Kapak Dosya – Mustafa Tatlı / 2014 Ocak / 14. Sayı
Herhangi bir yolun yolcusu, yolculuğuna başlamadan önce hedeflediği gayesini gerçekleştirebilmek ve yolculuğunu sürdürmek için ihtiyaç duyacağı her şeyi hazırlaması gerekir. Aynı zamanda; yolculuğu boyunca karşılaşabileceği ve yolculuğunun kesintiye uğramasına ya da gayesi ile kendisi arasında mesafenin açılmasına en azından ertelenmesine sebep olabilecek durumları da göz önüne alması gerekir.
Davet yolu -ki bu yol, davetçi için her şey demektir- en çok önem verilmesi gereken yoldur. Davetçi bu yolda yürürken; kendisini sapmalardan duraklamalardan ve kaymalardan koruyan her türlü azığa muhtaçtır. Çünkü bunların sonucu olarak büyük hüsrana uğrayacağı gibi, büyük bir mükâfatı ve kurtuluşu da kaçırmış olacaktır.(1)
Büyük bir davayı yüklenebilmek ve davanın gerektirdiği fedakârlıkları yapabilmek için hazırlığa, donanım ve desteğe ihtiyaç vardır. İlahi hayat sisteminin nefislerde ve tüm yeryüzünde yerleşmesi uğrunda, canların, mal ve ürünlerin azalması, korku, açlık, şehadet, cihad ve cihadın zorluklarını göğüslemek, söz konusu fedakârlığın bir gereğidir.
Allah (Subhanehu ve Tealâ), davanın gerektirdiği zorlu çalışmayı elbette ki bilmektedir. Çünkü bu çalışma, yoldaki tüm cazibe ve dürtülere rağmen istikametten ayrılmamayı; Allah’a daveti, her tür sindirme ve engellemelere rağmen yürütmeyi gerektirmektedir. Bu, insanın her an harekete hazır olmasını, sinirlere hâkimiyeti ve içteki-dıştaki her şeye karşı dikkat kesilmeyi gerektiren bir çalışmadır. İşte tüm bu konularda sabretmek gerekir. İtaatte sabır… Günah işlememede sabır… Yardımın gecikmesine ve yorgunluğa karşı sabır… Batılın güçlenmesine sabır… Diken dolu yolda sabır… Kaypak karakterlere, inatçı kişilere, laf dinlemez kimselere ve katı gönüllere karşı sabır…(2) İşte zikrettiğimiz tüm bu zorluklara karşı sabretmek ve dava yolunda başarılı olmak için güçlü bir imana ve takvaya ihtiyaç vardır. İmanımızı güçlendirmek, takvamızı arttırmak, ruhumuzu diri tutmak için ihtiyaç duyduğumuz azıklardan biri de dua ve zikirdir.
Dua, kulun Allah’a muhtaç olduğunu hissetmesi, Allah’ın kudretinin farkına varmasıdır. Tüm işlerin O’nun elinde olduğunu anlamasıdır. Dua, Allah’ın yanında hiçliği, küçüklüğü ve aczi, O’nun lütuf, kerem ve ihsanını ve her şeye gücünün yettiğini hissediştir. İşte kalbin bu duygularla yaşaması büyük bir azıktır. Davetçi, rabbine yakaracağı zaman insanların kulak ve gözlerinden uzak bir yer seçmelidir. Bir uzlet ortamında kendini her şeyiyle rabbine vererek yakarmalıdır. Mümin göğüs daraltıp çaresiz bırakan dertlerini böyle bir ortamda Rabbine açar. Araya hiçbir vasıta koymadan “ Ya Rab!” diye seslenir. Rabbinin yakın olduğunu bilerek… O’nunla bağlantı kurduğunu bilerek…
Çünkü Rabbi, muhakkak ki işitiyor ve görüyor. Bağırıp çağırmaya gerek kalmadan işitiyor ve görüyor. Hiç kuşkusuz üzüntülü kimse derdini açmakla huzur duyar. Şikâyete ihtiyaç duyar. Kullarına merhametli olan Allah, hiç şüphesiz onların beşeri fıtrattan ileri gelen bu durumunu biliyor. Bildiği içinde kullarını kendine dua edip göğüs daraltan dertlerini kendisine açmalarından hoşlanıyor.
