Gerçek Özgürlük

Kapak Dosya – Orhan Sağlam / 2025 Nisan / 149. Sayı

Özgürlük çoğu insanın elde etmeye çalıştığı büyük bir değer.

Onun için hakkında ne söylemler geliştirilmiş ne mücadeleler verilmiş, uğruna ne büyük bedeller ödenmiş, hasreti için ne gözyaşları dökülmüş, onu kazanma ve koruma adına ne acılara katlanılmış bir değer.

Ancak özgürlüğün gerçek olanı sahte olanından ayrıştırılamadığı zaman, özgürlük adına niceleri farklı esaretlere ve köleliklere mahkûm edilmiştir…

Eder olarak pahalı, değer olarak kıymetli, talep olarak istekli olan birçok şeyin sahtesi olduğu gibi özgürlüğün de sahtesi vardır. Gerçeğini sahtesinden ayırmanın en önemli yolu ise özgürlük kavramının ne anlama geldiğinin iyice kavranılmasıdır.

Eğer özgürlük birilerinin anladığı gibi “herhangi bir koşulla sınırlanmama, zorlamaya ve kısıtlamaya bağlı olmaksızın düşünme ve davranma durumu” ise bu tanım kişiyi sahte bir özgürlüğe dolayısıyla bir köleliğe düşürecektir.

Çünkü özgürlük asla kuralsızlık, düzensizlik, sınırsızlık, sorumsuzluk ve saygısızlık değildir. Unutmayalım ki bir yerde kuralsızlık varsa anarşi, düzensizlik varsa karmaşa, sınırsızlık varsa kaos, sorumsuzluk varsa zulüm ve saygısızlık varsa bedevilik kaçınılmaz olacaktır.

O zaman gerçek özgürlük için kural, yasa, düzen, sınır, sorumluluk ve saygı şarttır. Bu konuda kimse farklı bir şey söylemeyecektir. Buradaki asıl sorun bu sayılanların nasıl, neye ve kime göre belirleneceğidir.

Öyle ya! Ferdî, ailevî, toplumsal hatta evrensel ölçüleri, kim, neye göre ve nasıl ortaya koyacaktır? Bunu yapacak olan bir ideoloji mi olacak? Bir felsefi kuram mı olacak? Bir siyasî otorite veya dinî bir kurum mu olacak?

Elbette her insan mensup olduğu ideoloji veya düşünce ne ise onun üzerinden bir şeyler söyleyecektir. Ancak tüm ön yargılarımızdan kendimizi kurtardığımızda kabul edeceğimiz bir hakikat var ki: Özgürlüğün içeriğini ve sınırlarını belirleyecek olan irade, asla bizler gibi beşerden değil; beşer üstü bir varlık olarak ilahî bir otorite olmalıdır. Bu ise Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan başkası değildir. İşte bundan dolayı Allah celle celaluhu bizi köleliğe değil kulluğa, zorlamaya değil iradeye, baskıya değil bilince, esarete değil özgürlüğe çağırmaktadır.

Özgürlük Eşittir Kulluktur.

Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de yaratılış gayemizin kulluk olduğunu açıkça beyan etmiştir. Buyurmuştur ki:

“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56).

Görüldüğü üzere irade verdiği iki varlık olan cinlerin ve insanların yaratılış gayesinin kulluk olduğu açıkça ortaya konmuştur. Burada sorulması gereken soru şudur: Kulluk neticede belli sınırlara riayet ederek yaşamak ve belli sorumluluklar üstlenerek davranmaktır. O halde sınırları ve sorumlulukları olan bir insan nasıl özgür olabilir?

Eğer sınırları koyan ve sorumlulukları yükleyen yaratılan bir varlık ise orada özgürlükten bahsetmek tabii ki mümkün olmayacaktır. Ancak bunları belirleyen ve ortaya koyan yaratan ise yaratan aynı zamanda yaşatan olduğu için elbette yöneten de O celle celaluhu olacaktır. Yaratan, yaşatan ve yöneten otorite olarak hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı için insanı özgürleştirmek adına kulluğa davet etmektedir. Her türlü prangalardan, boyunduruklardan, zincirlerden ve etrafını kuşatan zindanlardan kurtarmak için onu kulluğa çağırmaktadır.

Özgürlüğün asıl işareti ise “Lâ!” demektir.” Lâ” demekse tevhidin işaretidir.

Kulluğun sembolü tevhiddir. Tevhid, “Bir olanı birlemek”, şuurlu ve bilinçli bir şekilde “Lâ ilahe illallah” demektir. Kelime-i Tevhid’in başındaki “Lâ” çok büyük bir özgürlük işaretidir. İnsan “Lâ” dediği diyebildiği kadar özgürdür. Çünkü “Lâ” demek, “Hayır, red ediyorum, kabul etmiyorum, asla boyun eğmiyorum” diyebilmektir.

Bütün sahte ilahlara, güç ve mülk sahiplerine, dayatılan tüm batıl fikir ve ideolojilere, nefsin tüm arzu ve isteklerine, insana pranga vurmaya çalışan her şeye ama her şeye “Lâ” diyebilmek özgürlüğün en önemli göstergesidir.

Böyle olduğu için bütün peygamberler muhataplarına “Lâ” dedirtmeye çalışmışlardır. Son peygamber olan Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de 23 yıl boyunca: “Lâ deyin kurtulun!” demiştir.

“Lâ ilahe illallah” diyen biri tüm sahte ilahlardan kurtulmuş ve sadece Allah’a kul olmuştur. Allah’a kul olan O’nun haricinde hiçbir şeye ama hiçbir şeye kul olmayacaktır. Böylece şeref kazanacak, izzeti kuşanacak, istiğna duygusunu elde edecek, kimselere boyun eğmeyecek; bundan dolayı da hürriyeti elde edecek, yani özgürlüğün gerçek olanına erişecektir, tıpkı Bilal, Abdullah bin mesud, Habbab bin Eretler gibi.

Bu gerçek özgürlüğün tadına varan bütün köleliklerden kurtulacak, her türlü korkudan emin olacak, sahte ve sanal özgürlükleri asla hakikat zannetmeyecek, gerçekleşmesi mümkün olmayan hayallerin ve sevdaların peşinden koşmayacaktır.

Korkular ve arzular; insanın iki büyük imtihan sahasıdır. Çoğu insan farkında olarak ya da olmayarak korkularının ve arzularının kölesi olur. İşin ilginç tarafı ise bu köleliği en üst düzeyde yaşayan biri özgür olduğunu iddia edebilir ve özgürlüğü hiç dilinden düşürmeyebilir.

Bir insan tevhidi içselleştirirse ne kula kul olur ne kulu kendine kul eder. O çok iyi bilir ki, kula kul olan kullara köle olur; kulu kul edinen Firavun ve Nemrut olur. Bu iki duruma düşmemek için korkularının esiri olmama adına gayret edilmelidir.

Rabbimizden niyazımız bizi bu önemli meseleyi anlamaya ve anlatmaya muvaffak kılmasıdır.

Bizi gerçek manada kul olup özgürlüğün tadına vardırmasıdır.

Son sözümüz, Hz. Meryem’in annesi olan Hanne validemizin karnındaki bebeğini daha doğurmadan Allah’a celle celaluhu adarken yaptığı duadır;

“Hani İmrân’ın hanımı, ‘Rabbim! Karnımda olanı, ‘her türlü bağımlılıktan ve prangadan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak’ Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten de bilen de ancak Sensin.’ demişti.” (Âl-i İmrân, 35)