İman ve Takvanın Muhafazası İçin Şaşmaz Ölçü: Doğrularla Beraber Olmak

Müminlere Nidalar – M. Sadık Türkmen / 2023 Temmuz / 128. Sayı

“Ey iman edenler!
Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun.”
(Tevbe, 119)

İnsan fıtratı ilk insandan itibaren bazı şeylerin güzel, bazı şeylerin çirkin olduğunu bilmek kabiliyetinde yaratılmıştır. Yaklaşımlarda bazı değişiklikler olsa da bu gerçek hiçbir zaman değişmeyecektir. Fıtratın yönlendirmesi bu güzeli veya çirkini tanıdığı için onu kabul etmek ve ikrar etmek özü temiz nefisler için zor değildir.

İnsan bedeni içerisinde hayati önemi haiz bir et parçası vardır ki o salim olunca bütün beden selamette olur, o bozulunca bütün bedenin bozulması kaçınılmaz bir hal alır. Bu et parçası kalptir. Kalp, madden ve manen bedenin efendisidir. Ona giden damar yollarını tıkayan, ona ulaşan gıdalara dikkat etmeyen kişi kendi bedenine zarar verir. Aynı şekilde insanın toplum içinde güvenilir olabilmesi, kalbinin temizliğine ve bozgundan uzak olmasına bağlıdır. Niyette temizlik, amelde ihlas, toplum hayatında insanlara faydalı olmak ve kainattaki düzen ile ahenk içinde hareket etmek kalbin manevi yönüyle alakalıdır.

Kalbi bu kıvamda tutmayı temin eden yollar oldukça fazladır. Bunların en başında ise doğruluk gelmektedir. Doğruluk, kalbi besleyen en mühim ameldir. Aslında doğruluk, insanda en etkili değişimleri yapar ve onu saygın bir konuma getirir. Doğruluk, insanın hasımları onun fikirlerine katılmasa dahi onların kendisine saygı duymalarını sağlar.

Doğruluğun temelini doğru söz oluşturur. Doğru söz uzaktaki muhataba ulaşmadan önce o sözün kaili olan iki kulağa ulaşır. Böylece söz, söyleyenin kalbini düzeltmekle işe başlar. Bu durum günahlardan uzaklaşmaya ve selamette yaşama nimetine ulaştırır. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki işinizi yoluna koysun ve günahlarınızı bağışlasın. Her kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse gerçekten o en büyük murada ermiştir.” (Ahzâb, 70-71)

Takva ve doğruluk birbiriyle sıkı ilişkisi olan iki kavramdır. Takva doğruluğu gerektirir, doğru yola iletir. Ancak takvada devamlılık doğru bir toplumun var olmasını gerekli kılar. Doğru olmayan bir ortamda muttakinin kendisini muhafaza etmesi oldukça güçtür. Her ne kadar her toplumda takva sahibi insanlar mevcut olsa da İslam, toplumun her noktasına doğruluğun sirayet etmesini ister ve takvanın daha rahat elde edilmesini sağlar.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, geçmiş dönemlerde yaşamış olup yüz kişiyi öldürdükten sonra tevbe etmeye niyetlenen bir şahıstan bizlere haber vermiştir. Bu şahıs, zamanının âlimlerinden birine durumunu açınca âlim ona “Senin tevben kabul edilir. Tevbe ile kulun arasını kim ayırabilir? Ancak sen buradan falan beldeye git. Orada Allah’a kulluk yapanlar var. Sen de onlarla beraber kulluğunu yap. Buraya asla dönme. Çünkü burası kötü bir yer.” diyerek sadıklarla beraber olmanın ehemmiyetine vurgu yapmıştır.[1]

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de doğrularla beraber olmak önemini korumaktadır. Allah’a yönelmek isteyen nice fertler bu yönelmenin nasıl olacağını bilemediği için cahiliye düzeni içinde kaybolup gitmektedir. Müslümanların, bu savrulmanın önüne geçmesi ve durdurması için son derece gayret etmeleri ve kendi toplumlarına doğruları hâkim kılmaları gerekmektedir. Bu, Allah’a davetin zaruretlerinden olan bir durumdur.

Doğrularla beraber olma, kişinin ferdi olarak doğru işler yapmasıyla muhafaza edilecek bir durum değildir. Gerek İslam toplumunda gerek cahiliyede doğrularla beraber olmak insanı sıratı müstakim üzere sebat ettirir. Kâ’b b. Mâlik radıyallahu anh’ın meşhur hadisinde tevbesinin kabul edilmesi esnasında neler yaşandığını hatırlamak ve ibret almak gerekir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in varlığına rağmen Medine’de münafıkların varlığı ve uzaklarda olan Romalıların yazmış olduğu mektup ile onu kendilerine çağırmaları imtihanın her zaman devam ettiğini ispatlar mahiyettedir.

