Cahiliye Tarlalarında Mümin Bahçeler Oluşturmak

Serbest Köşe – Ümit Şit / 2019 Haziran / 79. Sayı

“Allah’a yemin olsun ki, binlerce konferans, milyonlarca vaaz, yüzlerce kitap, milyonlarca dergi, gazete ve broşür, asla İslâm’ın yaşandığı ve hâkim olduğu ufak bir mahalle kadar etkili olamaz.” (Seyyid Kutup)

Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kâfir kimseler yetiştirirler.”[1]

Nuh aleyhisselâm, Allah Teâlâ’dan kafirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakmamasını istemişti. Bu dua 950 senenin sonunda yapılmış olan bir duadır. Bu dua sabrın en güzel şekilde hayat bulduğu, davet hayatının sonunda yapılmıştır. Gerçekten mü’minler kafirlere karşı merhametli bir şekilde yaklaşarak cehennem azabından cennet nimetlerine dönmelerini arzu etmişlerdir. Kafirler ise mü’minlere karşı insanlık dışı bir tutum izlemektedirler. Bir mü’min Allah’ın nimetlerini hatırlatarak hakkı dillendirmek suretiyle hakkı ortaya koyarken, kafirler hakka karşı koymak adına mü’min şahsiyetlere ağız dolusu küfür ve kalp dolusu nefret ile yaklaşmaktadırlar. Oysa ki mü’minler kafirlerin şahsına değil batıl fikirlerine karşı olduklarından dolayı hakarete veya çirkin fiillere yönelmezler. Allah Rasûlü güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilmişken, ahlâkı güzel olanın dini de güzel olurken, nasıl olur da bir mü’min, cahiliye toplumunda cahiller gibi davranır?

Cahiliye toplumu, yönetime bağlı kurumlarda ve insanların sosyal yaşantılarında Kur’an ve Sünnetin açtığı yolda ilerlemeyen bir topluma denir. İster teknolojide altın çağ yaşansın isterse ekonomide hatırı sayılır bir bütçeye sahip olunsun da bu böyledir. Teknolojide büyük bir aydınlanma oluşmakta ama insanlar adaleti mum ışığıyla arar olmuştur. Ekonomide makro dönem yaşanmakta ama insanlardaki iffet, haya, mütevazilik, fazîlet ve erdemlilik minimal ölçekte seyretmektedir. Faraza, Allah ömür olarak 60 yıl verse, 60 yılının büyük bir bölümünü dünya hayatından daha fazla nema almak adına fennî ilimlerde derinleşirler. Sonsuz hayatlarını mamur edecek olan Kur’an ilimlerinin derinine inmek şöyle dursun, kıyısında bile bezleri bulunmaz. Sebebi; dünya hayatında peşin sahip oldukları şeyleri, âhiret hayatında vâdesi gelince ödemesi yapılacak olan şeylere tercih etmeleridir.

“Hayır, siz peşin olanı (dünyayı) seviyorsunuz da âhireti bırakıyorsunuz.”[2]

Allah’ın vermiş olduğu peşin nimetlerle şımaranlar Allah’ı unutmakla beraber dönüş yolculuğunu da unutmaktadırlar. Onlar için ölüm yaşlı amcalara uğrayan ama genç, dinamik, kariyerinde birinci basamakta olanlara uğramayan uzak bir olgudur. Halbuki dünyada yaşlılara oranla en çok gençler ölümle tanışmaktadır. Ölümü unutanlar, hayatın sahibini de unutmakta ve gözle müşahede ettikleri dünya sahnesinin çökmeyeceğine kendilerini inandırmaktadırlar. Halbuki mü’minler dünyada hiç sıkıntı çekmese dahi dünyada yaşamayı başlı başına bir sıkıntı olarak addetmekte ve asla dünyadan razı olmamaktadırlar.

