Nebevi Damlalar – Yener Yılmaz / 2021 Temmuz / 104. Sayı
En-Nevvas bin Sem’ân radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“İyilik güzel ahlâktır. Günah ise nefsinde gidip gelerek seni rahatsız eden ve insanların görmesinden hoşlanmadığın şeylerdir.”[1]
Vâbisa b. Ma’bed radıyallahu anh dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gittim bana şöyle dedi: “Sen iyilik hakkında soru sormaya mı geldin?”
Ben: “Evet.” dedim, şöyle buyurdu: “Kalbine sor. İyilik, nefsin huzur ile kabul ettiği ve kalbin huzur bulduğu şeydir. Günah ise nefiste gidip gelen, göğüste tereddüt uyandıran şeylerdir. İnsanlar sana fetva verseler, sana fetva verseler bile.[2]
AÇIKLAMA
İyilik ve günah kavramlarını ele alan bu iki hadis-i şerif, iki farklı sahabiden rivayet edilmiştir. Kendileriyle alakalı kısaca bilgi verecek olursak;
a) Nevvas bin Sem’an (r.a)
Babası Peygamber’imize sallallahu aleyhi ve sellem elçi olarak gelmiş ve efendimizin duasını almış bir zattır. Deccal’e dair hadislerden birinin bu sahabi tarafından nakledildiği biliniyor.
b) Vabısa bin Ma’bed (r.a)
Önce Kûfe’de sonra da Rakka’da yaşayan ve hicri 75. yılda vefat edinceye kadar orada kalan bir sahabidir.
İlk olarak “iyilik” kavramını ele alacağız;
A. Birr (İyilik)
Bu hadis-i şeriflerde iyilik kavramı iki farklı şekilde tarif edilmiştir, birinci tarife göre;
“İyilik güzel ahlâktır”
Güzel ahlak “insanın bir amaca yönelik olarak kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak olmasıdır”
Kur’an-ı Kerim’i ve Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın hadisi şeriflerini okuyanlar mükemmel bir ahlak dersi almış olurlar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Ben ahlakî güzellikleri tamamlamak, mükemmel hale getirmek üzere gönderildim”[3] anlamına gelen hadisi şerifi mevcuttur.
Bu söz büyük bir iddiayı içinde barındırır ancak Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın hayatını inceleyenler bu mübarek sözün bir gerçeği ifade ettiğini açıkça göreceklerdir. Onun gerek aile hayatında gerekse diğer insanlara karşı davranışlarında eşi bulunmaz bir ahlaki yaşantısı söz konusuydu. Yirmi üç yıla yakın bir nübûvvet hayatı, uğruna canını vermeye her zaman hazır insanlarla birlikte ona can düşmanı olanların gözleri önünde geçmiştir. Dostları onu örnek almak için düşmanları davasını durdurmak için onu ciddi şekilde takip etmişlerdir.
Bununla beraber hiç kimse ona “yaptıklarınla söylediklerin birbiriyle çelişiyor” diyememiştir. O işlerinde konuşmasında alışverişinde misafire ikramında kısacası hayatının her alanında insanlık için en mükemmel ahlak örneği olma vasfını taşımaktadır.
Güzel ahlak sahibi olanlar dünya hayatında gerçek mutluluğun tadını almış olurlar. Ahirette Peygamber’e en yakın, onun şefaatine en layık olan kişiler hiç şüphesiz ahlakı güzel ve temiz olanlardır. Ahlaki zafiyeti olan insanların bu hastalıklarını terk etmek için çaba içerisine girmeleri gerekir. Kişi önce Allah’tan yardım istemeli ardından gayretini göstermelidir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem aynaya baktığında “Ya Rabbi yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi ahlakımı da güzelleştir”[4] diye dua ederdi. Dolayısıyla ahlaki eksikliğin giderilmesi ilk olarak Allah’tan istenir arkasından gayret ve çaba sarf edilir. Nitekim Allah azze ve celle birçok kudsi hadis-i şerif’te “Bana doğru yürüyen kula, ben koşarak gelirim. bana doğru bir zir’a adım atana ben bir kulaç yaklaşırım”[5] buyurmuştur. Dolayısıyla kişi gayret eder, adımını atarsa Allah kapıları açar, işini kolaylaştırır, güzel ahlaka giden yolda ona yardım eder önce istemek lazım sonra çaba…
İkinci tarife göre “İyilik”
“Ruhun huzur ile kabul ettiği, kalbin huzur bulduğu şeydir.”
