra Allah sizi, denemek için onlardan geri çevirdi ve sizi bağışladı. Allah müminlere karşı çok lütufkârdır.” (Âl-i İmran, 152)
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabeye karşı yumuşak ve merhametli davranması sahabe üzerinde büyük bir etki göstermiştir. Nitekim Uhud Savaşı’ndaki hataları affedilen sahabiler bir daha böyle bir hata yapmamaya gayret göstermiş ve girdikleri bütün savaşlarda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ve kumandanlarının emirlerine titizlikle uyarak zaferler kazanmışlardır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Müslümanlara karşı bu şekilde merhametli davranması neticesinde birçok kimsenin Müslüman olduğu da rivayet edilmiştir.[7]
Bu konuda bir başka ayet de Âl-i İmran suresi 155. ayettir:“İki toplumun karşılaştığı gün içinizden yüz çevirip gidenler var ya, şeytan onların kazandıkları bazı şeylerden dolayı ayaklarını kaydırmak istedi. Ama yine de Allah onları affetti. Kuşkusuz Allah çok bağışlayandır, halîm (çok yumuşak)dir.”
Bu ayette savaş meydanında cihadı bırakıp gidenlere karşı Allah azze ve celle’nin affedici olduğu belirtilmiştir. Buna göre Allah azze ve celle, onların günahlarını cezalandırmaktan vazgeçmiştir. Çünkü Allahu Teâlâ müminlere gazabıyla değil, hilmiyle muamele eder. Cezada acele etmeyip, tevbe edebilecekleri kadar kendilerine zaman verir. Daima kullarına karşı merhametli, şefkatli ve sabırlıdır.
“Eğer Allah’ın yaptıkları yüzünden insanları hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiç bir canlı yaratık bırakmazdı.”(Fâtır, 45)
İbn Hazm, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in insanları eğitirken onları ümitlendiren, sevindiren ve rahatlatan sözler söylemeye önem verdiğini, bu sayede nasihatlerinde başarılı olduğunu, kolaylaştırıcı olmayı ve zorluk göstermekten sakınmayı emrettiğini belirtir.[8]
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de hadislerinde yumuşak huylu olmayı tavsiye etmiş, bu özelliğe sahip olanları övmüştür.
İbni Mes’ud radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Cehenneme kimin girmeyeceğini veya cehennemin kimi yakmayacağını size haber vereyim mi? Cana yakın olan, herkesle iyi geçinen, yumuşak başlı olup insanlara kolaylık gösteren kimseleri cehennem yakmaz.”[9]
“Rıfktan mahrum kalan kimse hayırdan da mahrum kalır.”[10]
“Bir iş rıfk ile yapılırsa rıfk mutlaka o işi güzelleştirir.”[11]
Yumuşak huyluluk Allahu Teâlâ’nın en sevdiği ve kullarında görmeyi en çok istediği özelliklerdendir. Nitekim İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Abdülkaysoğullarından Eşec’e:
“Sende Allah’ın sevdiği iki özellik vardır: Yumuşak huyluluk ve ihtiyatkârlık” buyurdu.[12]
Abdülkaysoğulları kabilesi, Bahreyn dolaylarında yaşayan bir Arap kabilesiydi. Bu kabileden Münkız bin Hibbân ticaret maksadıyla Medine’ye gelmişti. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’i tanıyınca Müslüman oldu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de ona bir mektup vererek bunu kabilesine götürmesini istedi. Fakat Münkız, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mektubunu kabile halkına vermeye cesaret edemedi. Ama evinde kimseye fark ettirmeden namazlarını kılmaya başladı. Hanımı onun bu halini babası Eşec’e haber verdi. Eşec damadı ile görüşerek Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderdiği mektubu okudu. Gönlüne İslâm sevgisi düştü ve hemen Müslüman oldu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mektubunu kabilesine okuyunca onlar da Müslüman olmayı arzu ettiler. Bir heyet hazırlayarak Medine’ye göndermeye karar verdiler.
