“Hayatımı Yaşamak İstiyorum” Diyen Gence İthafen

Serbest Köşe – Derya Fıçıcı / 2019 Mart / 76. Sayı

Ey genç! Dilersen sana hayatını yaşamak istediğin dünyayı tanıtayım, rehberlik edeyim. Nerede ne var, nereler gezilmeli, görülmeli, tek tek anlatayım. Sana göre hayatın nerelerde olduğunu az çok tahmin ediyorum. Oralardan başlayayım anlatmaya. Bir haftasonu, örneğin, hayatını yaşayan insanların tercih ettiği saatlerden bir vakit, arabanla, yaşadığın şehrin sahil şeridine doğru inerken görebileceğin manzaralardan bahsedeyim. 

İlk olarak kırmızı ışıkta durdun, karagözlü çocuk sana doğru yaklaşıyor, elindeki mendil paketini uzatıp öylece gözlerine bakıyor. Çocukların çoktan uyuduğu bu vakitte gecenin karanlığında üzerinde yıpranmış bir elbise, ayakları çıplak, saçlarına anne elinin değmediği belli olan düşük omuzlu, yorgun bir kız çocuğu ile karşılaşıyorsun. Bir paket mendil alıp bir lira uzatıp üstü kalsın dedikten sonra, karagözlü, donuk bakışlı kız çocuğu, yaşamak istemediği hayata doğru gecenin karanlığında yalın ayak yürümeye devam ediyor. Sen ise yaşamak istediğin hayata doğru hızla ilerliyorsun. Derken, ‘bizim için hayat yeni başladı’ diyen insanların indiği, cafe ve restaurantların bulunduğu bir caddeye ulaştın. Dışarıdan nefis yemek kokuları geliyor, cadde oldukça kalabalık, trafik de var, malum insanlar hayatlarını yaşamak istiyor. 

Yavaş ilerleyen trafikte insanları izliyorsun. Kimisi garsona sipariş vermek üzere, kimisi kahvesini yudumluyor, kimisi de çoktan tatlı faslına geçmiş. 

Birden acıktığını fark edip ne yesem diye düşünürken, karşında bir manzara, hayata dair. Çöp konteynırının dibinde debelenen bir adam görüyorsun. İlk önce çöplerden kağıt topladığını düşünüp başını çevirdin. Çünkü çöpten kağıt toplayan adamlar görmek normal bu hayatta. Sonra gözlerin tekrar adama dönüyor. Dikkatlice bakıyorsun. Evet evet, gördüğün şey doğru. Çöpten yiyecek bir şeyler bulmuş onların tozunu pisini üfleyerek yemeye çalışıyor. Hızlıca arabayı park edip adamın yanına yaklaşıyorsun. “Bey amca aç mısınız? Ben size şuradan bir şeyler alayım, gelin.” Bey amca, gözlerinizin içine bakıyor, kafa sallayarak aç olduğunu onaylıyor. Kendi kendine düşünüyorsun. ‘Benimki de soru mu? Çöpten yemek yiyen bir adama aç mısınız dedim.’ diyerek kendini ayıplıyorsun.

Hemen önündeki dükkandan yiyecek bir şeyler alıp bey amcaya ikram ettikten sonra gerçekten aç olan bir insanın nasıl yemek yediğine şahit olurken yüreğinde bir sızı, içinde bir ateş, boğazında bir düğüm oluşuyor. Neyse, duygusala bağlamaya gerek yok. Hayatımızı yaşayacağız.

Bir restauranttan içeriye girip garsona sipariş veriyorsun. Hayalini kurduğun yemekler önüne geliyor. Ancak bey amcanın hali aklından gitmiyor. Bir de insanların sıradan bir durummuş gibi bey amcaya bakıp sonra yollarına devam etmeleri… ‘Herkesin yeyip içtiği şu caddede bir insan nasıl olur da çöpten yemek zorunda kalır’ düşüncesi aklını kurcalıyor. Derken iştahın kaçtı. En iyisi bir eğlence mekanına gitmeli. Biraz dans edip eğlenirsem bu düşüncelerden kurtulurum diyorsun. Tekrar aracına binip ilerliyorsun. İstediğin yere ulaştın. Sokak gençlerle dolu. Gitar çalıp eğlenenler, şarkı söyleyenler, kahkahayla gülenler. “Ah be! Hayat burada işte.” derken, Disco Bar’dan bir grup genç çıkıyor. Kiminin gözü patlamış, kiminin burnu kanıyor, içeriden çığlık sesleri geliyor ve bir el silah sesi ile beraber feryat figan insanlar sokağa taşıyor. 

Sen ise aracını park ettiğin yerde donup kaldın, merak ve dehşet içinde olanları izliyorsun. Polis ve ambulans olay yerine intikal etti. İçeriden birçok yaralı, bir de ceset torbası çıkıyor. Etraftakiler ne olduğunu konuşurken duyuyorsun. Alkolü fazla kaçıran genç, başkasının kız arkadaşına bakınca iki genç arasında kavga çıkıyor, gruplar birbirine giriyor ve biri diğerini bir el ateş ederek öldürüyor. Ve kalabalığın içinden sesler yükseliyor: “Yazık daha gencecik delikanlı, ikisine de yazık oldu. Biri toprağa diğeri hapise. Tüh tüh ne vardı o kadar içecek, zamane gençliği eğlenmeyi bile bilmiyor.” Ve sesler dağılıp gidiyor. 

