Fetva Vermede Sorumluluk

Güncel Fıkıh – Fetva Komisyonu / 2021 Şubat / 99. Sayı

İmdi; dergimizin bu bölümünde fıkhi soruları cevaplamaya gayret sarf edeceğiz. Müslümanların gündelik hayatlarında karşılaştıkları birtakım sorunlara İslam fıkhı çerçevesinde çözümler bulaya çalışacağız.

Başta şunu belirtelim ki, biz burada içtihat etmiyor ve kendi içtihadımızla fetva vermiyoruz. Zira bitaraftan bunun sorumluluğu çok büyük, diğer taraftan bizim bu konuda ilmimiz yetersizdir. Biz sadece ilmimiz ölçüsünde Ehli Sünnet ve’l- Cemaat arasında muteber olan dört mezhepden fıkhi hükümler aktarmakla yetineceğiz.

Burada helal ve haram konularında konuşmanın ne derece riskli olduğunu beyan eden birkaç hususa değinmemiz yerinde olacaktır. Allah Teâlâ bizi nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötü olanlarından muhafaza buyursun. 

Fıkıh ve usul âlimlerine göre ictihad ve fetva kelimeleri gibi müctehid, müftü ve fakih de esasında eş anlamlı kelimelerdir. Buna göre gerçek müftü müctehid olan kişidir. İctihad şartlarını taşımayan, başka bir müctehidin görüşünü naklederek fetva veren fıkıh âlimine müftü denmesi ise mecaz yoluyladır. Hanefî fakihi İbnü’l-Hümâm’ın şu sözleri fıkıh ve usul âlimlerinin bu konudaki görüşlerinin bir özeti mahiyetindedir: “Usul âlimlerinin görüşü şu noktada birleşmiştir: Müftü ancak müctehid olan kişidir. Müctehidlerin görüşlerini ezberleyen, fakat kendisi müctehid olmayan kimse müftü sayılmaz. Böylesinin görevi, İmâm-ı Âzam (ve diğer müçtehit imamlar) gibi bir müctehidin görüşünü nakil suretiyle zikretmektir. Şu hâlde zamanımızda mevcut âlimlerin fetvaları gerçek fetva olmayıp müctehid müftülerin fetvalarını nakletmekten ibarettir.”[1]

Fetva Vermenin Mesuliyeti

 Fetva verecek kişi, kimin adına fetva verdiğini iyi bilmeli ve ahirette Allah’ın huzurunda durup, verdiği fetvadan mesul olacağını yakinen bilmelidir. “Allah bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır” (A’raf, 33). “Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak, ‘Bu helâldir, şu da haramdır’ demeyin; çünkü Allah’a karşı yalan söylemiş olursunuz. Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar hiçbir zaman kurtuluşa eremezler.” (Nahl, 116)

Abdurrahman b. Ebû Leylâ bu hususu şöyle anlatır: “Hz. Peygamber’in ashabından yüz yirmi kişiye yetiştim. Onlardan birine bir mesele sorulunca diğerine gönderir, o da bir başkasına havale eder, nihayet mesele ilk sahâbîye döner gelirdi” 

İbni Salah der ki: Hâfızalarında binlerce hadis bulunan muhaddisler bile sadece hadisleri rivayet etmekle yetinir, fetva vermekten çekinir ve bu işi fakihlere havale ederlerdi. Muhaddis Şa’bî, “Biz fakih değiliz; biz ancak öğrendiğimiz hadisleri fakihlere ve duyduğu şeylerle amel edecek kimselere rivayet ederiz” diyerek uzmanlık alanı dışındaki bir hususta söz söylemenin doğru olmadığını söylemiştir.[2]

İmam Malik’in talebelerinden biri şöyle anlatır: Allah’a yemin olsun ki İmam Malik’e bir meselenin hükmü hakkında sorulduğunda sanki o cennet ile cehennem arasında kalmış bir hale girerdi. Maliki mezhebi’nin büyük imamlarından Sahnûn der ki: İnsanların en bedbahtı dünya hayatına karşılık ahiret hayatını satandır. Bundan daha bedbahtı ise başkasının dünyası için ahiretini satandır.” 

