Dünyayı Ahiret Karşılığında Satanlar

Başyazı – Hasan Karakya / 2013 Şubat / 3. Sayı

Şehitler, ölümü hayata giden bir yol edinen kahramanlar… Hayatlarını, hayatı kendilerine verene adayan yiğitler… İmanlarına canlarını şahit kılan ricaller…

Şehitler, diridirler. Şehitler, Allahu Teâlâ’nın özel nimetlerine ulaşan seçilmiş kullardır. Şehitler, Allah katında rızıklandırılmaktadırlar. Şehitler için peygamberlerin bile gıpta ettikleri makamlar vardır. Şehitler cennette diledikleri yerlere gidebilirler. Şehitlerin şefaati makbuldür. Şehitler, kıyamet gününde gördükleri ikramdan dolayı tekrar diriltilip Allah yolunda savaşarak tekrar şehid olmayı arzulamaktadırlar.

Şehitlere verilen ikram ve nimetleri bildiren ayet ve hadisleri özümseyen sahabeler ve selefi salihinin cihad meydanlarına çıkmak için birbirleriyle yarıştıklarını görmekteyiz. Evlendiği gecenin sabahında cihad çağrısını duyup yıkanmaya bile fırsat bulamadan cihada katılan ve şehadetinin sonunda melekler tarafından yıkanan, lakabı “Gasîlu’l-Melâike” olan Hanzala tüm Müslümanlarca bilinmektedir. Bedir savaşına katılamadığı için üzülen, şayet tekrar cihad olurda, cihada katılma imkânım olursa “Allah benim ne yapacağımı görecektir” diyen ve Uhud savaşının en kızıştığı kâfirlerin Müslümanları Uhud dağının arkasından vurduğu bir sırada, herkes geri çekilirken “Allah’a and olsun ki, cennetin kokusunu Uhud dağının eteklerinden alıyorum” deyip ilerleyen ve şehit olan Enes b. Nadr bilinen kahramanlardan biridir. Yine Uhud harbinde birkaç hurma yiyecek kadar yaşamayı dahi uzun bir zaman telakki edip elindeki hurmaları atan Umeyr (r.a) bunlardandır. Reci vakasında sırtından mızraklanıp elini kanına sürüp yüzünü meshederek “Kabe’nin Rabbine and olsun ki kurtuldum!” diyen Haram b. Milhan bu yiğit sahabelerdendir.

Geçmiş ümmetlerden de şehadeti tercih edip imanlarını canları pahasına korumuş binlerce örnekler vardır. Bunlardan bir kısmı şu örneklerdeki yiğit müminlerdir.

a) Firavunun sihirbazları: Rablik iddia eden Firavun’un tehditlerine rağmen sihirbazlar, Hz. Musa’ya ve getirdiği Hak dine iman etmişler ve Kur’an-ı Kerim’in bizlere anlattığı şu metaneti gösterip şehid edilmişlerdir. “(Mûsâ’nın değneği, sihirbazların ipleriyle değneklerini yutunca) sihirbazlar hemen secdeye kapandılar ve “Hârûn ve Mûsâ’nın Rabbine inandık” dediler. Firavun, “Demek, ben size izin vermeden önce ona (Mûsâ’ya) inandınız ha! Şüphe yok, o size sihri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi andolsun, sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve mutlaka sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcıymış, mutlaka göreceksiniz.” Sihirbazlar şöyle dediler: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla tercih etmeyeceğiz. Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm verirsin.” “Şüphesiz ki biz; günahlarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri affetmesi için, Rabbimize inandık. Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” Şüphesiz, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, kesinlikle ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de (güzel bir hayat) yaşar.” (Taha, 70-74)

