Çocuğunu Allah’a Adayan Anne HZ. Hanne

Kapak Dosya – Derya Fıçıcı / 2018 Eylül / 70. Sayı

Mümin bir kadının, “Acaba nasıl bir anne olmalıyım, nasıl bir anne olursam Rabbim benden razı olur?” sorusuna cevap olarak karşılaştığımız, evlat hasretiyle yanıp tutuşan bir anneden söz ediliyor Kuran-ı Kerim’de.

“İmran’ın karısı: “Rabbim, karnımdakini tam hür olarak sana adadım, benden kabul buyur, şüphesiz sen işitensin, bilensin.” demişti. Onu doğurunca  -Allah onun ne doğurduğunu bilip dururken- şöyle dedi: “Rabbim, onu kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum.” (Ali İmran, 35-36)

Evlatla müjdelenen mümin bir kadının nasıl davranması ve neleri düşünmesi gerektiğini, nelerden endişe edip kime sığınması ve duygularını nasıl şekillendirmesi gerektiğini Hz. Hanne’nin bu duasından öğreniyoruz.

Anlıyoruz ki “Nasıl bir anne olmalıyım?” sorusunu Allah celle celaluhu’ya sorduğumuzda bize örnek olarak Hz. Hanne annemiz gösteriliyor. Bu annenin ilk düşüncesi; Karnımdakini neye, kime adamalıyım? Tabiki onu bahşedene; ‘Rabbim, karnımdakini tam hür olarak sana adadım. Her türlü bağdan azade olarak senin yolunda hizmet edecektir.’

Karnındaki yavrusu doğduğunda O’nun Allah’a, Allah’ın dinine hizmet etmesini istiyor. Ne kendisine hizmet etmesini ne de başka bir şeye. Yalnızca Rabbinin hizmetçisi olmasını istiyor. Her türlü bağdan azade olmuş olarak en hür haliyle Rabbinin hizmetçisi olsun istiyor.

Bunu istemekle kalmayıp, bu isteğini duasıyla perçinliyor. “…Benden kabul buyur, şüphesiz sen işitensin, bilensin.”

İsteğin kabul olması için bir yakarış, içten, samimi, istekli, ısrarlı bir dua gerekiyor. Ve ardından “…Şüphesiz sen işitensin, bilensin.” diyerek duasının işitildiğinden emin olduğunu ve niyetini tekrar Rabbine nida ediyor.

Bekleyişin ardından doğum gerçekleşiyor. Bir erkek evlat beklerken Allah celle celaluhu bir kız evlat bahşediyor. Bir itiraz, bir isyan yok.

Rabbi bu duasına rağmen ona bir kız evlat vermişse, ona, Allah’a karşı adağını yerine getirmek düşüyor.

Ebeveynin, çocuğun hakkı olan güzel isim koyma görevini yerine getirip O’na ‘Meryem’ ismini veriyor.

Ardından annesi, Hz. Meryem’e dua etmekle kalmıyor, onun neslinden gelecek olanlara da dua ediyor. İnsanoğlunun en büyük düşmanı olan şeytandan, onun şerrinden korunması için Allah’a niyaz ediyor.

Bu mübarek annenin duası, durgun, hareketsiz bir dua değil. Her duası amel, eylem gerektiriyor, sabır gerektiriyor. Duasının ardında duran mümine bir kadın, mümine bir anne görüyoruz.

Ve Allah böyle bu annenin evladına öyle bir şeref, öyle bir izzet nasip ediyor ki, o, İsa (Mesih) aleyhisselam’ın annesi oluyor. Bir peygamber annesi. Dünyada sabredilmesi en zor olan şeylere sabreden anne Hz. Meryem… İffet ve izzet timsali…

Gördüğümüz gibi Kuran’da annelik zirvesi cennet olan izzetli bir yolculuk… Ne doğurup çocuğuna hizmet eden köle, ne de çocuktan mabedi olan bir kul… 

Bu anlayış modern cahiliyye toplumlarının annelik anlayışı. Modern cahiliyye toplumlarının anneye biçtikleri kimlik. Gelin birlikte bu kimliği inceleyelim.

Önce size prens ya da prensesinizi doğuracağınıza ikna ederler. Siz de, onun her türlü ihtiyacını, hizmetini görecek olan kişisiniz. Kolay değil tabi bir prensin ya da prensesin hizmetlisi olmak.

Birtakım kaygılarınız olur. Onun doğumu için bir doktor seçtikten sonra karşılama töreni için hazırlıklar başlar.

Daha bunun öncesinde onun cinsiyetini açıklayacağınız büyük bir tören hazırlamanız gerekir. Afilli bir adı vardır bu törenin;  ‘Baby Shower’

Mükellef sofralar, gösterişli ortamlar eşliğinde, prens mi doğuracaksınız yoksa prenses mi, açıklarsınız. Bu törenin şahane olması için hiçbir masraftan kaçmazsınız.

Ardından doğumdan önce, onun eşyalarını, odasını, tahtını hazırlamanız gerekir. Ya da sarayını mı demeliyiz bilmiyorum. Cinsiyeti de öğrenildiğine göre mavi saray ya da pembe sarayın hazırlıklarına başlanır.

Eğer abarttığımı düşünüyorsanız, etrafımızda anne adaylarının en çok ne için hazırlık yaptıklarını, bütün bunlar için ne kadar uğraştıklarına bakalım. Bunun nasıl bir sektöre dönüştüğüne, bizi bu aldatmacalarla maddi ve manevi olarak nasıl söndürdüklerine bir göz atalım.

Çocuğun doğacağı gün hastane odasını, organizasyon firması tutup süsletenler mi dersiniz, çocuk bezini pasta şeklinde dizip ‘bez pastamız’ diye fotoğrafını çekip sosyal medyada yayınlayıp, bu kadar boş işlerle uğraşanlar mı dersiniz?

Daha bitmiyor tabi… Bebek mevlidi diye bir şey var. Bunun için düğün salonu tutmak gerekiyor. Ardından dişi çıkınca diş buğdayı töreni, ilk adım programı diye ardı arkası kesilmeyen törenler, partiler, eğlenceler…

Tüm bunlar bir Hristiyan, Yahudi ülkesinde yaşanmıyor. Müslüman kadınların, müslüman nesilleri doğurduğu ülkede yaşanıyor.

Sebebi ise, ‘nasıl bir anne olmalıyım?’ sorusunu, iman ettiği kitap yerine modern cahiliyye anlayışına yöneltmesinden kaynaklanıyor.

Kuran’dan önce bu kitapları okuması, modern cahiliyenin medya organlarını takip etmesi, onu annelik vasfından alıp, doğurduğu yavrunun yeme, içme, giyme gibi ihtiyaçlarını karşılayan, sonra da onların istediği gibi eğiten bir robota dönüştürüyor. Çocuk büyüdüğünde bu robotun görevi de bitiyor. O çocuk artık kendi kendine yiyebiliyor, gezebiliyor. Birine ihtiyacı kalmıyor. Bir hizmetliyle efendi arasında ne kadar bir bağ olabilir ki?

Allah celle celaluhu’nun mümine kadına biçtiği annelik rolü böyle değil. Annenin insan eğitmek gibi mübarek bir görevi var. Bu görev ve sorumluluğun kaygısını taşıyarak, Rabbine yönelen, Rabbine soran, O’na geceler boyu yakaran, dua eden, bu duası ile zirvelere ulaşan saliha bir hanım.

Müslüman kadın da Hz. Hanne örnekliği ile bu zirveye talip olmalı, Allah’a adanmış, teslim olmuş bir nesil yetiştirmeli.

Selam ve dua ile…