Hilafetin Kaldırılması

Serbest Köşe – Mustafa Talı / 2014 Mart / 16. Sayı

Sözlükte, “birinin yerine geçmek, bir kimseden sonra gelip onun yerini almak, birinin ardından gelmek/gitmek, yerini doldurmak, vekâlet veya temsil etmek” gibi anlamlara gelen hilafet kelimesi, terim olarak İslam devletlerinde Hz. Peygamber’den sonraki devlet bakanlığı kurumunu ifade eder. Halife de, “bir kimsenin yerine geçen, onu temsil eden kimse” demektir. Müslüman toplumlarda devlet başkanlığına hilafet denmesi, halifenin risalet görevi hariç Hz. Peygamber’in yerine geçerek onun dünyevi otoritesini temsil etmesi, yeryüzünde dinin hükümlerini uygulamak, dünya işlerini düzene sokmak üzere Allah’ın yeryüzündeki veya bütün müminlere ait olan hilafet ve yetkiyi temsil etmesi gibi sebeplere dayanır.

Rasul-ü Ekrem hayatta iken peygamber olarak hem Allah’tan aldığı vahyi insanlara tebliğ etmiş hem de Müslümanların dünyevi işlerini düzene koymuş, hukuki ihtilaflarını çözümlemiş, ahlaki bakımdan onları eğitmiş, siyasi birliğin tamamlanmasından sonra devlet başkanlığı ve ordu komutanlığı görevini üstlenmiştir. İslam alimleri Hz. Peygamber’in vefatıyla peygamberliğin sona erdiği, buna karşılık toplumun idaresiyle ilgili diğer işleri bir kişinin üstlenip bunları tek başına veya bazı görevlileri yetkili şahıs ve mercilere devrederek yürütmesi, böylece Müslümanların düzen içinde yaşamasını temin etmesi gerektiği üzerinde görüş birliğine varmışlardır.(1) İlk olarak şunu belirtmemiz gerekir ki, krallık, saltanat ve mutlakiyet dışında bir yönetimin bilinmediği bir zamanda, halifenin “ehlü’l-hal ve’l-akd” denilen bir kurul tarafından seçilmesi, halkın biatinin alınması, dini kuralları açıkça çiğneyen halifenin görevden azli, halifenin ilahi bir gücünün bulunmadığı ve ümmete ait hakimiyeti temsil ettiği, ferdi olarak Allah’a karşı sorumluluk taşıması yanında görevi sebebiyle Müslümanlara karşı da sorumluluk taşıdığı gibi hususların ele alınıp tartışılması amme hukuk tarihi ve doktrini açısından ileri bir mertebedir. İslam dini, Müslümanların nasıl bir siyasi organizasyon içinde kimler tarafından yönetileceği konusundan ziyade ehil olanın iş başına gelmesi, onun da hak ve adaleti hâkim kılması, ferdi ve uhrevi sorumluluk taşıması, Allah’ın huzurunda hesap vereceğinin bilincinde olması, kötülük, haksızlık ve zulmü önlemesi, katı ve baskıcı olmayıp insanlarla istişare ederek iş görmesi gibi temel esaslar üzerinde durmuş, kişilerin böyle bir dini ve ahlaki yetişkinlikte olmasına öncelik vermiştir.(2) Hilafetle ilgili değinilmesi gereken, tartışmalara neden olan birçok konu olmakla birlikte konumuzun dışına çıkmamak için genel bilgileri aktarmakla yetiniyoruz. Konumuzu, halifeliğin tarihi sürecinden kısaca bahsettikten sonra halifeliğin lağv edilmesine değinerek tamamlayacağız. Özellikle ifade etmeliyiz ki, tarihi süreci aktarırken olaylar uzun bir şekilde ortaya konmayacak, tartışmalı meselelere girilmeyecektir. Çünkü her dönem ve olay başlı başına bir mevzuyu teşkil etmektedir.

Hz. Peygamber’in vefat etmesiyle beraber Müslümanlar bir lidere ihtiyaç duyulacağının farkındaydılar. Bu sebeple Peygamberimizin defin işlemleri tamamlanmadan Ensar’dan bir grup Sa’d b. Ubade’ye biat etmek istemiştir. Bu haberi duyan Hz. Ömer ve birkaç sahabi, bu görevin Hz. Ebubekir’e verilmesi konusunda beyanda bulundular. Yapılan görüşmelerden sonra Hz. Ebubekir’e orada bulunanlar tarafından biat edildi. Daha sonra Medine genelinde tüm halk tarafından biat edildi. Hz. Peygamber’in defin işlemleriyle meşgul olan Hz. Ali başta olmak üzere bazı sahabiler daha sonra biat etmişlerdir. Hz. Ebubekir kendisinden sonra Hz. Ömer’e biat edilmesini vasiyet etmiştir. Müslümanlar bu vasiyete itiraz etmeden uydular. Hz. Ömer kendisinden sonraki halifeyi şahsen belirlemeyip seçimi altı kişilik şura heyetine bırakmıştır. Bu altı kişi yaptıkları görüşmeler sonunda Hz. Osman’ı seçmiş, ardında da halkın biati alınmıştır. Hz. Osman’ın bazı uygulamaları ve iç karışıklığın artması sonucunda şehid edilen Hz. Osman’dan sonra Hz. Ali’ye biat edilmiştir. Ancak Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle başlayan bu süreç Hz. Ali’nin icraatlarına gösterilen tepkiler, Muaviye’nin Hz. Osman’ın kanını bahane ederek başlattığı iktidar mücadelesi, ashabın ileri gelenlerinin de katıldığı iç çatışmalar, sonuçta binlerce müslümanın ölümü ve siyasi ihtilafların başlangıcını teşkil etmiştir. Hz. Ali’den sonra Hz. Hasan’a biat edilse de o, Muaviye b. Süfyan’ın ısrarı üzerine hilafetten çekilmiştir.

