İman Kalbe Sızınca…

Kapak Dosya – Muhammed Sadık Türkmen / 2018 Eylül / 70. Sayı

Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam Rasûlullah’a onun ailesine ve ashabına olsun.

Tufeyl b. Amr ed-Devsi adında Yemen’li meşhur bir şair vardı. Bu zât memleketinden Mekke’ye hac gayesiyle gelmişti. O dönemde Mekkeliler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile ilgili olarak Mekke’ye girenlere onu kötüleme kararı almışlardı. Tufeyl Mekke’ye girdiğinde ona o kadar telkinde bulunmuşlardı ki sonunda efendimizin sözleri kulaklarına gelmesin diye onlara pamuk tıkamıştı. Ancak Allah’ın takdirinden kaçış yoktu. Bir vesileyle efendimizin sözleri Tufeyl’in kulaklarına ulaşmış ve o kendisini düştüğü bu tuhaf durumdan dolayı kınamıştı. Kendi kendisine şöyle demişti: “Yazık, keşke anam beni kaybetseydi! Vallahi ben değerli bir şairim. Güzel ile çirkin bana gizli kalmaz. Şu adamın sözlerini işitmeme ne mâni var ki? Güzel ise kabul eder, çirkin ise reddederim.” Nihayet efendimizi evine kadar takip etmiş, onun ardından kapıyı çalarak evine girmek için izin istemiş, başından geçenleri ona anlatmıştı. Kur’an-ı Kerim’i işitince O’nun beşer kelamı ve şiir olmadığını anlayarak İslâm’a girmişti. Tufeyl radıyallahu anh vesilesiyle kavminden İslâm’a girenlerin sayısı oldukça fazlaydı.

İbn-i Hişam’ın es-Sîretu’n Nebeviyye’sinden özetle anlattığımız bu kıssa bizlere işin ehlinin meselenin özüne daha çabuk vakıf olacağını göstermektedir. Tufeyl bin Amr, Kur’an’ın kendisine anlatıldığı gibi bir sihir olmadığını bizzat işitince kendisinden kaçtığı hidayet onu kuşatıvermişti.

Kur’an’ı Kerim bizlere bir işin ehlinin kendi mesleklerinde samimi oldukları takdirde mesleklerini aciz bırakacakları bir hadiseyle karşılaştıkları zaman teslim olmayı firavunun sihirbazları kıssasında sunmaktadır:

Hz. Musa aleyhisselam uzun yıllar Medyen’de kalmış, daha sonra Allah’ın takdiri ile İsrailoğullarını Firavun’dan ve onun zulümlerinden kurtarmak için yıllar önce ayrılmak zorunda kaldığı Mısır’a dönmüştü. Allah Teâlâ dönüş yolunda ona peygamberlik vermiş ve onu bazı mucizelerle teçhiz etmişti. Bu mucizelerden biride yere atıldığı zaman korkunç bir yılana dönüşen âsâ idi. Allah Teâlâ Musa aleyhisselam’a önce Firavun’a gidip ona güzel bir üslup ile nasihat etmesini istemişti. Belki öğüt alır da hem kendisini hem de kavmini helak olmaktan kurtarır. Ancak Firavun yapılan öğütlerden bir ibret çıkarmak niyetinde değildi. Musa aleyhisselam’dan ikna edici bazı mucizeler görmek istediğini söyleyerek onu zor durumda bırakmaya çalıştı. Mucizeler kendisine arz olunca yine iman etmekten kaçındı. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Yemin olsun ki ona (Firavun’a) bütün delillerimizi gösterdik. O da yalanladı (iman etmemekte diretti).” [1]

Başta Haman olmak üzere Firavun’un ileri gelen idareci topluluğu onu Hz. Musa aleyhisselam’a karşı kışkırtıyorlardı. Firavun’a ilah olduğunu telkin ediyorlar ve bu mucizelerin göz aldatmacası olan sihirden ibaret bir şey olduğunu anlatıyorlardı. Hz. Musa’nın ve onun kavminin basit ayak oyunlarıyla Mısır’dan çıkmasına izin verilemeyeceğine onu inandırmaya çalışıyorlardı.