“Bize kavuşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup onunla tatmin bulanlar ve bizim ayetlerimizden gafil olanlar da vardır muhakkak.”[3]

Evet günümüzde gerçek manada ahiret odaklı yaşayanlar sayılıdır. Sayılıdır çünkü ahiret odaklı yaşayanlar ile ahiret odaklı yaşadıklarını zannedenler olmak üzere Müslümanlar ikiye ayrılmaktadırlar. Ne yazık ki günümüzde dünyaya bağlayacak o kadar oyuncak var ki insanlar bu oyuncaklardan kurtulup gerçek hayatına yatırım yapma olgunluğuna ulaşamamaktadırlar. Kur’an-ı Kerim’i bir bütün olarak ele alacak olursak, Müslümanlara temel olarak dünyevileşmeyin(!) mesajının verildiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Ancak Müslüman kardeşlerimiz Kur’an’a bütünsel olmayan bir anlayışla bakacak olurlarsa Kur’an’ın mesajını temel ibadetlerle sınırlı tutmaktadırlar. Namaz, zekât, oruç, sadaka, hac ibadetleri yerine getirmek için gayret eden Müslümanlar ne yazık ki dünyevileşme hastalığını gözden kaçırmışlardır. Böylelikle cimrilik, mal sevdası, makam sevgisi temel ibadetlerin önüne geçmiştir. Bu yüzden çelişkili bir dünya yaşamı ortaya çıkmıştır. Çelişkilerle dolu yaşamlardan, dünyadaki mazlum insanların hamiliğine soyunacak liderler, ilim sahipleri, aydınlar, kanaat önderlerinin çıkması da ayrı bir çelişkidir. Tabi ki Allah’ın hidayeti tüm çelişkileri ortadan kaldırır. Ancak dünya sebepler ile tedbir alınması gereken bir sünnetullah üzerine yaratılmıştır. Tıpkı sulanmayan ağacın veya çiçeğin kuruması gibi. Bu yüzden neslimizi cahiliyenin zehirli atmosferinden kurtarmamız için adımların atılması gerekmektedir.

Peki bu sihirli atmosfer diye tarif ettiğimiz cahiliye tarlalarından neden çekinmeli ve ciddiye almalıyız? Malumdur ki dünya tarihine şöyle bir göz atacak olursak, savaş ortamlarının barış ortamlarından daha fazla zaman aralığı kapladığı görülmektedir. Bunun sebebi öncelikli olarak insanın dünyaya hükmetme hastalığına duçar olmasıdır. Sonraki sebep ise hak ile batılın savaşıdır. Cahiliye devletleri ile hak üzerine kurulmuş olan devletler arasında büyük ve önemli bir fark vardır. Güçlü cahiliye devletleri kendinden güçsüz devletlere savaş açarak sömürmek isterken, Allah’ın otoritesini tanıyan devletler güçlü olduğunu iddia eden zalim devletlere savaş açmaktadırlar. Bu önemli fark göz ardı edilmemelidir. Çünkü günümüzdeki devletler barışçıl olduklarını iddia etmekte ve hakkını arayan ve ülkesini yabancı işgalcilerden kurtarmak adına mücadele eden Müslümanları terörist olarak göstermektedirler. Elinde silahlar ile gelerek ne istersek yaparız siz eyvallah diyeceksiniz diyen sözde süper devletler bir direniş ile karşı karşıya kalmaları durumunda karşı tarafı ne ile suçlayacaklarını belirlemek adına etiketler üretmişlerdir. Bu etiketler, medya imparatorluğu ile servis edilmekte ve algı operasyonları yapılmaktadır. Medyanın patronları genelde süper güç diye tarif edilen devletlerin adamları ya da dirsek temasında olduğu kişilerdir. Yani medyada anlatıldığı üzere medya ve basın dünyada hiçbir zaman bağımsız olarak çalışmamıştır. Dünya medyası genel olarak iktidarların borazanlığını yapmaktadır. Çünkü düdük kiminse düdüğü o çalar. Medya günümüzde psikolojik büyük bir silahtır. O medyadır ki Allah’ın kanunları olan şeriatı bir irtica olarak gösterebilmektedir. O medyadır ki iffeti görüntü kirliliği olarak gösterebilirken iffetsizliği modernizm olarak pazarlayabilmektedir. Medya cahiliye tarlasının bekçiliğini yapmaktadır. Aynı zamanda da büyücüsüdür. Firavunun sihirbazları gibi halkı ütopyalara inandırmakta, olmayan şeyleri oldu bittiye getirmektedir. 