b) Ashab-ı Uhdut: Bunlar, zamanındaki hükümdarın tağutluğunu reddederek Allah’a iman eden, dinlerinden dönmedikleri için, çukurlar kazılıp içinde ateşler yakılarak ateş çukurlarına atılan ve azimeti seçen kahraman müminlerdi. Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de bizlere bunları tanıtarak buyuruyor ki: “Şâhitlik edene ve şahitlik edilene andolsun ki, (mü’minleri yakmak için) hendek kazıp (içinde) alevli ateş yakanlar lânetlenmiştir. O vakit, ateşin etrafında oturmuş, mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı. Onlar mü’minlere ancak; göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan mutlak güç sahibi ve övülmeye lâyık Allah’a iman ettikleri için kızıyorlardı. Allah, her şeye şahittir. Şüphesiz mü’min erkeklerle mü’min kadınlara işkence edip, sonra da tövbe etmeyenlere; cehennem azabı ve yangın azabı vardır.” (Buruc, 3-10)

c) İslam’ın ilk şehidi Hz. Sümeyye, onun oğlu Ammar ve kocası Yasir: Hz. Ammar, ailesiyle birlikte Müslüman olmuş, müşrikler tarafından çeşitli işkenceler gördükten sonra Habeşistan’a hicret etmiştir. Bedir savaşında başarılı bir imtihan vermiş, Yemame gününde çarpışma neticesinde kulağı kesilmiştir. Ammar, 90 yaşının üzerinde iken Sıffın savaşında şehid edilmiştir. Ammar ailesi için şu hadisler rivayet edilmiştir:

Mücahid diyor ki: “İslam’ın ilk şehidi, Ammar’ın annesi Sümeyye’dir. Onu, edeb yerine mızrak sokarak Ebu Cehil şehid etmişti.” (Müsned, İmam Ahmed)

İbni İshak diyor ki: Müşriklerden olan Mahzumoğulları tam öğlenin sıcağında Müslüman bir aile olan Ammar’ı, babası Yasir’i ve annesi Sümeyye’yi dışarı çıkarıyorlar ve bunlara Mekke’nin sıcak kumları üzerinde işkence ediyorlardı. Rasulullah (s.a.v.) bunların yanından geçerken onlara şöyle diyordu: “Ey Yasir ailesi sabredin.. Buluşacağınız yer cennettir..” Ammar’ın annesi İslam’dan dönmediği için müşrikler tarafından öldürüldü.”(1)

Sahabeler ve selefi salihin cihad ve şehadetin yüce mertebelerine rağbet ederek hayatlarını Allah yolunda feda etmişlerdir ki misalleri binlercedir. Günümüz muasır âlimlerinden Seyyid Kutub da Allah yolunda mücadele ile geçmiş olan ömrünü, söylediklerine canını şahit kılarak hayata gözlerini yummuştur. Merhum Şehid Seyyid Kutub’un Bakara suresi 154. ayetin tefsirini “Fi Zilali’l-Kur’an” adlı tefsirinde şöyle yapmaktadır:

”Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.” (Bakara, 2/154)

Bu hakk-batıl savaşında şehid düşecek erler olacaktır. Allah yolunun şehitleri… Aziz ve sevgili ölüler… Onurlu ve tertemiz ölüler… Gerçekten Allah yolunda cihada çıkanlar; bu savaşta canlarını feda edenler en onurlu kalplilerin, en arı ruhluların ve temiz vicdanlıların oluşturduğu bir kafiledir. Allah yolunda öldürülen bu seçkin öncüler aslında ölü değildirler, diridirler. Bu yüzden onlardan “ölüler” diye söz etmek doğru değildir. Onları ne somut olarak ve ne de duygusal plânda ölü saymak yerinde değildir. Dudaklarımızdan ve dilimizden rastgele dökülen basmakalıp bir kelime ile onlara “ölü” demek caiz değildir. Onlar bizzat yüce Allah’ın şahitliği ile “canlı”dırlar. O halde mutlaka yaşıyorlardır.