“Ve dedi ki: Sen sihrinle bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin ey Musa? Bizde mutlaka sana, senin sihrin gibi bir sihir getireceğiz. Bizim ile senin aranda bir buluşma zamanı ve buluşma yeri tayin et. Ondan ne biz cayalım ne de sen. Buluşacağımız yer münasip bir yer olsun. Musa şöyle dedi: Buluşma zamanımız süslenilen gün olsun, insanlar kuşluk vakti toplansın.” [2]

Bu ayetlerde geçen süslenme gününden maksat bayram günüdür. Zira insanların her türlü meşgaleden uzak oldukları gün bu gündür. Kuşluk vakti ise insanların en dinç oldukları ve her şeyin ayan-beyan olduğu bir zamandır. Buradan peygamberlerin işlerinin herkesin göreceği kadar net olduğu kapalılık arz etmediği anlaşılır. İslâm davetçilerinin de işlerinin kendilerine ayna olması gerekir.

Hz. Musa aleyhisselam ile sihirbazların müsabakasının karara bağlanması ve bunun için zaman dahi tayin edilmesiyle birlikte dikkatleri üzerine çeken iki nokta vardır. Bunlardan birincisi sihirbazların yaptıkları işte samimi olmalarıdır. Çünkü Firavun onlardan yardım talep edince onlar kendilerine karşılık olarak verilecek mükâfatın ne olacağını sormuşlardı. Ayrıca onları bu müsabakaya teşvik eden bizzat Firavun idi. Dolayısıyla Firavun’un sihirbazları Hz. Musa aleyhisselam ile iş birliği yapmakla itham etmesi tamamen insanların İslâm’a yönelmelerini ve kendi mağlubiyetini engellemek için attığı bir iftira idi. İkincisi ise sihirbazların kendilerine son derece güvenmeleriydi. Bunu Musa aleyhisselam’a yaptıkları “istersen önce sen veya biz atalım” teklifinden ve “kendilerinin kesin galip geleceklerini” söylemelerinden anlamaktayız. Sihirbazların bu yaklaşımları Hz. Musa aleyhisselam’ın galibiyetinin kesin bir mucize olduğunu göstermektedir.

Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Sihirbazlar gelince, Firaun’a: “Eğer galip gelenler biz olursak, elbette bize bir mükâfat var, değil mi?” dediler. Firavun: “Evet, o takdirde elbetteki sizler yakınlaştırılmış kimselerden olacaksınız” dedi. [3]

Sihirbazlar: “Ey Musa! Ya önce sen at (maharetini ortaya koy) ya da ilk atan biz olalım.” dediler.[4]

Onlar da (sihir) iplerini ve değneklerini atıp: “Firavun’un şerefi hakkı için mutlaka galip gelecek olan biziz, biz” dediler.[5]

Nihayet beklenen gün gelince iki taraf hünerlerini ortaya koydular. Önce sihirbazlar asa ve iplerini atmış ve binlerce yılan meydanda belirivermişti. Bu durum insanları dehşete düşürmüştü. Hz. Musa aleyhisselam’da insanların iman etmeyeceği konusunda korkuya kapılmıştı. Firavun, ileri gelen topluluğu, onun taraftarları ve sihirbazlar neredeyse zaferlerini ilan etmek üzereydiler. Ancak yüce Allah şöyle buyurdu: “Dedik ki: “Korkma! Şüphesiz üstün gelecek sensin, sen! Sağ elindekini (âsânı) at da onların yaptıklarını yutsun. Çünkü onların yaptıkları, ancak bir sihirbaz tuzağıdır. Sihirbaz nereye varırsa varsın kurtuluşa eremez (başarı gösteremez.)”[6]

Bunun üzerine Musa da: Âsâsını bırakıverdi, bir de ne görsünler! Âsâ onların uydurdukları şeyleri yutuyor. [7]

İnsanlık tarihinde peygamberlerinden mucize getirmesini isteyen nice topluluklar geçmiştir. Eğer istedikleri mucize kendilerine gösterilirse inkârcılar iman edeceklerini dahi söylemişlerdir. Ancak sihirbazların durumu çok farklıydı. Onlar kendi karşılarında peygamberlik iddiasında bulunan kişiden bir mucize istememişlerdi. Sadece firavunun emrini yerine getirmişlerdi. Hatta bazıları bu işi ikrah altında yapıyorlardı. Hz. Musa aleyhisselam’ın sihir yapmadığını ve bir peygamber olduğunu hemen anlamışlardı. Bu manzara karşısında secdeye kapanıp Allah’a teslim olmaktan başka bir yol bulamamışlardı.

