Serbest Köşe – Derya Fıçıcı / 2021 Mayıs / 102. Sayı
İncelikle dava heyecanı dediğimiz şey nedir, onu anlamaya çalışalım.
Gençlik heyecanı denilen, gençlerin gel-geç isteklerine veya kararsız tutumlarıyla yaptıkları işlere mi benziyor? Yoksa insanın canı sıkılınca kendini mutlu hissetmek için edindiği bir meşgale (hobi) gibi bir şey mi? Veya gözü kapalı peşinden gidilen bir tutku mu? Hafta sonu için planlanmış bir sosyal faaliyet mi?
Elbette ki hiçbiri değil.
Dava heyecanı diye nitelendirdiğimiz şey; soluk almamız, yeryüzünde yürüyor olmamız, şu havayı teneffüs ediyor olmamız, şu gökyüzüne bakıyor olmamız, kısaca varlık sebebimiz, kulluğumuzdur. “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56)
Öyle ise bir Müslüman, varlık sebebinin ne olduğunu unutunca, yeteri kadar hatırlamayınca, varlık sebebinin ne olduğunu şaşırınca, varlık sebebinin neye, kime kulluk olduğunu unutunca, işte o vakit dava heyecanı dediğimiz şeyi kaybeder.
İslam davası Müslümanlar içinde belirli kişilerin yüklendiği bir mesele değildir, olmamalıdır. Her kim İslam’ı kabul etmişse artık bu davanın yükü, kendi gücü nispetinde onun da üzerindedir. O zaman kaybedilenin bir heyecan değil, İslam bilinci ve şuuru olduğunu anlıyoruz.
Dininin bilincinde olan, şuurunda olan bir Mümin’in rahat durması, hareketsiz olması, durağan olması söz konusu değildir.
İslam öyle bir dindir ki heyecanını da coşkusunu da kıyamını da içinde barındırır.
Hangi yürek onu içine alırsa, özümserse; heyecan, coşku, kıyam hepsi ona intikal eder. Yoksa bizim ona bir şey katmamıza ihtiyaç duymaz.
Bazen Hasan el-Benna misali daha yirmilerinde bir delikanlı iken, kalbindeki imanın nuru dilinden dökülen sözlerle şehir şehir dolaşır, beldelere, kasabalara hatta başka ülkelere ulaşır. Hasan el-Benna rahimehullah kendi toplumunun imanını şu sözleriyle tanımlar:
“Toplumumuzun imanı uyuşuk kalplerde uyuyan bir imandır. Bu sebeple dinin hükümlerini uygulamıyorlar. Bizim imanımız ise ateşli, kuvvetle yanan, kalplerde uyanık canlı bir imandır.”
İşte o ateşli, kuvvetle yanan imanın nuru etrafındaki uyuyan, uyuşuk kalpleri yeniden uyandırmaya vesile olmuştur.
O iman ki kalbinde onu taşıyana sonsuz mutluluğun kapılarını, dünya üzerindeyken açmıştır adeta. Yüksek cennetlere gözlerini dikmişler, ondan başka bir şey görmez olmuşlardır.
O kimselere “Dünya sizin için nedir?” diye sorulduğunda “Yazın uzun günlerinde oruç tutmak, kışın uzun gecelerinde kıyamı uzatarak namaz kılmak.” demişlerdir.
Kimisini gece yatağında rahat bırakmamış, ümmetin derdini yüklenip kıta kıta dolaştırmış… Her Müslümanın acısı, her yetimin gözyaşı bedenlerine ızdırap olmuş, kardeşleri rahat yüzü görmeden onlar da rahat yüzü görmemişlerdir. Kimisi yeryüzünde gezip dolaşırken davanın meşalesini tutuşturmuştur… Kimisi de Rahman’a yükselmiş olduğu halde, geride bıraktığı ruh ve dirilikle ateşler yakmaya, kalpleri tutuşturmaya devam etmiştir…
Öyle ise Ey Kardeşim!
Davamız tüm diriliği, tüm canlılığı ile karşımızda durmaktadır.
Allah’ın kelamı ile Peygamberlerin daveti ile salihlerin hayatları, şehitlerin ruhları ile bizi her daim kendisine davet etmektedir.
Ta ki biz onu yüreğimize, ruhumuzun derinliklerine işleyene kadar öylece bizi beklemektedir.
“İman edenlerin, Allah’ı anmak ve vahyedilen gerçeği düşünmekten dolayı kalplerinin heyecanla ürperme zamanı gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilmiş ve üzerlerinden uzun zaman geçip kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu yoldan çıkmışlardır.” (Hadid,16)
Ve bize şu nida ile seslenmektedir:
Sen sevdamızı tutuşturan Nur’sun. Bir soluk ol şimdi.
Solunum makinasına bağlı yüreklerimizin akciğerlerine bir nefes ver yeniden, ayağa kalksın sevdamız.
Her yerde nidamız duyulsun.
Ve bu karanlık çağa umut olsun.
Baharı bekleyen kışa, suyu bekleyen toprağa, seni bekleyen cihana vuslat olsun.
Arınsın kirlerinden yeryüzü,
Semadan inen melekler taşısın müjdeyi.
Firavunlar, Nemrutlar yerle bir oldu!
İblis’in uşaklarının soyu kurudu.
Ey İslam’ın Nidası!
Sen ses ver enkazların arasından,
Bir kalbe dokunur elbet ellerin.
Bir gül daha bitiverir sen dokundukça…
Kâh enkaz altında, kâh uçurum kenarlarında.
Arşı delen feryatlar yükselir yeryüzünden…
Bulutlar gözyaşı döker sağanak sağanak toprağa.
Toprak ise acılar büyütür bağrında,
Ölü bedenler ekilir toprağa.
Toplu mezarlar kazılır tarihin kara sayfalarına.
Ey İslam’ın Nidası!
Usul usul gel, nazlı nazlı gel.
Geceyi çatlatan fecir gibi doğ üzerimize.
Basiret ol, hikmet ol dimağlarımızda.
Üzerimize serpilmiş ölü toprağından sıyırılıp, diriliş muştusu olalım.
Bir ezginin sözlerinden,
Bir şiirin mısralarından,
Hayatın satırlarına yazalım birlikte.
Varsın tarihin sayfalarında bir asır daha aydınlansın.
On dört asır ötelerden gelen,
Asla sönmeyen bir Nur ile…









