Nebevi Damlalar – Yener Yılmaz / 2022 Ağustos / 117. Sayı
İbni Abbas radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz Allah, ümmetimden, hata, unutma ve ikrah ile yapmaya zorlandıkları şeylerin (hükmünü) kaldırmıştır.”
(Nevevi der ki: Hasen bir hadis olup, bunu İbni Mâce, Beyhaki ve başkaları rivayet etmiştir.
Ancak hadis sahihtir. Bk. el-Elbâni, Mişkâtü’l-Mesâbih, No: 6293.
Ayrıca geniş açıklamaların yer aldığı el-İrvâ, 81)
Açıklama
Bir Müslüman Allahu Teâlâ’nın yasakladığı bir işi baskı veya hata ile yapacak olsa ya da Allahu Teâlâ’nın bir emrini unutarak terk edecek olsa bu iş, o kişinin dünyada eleştirilmesine, ahirette de ceza almasına sebep olmaz. Bu Allahu Teâlâ’nın bir lütfudur, bir nimetedir.
Allahu Teâlâ’nın bu ümmete vermiş olduğu nimetleri ve lütufları saymakla bitiremeyiz. Daha önceki ümmetlerin sorumluluk altına girdiği ve cezalandırıldıkları birçok hata ve günah bu ümmetten kaldırılmıştır. İsrailoğullarında herhangi bir kişi unutarak bir şeyi terk edecek olsa, ya da hata ile bir yasağı çiğnemiş olsa dünyada peşin olarak cezasını çeker ve sorumluluğu alırdı. Allah duasına icabet ederek bu ümmete büyük bir nimet nasip eyledi ve en doğru olan yolu gösterdi…
“Ya Rab, unutursak ya da hata edersek bizi sorumlu tutma! Ya Rab, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize ağır yükler yükleme! Ya Rab, bize gücümüzün yetmediği sorumluluklar yükleme!” (Bakara, 286)
Bu güzel duayı ümmeti İslam’a öğreten Allahu Teâlâ bir başka ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır; “Hata ile yaptıklarınız da size bir günah yoktur fakat kalplerinizin kasıtlı olarak yaptıklarında sorumluluk vardır.” (Ahzab, 5)
Unutmak da hataya benzer bir durumdur. Kişi ancak kasıtla, bilerek yapmış olduğu yasaklardan dolayı sorumluk altına girer, kasıtlı olarak terk ettiği farz ve vaciplerden dolayı cezayı hak eder.
1) Hata
İnsanın düşünüşünde ve amelî bir işinde yaptığı yanlış hareket; dikkatsizlik yüzünden yapılan sehiv ve yanlış işlere verilen isimdir.
Bir terim olarak hata; kasıt unsuru taşımayan bir söz veya fiil olup, kişinin isteği dışında gerçekleşen durumdur.
Hata hâlinde Allah hakkı ile ilgili günahın kalktığında görüş birliği vardır. Meselâ, kıble yönünü araştırdığı halde, isabet edemeyip namazını başka yöne doğru kılan kimse, daha sonra namazını yeniden kılmaz ve günahkâr da olmaz. Müctehid ictihadında yanılsa bile sevaba nail olur.
Yalnız peygamberler masumdur. Günah işlemez, söz ve fiillerinde yanılmazlar. Peygamber söz ve fiillerinde yanılırsa Allah ona doğruyu gösterir. Peygamberlerden başkası için böyle bir teminat yoktur.
Hata, kul haklarını düşürmeye elverişli değildir. Bu yüzden bir kimse başkasının malını yanlışlıkla telef veya yok etse tazmin etmesi gerekir.
Fakat hata ile/yanılarak yapılacak boşama geçerlidir. Çünkü boşama arzusu kalple ilgili olup başkasının buna muttali olması güçtür. Bu meselede ağızdan çıkan söze bakılır, niyet sözü masumlaştırmaz.
İmam Şafi’ye göre, hata ile boşama geçerli olmaz. Çünkü yanılanın kastı yoktur.
Hata yolu ile suç işleyene yalnız mali sorumluluk vardır. Bedenî ceza gerekmez.
Hata ile bir mümini öldürene diyet ve kefaret cezası gerekir; kısas gerekmez.
Hata ile yaralamalarda da kısas değil maddî tazminat uygulanır.
2) Nisyan (Unutmak)
Kişinin mükellef kılındığı yükümlülükleri hatırlamamasına sebep olan veya yapmaya niyet ettiği bir ibadeti hakkıyla başaramamasına neden olan ve kişide meydana gelen arızi bir haldir. Namazı vaktinde kılmayı unutmak veya oruçlu iken unutarak bir şeyler yemek gibi.
Hükmü: Unutkan olan insan hem hak ehliyetine hem de fiil ehliyetine sahiptir. Ancak unutması, sadece bir kısım yükümlülüklerinin kendisinden düşmesine mazeret sayılır.
Unutkan olan kimse, bütün kul haklarından sorumludur. Burada unutkanlık hakların düşmesi için bir mazeret sayılmamaktadır. Mesela, vadesi gelen bir borcu unutarak ödemediğini ileri sürerek borcun ertelenmesi müeyyidesinden kurtulamaz. Yine bir cinayeti unutarak yapması sorumluluğunu düşürmez.