“Âlemlerin Rabb’ine, Musa’nın ve Harun’un Rabb’ine iman ettik” dediler.[8]

Meydanda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Safa tepesinden yaptığı davetten sonra müşriklerdeki gibi sessizlik havası hâkim olmuştu. Herkes bu gelişme karşısında ne yapacağını şaşırmıştı. Tıpkı Ebu Leheb’in bu sessizliği bozup efendimize hakaretler yağdırması gibi Firavun’da iftira ve tehditler savurmaya başladı. Ancak sihirbazlar artık tehditlere, vaatlere ve makamlara değil en sağlam dayanak olan Allah’a sığınmışlardı.

Firavun sihirbazlara: “Size izin vermemden önce ona iman ettiniz ha! Şüphesiz ki o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim. Sizi muhakkak hurma dallarına asacağım, o zaman hangimizin azâbı daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu elbette bileceksiniz” dedi.[9]

Sihirbazlar da dediler ki: “Elbette seni, bize gelen apaçık delillere (mucizelere) ve bizi yoktan yaratana tercih etmeyeceğiz. Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm verirsin.[10]

Şüphesiz ki biz, Rabb’imize iman ettik. Böylece günahlarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri bizden bağışlasın. Allah (mükâfatı) daha hayırlı olandır, (azâbı) daha kalıcıdır.[11]

Onlar, İbn-i Abbâs ve selef âlimlerinin dediği gibi “Sihirbazlar olarak sabahlayıp şehidler olarak akşamladılar.”[12]

Kıssadan Alınacak Bazı Hisseler

Batılın gücü ve taraftarları ne kadar çok olursa olsun mağlup olmaya mahkûmdur. Çünkü batıl temeli sağlam olmayan bitki gibidir. Hakkı savunan ve bu savunmasında ihlaslı olan en zor zamanda dahi muvaffakiyete nail olacaktır.

İslâm davetçilerinin vazifesi zorluklara göğüs gererek davetlerini sürdürmektir. Çünkü davetçinin daveti hiç ummadık anlarda güzel neticelere vesile olabilir. Hz. Musa aleyhisselam uzun davet neticesinde müspet bir gelişme almadığı Firavun’a davetini sürdürünce sihirbazların hidayetine vesile oldu.

Doğruluk nereden gelirse inat etmeden kabul etmek erdemli bir davranıştır. Firavun‘un sihirbazları bu konuda güzel örnek gösterdiler. Kınayıcının kınamasına ve mevkilerinin ellerinden gitmesine aldırış etmeden en doğru olan yolda karar kıldılar.

Gerçek iman kalbe sirayet edince insan bambaşka bir hale dönüşür. Sihirbazlar Hz. Musa aleyhisselam’ın davetinin hak olduğunu kavrayınca artık Firavun gözlerinde küçülmüştü. O Firavun ki işkenceleriyle ve İsrail oğullarının nesillerini yok etmekle biliniyorlardı. Ancak sihirbazlar gözlerini cennetin nimetlerine dikmiş, ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilme tehdidine dahi “mahzuru yok” deme metanetini sergilemişlerdi. Kuşluk vakti yok etmeye çalıştıkları davanın savunucuları olmuşlardı.

Ne mutlu hak yolunda sebat edenlere ve her türlü sıkıntıya göğüs gerenlere.


[1]. Taha, 56

[2]. Taha, 57-59.

[3]. Şu’ara 41-42.

[4]. Ta-Ha 65.

[5]. Şu’ara, 44.

[6]. Ta-Ha, 68-69. 

[7]. Şu’ara 45.

[8]. Şuara 47-48.

[9]. Ta-Ha 71.

[10]. Ta-Ha, 72.

[11]. Ta-Ha, 73.

[12]. Taberi tefsiri c.13 s.36.