Cihadın Gayesi Ve Hedefi

Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2014 Şubat / 15. Sayı

Cihad lügatte; insanın iyi şeylere nail olması veya kötülüklerin def’i için var gücüyle bütün tâkatini sarf etmesi manasına gelir.(1) Hanefi mezhebi imamlarından İbnu Humam, Fethul Kadir de(2) şu ibareyi zikreder:”Cihad: Kâfirleri, hak olan dine davet etmek ve kabul etmezlerse onlarla savaşmaktır.”

Kaşani ise Bedai isimli eserinde(3)  şöyle demiştir. Cihad: “Allah yolunda canla, malla, dille savaş yapmak suretiyle bütün gücün ve takatin sarf edilmesidir.”

Gayesi: Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiği bir hadiste Peygamber efendimiz “Kıyamet öncesinde hiçbir ortağı olmayan, tek olan Allah’a ibadet edilinceye kadar kılıçla gönderildim.”buyurarak cihadın gayesini özet fakat olabildiğince kapsamlı bir şekilde bizlere bildirmiştir.

İslam hür bir ortamda tebliğ edilebilmeli, bu dine girmek isteyenlere engel olunmamalı ve bu dini yaşamak isteyen her fert, serbestçe yaşayabilmeli, kimse dininden dolayı fitneye düşürülmemeli, ezaya maruz kalmamalıdır. İşte cihad, bu hürriyetleri sağlamak ve bu hususta ortaya çıkan engelleri aşmak içindir. Önündeki engeller kaldırıldığında, bütün insanlığın koşarak gireceği tek ilahi din, İslam olacaktır.(4)

Hak ve Batıl savaşı Âdem aleyhisselâm’ın yeryüzüne gönderildiği andan itibaren kıyamet gününe kadar devam edecektir ve bu mücadele hiçbir zaman bitmeyecektir. Nitekim peygamber aleyhisselâm Ebu Davud’un rivayet ettiği bir hadisinde bunu şöyle bildirir: “Cihad, Allah’ın beni Rasul olarak göndermesinden ümmetimin deccalla savaşmasına kadar devam eder. Onu ne zalimin zulmü, ne de adilin adaleti ortadan kaldırabilir.”

Kur’an-ı Kerim ise yapılacak mücadelenin hedef ve gayesini şu şekilde belirler: “Hiçbir fitne kalmayıncaya ve din bütünüyle Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.”(5)

Ayette, iman ehline iki hedef gösterilmiştir:

1- Fitnenin kökünü kazımak.

2-Allah’ın dinini hâkim kılmak.

“Hiçbir fitne kalmayıncaya kadar”ehli küfürle savaşmak, genel bir dünya barışını hedef olarak gösterir. Her türlü fitneye son vermek, sulh ve sükûneti sağlamak, müslümanlar için varılması gereken bir hedeftir. Öyle ki, dünyanın uzak bir köşesinde gayr-i müslim bir devlet, bir başka gayr-i müslim devlete zulmetse, müslüman devlet bu fitneye müdahale etmeli, haddi aşanlara, hadlerini bildirmelidir.

Cihadın bu ulvi gayesine, şu ayet işaret eder:

Size ne oluyor ki, “Rabbimiz!, Bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar. Bize, tarafından bir sahip gönder. Bize katından bir yardımcı yolla !” diyen mazlum erkek-kadın ve çocuklar uğruna Allah yolunda savaşmıyorsunuz ?”(6)

“Dinin bütünüyle Allah’ın olması” hedefi ise beşeri, beşere kulluktan kurtarıp, sadece Allah’a kul olmasını temin gayesine yöneliktir.(7) Kur-an-ı Kerim, Yahudi ve Hristiyanlardan bahsederken, “Onlar, âlimlerini ve rahiplerini Allah’tan başka Rabler edindiler”(8) buyurur. Şüphesiz, herhangi birini Rab edinmek için, ona “Rab” ismini vermiş olmak şart değildir.(9) Âlim ve rahiplerin helal kıldığını helal, haram kıldığını da haram kabul etmek, onları Rab edinmek demektir.(10)

Kur-an’ı Kerim, bu noktada ehl-i imanla ehl-i küfür arasında şu net ayırımı yapar:

“İman edenler Allah yolunda savaşır. İnkâr edenler ise “tağut” yolunda…”(11) “Tağut” ifadesi Allah yerine ikame edilen her şeyi içine alır.(12) Şeytan bir tağuttur. Şeytanın yolunda giden Firavun misali kişiler, birer tağuttur. Terbiye edilmemiş nefisler, birer tağuttur… Kur-an-ı Kerim, “hevasını ilah edineni gördün mü?… “(13)ayetiyle nefsin kötü arzularını putlaştıranlara işaret eder.