Hafız ibni es-Salah bu sözü aktardıktan sonra der ki: “Başkasının dünyası için ahiretini satan kişinin kim olabileceğini düşünürken bu duruma düşen kişinin müftü olabileceği kanaatine vardım. Şöyle ki bir kimse kendi hanımı ve kölesi hakkında yemin edip ardından müftüye gelir, yapmış olduğu yeminin hükmünü sorar. Müftü ona ‘senin aleyhinde bir sorumluluk yoktur’ der. Bunun üzerine fetva isteyen kişi yeminini bozar bir halde dönüp eşi ve kölesiyle hayatını sürdürürken, müftü ise (yanlış) fetva vererek bu adamın dünyasına karşılık dinini satmıştır.”[3]

Süfyan bin Üyeyne şöyle demiştir: “Fetva vermeye en cesur olan insanlar, ilimleri en az olanlardır.”[4]   

Hz. Ali dedi ki “Size, bilmediğiniz bir şey sorulduğu zaman, ondan kaçınınız! Bunun üzerine Rezîn dedi ki; “kaçınmak nasıl mümkün olabilir, ya Emîre’l -mü’minin?” Şöyle cevap verdi: “Allah bilir!’ dersiniz.”

 İbn Sîrin şöyle dedi: Bana, bildiğim bir şeyin veya bilmediğim bir şeyin sorulmasına aldırmam. Çünkü ben, bana bildiğim bir şey sorulduğu zaman bildiğim şeyi söylerim, bilmediğim bir şey sorulduğu zaman ise “Bilmiyorum” derim.

Sahabeyi Kiramın ve Salih İnsanların Fetva Vermede Takip Ettikleri Yöntem 

Meymûn b. Mihrân dedi ki; Ebû Bekr radıyallahu anh kendisine davacılar geldiği zaman, meselenin çözümü için Allah’ın Kitâbı’na bakardı.

Şayet onda, davacıların aralarında hükmedeceği şeyi bulursa bununla hüküm verirdi. Eğer meselenin hükmü kitapta olmaz ve bu işte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir sünnet bilirse bununla hüküm verirdi.

Çaresiz kaldığında, Müslümanlara sorar ve derdi ki “Bana şöyle şöyle bir mesele geldi. Bu konuda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vermiş olduğu bir hükmü biliyor musunuz?” Çoğu kere topluluk yanına toplanır, o konuda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ den bir hüküm zikrederdi.  Bunun üzerine Ebû Bekir radıyallahu anhu şöyle derdi: “İçimize, peygamberimizden gelen bilgileri muhafaza eden kimseleri koyan Allah’a hamdolsun!” Şayet o konuda, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen bir uygulama bulamazsa, halkın ileri gelenlerini ve seçkinlerini toplar, onlarla istişare ederdi. Bunların görüşleri bir işte birleşince bununla hüküm verirdi. [5]

Câbir b. Zeyd dedi ki: İbn Ömer, tavafta kendisiyle karşılaştı ve kendisine şöyle dedi: “Ebu’ş -Şa’sâ! Sen Basra’nın fakîhlerindensin. Binaenaleyh sadece hakkı söyleyen bir Kur’an âyeti veya geçmişte uygulanmış olan, herkesçe bilinen, meşhur bir sünnetle fetva ver. Çünkü sen bundan başkasını yaparsan kendin de helak olursun, başkasını da helak edersin.”