Asıl adı Münzir bin Âiz veya Abdullah bin Avf olan Eşec’in yüzünde bir kılıç veya bıçak yarası izi vardı. Yüzünde bıçak yarasıolan kimselere Araplar Eşec derlerdi. Ona da bu sebeple Eşec lakabını vermişlerdi. Mekke fethinden bir müddet önce yola çıkan bu heyet Medine’ye varınca, bir an önce Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i görmek, eline ayağına yüz sürmek için Mescid-i Nebevi’ye koştular. Fakat Eşec onlar gibi davranmadı. Devesini bağlayıp en güzel elbisesini çıkardı. Yıkanıp temizlendikten sonra onu giydi ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna öyle geldi. Onun bu hâli Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in hoşuna gitti.
Eşec’in takdire şayan ikinci bir hali daha görüldü. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Abdülkaysoğullarına:
– “Kendiniz ve kavminiz adına bana biat ediyor musunuz?” diye sorunca herkes:
– “Evet, ediyoruz” dediler.
O zaman Eşec söz alarak kendi adlarına biat edeceklerini fakat kavimleri adına bu sözü veremeyeceklerini söyledi. Geri dönüp giderken kendileriyle birlikte kavimlerini dine davet edecek bir mürşid gönderilmesini teklif etti. Bu mürşidin davetine uyanların artık kendilerinden olacağını, İslâmiyet’i kabul etmeyenlerle de savaşacaklarını belirtti.
Onun bu sözlerini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem pek beğendi ve kendisine:
– “Sende Allah’ın sevdiği iki özellik vardır: Yumuşak huyluluk ve ihtiyatkârlık” buyurdu. O zaman Eşec:
– Bu özellikler bende eskiden beri mi vardı, yoksa yeni mi ortaya çıktı? diye sordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Eskiden beri vardı” buyurunca, Eşec:
– Beni sevdiği iki özellikle yaratan yüce Allah’a hamd ederim, dedi.
Rıfk ve hilm ile muamele etmenin gereğini ifade eden bir diğer hadisi şerif de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in zevcesi Aişe radıyallahu anha şöyle demiştir:
– Yahudilerden beş-on kişilik bir erkek topluluğu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına vardılar da:
– Essâmu Aleyküm = Ölüm üzerinize olsun, dediler. Aişe radıyallahu anha demiştir ki:
– Ben bunu anladım ve “ölüm sizin üzerinize olsun, Allah’ın laneti de” dedim. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– Yavaş ol, ey Aişe! Allah bütün işlerde yumuşaklığı sever! Ben dedim ki:
– Ey Allah’ın Rasûlü! Onların dediğini işitmedin mi? Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi; (Ben onlara) ve Aleyküm = Sizin üzerinize olsun, demiştim.”[13]
Fazilet sahiplerinin, düşük seviyeli kimselerin sözlerini anlamazlıktan gelmeleri en güzel bir harekettir. Yahudilerin «Selâm» kelimesinden “L” harfini kaldırarak essamü aleyküm demelerinin manasını Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem anlayarak, işin farkında olmamış gibi “Ve Aleyküm = Sizin üzerinize olsun.” buyurmuştur. İşi açıklamamış ve daha sert ve ağır mukabelede bulunmamıştı. Öyle ki Aişe radıyallahu anha’nın mukabelesine rıza göstermemişti. Her işte yumuşak hareketin hayırlı olacağını ve Allah azze ve celle’nin rızasına uygun düşeceğini ifade etmişti.
Selâm, kederlerden kurtulmak, selâmet ve saadete ermek manalarını taşır. Sâm ise aksine olarak helak olmak, felâkete düşmek ve ölmek manalarını ihtiva eder. Telâffuzları birbirine yakın olduğundan maksadı ve ifadeyi anlamamış gibi hareket etmek en isabetli bir yoldur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem böyle hareket etmekle bize izleyeceğimiz yolu göstermiş bulunmaktadır.