Yapılan işler ve söylenen sözler kişinin kalbinde bulunan bir süzgeçten geçirilmelidir. -Eğer ayarı bozulmamışsa- bu süzgecin kabul ettiği işler ve sözler genel olarak “iyilik” diye isimlendirilir. Kalpteki bu süzgece “Vicdan” diyoruz. Fıtratı bozulmamış her insanda bir vicdan vardır. Bu vicdan birçok meselede hakemlik görevini üstlenir. Özellikle gözlerini maddiyat perdesinin örtmediği kişiler bu vicdanı daha belirgin bir şekilde hissederler. Hiç kimsenin fark edemeyeceği yüz kızartıcı bir işin önü çoğu zaman bu vicdan tarafından engellenmesi ile alınır.
Bazen yapılması mutlaka lüzumlu ve gerekli olan bir vazifeden kaçma meylinde olanlar bu vicdanın baskısıyla görev başına gelme mecburiyeti duyarlar. Bazen durumlarından şikayetçi olanların vicdanları “senden geride bulunan nice insanlar var” diyerek seslenir.
Mükellef bir sofraya oturan ya da lüks bir evde yaşayan insan başka bir insanın geçinemediğini, yiyecek bulmakta zorlandığını rahat bir yuva bulamadığını düşününce daha fazla infak eder. Vicdanı onu infak etmeye, sadaka vermeye teşvik eder. Kanunlar komşusu açken kendi evinde tıka basa karnını doyuran insana hiçbir ceza uygulamaz. Ancak vicdan böyle insanı rahatsız eder, bu insanı göreve davet eder. Vicdanın vereceği ceza bazen kanunların cezasından daha ağır olur.
İnsan başkalarının görmediği yerlerde yüz kızartıcı bir iş yapar da içinden kendisini ayıplayan vicdanının sesini duymazsa o zaman nefsine ve şeytana mağlup olduğuna dair başka bir şahit aramasına gerek yoktur.
Kur’an-ı Kerimde’de “Birr” kelimesi hakkında bazı yerlerde bilgi verilmiştir, örneğin bir ayeti kerimede;
El-Birr (İyilik) yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah’ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır! (Bakara, 177)
Rivayete göre Allah Rasûlüne “İman nedir?” diye sorulunca bu ayeti kerimeyi okumuştur.
Buna göre iyilik/birr Allah’a, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman gibi batıni taatler ve Allah’ın sevdiği yerlere mallardan harcamak, namaz kılmak, zekât vermek, verilen sözde durmak, hastalık, fakirlik gibi kadere ve taata karşı sabır göstermek gibi zahiri taatleri de içine alan bir kavramdır.
B. Günah
Terim olarak; Allah’ın buyruklarına aykırı düşen, dinen suç sayılan davranışlar, İslâm şeriatının ve temiz insan fıtratının yapılmamasını emrettiği hususlar olarak tarif edilen günah kavramı hadisi şerifte “Nefsinde gidip gelerek seni rahatsız eden- göğüste tereddüt uyandıran- ve insanların ona vakıf olmasından hoşlanmadığın şeyler” olarak açıklanmıştır.
Bu kavramı açıklayan alimlerden İmam Kurtubi “Günah, yapanın yerilmeyi hak ettiği davranıştır” derken, İbn Hacer el-Heytemi ise “Günah, bütün kötü işleri küçüğü ile büyüğü ile bütün çirkinlikleri ihtiva eden kapsamlı bir kelimedir.” demiştir.
Eğer bir işi yapmak ya da bir sözü söylemek rahatsızlık veriyor ve kalpte tereddüt oluşturuyorsa bu işten uzak durmak daha evlâdır.
