Serbest Köşe – Derya Fıçıcı / 2019 Mayıs / 78. Sayı
Karanlık bir gecenin ardından şafak söküyordu. Aydınlık bir güne doğru adım adım yürüyordu genç. Gördüklerinin acısını yüreğinde taşıyarak, yüklerini yanına alarak, hüzünlerini tek tek aydınlığa sunarak yürüyordu.
Önce bedenini temizledi kirlerinden, sonra elbisesini. Sıra, kalbini, ruhunu, benliğini, o aydınlığın nuruna daldırmaya gelmişti. Öyle bir nurdu ki, dertlerin, sıkıntıların orada eriyip bittiği, tonlarca yükün orada hafiflediği… Bir kuş misali süzülerek dalmıştı nur dünyasına. Secde idi onun adı. Genç, ruhun, Rabbi ile buluşma, kavuşma yerindeydi artık. Hiç bitmesin istiyordu bu an. Hiç bitmesin istiyordu bu lezzet. Sanki daha önce hiç yaşamamış gibiydi. Yeniden doğmuştu adeta, varlığını sebebini bilerek, hissederek.
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” [1]
Yeryüzündeki tüm sıkıntılar da bu yüzden değil miydi? Kulluk, kime, neye, neden yapılmalıydı? İnsanlığın sorunu buydu. Bunalımların, buhranların, acıların, zulümlerin, karanlığın, sebebi buydu. Kulluğun, Alemlerin Rabbi Allah’a değil, başka bir kula yapılması idi. Hangi kulluk insanı aydınlığa kavuştururdu ki? Hangi kulluk insanın zincirlerini çözerdi? Hangi kulluk, insanı bir kuş misali özgür kılabilirdi ki?
ALLAH diyordu genç. Tüm hücreleriyle, yalvararak, hıçkırarak ALLAH diyordu. Hayatı ve ölümü Allah için olmalıydı. “De ki: “Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, alemlerin Rabbi Allah içindir.” [2]
Önce Kitabullah’a baktı. Sonra Aişe radıyallahu anha’nin: “O’nun ahlakı Kur’an’dı.” diye bahsettiği Rasulün hayatını inceledi, adım adım takip etti.
Yol uzundu elbet, yol dikenli ve zor. Bir davetçinin sözlerine rastladı: “Bu yol dikenlidir. Ayağını seven gelmesin.!”
Baktı ki sözün sahibi canını feda etmişti yol için. Ayağını sevmemekle başladı işe. Adım adım yürüdü şehrin sokaklarında. Gecenin karanlığında mendil satan kızı bulmalıydı, sonra, çöpten yemek toplayıp yiyen amcayı. Ama sadece karnını doyurmak için değil, ruhuna da ikram etmeliydi. Elleriyle, kararmış, nasırlaşmış ellerine dokunarak ‘haydi gel’ demeliydi. Sonra sokakta yürüyen ama görmeyen duymayan insanlara seslenmeliydi. Gür bir seda ile çağırmalıydı hepsini. Kartondan yatak yapmış, kaldırımda uyuyan adamı uyandırmalıydı. Uyuşturucudan beyni durmuş genci kurtarmalıydı.
Tüm bunlar için takva kuşanmalıydı. “Birazı hariç, geceleyin kalk! Tam gece yarısı, biraz erken, biraz geç kalk ve Kur’ân’ı ağır ağır oku! Sana sorumluluğu ağır bir söz vahyedeceğiz. Çünkü gecenin değerlendirilmesi daha oturaklıdır ve söz daha etkilidir. Gündüzleri senin için uzun bir meşguliyet olacaktır.” [3]
Genç, ilim ile takva ile iman ile kuşandı ve düştü yollara. Kapıları çaldı, sokakları mahalleleri dolaştı. En yumuşak, en merhametli ifadeler ile Rabbine çağırdı insanları. “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları affet; bağışlanmaları için dua et, iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah›a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.”[4]
[1]. Zariyat, 56
[2]. En’am, 162
[3]. Müzzemmil, 2-7
[4]. Âl’i İmran, 159