İnsan Ve Halifelik

Serbest Köşe – Furkan Altıntaş / 2024 Haziran / 139. Sayı

Kurân-ı Kerim’in birçok sûresinde farklı farklı kıssalar zikredilmekte ve tekrarlanmaktadır. Bu zannedildiği gibi bir tekrar değil bilakis kıssadaki fikri ve ruhi akımı yenilemek, âdeta yeni bir anlatım tarzıyla arz etmektir. Öyle ki Seyyid Kutub, nebilere ait oldukça uzun kıssaların, hedefine varan bir iman kervanını temsil ettiğini söylemektedir.[1] Bu kıssalardan biri olarak, Bakara Sûresinin 30-39. ayetlerinde zikredilen ilk insanın yaratılması mevzusu da birçok hikmet barındırır.

Allah Teâlâ, bu ayetlerde önceden saymış olduğu nimetlere ziyade olarak bir nimet daha zikretmektedir. Bu nimet tüm insanlığı kapsayan bir nimet olmakla birlikte, insanlığın meleklere olan üstünlüğünü, yeryüzüne indirilişini, şeytanın insanlığa kurmuş olduğu tuzak ve emredilen secdeye karşı göstermiş olduğu kibrini de kapsamaktadır.

İlk olarak Allah celle celaluhu, henüz Âdemoğlu var olmadan önce mele-i âlâda, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” (Bakara, 30) diyerek minnetini bildirmektedir. Sanki Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır; “Kendi irademden, kudret ve sıfatımdan ona bazı salahiyetler vereceğim ve o, bana izafeten, bana niyâbeten mahlukatım üzerinde birtakım tasarruf haklarına sahip olacak, benim yerime hükümlerimi uygulayacak ve yerine getirecek, o bu hususta asil (kendi kararıyla hareket eden) olarak, kendi zâtı ve şahsı namına kendi kararlarıyla hükümleri uygulayacak değil, ancak benim bir nâibim, bir kalfam olacak; iradesiyle benim iradelerimi, benim emirlerimi ve benim kanunlarımı uygulamaya boyun eğecektir. Sonra onun arkasından gelenler de ona halef olarak aynı vazifeyi yerine getirecek ve böylece “O ki sizleri yeryüzünde halifeler kıldı” (Fâtır, 39)  sırrı zâhir olacak.”[2]

Melekler ise ademoğlunun yaratılışındaki hikmeti istikşaf manasında “Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” (Bakara, 30) diye sormuşlardır. Bu soru, bir itiraz değil bilakis şehevî (şehvetten kaynaklı), gadabî (öfkeden kaynaklı) ve aklî kuvvetlere sahip olan insan tabiatından yola çıkılarak[3] ya da halifeliğin manasından (insanlar arasındaki husumetleri kaldırma vb.) yola çıkılarak sorulmuştur.[4] Meleklerin böyle bir soru sormasından da şu manalar anlaşılmaktadır;

Allah Teâlâ kullarının, rablerinin uygulamalarındaki hikmeti ve sırrı hakkında soru sormalarına razı olmuştur.

Meleklere, bazı bilgiler ve hikmetler gizli kalmasından yola çıkılarak birçok bilginin insanoğlu için kapalı kalması daha evlâdır. Çünkü insanoğluna ilmin ancak birazı bahşedilmiştir.

Burada meleklerin itirazı Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme bir uyarı niteliğindedir. Hz. Adem’in aleyhisselam halifeliğine itiraz edilmesi, onunla aynı makamı haiz olan bir başka peygamber hakkında itirazların söz konusu olacağına işaretler barındırmaktadır.[5]

Sonrasında “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” (Bakara, 30) buyurarak, “Siz bilginiz dahilinde olmadığı halde, zikrettiğiniz mefsedelere (zararlar) üstün gelecek birtakım maslahatlar (faydalar) biliyorum. Onların arasına nebiler, resuller göndereceğim, aralarında sıddıklar, şehidler, salihler, abidler, zahidler, veliler, ebrarlar, mukarrabun, Allah’ı seven, ondan korkan, ilmiyle amel eden âlimler, resulüne tabi olanlar bulunacak”[6] demektedir.

