Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2025 Eylül / 154. Sayı
Eğitim, hayatımızın çok mühim bir noktasını işgal eden önemli bir meseledir. Türkiye şartlarında ortalama 70 yıl yaşayan bir kişinin ömrünün neredeyse beşte birinin okul sıralarında geçtiği düşünülürse meselenin ciddiyeti anlaşılacaktır. 16 yıl süren bir eğitim süreci hiç de azımsanacak gibi değildir. 80 milyonluk ülke nüfusunun yaklaşık 20 milyonunun öğrenci niteliğinde olması da ayrı bir önem arz etmektedir. Bu demektir ki; sabah olduğunda evden çıkan her üç kişiden birisi işe ya da başka bir yere değil okul sıralarına gitmektedir. Peki, bu kadar insan onca yıl okul sıralarında bulunmanın karşılığını tam anlamıyla alabiliyor mudur sizce? Maalesef hakikat o ki; mevcut olan eğitim sistemi harcanan emek ve zamanın küçücük bir kısmının bile karşılığını vermekten aciz bir durumda. Milyonlarca insan senelerce bu mekanlara gidip gelmekte ve işin sonunda elleri boş olarak geri dönmektedir. Alim yetiştirilebilecek bir sürede diplomalı cahillerin yetişmesi bu eğitim sisteminin büyük bir ayıbıdır. Durumun vahametini mizahi olarak resmeden bir ifade vardır. Denir ki; iki tane eksiği olmasaydı aslında bizim eğitim sistemimiz çok iyiydi. Birincisi eğitim, ikincisi de sistem.
Evet. Karşımızda bulunan tablo mizahını yaptığımız bu durumdan farklı değil. Terakki, çağdaşlık, modernlik adı altında yüz yılı aşkındır yürütülen eğitim faaliyetleri bir arpa boyu yol almış değil. Dünya çapında hiçbir eğitim ve bilim kategorisinde adımızı duyurmuşluğumuz, listelerin üst sıralarını zorlamışlığımız da vaki değil. Peki, neden böyle oluyor, neden bir ilerleme kaydedemiyoruz diye sorulduğunda aslında herkesçe malum olan sebepler karşımıza çıkıyor. Bu sebepleri şu şekilde izah edelim:
1- Eğitim Sistemi’nin Bozuk Temeller Üzerine Bina Edilişi
Mevcut sistemin çarpık oluşunun en temel sebebi üzerinde yükseldiği temellerin bozuk oluşudur. Eğitimde asıl maksat bireylerin gelişimini sağlamak, bu suretle de toplumsal düzeni güzel temellere oturtmak olmalıdır. Ancak ülkemizdeki eğitim bu maksattan fersah fersah uzaktadır. Zira işin en başında eğitim, eğitim için değil bir zihniyetin insanlara dayatılması şeklinde tezahür etmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet okullarında öğrencilere okutulan kitaplar incelendiğinde bu durum kendini gösterecektir. Çünkü bu kitaplar ekseriyetle öğrenci gelişimi için değil dine ait değerlerin tahkir edilmesi üzerine dizayn edilmiştir. Şu pasajların eğitimle ne gibi bir ilgisi nasıl bir masumiyeti olabilir ki! Dikkat buyurun:
“Muhammed Mekke’den kalkıp Medine’ye kaçtı.”, “Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir.”, “Muhammed uzun bir devirdeki tefekkürlerin mahsülü olan ayetleri lüzum ve ihtiyaçlara göre takrir ediyordu.”
1931 yılında Devlet Matbaasında basılan “Tarih II- Orta Zamanlar” adlı ders kitabında mevcut olan bu ifadeler neyi amaçlamaktadır? Halkın ulvi olarak gördüğü dini umdeleri bu şekilde itibarsızlaştırmaya çalışmakla eğitimde yol alınabilir mi?
Bir başka çarpık ifade ise 2014 yılı Lise kademesi Sosyoloji ders kitabında geçen şu ibaredir:
“Genel olarak din, insanların anlayamadıkları, karşısında güçsüz kaldıkları doğa ve toplum olaylarını, tasarladıkları doğaüstü, gizemsel nitelikli güçlerle açıklamaya yönelme” olarak tanımlanabilir.”
Maalesef dine karşı alınan bu tavır şiddeti azalarak da olsa çok yakın zamanlara kadar devam etti. Evet, belki ifadelerde yazılı olarak din hedef alınmadı ama kitaplara konulan görsellerle bu algı sürekli biçimde devam ettirildi. Geri kalmışlığı temsilen çarşaflı kadınların ve sakallı erkeklerin resmedilmesi halen hafızalarımızda tazeliğini korumakta. Hal böyle olunca akıllara şu soru geliyor: “Memleketimizde eğitim, eğitim için midir?”
2- Eğitimin Hayattan Kopuk Oluşu
Mevcut eğitim sisteminin başarılı olamamasının arkasındaki en büyük etkenlerden birisi de hayata dokunamamasıdır. Eğitim ve öğretim hayatla barışık ve örtüşük olduğu zaman bir anlam ifade eder. Hayatla bağlantısı olmayan, yaşam kalitesini artırmayan eğitim, eğitim değildir. Sadece külfettir. Maalesef günümüz eğitim sistemi müfredatlarının öğrencilere katacağı çok bir şey yoktur. Sadece sınavları geçmeye yarayan, sonrasında âtıl vaziyette kalıp unutulmaya mahkûm olan bu gereksiz malumatlar yığını tam bir fecaattir. Başarılı bir eğitim sistemi hizmetlisinden, çaycısına; öğretmeninden, bilim adamına varıncaya kadar herkesin hayatına dokunan yeni anlamlar katan bir eğitim sistemidir.