Peki, cahiliye tarlalarının özellikleri nelerdir? Zina serbest olduğu halde tecavüzlerin ayyuka çıktığı tarlalardır. Bu tarlalarda çokça gayri meşru çocuklar yetişmektedir. Yaşam standardının sözde yüksek olmasına rağmen bunalımların, buhranların, intiharların önü kesilmez. Her sokak ve cadde başları bir cinayete gebedir. Grand tuvalet giyen patron beyler işçilerinin yırtık gömleklerine göz dikmektedirler. Diz çöken işçilerin sırtlarına basarak yükselen baronların, yüksek plazaları şehirleri çevrelemektedir. İnsanlık pazarda para, mal, makam karşılığı takas usulüyle satılmaktadır. İnsanlığın satıldığı pazarlar çok kalabalık olup para, mal, makam karşılığı cennetin satıldığı pazarlar ise seyrek nüfusa sahiptir. Bilgiler paraya dönüştürülmek üzere edinilmektedir. Paraya dönüşmeyen her bilgi ve birikim yok hükmündedir. Güven, çok aranılan ama tedavülden kalkan eski bir dosttur. Eski dostlar yeri gelince nostaljik bir anı olarak hatırlanır. Yaşlıları karanlık fikir çukurlarına taş atmakta, bu taşları toplamak için ise gençleri kullanmaktadırlar. Topladıkları taşlarla gençler, ebeveynlerini taşlarlar. Taşlardan kaçan her ebeveyn, huzurun tabelada bir yazı olarak görüldüğü evlerde, huzursuzluktan ölmektedir. Cahiliye tarlalarındaki tarla fareleri ise oldukça çoktur. İnsanların bin bir çile ile yetiştirdiği ürünleri çalmaktadırlar. Öyle çoklardır ki insanlar nefesleri çalınmasın diye nefes almaktan bile çekinmektedir. Bu tarla hırsızlarının elleri kesilmediği için birçok el, kol hatta birçok canı hayattan keserek para ve altınları toplamakta çok cevahirdirler. Bu tarlalardaki insanların çoğu bir koşuşturma içindedir. Sabah güneş doğmadan tarladaki ürünleri toplamaya giderler. Güneş batmasına rağmen gece geç saatlere kadar çalışmaktadırlar. Ve asla bu durumu sorgulamazlar. Sorgulamaları için hakka çağıran davetçilere karşı sabırları pamuk ipliğine bağlıdır. Çünkü zamanlarını boşuna harcadıklarını düşünürler. Oysaki koca bir Pazar Tatili için 6 gün boyunca her gün için 12 saat çalışmak oldukça mantıklıdır. Bu mantığı kuran mantık mühendisleri özel olarak hazırladıkları filmlerle, izleme seansları düzenlerler. Bu filmleri izleyen her kişi dünyaya olan sadakatini yinelemektedir. Bu tarlalardaki insanların en büyük hedefleri emekli olarak ölmektir. Emekli olmadan ölen her insan için, boşa yaşamıştır anlayışı tarladaki hâkim görüştür. Eğitim sistemi kendine sadık işçiler yetiştirir. Eğer hayatı sorgulamadan çok çalışılırsa, çalışma sonunda ev, araba ve emeklilik garanti gözüyle bakılmaktadır. Bu durum ise mutluluk sebebi sayılır. Bunlar elde edildiğinde böyle olmadığı anlaşılmakta ancak hayat çoktan sona ermiş olur. Hukuk sisteminin yasaları genellikle yasalarla korunmayanlar için geçerlidir. Aynı suçu kim işlerse işlesin aynı cezayı alır diye bir madde çölün ortasında görünen bir serap gibidir. Görünür gibi olur ancak yanına gidince kaybolur. Yaratılanlara hakaretin suç sayıldığı yaratana hakaretin ifade özgürlüğü sayıldığı bir sistem hakimdir. Sanıyoruz ki mantık mühendislerinin gözünden kaçmıştır. Yaratanın emirlerini uygulayanlar hor, hakir görülürken; yaratana günde beş vakit isyan edenler el üstünde tutulur. El üstünde tutulanlar dini yaşamadıkları halde dini en iyi bilen kişiler olarak lanse edilmektedir ve topluma kendi düşüncelerinin en tutarlı yol olduğu görüşünü dayatırlar. Bu cahiliye tarlalarında evliliklerin içi, gövdesinin oyulduğu ancak hala ayakta duran ağaçlara benzemektedir. Bu oyuklara sığabilen herkes girmekte ve oyuk gittikçe daha da genişlemektedir. Bu ağacın meyvesinden yiyen çocuklar sarhoş gibi olmaktadırlar. Bu yüzden dünya hayatından yalpalayarak kabre ulaşırlar. Kabirde uyanırlar ama soruların cevabını bilmek şöyle dursun soruların varlığına şaşırırlar. İşte cahiliye tarlalarının bazı özellikleri böyledir. Peki cahiliye tarlalarının sihirli atmosferinden neslimizi korumak için ne yapmalıyız? İlk akla gelen cahiliye tarlalarında mü’min bahçeler oluşturmaktır. 