Onlar zahirde, gözün gördüğüne göre öldürüldüler. Fakat ölümün ve hayatın mahiyetlerini bu yüzeysel ve zahiri bakış belirleyemez. Hayatta olmanın, diriliğin başta gelen belirtisi etkinlik, büyüme-gelişme ve sürekliliktir. Ölümün başta gelen belirtisi ise pasiflik, durgunluk-donukluk ve kesintidir. Allah yolunda öldürülenlerin, uğrunda öldürüldükleri hakk davayı destekleme konusundaki etkinlikleri belirgin bir etkinliktir. Uğrunda can verdikleri düşünce onların kanları ile sulanarak süreklilik kazanır. Bu fedakâr insanlar ölümü seçmekle kendilerinden sonra gelecek olanları güçlü ve devamlı bir etki altında bırakırlar. Buna göre şehitler; hayatı değiştirme ve yönlendirme konusunda aktif, sürükleyici ve etkin birer unsur olmakta devam ederler ki, hayatta olmanın başta gelen niteliği budur. Bu açıdan onlar, her şeyden önce insanların dünyasında geçerli olan bu objektif bakış açısı yönünden yaşıyorlar, diridirler.

Sonra onlar Rabbleri katında da diridirler. Bu dirilik ya anlattığımız itibarladır veya ne olduğunu bilmediğimiz başka bir itibarladır. Yüce Allah’ın “Onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz” buyruğu ile onların yaşamakta olduklarını bildirmesi, bu konuda bizim için yeterlidir. Çünkü söz konusu hayatın mahiyeti, sınırlı ve yetersiz insan idrakinin ötesinde ve üzerindedir. Fakat onların diri oldukları kesindir.

Onlar yaşıyorlar! Diri oldukları için öbür ölüler gibi yıkanmazlar. Şehit düşerken giydikleri elbiseler aynı zamanda kefenleri olur. Çünkü yıkamak, ölmüş cesedi temizlemek içindir. Oysa onlar yaşadıklarına göre temizdirler, ölüm kiri üzerlerine bulaşmamıştır. Dünyadaki kıyafetleri, aynı zamanda mezardaki elbiseleridir. Çünkü hâlâ hayattadırlar.

Onlar yaşıyorlar… Bu yüzden öldürülmeleri ailelerine, dostlarına ve arkadaşlarına ağır gelmez. Onlar yaşıyorlar! Ailelerinin, dostlarının ve arkadaşlarının hayatlarına katılmakta devam ediyorlar. Yaşıyorlar! Bu yüzden arkada bıraktıkları kalplere, ayrılıkları zor gelmez; bu olayı fazla büyütmezler; bu yüce fedakârlık onlara yılgınlık aşılamaz.

Sonra onlar diri olmalarının yanında, Rabbleri katında itibarlı birer konuk olarak ağırlanırlar, orada en üstün ve en bol mükâfatlar ile ödüllendirilirler. Nitekim Müslim’de yeralan bir hadise göre, Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Şehidlerin ruhları, yeşil bir kuş halinde, Cennet’te diledikleri gibi gezerler. Sonra, arşın altına asılmış olan kandillerine yaklaşırlar. Rabbleri onlara muttali oldu ve buyurdu: `Ne istiyorsunuz?’ Onlar derler ki: `Ey Rabbimiz, ne arayalım? Sen bize hiçbir kuluna nasib olmayan şeyler bahşettin: Sonra yüce Allah onlara yine aynı soruyu tekrarlar. İsteksiz bırakılmayacaklarını görünce derler ki: `Ey Rabbimiz, bizi tekrar dünyaya döndürüp, ölünceye kadar senin yolunda cihad ettirmeni istiyoruz: Rabbleri de: `Ben onların bir daha dünyaya döndürülmeyeceklerini yazdım, buyurur.”

Öte yandan sahabilerden Hz. Enes’in (Allah ondan razı olsun) bildirdiğine göre Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor:

“Hiç kimse Cennet’e girdikten sonra, yeryüzünde bulunan her şey kendisine verilse bile, tekrar dünyaya dönmek istemez. Yalnız şehid hariç. O şehitliğin ne kadar üstün dereceli olduğunu gördüğü için dünyaya dönerek arka arkaya on kez vurulup şehid olmak ister.”(2)

Rabbimiz cümle şehitlerimizin şehadetlerini makbul eylesin, bizlere de fani ömrümüzü şehadet nimetiyle tamamlamayı nasip eylesin.

——————————–

1. Siret-i İbn Hişam, c. I, sh. 319-320.

2. Buhari, Müslim, İmam-ı Malik.