Ayet içerisindeki yakınlığına rağmen ikinci (فيها) zamirinin zikredilmesine ‘ne ihtiyaç var?’ diye sorulacak olursa; “Birinci ile beşerin bir ruh gibi arza (yeryüzüne) nüfuz etmesiyle arzı ihya etmesine; ikinci ile de beşerin fesadı dahi ölüm meleği gibi arzın kalbine kadar pençesini sokup arzı imatesine (öldürmesine) işarettir. Demek oluyor ki beşer, bir tarafta arzın şifası için bir ilaç iken diğer taraftan ölümüne sebep olan bir zehirdir”.[7]  “Şüphe yok ki” cümlesindeki (إنَّ) Kuranı kerimin îcaz (kısaltma) için kapalı bıraktığı birkaç cümleye işarettir.

Beşerdeki maslahatlar ve beşerden sadır olacak mefsedelerin aksine sağlanacak hayırlar daha fazladır. Az mefsede karşısında çok hayrı terk etmek hikmete muhaliftir.

Beşerin hilafete olan liyakati, melâikece meçhul, Hâlıkça malumdur.

Beşerin onlara tercih hakkını veren hikmet, melâikece meçhuldür.[8]

İmam Kurtubî bu ayetten yola çıkarak halifenin atanmasının vacib olduğunu söylemiştir.[9]

Ardından Allah azze ve celle “Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra bunları meleklere gösterip “Sözünüzde doğru iseniz şunların isimlerini bana söyleyin” (Bakara, 31) dedi. Allah Teâlâ, Adem’de aleyhisselâm zaruri bir ilim yaratmasıyla veya kalbine ilkasıyla bütün eşyanın isimlerini öğretmiştir.[10] Bir mukayese kabilinden; insanlar tarafından “filan alim benim hocamdır, bana filan meseleyi öğretmiştir” denilince bir fazilet söz konusu oluyorsa, kâinatın yaratıcısı olan Allah’ın celle celaluhu bizzat kendisinin Âdem aleyhisselâma esmayı öğretmesi kat kat daha kıymetlidir.[11]

Yukarıda geçen ayetin devamında melekler “Seni tenzih ederiz! Bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. En kâmil ilim ve hikmet sahibi şüphesiz sensin” (Bakara ,32) cevabını verdiler.

Meleklerin bu cevabı vermesi ilim talebesinin “bilmiyorum” sözünü alışkanlık haline getirmesi gerektiğini gösterir. Zira vahyin kaynağına bu kadar yakın olan melekler ve fahri kâinat efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin bu sözü söylüyor ve bazı hikmetler onlara saklı kalıyorsa, ilim talebesinin bu hususta daha dikkatli olması gerekir.[12]

Melekler bilmediklerini izhar edince Allah Teâlâ “Ey Âdem! Bunların isimlerini onlara bildir” dedi. Onlara bunların isimlerini bildirince de “Size ben göklerin ve yerin gizlisini kesinlikle bilirim; yine sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim demedim mi!” (Bakara, 33) buyurdu.

Âdem aleyhisselâmın fazileti ayan beyan açığa çıkınca Allah celle celaluhu “Meleklere, “Âdem’e secde edin” dediğimizde İblîs dışındakiler derhal secde ettiler; o direndi, büyüklendi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara, 34)  buyurdu.

Bu secde Allah Teâlâ’ya yapılmış bununla beraber Âdem aleyhisselâm kıble edinilmiştir. İblisin sebeb-i küfrü yalnız emre itaat etmemesi değil, emri beğenmeyerek “ben ondan hayırlıyım” (A’raf, 12) sözüyle büyüklenmesi ve kendi kıyası gereği münakaşaya girişmesidir.

Böylece insanoğlu Allah’ın yeryüzündeki halifesi olma emanetini üstlenmiştir. Meleklerin yerine insanoğlunun bu emaneti yüklenmesi ise -şayet hakkıyla eda ederse- insanoğlunun sair varlıklardan üstün olduğunun vesikası olur.

Ayeti kerimede geçen secde emrine gelince, meleklerin isyan edebilmeleri düşünülemez. Zira melekler itaat ve ibadet için yaratılmış olup başkaldırmaları mümkün değildir. Buna işaret eden birçok ayet-i kerîme ve hadis-i şerif mevcuttur.