Kurranın Çoğaldığı, Fakihlerin Azaldığı Ahir Zaman

Abdullah bin Mes’ud dedi ki: içinde büyüğün kuvvetten düşeceği, küçüğün büyüyeceği, halkın da onu kendilerine yol edinecekleri, sonra da değiştirildiğinde, “devir değişti!” diyecekleri bir fitne sizi kapladığı zaman haliniz ne olacak? Orada bulunanlar dediler ki: “Ey Ebû Abdirrahman, bu ne zaman olacak.” Şöyle karşılık verdi: İbadetlerin dış şekilleriyle yetinip öze varmayan; mânasını anlamadan, anladıklarını uygulamadan Kuran okuyan “kurrâ”nız çoğaldığı, fakihleriniz azaldığı, buyruk edicileriniz (âmirleriniz) çoğaldığı, güvenilir kişileriniz azaldığı ve ahiret ameli karşılığında dünyalık şeylerin peşine düşüldüğü zaman.[6]

Abdullah bin Amr dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Allah, ilmi insanlardan bir anda çekip almaz. Fakat âlimlerin ruhunu alarak ilmi alır. Nihayet geride tek bir âlim kalmadığında, insanlar cahil önderler edinirler. Onlara sorular sorulur ve bilgisizce fetva verirler. Böylece hem saparlar hem saptırırlar!” [7]

Muaz b. Cebel dedi ki “Zaman gelecek, Kur’an insanlara açılacak. Öyle ki onu kadın, çocuk, erkek herkes okuyacak. Derken bir adam diyecek ki, Kur’an’ı okudum ama bana uyan olmadı. Vallahi onu, onların içinde uygulayacağım veya onu okuyarak içlerinde namaz kılacağım belki bana uyan olur.” Bunun üzerine onu onların içinde tatbik eder. Ama yine kendisine uyan olmaz.

O zaman der ki “Kur’an’ı okudum, bana uyan olmadı. Onu içlerinde uyguladım, bana uyan olmadı. Vallahi evimde bir mescid yeri çevireceğim. Belki bana uyarlar.” Bu sebeple evinde bir mescid yeri çevirir. Ama yine kendisine uyulmaz.

O zaman der ki “Kur’an’ı okudum, bana uyan olmadı. Onu içlerinde uyguladım, bana uyan olmadı. Evimde bir mescid yeri çevirdim yine bana uyan olmadı. Vallahi onlara, mutlaka ne Allah’ın Kitabı’nda bulamayacakları ne de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den duymadıkları bir haber (bid’at) getireceğim. Belki bana uyulur.” Muaz dedi ki: “İşte onun getirdiğinden sakının. Çünkü onun getirdiği şey sapıklıktır.”[8]

İşte bütün bunları göz önünde bulundurarak deriz ki;

Günümüzde güncel fıkıh ismi altında bazı kimselerin dört mezhebe aykırı hatta bazen icmaya aykırı olarak verdikleri modern fetvalardan şiddetle sakınılmalıdır. Bundan dolayı biz de bu bid’at yola sürüklenmekten sakınarak, bizden önceki alimlerin yoluna tabi olacak ve muteber fıkıh kaynaklarımızdan fıkhi hükümler nakletmekle yetineceğiz. Tercih yapmak durumunda kalmamız halinde, genel olarak âlimlerin cumhurunun benimsemiş oldukları görüşü tercih edeceğiz. Ancak bazı zaruret durumlarında başka bir görüşü tercih etsek bile yine de dört mezhebin çerçevesi dışına çıkmayacağız. Çünkü biz inanıyoruz ki bütün hayır ve bereket her türlü bidatten sakınarak salih selefimize tabi olmaktadır.   


[1]Fethu’l-Badîr, c. V, s.456-457

[2]. İbnü’s-Salâh, Edebü’l-fetvâ, s. 28

[3]Edebu’l-Müfti ve l-Müstefti, s.31-32

[4]Camiu’Beyani’l-İlmi, s.453

[5]Edebu’l-kadi- 10/ Bab 114- Darimi mukaddime, 163

[6]Darimi, 191

[7]. Buhârî, İlim, 34.

[8]Ebu Davud, 4611