Yine Aişe radıyallahu anha’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ kullarına lütufkârdır. Onlara kolaylık gösterilmesine memnun olur. Zorluk çıkaranlara ve başkalarına vermediği başarıyı ve sevabı, kolaylık gösterenlere verir.”[14]
Aişe radıyallahu anha’dan rivayet edilen diğer bir başka hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Nerede kolaylık varsa, orada güzellik vardır. Kolaylığın bulunmadığı her şey çirkindir.”[15]
Zikredilen bu hadisi şeriflerde rıfkın değeri belirtilmektedir. Rıfk, söylenen sözde, yapılan işte, gösterilen davranış ve tutumda hep insanlara kolay geleni tercih etmek, onlara karşı nazik ve yumuşak olmak demektir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Bedevinin biri Mescid-i Nebevi’de küçük abdestini bozmuştu. Sahabiler onu azarlamaya kalkıştı. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Adamı kendi haline bırakın. Abdest bozduğu yere bir kova (veya büyük bir kova) su dökün. Siz kolaylık göstermek için gönderildiniz, zorluk çıkarmak için değil.”[16]
Hadisi şerifin muhtelif rivayetleri dikkate alınınca olayın şöyle geliştiği anlaşılıyor:
Adı tam olarak bilinmeyen, yeni Müslüman olduğu için de İslâm edebi konularında bilgisi bulunmayan bir bedevi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i ziyarete gelmişti. Mescid-i Nebevi’nin bir köşesinde namaz kıldıktan sonra ellerini kaldırıp dua etmeye başladı:
-Ya Rabbi! Bana ve Muhammed’e merhamet et. İkimizden başka kimseye merhamet etme, dedi. Orada oturmakta olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bedevinin bu garip duasına güldü. Sonra ona dönerek:
“Allah’ın geniş rahmetini amma da daralttın, yahu!” dedi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında biraz oturan bedevi, küçük abdesti gelince Mescid’in bir köşesine giderek abdest bozmaya başladı.
Bedevinin bu hiç beklenmedik davranışı karşısında sahabiler telaşa kapıldılar. Kimi oturduğu yerden “Yapma, etme!” diye bağırarak, kimi öfkeye kapılıp bedevinin üzerine yürüyerek ona engel olmaya çalıştılar.
Duruma hemen müdahale eden Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
“Bırakın, adam işini bitirsin” buyurduktan sonra, bedevinin küçük abdestini yaptığı yere büyük bir kovayla su dökmelerini söyledi. Sonra da ashabı kiramı “Siz kolaylık göstermek için gönderildiniz, zorluk çıkarmak için değil” diyerek yatıştırdı.
Daha sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bedeviyi yanına çağırdı. Ona mescide abdest bozmanın, orayı kirletmenin doğru olmayacağını, bu mübarek yerlerin Allah azze ve celle’yi zikretmek, namaz kılmak ve Kur’an okumak için yapıldığını hatırlattı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in dini bilmeyen kimselere gösterdiği bu müsamaha, onun daha çok sevilmesini, öğrettiği esasların daha çok benimsenmesini sağladı. Bu sert ve kaba insanlar daha sonraları gözünü budaktan sakınmayan birer İslâm fedaisi oldular.
Yine Aişe radıyallahu anha’nın rivayet etmiş olduğu bir hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur.
“İyiliksever olanların hatalarını bağışlayınız.”[17]
Bu hadiste hataların tatlılıkla bağışlanması ve şiddet gösterilmemesi ifade edilmiştir. İyiliksever kişiler hata ve günahlarından utanç duyarlar ve pişmanlık çekerler. Bunun için onları mahcup duruma düşürmeden ve kendilerine eziyet vermeden hatalarını örtmek, onlara büyük bir iyilik olur. Fakat daima kötülük yolunda bulunanlar bağışlanır ve cezalandırılmazlarsa daha fazla kötülük etmeye imkân kazanırlar. Böylece zarar verme bakımından onlara yardım edilmiş olur.