Buna karşılık, unutkan olan insan, Allah’a ait olan hakları unutursa, günahkâr olmaz ve eksik olarak yaptığı ibadeti sahihtir. Mesela unutarak bir şeyler yiyip içse de orucu sahihtir. Hayvanı keserken besmele çekmeyi unutsa da kestiği helaldir. Namazın vaktini geçirse günahkâr olmaz.
3) İkrah
İkrahın lügat manası; bir kimseyi istemediği bir sözü söylemeye veya bir işi yapmaya zorlamaktır. Istılahi manası ise; bir kimseyi korkutmak veya tehdit etmek suretiyle rızası olmaksızın bir sözü söylemeye veya bir işi yapmaya haksız yere zorlamaktır.
İslam’da insana din, inanç ve vicdan özgürlüğü tanınmış; iradeyi baskı altına almak ve insanı rızası olmayan işlere zorlamak yasaklanmıştır.
Ayet-i kerimede iradesi zorlanan kimse için bazı kolaylıklara işaret edilir: “Müminler müminleri bırakıp da kâfirleri dost ve idareci edinmesinler. Kim bunu yaparsa, ona Allah’tan hiçbir şey (yardım) yoktur. Eğer ki onlardan gelebilecek bir tehlikeden dolayı sakınmış olasınız. Allah size, asıl kendinden korkmanızı emrediyor. Nihayet gidiş de ancak onadır.” (Âl-i İmran, 28). Bu ayetteki “eğer ki onlardan gelebilecek bir tehlikeden dolayı sakınmış olasınız” hükmünün tefsirini İbni Abbas şöyle yapar. “Bu, kalbi iman ile dopdolu olduğu halde, diliyle küfür kelimesini söyleyip, işkence ve ölümden kurtulmuş olmasıdır. Böyle yapan kimse hem hayatını kurtarır hem de o anda günahı kaldırıldığı için sorumlu olmaz.”
İbni Kesir, bu konudaki ruhsatı şöyle açıklar: “Bazı yer ve zamanlarda inkârcıların şerrinden korkanlar, niyet ve kalplerinden değil de dış görünüş bakımından kendilerini koruyacak şekilde davranabilirler.”
Hanefîlere göre, ölüm tehlikesi ve bir uzvun koparılması söz konusu olunca, bir kimsenin, diliyle küfür kelimesini açığa vurmasında bir sakınca yoktur. Hz. Peygamber’in Ammar b. Yasir’e bu konuda verdiği müsaade, konuyla alakalı en büyük delildir. Ammar’ın ana ve babası inançlarından vazgeçmedikleri için Kureyş müşriklerince şehid edilmiş, kendisi de dayanılmaz işkence karşısında, müşriklerin söylenmesini istediği küfür sözlerini söylemiştir. Ammar’ın durumu Hz. Peygamber’e ulaşınca, kendisine, küfür kelimelerini söylerken kalbinin durumunu sormuştur. Ammar b. Yasir; “iman ile mutmain olarak buldum” cevabını verince, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Eğer yine aynı işkenceyi yaparlarsa, onların istedikleri sözleri söyleyip kurtulabilirsin” buyurmuştur. Bunun üzerine şu ayet-i kerime inmiştir: “Kalbi iman üzere sabit ve bununla mutmain olduğu halde, ikraha uğratılanlar müstesna olmak üzere, kim imanından sonra küfre göğsünü açarsa, işte Allah’ın gazabı o gibilerin başınadır. Onların hakkı en büyük azaptır.” (Nahl, 106)
Bu duruma göre zor altında iken, dil ile küfür kelimesini söylemek, imanın zail olmasına sebep teşkil etmez. Zira kalbî tasdik mevcuttur. O şartlarda dahi; küfrü gerektiren bir söz söylemekten ve kâfirlerin dediklerini yapmaktan kaçınmak, ölümü göze almakla mümkündür. Bu sebeple, ikrah altında iken küfrü gerektiren söz söylemek caiz olur. Fakat mümin sabreder, küfür kelimesini söylemez ve bu sebeple katledilirse, büyük sevap kazanır. Zira ashab-ı kiramdan Hubeyb b. Adiyy küfür kelimesini, bütün işkencelere rağmen söylemedi ve onu idam ettiler. Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Hubeyb’e “Seyyidü’ş-Şüheda” (şehitlerin efendisi) ismini verdi ve buyurdu ki “O cennette benim arkadaşımdır.” Çünkü o halde dahi; küfür kelimesini söylemenin haramlığı bakidir. İslam’ı aziz kılmak için kâfirlerin isteklerini yerine getirmekten kaçınmak azimettir. Küfür kelimesini söyleyip kurtulmak bir ruhsattır.”,
Hadisten Çıkarılacak Dersler
1) Allahu Teâlâ bu ümmete birçok kolaylık nasip eylemiştir.
2) Hata, unutmak ve ikrah yapılan işlerin uhrevi sorumluluğunu kaldırır. Fakat bu işlerin dünyevi sorumluluğu ve tazminat hakkı baki kalır.
3) Bu ruhsata rağmen mümin uyanık olmak zorundadır. Dinin emir ve yasaklarını beynine adeta kazımak ve hayatında uygulamak zorundadır. Unutmanın, bilmemenin altına sığınıp da mazeret bulmaya çalışmamalıdır.