Muaviye’nin oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesiyle beraber halifelik saltana dönüşmüştür. İlk zamanlar biat ilkesine bağlı kalınmaya çalışıldıysa da zamanla durum saltanat yönetimine kaymıştır.  Emeviler döneminde yönetimi kuvvete dayanarak devlet idare eden halifeler aldı. Abbasi hilafeti, Emevilere karşı yapılan ihtilalin sonunda yönetimi eline aldı. Abbasiler de Emeviler gibi saltanat sistemini korumuşlardır. 945 yılından sonra Büveyhilerin işgallerinden sonra halifelik güç olarak değil, meşrutiyet kazanmak için kullanılan bir makam olmaya başladı. Selçukluların Büveyhilere son vermesinden sonra, Selçuklular halifeliğin koruyucusu haline geldi. İlerleyen süreçte halifelik, sultanların isimlerinin hutbelerde okunmasını tasdik etmekten ibaret kaldı. Abbasi hilafeti çeşitli dönemlerden geçti. Kısa bir süre halifelik başsız kalsa da, Baybars’ın çeşitli Moğolları yenmesiyle Mısır’da tekrar kuruldu.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır ve Arap yarım adasına girmesiyle Halifelik Osmanlılara geçmiştir. Yavuz Sultan Selim saltanat ve hilafeti birleştirerek Osmanlı Devletini yüceltmiş ve Müslümanlar yeniden eski güçlerine kavuşmuştur. Tanzimat dönemine kadar halifelik makamı esaslarını korumuştur. Tanzimat’la birlikte geleneksel hilafet anlayışında bir değişiklik olmuştur. Buna göre halife sadece Müslümanların lideri, saltanat gayri Müslimler de dâhil tüm tebaanın lideriydi. Böyle bir durum olması dahi, Osmanlılar da halifeliğinin etkisini azaltmamıştır. Osmanlılar tüm dünyadaki Müslümanların yardım çağrılarına cevap vermeye çalışmış, halifelik makamından bekleneni yerine getirmeye çalışmıştır. II. Abdülhamid, zor bir dönemde tahta geçmesine rağmen halifelik makamına çok büyük önem verdi. Halifelik unvanını sultan unvanından daha önemli kabul ediyordu. Gerek İngilizler gerek iç baskılar halifelik makamını yıpratmaya çalıştılar. Tüm bunlar halifelik makamının ehemmiyetini ortaya koymaktaydı. Tüm bu olaylarla birlikte Osmanlı Devleti halifelik makamından faydalanmayı umarak I. Dünya Savaşına girildi. Fakat İngiltere, Fransa ve Rusya kendi Müslüman sömürgelerinde gereken tedbirleri almış ve halkı harekete geçirmesi muhtemel kişi ve kuruluşları tasfiye etmiştir. İngilizler Şerif Hüseyin’e bağımsızlık ve hilafet vaat etti. Savaş sonrasında bu vaat tutulmadı. İngilizlerin en büyük korkusu Hindistan’daki Müslümanların ayaklanmasıydı. Sevr anlaşmasında Müslümanların kutsallarına saygı gösterilmeyeceğini anlayan Hint Müslümanları Hindistan Hilafet Hareketini kurdu. Bu hareket milli mücadelenin en büyük destekçilerindendi.