Doğrularla beraberlik toplum düzeyinde muhafaza edilip ferdi düzeyde ihmale gelecek bir konu değildir. İnsan her ne kadar zaruri ihtiyaçlarından dolayı iletişim halinde olduğu toplumuyla beraberlikten dolayı olumlu veya olumsuz etkilense de bunun dışında kendisini gerçek anlamda muhafaza edeceği ortamları da oluşturmak zaruretindedir. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Kişi arkadaşının dini üzeredir. Herkes kiminle arkadaşlık yaptığına bir baksın.” buyurmuştur.[2]

Müfessirlerin Ayet ile İlgili Görüşleri

İmam Kurtubî rahimehullah şöyle der: “Allah’ın ayetlerini anlayan ve onları düşünen herkesin sözlerinde doğruluğa, amellerinde ihlasa ve durumunda temiz işlere tutunması onun üzerine bir haktır. Kim böyle olursa iyilere dahil olur ve Ğaffar olan Allah’ın rızasına ulaşır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Doğruluğa tutunun. Gerçekten doğruluk iyiliğe iletir. İyilik de cennete iletir. İnsan doğru söylemeye ve doğruluğu araştırmaya devam eder ve böylece Allah katında ‘sıddık’lardan yazılır.” Yalan ise bunun tam tersidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: “Yalandan kaçının. Gerçekten yalan günaha iletir. Günah da cehenneme iletir. İnsan yalan söylemeye ve yalanı araştırmaya devam eder ve böylece Allah katında ‘kezzab’ diye isimlendirilir.”[3]

Yalan, söyleyeni için bir utançtır ve ehlinden şahitliği kaldırır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir defa yalan söyleyen bir adamın şahitliğini reddetmiştir. Ma’mer şöyle der: “Bu adam Allah’a mı, Rasûlüne mi yoksa herhangi bir insana mı yalan söylemiştir bilmiyorum.”

Şerik b. Abdullah’a “Ey Ebu Abdullah! Bir adamın bilerek yalan söylediğini duydum, onun arkasında namaz kılayım mı?” diye soruldu. O: “Hayır, kılma.” dedi.

İbni Mes’ud’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Yalanın şakası, ciddisi olmaz. Sizden biri çocuğuna bir şeyi vadedip sonra ondan vazgeçmesin. İsterseniz şu ayeti bir okuyun: ‘Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun.’ Siz yalanda ruhsat görebilir misiniz?”[4]

Muhammed Cemaleddin el-Kâsımî rahimehullah şöyle der: “Bazı müfessirler bu ayette, hata yapana ve taatten oyalayan şeylerle meşgul olana sert davranılmasına dair delil vardır dediler.”[5]

Şehit Seyyid Kutub rahimehullah şöyle der: “Bu davayı ve bu hareketi ayakta tutanlar Medinelilerdir. Bu davanın en yakınları onlardır. Onlar bu dava ile vardırlar ve onun için vardırlar. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i ister sıcakta ister soğukta ister zorlukta ister rahatlıkta ister kolaylıkta ister sıkıntıda olsun ne zaman sefere çıkarsa çıksın, bu davanın onlara yüklediği sorumlulukları ve zorlukları seve seve yüklenmelidirler. Çünkü bu davaya gönül vermiş Medinelilerin ve çevresindeki taşralı Arapların Hz. Peygamber’in yakınında yer aldıkları halde, Hz. Peygamber’in katlandığı herhangi bir şeyi kendileri için daha çok istemeleri gerektiğini bilmemekte mazur sayılamazlar. Bu nedenle onlara Allah’tan korkan ve seferden geri kalmayan, geri kalma düşüncesini akıllarına bile getirmeyen, zor anlarda imanları sarsılmayan ve yalpalamayan doğrularla beraber olmaları çağrısı yapılıyor. Bunlar öncü kimselerden ve güzel güzel onları izleyenlerden oluşan seçkin bir topluluktur.”[6]

Ayet ile İlgili Mülahazalar:

Ayeti kerimenin nüzul sebebi; tevbesi geri bırakılan üç sahabe idi. Bunlardan Ka’b b. Mâlik radıyallahu anh tevbelerinin kabul sebebinin doğru konuşması olduğunu söylemiştir. Olayın olduğu anda kişinin aleyhine olsa dahi doğru söylemek, eninde sonunda kurtuluş vesilesidir.

Doğruluk Müslümanın şaşmaz şiarıdır. Allah’a teslim olmanın en belirgin alametidir. Bu sebepten dolayı şaka dahi olsa yalan söylememeli ve karşındaki muhatabı aldatmamalıdır. Çünkü Müslüman her davranışıyla tebliğ etme konumundadır.

Doğruluk sadece dilde değil halde de tezahür etmelidir. Bunun hayatın her yönüne yansımasına gayret edilmelidir. Evlilikte, ticarette, ibadette ve hayatın temel esaslarını teşkil eden her kurumda doğruluk şarttır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Alışveriş yapan iki kişi, oldukları yerden ayrılmadıkları müddetçe tercih hakkına sahiptirler. Eğer doğru konuşup açıklarlarsa alışverişleri bereketlenir. Eğer gizleyip yalan söylerlerse alışverişlerinin bereketi yok olur.”[7]

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in Safa tepesinden müşriklere ilk davetinde müşriklerin “Senin hiç yalan söylediğini işitmedik” demeleri üzerine çok tefekkür etmek gerekir.


[1]. Buhârî, 3470; Müslim, 2766

[2]. Ebû Dâvûd, 4833; Tirmizî, 2378

[3]. Müslim, 2607

[4]. Kurtubî Tefsiri, aynı ayetin tefsirinden

[5]. Kâsımî Tefsiri, aynı ayetin tefsirinden

[6]. Fî Zilâli’l-Kur’an, Tayf Yayınları, aynı ayetin tefsirinden

[7]. Müslim, 1532