Ancak karşımıza şöyle bir soru çıkmaktadır: “Hakkında fetva olan bir işi yaparken kalbe danışmak gerekir mi?” Bu konuya bakarken hadisi şerifin son kısmını ele almak gerekir
“Müftüler sana fetva verse dahi”
Hadisin bu kısmını delil getirerek Kur’ân, Sünnet ve takva sahibi âlimlerin fetvaları ne olursa olsun, “avam” diye tabir edilen ve alim olmayan insanların, bunlara değil de kalplerine bakmaları, kalplerini ve nefislerini tatmin eden ne ise onu uygulamalarını buyurmuş gibi davranmaları bir sapmadır, yanlış çıkarımdır. Sahih nasslar, müminlerin din bilgisini Kur’ân’dan, Sünnetten, bunlardan doğrudan alamıyorsa, bilgisi, yetişmişliği buna yetmiyorsa takva sahibi âlimlerden sorarak, okuyarak almalarını emrediyor.
Böyle bir âlim fetva verdikten sonra “Bu kafama yatmadı, beni tatmin etmedi, ben kalbime hangisi yatıyorsa, hangi davranışı doğru ve meşru buluyorsam onunla amel ederim” demek büyük hatadır ve mealini aktardığımız hadis bunu kastetmiyor.
Peki, bu hadis neyi kastediyor…
Konuyla alakalı âlimlerin yorumlarına kısaca bakacak olursak;
Şevkânî
Bu ölçü, deliller veya fetvalar çeliştiği zaman kullanılacak bir ölçüdür.
Gazzâlî der ki;
Müftü, bir şey için caizdir, mubahtır derse bir de kalbe danışmak olur. Müftü haramdır derse kalbe danışma ölçü olmaz. Ayrıca bu usul her kalp için geçerli değildir; vesveseye teslim olmuş, her şeyi reddeden kalp vardır, ölçüleri kaybetmiş her tarafa uçan kalp vardır; bunlar ölçü olmaz…[6]
Karadavî
Ölçü her kalp değildir, Peygamberimizin onayladığı sahâbî Vâbısa’nın kalbi gibi olan kalplerdir.
Dolayısıyla hadisi şerifte kastedilen mesele her mesele değil, aynı şekilde kendisine danışılacak kalp her kalp değildir…
Hadisi şeriften çıkarılan bazı dersler;
1. Ne yapıp edip ahlakımızı güzelleştirmek zorundayız. Allah katında, hak mizanda güzel ahlaktan daha ağır gelen başka bir amel yoktur.
2. Bozulmamış kalp, kirlenmemiş nefis insanı hayra sevk eder ve doğruyu yanlıştan ayırma konusunda yardımcı olur. Bunu elde edebilmek için günahlardan kaçınmak ve takva sahibi olmak gerekir. “Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız; O, size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir” (Enfal, 29)
3. Şeriata uymaya sevk eden unsur insanın içinden gelir. Oysa insanlar tarafından konulmuş yasalar böyle değildir. Bu yasalara uymayı sağlayan etken dış etkendir. Kalbin ve imanın baskısı değil yasalarda geçen cezaların caydırıcı olmasıdır.
4. Hadis-i şerifte kalbin önemine büyük bir işaret vardır. O düzeldiği, doğru yol üzere olduğu, dinin esas ve kaidelerini iyice bildiği takdirde, kalbin vereceği hükmün şüpheli hususlarda doğru olacağına, kalbin huzur bulduğu şeyin iyilik ve hayır olduğuna, hoşlanmadığı şeyin de günah ve kötülük olduğuna işaret vardır.
————————-
Kaynaklar
– Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam
– İbni Receb el Hanbeli, Camiul ulumi vel Hikem
– Ahmet Lütfi Kazancı, Nübuvvet Pınarıdnan Kırk Hadis
– H.Karaman, “Kalbine danış”makalesi
[1]. Müslim, el-Birr 15
[2]. Nevevi der ki: Bu, hasen bir hadis olup biz bunu iki hadis imamı Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i ile Dârimi’nin Sünen’inde hasen bir isnad ile rivayet ettik. Hadis hasen bir hadistir bk. Mişkâtu’l-Mesâbih, 2774. (Dârimi, Buyu1 2; Müsned, IV, 228.)
[3]. bk. Muvatta, Husnü’l Halk, 8; Müsned, 2/381
[4]. Beyhakî, Şuab, IV, 111
[5]. Bkz: Buhari, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2, (2675)
[6]. Şevkânî, İrşad, 249.