İşte inkârcılar böyle tağutların peşinde giderler. Şeytana tabi olur, nefse uyar, kötü kimselerin rehberliğinde mücadele ederler. Onların bu mücadelesi, her türlü ulviyetten mahrum, süfli bir mücadeledir. Bu mücadelenin temelinde “menfaat” duygusu vardır. Kendi hasis menfaatleri için dünyayı ateşe vermekten asla çekinmezler.

Bazıları,

-Yeryüzünü istila,

-Ganimet elde etmek,

-Sömürgeler, pazarlar, hammadde kaynakları bulmak,

-Bir tabakanın, başka bir tabakaya, bir milletin başka bir millete hâkimiyeti… gibi gayeler için savaşırlar.(14)

Müminler ise, Allah yolunda savaşırlar. Ulvi değerler uğrunda cihad ederler. Rızay-ı ilahi yolunda gayret gösterirler. Müminlerin mücadelesi, bir fazilet mücadelesidir. Kur’an-ı Kerim’de, cihad ve kıtal (savaş) ifadelerinin geçtiği yerlerde, devamlı “fi sebilillah” (Allah yolunda) kaydının bulunması, son derece dikkat çekici bir durumdur. Allah yolunda olmayan bir mücadelenin, bir savaşın, hiçbir kıymeti yoktur.

Nisa suresi 141. ayette, mü’minlerin zaferine “fetih”, kâfirlerin galebesine “nasib” denilmesinde, her iki tarafın savaş gayelerinin farklılığına işaret vardır. Mü’minler fethederler. Kâfirler ise; dünyevi, fani şeylerden bir miktar nasiplenirler(.15) Şüphesiz, “Dinin bütünüyle Allah’ın olması”, başka dinlere hayat hakkı tanımamak, o dinlerin mensublarını zorla İslam’a sokmak anlamında değildir.(16) Tatbikatta da böyle olmamıştır. Hz.Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem devrinden günümüze kadar, İslam devleti bünyesinde başka din mensupları da rahat bir şekilde yaşamışlardır.

Kur’an’ın, “Hiç bir fitne kalmayıncaya ve din bütünüyle Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın”(17)ayeti, İslam’ın hamle gücünü ortaya koyar. Müslümanlara, varmaları gereken nihai hedefi gösterir. Onları, gündelik işlerin telaşından kurtarır, yüce ideallere sevk eder. Bu yüce hedefin yeni nesle kazandırılması, onların ufkunu açacak ve onları ulvi mefkûrelere sahip kişiler haline getirecektir.

Bakara Süresi 216. ayette Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır. “ Hoşunuza gitmediği halde, cihâd üzerinize farz kılınmıştır. Bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olabilir. Bir şey de hoşunuza gittiği halde sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”

Allah Teâlâ düşmanların şerrini İslâm diyarından defetmek için, müslümanlara cihadı farz kılmıştır. Zührî der ki; Cihâd ister savaşsın, ister otursun, herkese vâcibtir. Oturan kendisinden yardım dilendiği zaman yardım etmek, imdat istendiği zaman imdada koşmak; savaşa katılması bildirildiği zaman savaşa gitmek zorundadır. Eğer kendisine ihtiyâç duyulmazsa ancak o zaman oturabilir.

“Hoşunuza gitmediği halde” şeklinde ayette de beyan edildiği üzere savaş zor ve meşakkatli bir iş olduğu için insanın hoşuna gitmez. Fakat bununla beraber cihâd bizlere farz kılınmıştır. Çünkü savaşta öldürülmek ve yaralanmak olduğu gibi, düşmanlarla didişmek ve yolculuğa katlanmak zarureti de vardır. Bu emir karşısında içimizde hissedeceğimiz sıkıntıyı bizi bizden daha iyi bilen Allah-u Teâlâ olabildiğince açık bir şekilde önümüze sermektedir.

Fakat bu emir her ne kadar meşakkatli, sıkıntılı ve zor bir emir gibi görülecek olsa dahi ibret gözüyle bakıldığında, bu emirin derinliğinde bulunan yüce manalar bizlerin aciz akıllarıyla bile rahat bir şekilde anlaşılabilecektir.

Nitekim bu vazifeyi bizler ihmal edersek o zaman zalimlerin zulmünü kim durdurabilecek? Dünyayı bir bataklığa çevirmeye kalkışan ve her tuttuğunu bu bataklığa çekip boğmaya çalışan kâfirlerin bu yaptıklarına kim mani olacak?