Belediye arabası geliyor, yerdeki kanları yıkıyor. Tüm izler siliniyor ve hayatını yaşayanlar hayatlarına devam ediyor. Şarkılar, türküler, kahkahalar… 

Tüm bunları kanı donmuş şekilde izlerken, bütün olanlardan habersiz, tüm olanlara karşı tepkisini yitirmiş, yaşamla ölüm arasında gidip gelen başka bir adam var. Köşedeki ATM’nin içinde kendisine kartondan bir yatak ve çöp poşetinden bir yorgan yapmış. Sanki dünyanın en rahat, ortopedik yatağına uzanmışcasına uyuyor. Yavaş adımlarla yanına yaklaşıyorsun. Yan taraftaki büfenin sahibi: ”Alkolik o. Sokaklarda yaşıyor. Üç günden önce uyanmaz” deyip alaylı bir gülümsemeyle boşver dercesine bir bakış atıyor. Adamın bu tavrına içten içe kızıyorsun. Sonra belki de: “Haklı. Ben mi kurtaracağım dünyayı. Ne yapabilirim ki?” deyip oradan hızla uzaklaşıyorsun. Daha güzel bir hayat görürüm hayaliyle yoluna devam ediyorsun. Ve hayata dair manzaralar da devam ediyor. 

Henüz on iki-on üç yaşlarında bir genç, kullandığı uyuşturucu hapların etkisiyle ağzından köpükler akıtarak inliyor. Bu çocuğun iniltisi, şehrin kahkahaları arasında kaybolup gidiyor. 

Anlatmaya dilinin varmadığı mide bulandırıcı, yürek sızlatan daha birçok manzara. Ve artık nefes alamadığını fark ediyorsun. Oksijen tükendi sanki, kalbin hızla atıyor. Kendini, sahilin en güzel manzarasını görebileceğin, denizden gelen iyot kokusunu içine çekebileceğin bir yerde buluyorsun. Aracından inip sahildeki banka oturuyorsun. Şehrin ışıl ışıl lambaları sanki uzaktan göz kırpıyor. Hafif bir rüzgar denizin kokusunu sana ulaştırıyor. Karşında yalılar, villalar, yatlarıyla denize açılmış insanlar… Dolunayın görüntüsü denize yansımış, bütün bu güzelliklerin karşısında işte hayat bu deyip tüm gece gördüklerini bir an olsun unutmak istiyorsun ve anın tadını çıkarıyorsun.

Tam her şeyi unuttum derken karşıdan gelen adam eliyle ilerideki köprüyü işaret ederek: “Az önce genç bir kız kendini köprüden aşağıya atarak intihar etti. Sahil güvenlik ekipleri kızın cesedini arıyor.” diyerek hayata dair bu güzel manzarayı acı haberle bozuyor. 

Vakit epey ilerledi. Neredeyse sabah olacak. Nasıl bir gecenin sabahı bu Ya Rabb! diye düşünürken şehrin minarelerinden ezan sesi duyuluyor:

Allâhu Ekber Allâhu Ekber. 

Allâhu Ekber Allâhu Ekber. 

Eşhedu en lâ ilâhe illâllah 

Eşhedu en lâ ilâhe illâllah 

Eşhedu enne Muhammeder-Resûlullah

Eşhedu enne Muhammeder-Resûlullah 

Hayye ale’s-Salâh  

Hayye ale’s-Salâh 

Hayye ale’l-Felâh 

Hayye ale’l-Felâh 

Allâhu Ekber Allâhu Ekber

Lâ ilâhe illâllah

‘Hayatımı yaşamak istiyorum’ dediğin bu karanlık hayattan seni çekip alacak, seni oradan kurtaracak sözleri işitiyorsun. Sana uzanan bir el, sana açılmış bir kucak… Rabbin seni çağırıyor. Seni ve tüm insanlığı kurtaracak ses bu; Lâ ilâhe illâllah. Gördüğün bu manzaraları tek tek değiştirecek, yerine saadet asrını getirecek olan, hak dava, Allah’ın davası, Allah’ın dini seni çağırıyor ey genç! Ve sen bu dava ile ebedi olan Firdevs, Naim, Adn cennetlerine yükseleceksin. Orada ne hüzün var ne keder… Peygamberler, salihler, şehitler seni beklemekte. 

“Bilin ki; dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olmak isteğinden ibarettir. Bu; yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitki gibidir ki; sonra kurur da sapsarı olduğunu görürsün. Sonra da çerçöp olur. Ahirette şiddetli azab vardır. Allah´ın rızası ve mağfireti de vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir geçinmeden başka bir şey de değildir.” [1]

“O gün inanan erkekleri ve inanan kadınları görürsün ki nurları, önlerinde ve sağlarında koşuyor. (Kendilerine): “Bugün müjdeniz altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacağınız cennetlerdir.” (denilir) İşte büyük kurtuluş budur!” [2]

“Allah onlara temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Büyük kurtuluş budur.” [3]

Selam ve dua ile… 


[1]Hadid, 20

[2]Hadid, 12

[3]Tevbe, 89