3- Eğitimin Liyakatsiz Fertlere Teslim Edilmesi
Başarılı bir eğitimin ikinci ana faktörü öğretmenlerdir. Öğretmenler planlanan süreçlerin temel uygulayıcısı, öğrencilerle birinci elden muhatap olan kilit insanlardır. Oluşturulan müfredatlar, plan ve programlar ne kadar mükemmel olursa olsun uygulayıcısı olan fertler liyakat sahibi değillerse bir anlam ifade etmeyecektir. Halihazırdaki okullarda görev yapan yaklaşık 1,2 milyon öğretmen bulunmaktadır. Bu, ülkedeki her 15 öğrenciye 1 öğretmen düşmesi demektir. Daha somut olarak söylemek gerekirse bu tabloya göre; 1 öğretmen lise bitinceye kadar toplam 12 sene boyunca 15 tane öğrenciden sorumlu tutulmaktadır. Bu rakam ve süreler başarılı bir sonuç almak için gayet idealdir. Ancak asıl sorun burada değil işi yürüten eğitim kadrosundadır. Başkasını eğitmek bir yana kendisi dahi henüz eğitilmemiş olan, eğitimden daha çok işin maddi kısmına odaklanan ve motive edici bir ideale sahip olmayan kadrolarla yol almak ne mümkün!
4- Eğitimin Kız-Erkek Karma Şekilde Yürütülmesi
Eğitimde başarılı olmanın temel yöntemlerinden birisi de öğrencilerin odak noktalarını derslerine vermelerini sağlamak ve bunu engelleyen etkenlere karşı önlem almaktır. Milli eğitim sisteminin önlem alması gereken noktalardan birisi de özellikle ergenlik dönemi içinde bulunan ve sonrası süreci yaşayan gençlerin kız-erkek karışıklığından doğacak sıkıntılarla karşılaşmasını bertaraf etmektir. Karşı cinsle aynı ortamı paylaşan gençlerin odak noktalarının başka yerlerde olduğu herkesin malumu. Bu hakikat tüm açıklığıyla önümüzde durmasına rağmen mevcut eğitim sisteminde maalesef hiçbir karşılığı yoktur. Hatta öyle ki karşı cinsleri aynı ortamda eğitime mecbur kılmak milli bir eğitim stratejisi halini almıştır. Mevcut ortamda aksini dillendirmek dahi muhaldir.
5- Eğitimde Gayri Ahlaki Unsurlara Yer Verilmesi
Ahlakın kaynağı İslam’dır. Tam anlamıyla mütekamil bir ahlaktan bahsetmek istiyorsak orada İslam’ın varlığını kabul etmek zorundayız. İslam’ın olmadığı yerde ahlaktan ancak kırıntılar bulunabilir. Mevcut eğitim sisteminde her ne kadar din dersleri bulunmuş olsa da bu onun dini bir eğitim olduğunu göstermez. Zira din olgusu müstakil olarak belirli yerlerde toplanmış olsa da eğitimin geri kalan tüm kısmı dinden arındırılmış bir vaziyettedir. Söz gelimi bir öğrenci okulda bir derste Kur’an-ı Kerim okumasını öğrenirken geride kalan derslerin hiçbirinde Kur’an’ın esamesini duyamıyor. Ve hatta okuduğu o kitaba muhalif yüzlerce olguyla karşı karşıya bırakılıyor. Din dersinde peygamberlerin mucizelerini öğreniyor ama bunun somut karşılığını fizik dersinde kesinlikle bulamıyor. Bu bakımdan mevcut eğitim sistemi dini de dinin öngördüğü ahlakı da tam anlamıyla sahiplenmiş değil. Hal böyle olunca hoş olmayan birtakım durumlar ortaya çıkabiliyor. Bu hususa dair son dönemde en çok gündem edilen meselelerden birisi de ETCEP olarak isimlendirilen “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini Geliştirme Projesi” oldu. Proje tüzüğünde; toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın ve erkekler ile kız ve erkek çocukların haklar ve fırsatlardan tam ve eşit bir biçimde yararlanmaları ve sorumlulukları eşit olarak bölüşmeleri olarak tanımlanabilir deniyor. Ancak uygulamadaki örneklerine bakıldığında durumun hiç de öyle olmadığı projenin çocuklar ve gençlerdeki cinsiyet algısını tarumar ettiği ortaya çıkıyor. 2014-2016 yılları arasında pilot bölgelerde uygulamaya konulan projenin arka planında; biyolojik cinsiyetlerin önemli olmadığı, kişinin kendi özgür iradesiyle kendi cinsiyetini tercih edebileceği ve bu hususta toplumsal baskıya boyun eğmemesi gerektiği gibi fasit düşüncelerin varlığı göze çarpıyor. Nereden bakılırsa bakılsın tam bir felaket. Üstelik bu projenin 2016 yılında tamamlanıp nihayete erdiği belirtilmişken 2018 yılında Millî Eğitim Bakanlığı tarafından İl Milli Eğitimlere toplumsal cinsiyet eşitliğine dair çalışmalar yapılması ve raporlarının iletilmesi başlığıyla tekrar bir üst yazı gönderilmesi de ayrı bir felaket. Netice olarak mevcut sistemin temellerinde İslam’ın öngördüğü ahlaki ilkeler olmadığı için bu vb. durumlar yaşanıyor. Eğitimdeki bu çarpıklıklar düzelir mi bilinmez ama; evlatlarını okullara gönderen velilerin ve hassasiyet sahibi eğitim görevlilerinin seslerini yükseltmeleri, tepki koymaları bu fasit düzeni ıslah etmek adına son derece önemlidir.