Yeryüzünde haksız ve hadsiz bir şekilde ilahlık yarışına koyulan ve insanlara hâkimiyet kurarak onları Allah’a kulluktan uzaklaştırarak kendilerine köle yapan tağutları kim engelleyecek?

Zulüm altında inim inim inleyen “Yok mu bizlere yardım edecek?” diye feryat eden mazlumlara kim destek olacak?

Kim onların gasp edilen haklarını geri alacak? 

Kim insanları kulluğa yaraşır bir şekilde tekrar Allah azze ve celle’nin istediği şekilde sevk ve idare edecek?

Bu ve benzeri soruları çoğaltmak mümkündür. Neticede hepsine verilecek tek cevap şudur: Allah azze ve celle Rasulullah aleyhisSelâm’ın ümmeti olan bizleri “Siz insanlar için açığa çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz”(18) ilahi düsturuyla tercih edip seçmiş, hadisler ise kıyamet gününde ümmetlerin sayıca en çok olanı ve Peygamberimizin kendileriyle övüneceği kimselerin bu ümmet olacağını bildirmiştir.

Öyleyse bu kutsal ve önemli vazifeyi yerine getirebilecekler olsa olsa ancak bu ümmet olmalıdır. Neticede İnşaallah bu ümmet olacak ve bu ümmetin içinden çıkacaktır. Bu emri yerine getirmek zahiren çok güç bir iş gibi görünse dahi, içerisinde nice hayırları barındırdığı da ayetin devamında bildirilmiştir.

“Bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olabilir. ”Hayırlı işlerin peşinde koşturan fertler de muhakkak ki hayırlı fertleri oluşturmaktadır. Hayırlı fertlerin birlikteliği ise hayırlı ümmet olmanın gereğidir.

Savaş bu ilahi emre “işittik ve itaat ettik” diyenler için hayırlı olabilir. Çünkü ardından düşmanlara karşı zafer ve galibiyet gelir. Onların ülkelerini, mallarını elde etmek hem onlara hem de idareleri altındakilere Allah’ın razı olacağı bir yaşam şekli sunmak mümkün olabilir.

“Bir şeyde hoşunuza gittiği halde sizin için kötü olabilir.” Bu her konuda böyledir. Dolayısıyla hüküm umumidir. Kişi bazen bir şeyi sever; ancak o şey kendisi için faydalı ve hayırlı olmaz. Savaşa gitmeyip oturmakta bu şekildedir. Arkasından düşmanın ülkeyi istilâsı ve idareyi ele geçirmesi mümkün hale gelir. Gevşeklik ve rehavetin neticesi sonuçta çok acı olabilir. Bundan hem fertler hemde toplum tamamen etkilenebilir. Hür olan bir toplum tamamen köleye, sadece Allah’a kul olması gereken fertlerde tağutlara boyun eğen uşak ve kölelere dönüşebilir. Hangisinin netice itibariyle hayırlı olacağını ise “Allah bilir, siz bilmezsiniz.”ayeti celilesi beyan etmektedir. Çünkü Allah azze ve celle hakkımızdaki her şeyi en iyi bilendir. Bizim dünyamız ve âhiretimiz için neyin daha faydalı olduğunu en iyi o bilir, öyleyse onun buyruğuna uyarak emrine icabet etmeliyiz ki doğru yolu bulmuş olalım.

Allahu Teâlâ, her bir emrine sımsıkı sarılan muvahhidler olabilmeyi bizlere nasip etsin. Amin. 

——————————————-

1 LisanulArab, Kamus’ul Muhit

2 Fethul Kadir(5/187)

3 Bedai (9/4299)

4 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili II, 690

5  Enfal suresi, 39

6 Nisa suresi:75

7 Fîzilal, S.Kutub, III, 1433

8 Tevbe :31

9 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, IV, 2512

10 Tirmizi, Tefsir, 9-10; Razi, XVI, 37

11 Nisa suresi, 76

12 Beydavi, I, 135

13 Furkan:43 ve Casiye:23

14 Fîzilal, S.Kutub, I, 187; Sabuni, Saffetu’t-Tefasir, I, 27

15 Beydavi, I, 244

16 Zeydan, Şeriatu’l-İslamiye, s. 55-56; Vehbe Zuhayli, El-Alakatu’d- Düveliye fi’l- İslam, Müessesetü Risale, Beyrut, 1989, s.25

17 Enfal suresi, 39

18 Al-i İmran:110