Allahu Teâlâ kullarının sadece birbirlerine değil, yarattığı bütün varlıklara iyi davranmalarını, herkese ve her şeye iyilik etmelerini emretmektedir. Yumuşak huyluluğu sadece insanlara has kılmakla kalmayıp diğer canlılara da aynı şekilde rıfk ile davranmanın ehemmiyetini bildiren bir başka hadise göre, Aişe radıyallahu anha şöyle demiştir:
– Bir deve üzerinde idim ki, onda serkeşlik vardı; (bundan dolayı onu dövüyordum). Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem (bana) şöyle buyurdu:
– “Yumuşaklıkla hareket et zira yumuşaklık, bulunduğu her şeyi güzelleştirir. Bir şeyden de çıkarılınca muhakkak onu çirkinleştirir.”[18]
Ebû Ya’lâ Şeddâd İbni Evs radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allahu Teâlâ her varlığa iyi davranılmasını emretmiştir. Öyleyse canlı bir varlığı öldürmeniz gerektiğinde, bu işi can yakmayacak şekilde yapın. Bir hayvanı boğazlayacağınız zaman, ona eziyet vermeyecek güzel bir şekilde kesin. Bu işi yapacak olan kimse bıçağını iyice bilesin, hayvana acı çektirmesin.”[19]
İnsan yaptığı her işi yumuşak bir tarzda yapmalıdır. Hayvanları boğazlarken veya haşereleri öldürürken bile canlarınıyakmamaya çalışmalıdır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem koyun kesen bir adam görmüştü. Adam koyunu yere yatırdıktan sonra bıçağını bilemeye çalışıyordu. Adamın bu katı ve duygusuz davranışına kızan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
“Hayvanı iki defa mı öldürmek istiyorsun? Onu yere yatırmadan bıçağını bilesen olmaz mıydı?” diye çıkıştı.[20]
Hayvanlara dahi sert davranmamayı ve onları dövmemeyi, onlara işkence etmemeyi ihtar eden bu hadis-i şeriflerde hayvanlar sert huylu ve serkeş dahi olsa, onlara acımanın ve şiddet kullanmamanın öneminden ve her işte yumuşaklığı ve orta yolu seçmenin güzel sonuca ulaştıracağından bahsedilir. Aksine hareket etmek ise çirkin ve noksan sonuca ulaştırır.
İyi huylu bir insan olabilmek için bir yandan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in duasıyla “Allah’ım! Beni güzel yarattığın gibi huyumu da güzelleştir” diye niyaz etmeli, diğer yandan da iyi huylu, yumuşak başlı ve insanlara karşı anlayışlı olmaya gayret etmeliyiz. Dünya ve ahiret saadetinin anahtarının yumuşak huyluluktan geçtiğini unutmayalım. Rabbim hepimizi hilm ve rıfk sahibi kullarından eylesin.
Selâm ve Dua ile
[1]. Tirmizî, Kitabü’l-Birri, 67. bab.
[2]. Müsned, VI, 62, 93, 257, 258, 260.
[3]. Gazzâlî, III, 166
[4]. Ravżatü’l-‘ukalâ’ ve nüzhetü’l-fużalâ’, s. 215-223.
[5]. Muhammed Fuad Abdülbaki, el-Mu’cemu’l-Müfehres li Elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, s. 216-217.
[6]. Buhari, Menakıb 23
[7]. İbn Âşûr, IV, 145.
[8]. El-Ahlâk ve’s-siyer fî Müdâvâti’n-nüfûs, s. 62.
[9]. Tirmizî, Kıyâmet 45
[10]. Müsned, IV, 362, 366; Müslim, “Birr”, 74-76; İbn Mâce, “Edeb”, 9
[11]. Müsned, VI, 58, 112; Müslim, “Birr”, 78; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 1
[12]. Müslim, Îmân 25, 26. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 149; Tirmizî, Birr 66; İbn; Mâce, Zühd 18
[13]. Buhâri, Kitabü’1-Edeb, 35. Bab; Müslim, Kitabü’s-Selâm, Hadîs No; 10, 11.
[14]. Müslim, Birr 77. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 10; İbni Mâce, Edeb 9
[15]. Müslim, Birr 78. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 10
[16]. Buhârî, Vudû’ 58, Edeb 80. Ayrıca bk. Müslim, Tahâret, 98-100; Ebû Dâvûd, Tahâret 136; Tirmizî, Tahâret 112; İbni Mâce, Tahâret 78
[17]. Ebu Davud, Kitabü’l-Hudûd, 5. Bab; Feyzü’l-Kadîr: Cild: 2, Sayfa: 74, Hadîs No, 1363.
[18]. Müslim, Kitabü’l-Birr, Hadîs No: 79.
[19]. Müslim, Sayd 57. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edâhî 11; Tirmizî, Diyât 14; Nesâî, Dahâyâ 22, 26, 27; İbni Mâce, Zebâih 3.
[20]. Hâkim, el-Müstedrek, IV, 231, 233.