Netice itibariyle insanoğlu Allah tarafından yeryüzünde halife kılınmaya layık görülmüştür. Bizler ise Âdem’in aleyhisselâm halefi ve halifeleriyiz. Bu nimeti bilmeli, bu kardeşliği takdir etmeli ve hiçbirimiz âlemde asalet davasıyla kendi hesabına yaşamaya çalışmamalı, büyük bir cemaat-i uhuvvet halinde yaşamalı ve yaşamak için kendi hükümlerini değil, Allah’ın emirlerini, kanunlarını tatbik etmeli ve o zaman melâikeden de kendilerine hizmet edeceğinden ümitvâr olmalıdır. Bunda ibâ (geri durma) ve istikbâr eden iblisin etbâından olmamalı, tebdili fıtrat etmemelidirler.

Ardından Allah azze ve celle kefere-i yahudun bu hallerine işaretle, iblisi kâfirlerin zümresine nisbet etmiş, cins-ü nisbette başka olduğu halde din-ü millette onların arasından saymıştır. Sonrasında ise;

“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, orada istediğiniz yerden rahatça yiyip için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz dedik” (Bakara, 35)  buyurmuştur.

Burada zikri geçen ağaç hakkında evlâ olan ise tevakkuftur. Biz o ağacı tayin edemeyiz. Ancak şu kadarı mülahaza edebiliriz ki; ondan yemek, niyabeti unutmak ve asalet davasına kıyam etme özelliğini verir. Bu da insanın fıtrat-ı asliyesinden değil şeytanın vesveselerindendir. Bu, buğday ise delice buğday, bir üzümse şarap üzümü, bir incir ise kurtlu incirdir ve herhalde bir sarhoşluğu vardır ve bu sarhoşluk aklı alır ve Allah’ı unutturur. Cennette bu yenilmek için değil sınırlandırma ve kulluk içindir. Demek Âdem aleyhisselâm o zaman dünyaya yaklaşmama emri almış ve bu ağaçtan muktezayı fıtrat olarak yememiştir. Devamında Allah celle celaluhu “Fakat şeytan oradan onların ayağını kaydırdı da bulundukları yerden onları çıkardı. Biz de “Birbirinize düşman olmak üzere inin! Bir zamana kadar sizin için yeryüzünde kalacak bir yer ve ihtiyaç maddeleri vardır dedik” (Bakara, 36) buyuruyor. Bu iskân üzerine o şeytan, o iblis ikisinin de o ağaç yüzünden ayaklarını kaydırdı veya oradan ikisini de çıkardı.[13]

Devamında Allah azze ve celle şöyle buyurdu:

“Bunun üzerine Âdem rabbinden bazı kelimeler aldı (bunlarla tövbe etti); rabbi de onun tövbesini kabul buyurdu. Şüphesiz O, tövbeleri kabul buyuran ve rahmeti sınırsız olandır.” (Bakara, 37)

“Onlara şöyle dedik: “Oradan hepiniz inin! Benden size muhakkak bir rehber gelecektir.” Kim benim gönderdiğim rehbere uyarsa artık onlara ne korku vardır ne de üzüleceklerdir.” (Bakara, 38)

“İnkâr eden ve ayetlerimizi yalan sayanlara gelince onlar cehennemliklerdir ve orada devamlı kalıcıdırlar.” (Bakara, 39)

Âlemlerin rabbi olan yüce Allah’a sonsuz hamdolsun.


[1]. Fî Zılâl’il Kur’an. C.1

[2]. Hak dini Kuran Dili. C.1

[3]. Beyzavi Tefsiri. C.1

[4]. İbni Kesir Tefsiri. C.1

[5]. Kâsımi Tefsiri. C.1

[6]. İbni Kesir Tefsiri. C.1

[7]. İşarat-ül İcaz

[8]. İşarat-ül İcaz

[9]. İbni kesir tefsiri. C.1

[10]. Beyzavi Tefsiri. C.1

[11]. Nâblusi Tefsiri. C.1

[12]. Nâblusi Tefsiri. C.1

[13]. Hak Dini Kur’an Dili. C.1