“Rabbimiz buyurdu ki: ‘Bana dua edin ki size icabet edeyim”(3)
Dua etsinler ki, yorucu yüklerinin sinirsel baskısından kurtulsunlar. Görevlerinin ağırlığını kendilerinden daha güçlü birine havale etmiş olarak gönül huzuruna kavuşsunlar. Kendisine sığınıp güveneni yalnız bırakıp horlamayan yüceler yücesi makamla ilişkili olduklarını anlasınlar. Dua, inanmış bir kalbin huzur kaynağıdır. Tatlı bir huzur, sıcak bir sevgi ve tatminkâr bir hoşnutluk sağlayan, inanç ve güvence dağıtan bir kaynaktır. Artık bu mümin rıza makamındadır. Sıcacık bir sevgi ve doyulmaz bir lezzet ortamındadır. Muhkem bir bölgede sürdürmektedir yaşamını…(4)
“Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm.”(5)
Selamı Farisi (radiallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah, hiç şüphesiz bir kulunun hayır dilemek maksadıyla kendine açtığı elleri boş çevirmekten haya eder.”(6)
Allah’ı zikretmek; şüphe, vesvese, perişanlık, sıkıntı ve diğer kalbi hastalıklar denizinden kurtaracak can simididir. Allah’ı anmak huzur, sükûn, güven ve kalp rahatlığının göstergesidir. Allah’ı zikretmek, insana heybet, cüret ve atılganlık özellikleri kazandırır. Çünkü o her an Allah’la beraber olduğunu aklından çıkarmaz. Bu düşünce nefse korku, ürküntü pompalar, fısıltı ve vesvese duygularını harekete geçirir.(7)
“(Rasûlüm!) Sen, onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih et; gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında (iki ucunda) da tesbih et ki, hoşnutluğa eresin.”(8)
Küfre, alaya, inkâra ve söz dinlemezliğe sabretmek, sık sık tesbih yapmayı gerektirmektedir. Göğüs darlığından kurtulmanın yolu budur. Öyleyse Rabbine yönel! Güneşin doğuş ve batışından önce; yani ortalığın aydınlandığı sabah sessizliğinde ve güneşin batıp kâinatın istirahat ettiği durgunlukta Rabbini tesbih et. Gece ve gündüzün bazı vakitlerinde de Rabbini tesbih et. Gün boyunca Rabbinle bağlantılı ol ki, razı olduğuna kavuşabilesin.
Allah’ı tesbih etmek, O’nunla ilişkili olmak demektir. Bu bağlantıyı kuran kimse, hiç kuşkusuz huzurlu ve razıdır. Bir rıza ve huzur ortamında yaşamaktadır. Rızanın kaynağı, tesbihat ve ibadettir. Ruhun derinliklerinden beslenip kalbin en sıcak köşelerinde gelişen hazır mükâfattır rıza. Dava adamının ise azık ve desteğe ihtiyacı vardır. Yolun zorluklarını göğüslemeyi sağlayan bir azığa…
İbadet ve zikir İslam yolunun vazgeçilmez bir öğesidir. Çünkü İslamın yolu teoride kalan soyut bir metot değildir. Sözde kalan teokratik bir tartışma konusu da değildir. Aksine o, beşerin mevcut halini değiştirmeye yönelik pratik bir hareket metodudur. Beşeri vakıanın ise insanların kişilik ve yönetim biçimlerini aynı ölçüde etkileyen etki ve kalıntıları vardır. Cahili bir hayatı yıkıp Allah’ın çizdiği yolun doğrultusunda razı olacağı bir rabbani hayat oluşturmak, kuşkusuz ki kolay değildir. Kesintisiz bir çalışma ve tükenmez sabır isteyen bir meseledir bu… Dava adamının gücü ise sınırlıdır. Rabbinden bir desteği bulunmadan bu meşakkatlere dayanması mümkün değildir. Çünkü mesele sadece ilim veya sadece bilgi meselesi değildir. Öyleyse bulunması gereken şey, Allah’a ibadettir. Allah’tan medet beklemektir. Bu, bir yol azığıdır, dayanaktır. Uzun ve zorlu yolun desteğidir.
“Sabah akşam Rabbinin adını an. Gecenin bir kısmında O’na secde et; geceleyin de O’nu uzun uzadıya tespih et.”(9)
Bu bir yol azığı ve bu yolu izleyen saygın davet kervanının hazırlığıdır. Sabah akşam Rabbinin adını an. Gecenin bir kısmında O’na secde et; geceleyin de O’nu uzun uzadıya tespih et. Çünkü bu, Kur’an’ı indiren kaynakla ilişki kurmaktır. Ve bu, davanın asıl sahibiyle ilişkili olmaktır. Çünkü kuvvetin kaynağı O’dur. Azık ve desteği veren O’dur. Bu ilişkiyi kurmanın yolu; zikir, dua, ibadet ve tesbihtir. Uzun bir gece boyunca… Yol uzun ve yük ağırdır, öyleyse tükenmez bir azık ve büyük bir desteğin bulunması şarttır. Her şeyden önemlisi bir kulun halvet ve yalnızlık halinde, umut bağlayıp ünsiyet kurarak Rabbiyle buluşması lazımdır. Yorgunluk ve bitkinliği huzura, yetmezlik ve çaresizliği de güçlülüğe dönüştüren bir buluşmadır bu. Ruhun bayağı duygu ve uğraşlardan silkindiği bir buluşmadır bu… Yoldaki dikenlerin verdiği rahatsızlığı önemsiz kılacak büyük bir görev ve muazzam bir emanettir bu… Çünkü görevin verdiği huzurun yanında dikenlerin varlığı gerçekten küçük ve önemsizdir.(10)
——————————————————
1 Mustafa Meşhur, Müslümanın Yol Azığı, s. 5.
2 Ahmet Faiz, Fi Zilal-il Kuran’da Davet Yolu, s. 211.
3 Mümin, 60.
4 Ahmet Faiz, Age, s.228.
5 Bakara, 186
6 İbni Mace, 2/1271.
7 Fethi Yeken, Davetçiye Notlar, s. 102.
8 Taha, 130.
9 İnsan, 25-26.
10 Ahmet Faiz, Age, s.229.