Milli mücadelenin zaferle bitmesinden sonra, Lozan Konferansına katılacak Türk heyeti açısından ikiliğin yok edilmesi gerektiğine inanan meclis, 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırdı. Saltanatın kaldırılmasıyla halifelik makamı boş kaldı. Son veliaht Abdülmecid Efendinin saltanat iddiasında bulunmaması şartıyla halife olmasına karar verildi. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra, siyasi ve kültürel reformlar ilk yer alıyordu. Gündemin ilk sırasında ise hilafet kurumun statüsü yer alıyordu. Hilafetin kaldırılmasına kadar geçen süreçte, mecliste halifeye destek verenler oldu. Böylece halifenin tarafında olan bir muhalefet grubu ortaya çıktı. İstanbul’da bazı gazeteler hilafetin gerekliliği ve önemi hakkında yazılar yayınlamaya başladı. Daha iyi anlaşılması için Hüseyin Cahit Bey’in Tanin’de çıkan bir yazısını aktaralım: “Halifelik Türklerin elinden giderse, beş on milyonluk Türkiye devletinin İslam alemi içinde hiçbir öneminin kalmayacağını, Avrupa siyaseti bakımından da, en küçük ve değersiz bir hükümet mevkiine düşeceğimizi anlayabilmek için büyük bir dirayete luzüm yoktur. Milliyetçilik midir bu? Gerçek milliye duygusunu yüreğinde taşıyan her Türk, hilafet makamına dört elle sarılmak zorundadır.”(3) Var olan bu durumdan hükümet rahatsız oldu. Bu sıra da İngiltere de bulunan Ağa Han ve Seyyid Emir Ali, Hindistan Müslümanları adına Başbakan İsmet Paşa’ya mektup göndererek hilafet kurumunun etkin bir şekilde muhafaza edilmesini istediler. Mektup daha Ankara’ya gelmeden İstanbul’da yayımlandı. Bu olaylar vuku bulduğu sırada İzmir’de olan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’ya gönderilen telgrafta, Abdülmecit Efendinin hilafet ödeneğinin arttırılması ve İstanbul’a gelen resmi heyetlerin kendisini de ziyaret etmeleri isteğinde olduğu bildirildi.(4) Bu olay halifenin saltanat peşinde olduğu şeklinde anlaşıldı. Giderek halifeliğin kaldırılması gerektiği şeklinde gündemler yapıldı. 3 Mart 1924 tarihinde meclise verilen teklif üzerine halifelik kaldırıldı.

Hilafetin kaldırılmasıyla ilgili tartışmalarda, hilafetin Türklere daima yük olduğu ve bu yüzden pek çok fedakârlık yapıldığı, halifenin görev ve yetkilerinin belirlenmesi gerektiği gibi meseleler üzerinde duruldu. Halifeliğin kaldırılmasında; otoritenin paylaşılmak istenmemesi, muhalefetin halife etrafında toplanması, yeni devletin dini bir yapıda olmaması gerektiği, batılı devletlerin daima halifelik üzerinde ihtiraslar beslemesi gibi olaylar gerekçe gösterilebilir. Nitekim Rauf Bey son Lozan görüşmesinde İsmet Paşa’ya bu yönde telkinler yapıldığını söylemiş, İngilizler de paşanın, hilafetin kaldırılması durumunda İngilizlerin Türkiye hakkındaki şüphelerinin ortadan kalkacağı ve Musul meselesinde zorluk çıkarmayacakları şeklinde kanaat taşıdığını ifade etmişlerdir. Aynı şekilde Mustafa Kemal da İzmit’te gazetecilerle yaptığı toplantıda Türkiye’de hilafetin siyaseten bir menfaat ve kuvvet değil bir zaaf olduğunu belirtmiştir.(5)

Hilafetin kaldırılması İslam coğrafyasında büyük bir şaşkınlık ve tepkiyle karşılandı. Hilafetin kaldırılmasına en büyük tepkilerden birini de Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi vermiştir. Mustafa Sabri Efendi hilafetin gerekliliğine son derece önem vermiştir. Cumhuriyetin kurulmasından hilafetin kaldırılışına kadar cereyan eden olaylardan Mustafa Kemal’i sorumlu tutmuş, ağır bir dille eleştirmiştir. Bu konuda birçok dergi ve gazetede yazılar yayınlamıştır. Hilafetin kaldırılmasında neden olarak gösterilen ifadeleri asla kabul etmemiş, hilafetin kaldırılmasında yer alan mebuslar hakkındaki ifadeleri bir hayli ağırdır.(6)

Hilafetin kaldırıldığına inanmadı. Hilafetin kaldırılmaması üzerine çağrılarda bulunuldu. Ama durum değişmedi. Bunun üzerine çeşitli bölgelerde halifelik ilan edenler ortaya çıktı. Fakat hiç birisi kimse uzun süre devam edemedi ve zamanla hilafet Müslümanların gündeminden düşmeye başladı. Son zamanlarda hilafetin ihyasını gerçekleştirmeyi hedeflediklerini ortaya koyan bazı akımlar ortaya çıktı.

————————————-

Avcı, Casim, DİA, c. 17, s. 539.

Avcı, Casim, DİA, c. 17, s. 540.

Akkor, Mahmut, Hilafetin İlgası, s.8.

Özcan, Azmi,  DİA, c. 17, s. 551.

Özcan, Azmi,  DİA, c. 17, s. 551.

Sabri, Mustafa, Hilafet ve Kemalizm.

*       Mısıroğlu, Kadir, Hilafet, s. 354.