 Mü’min bahçeler korunaklı kalelerdir. Yeni doğan her Müslüman çocuğun cahiliye tarlasıyla ilk temaslarını kesen, atmosferinin yakıcılığından uzaklaştıran sığınma cepleridir. Belli yaşa gelinceye kadar kendine has eğitim metodunun uygulandığı, talim ve terbiyenin verildiği, sosyal hayattaki yerinin belirlendiği bir medrese görevi üstlenmektedir. Mü’min bahçelerden kastımızı Seyyid Kutup rahimehullah şöyle açıklamaktadır: “Allah’a yemin olsun ki, binlerce konferans, milyonlarca vaaz, yüzlerce kitap, milyonlarca dergi, gazete ve broşür, asla İslâm’ın yaşandığı ve hâkim olduğu ufak bir mahalle kadar etkili olamaz.”

İslâm’ın yaşandığı mahalleler, mü’min bahçeleridir. Bu bahçelerin hudutlarını mü’minler kendi elleri ile korumaktadırlar. Bu bahçelere dadanan iman hırsızlarına karşı teyakkuz halindedirler. Bilirler ki çocuklarının imanlarını çalmak için birçok hırsız bu bahçelerden içeriye girmek isteyecektir. İşte bunun için Kur’an ve Sünnet ile takvayı kuşanmak gerekmektedir. Silahımız takva, mermilerimiz sabırdır. Bu bahçelerin içindeki evler Allah’ı hamd eden ve birleyen özel evlerdir. Bu evlerin kapıları besmele ile kilitlenir ve yine besmele ile açılır. Anne ve babalar özel ders öğretmenidirler. Büyük bir sınava çocuklarını hazırlarlar. O öyle bir sınav ki geçilmesi halinde yüzde sürekli bir nura, kalınması durumda ise yüzü kopkoyu bir karanlığa bürür. Şeytanlara ve şeytanlaşmış insanlara neslimizi kaptırmamak için her Müslümana büyük bir sorumluluk düşmektedir.

Rabbimizden duamız: 

Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler.”[4]


[1]Nuh, 26-27

[2]Kıyamet, 20-21

[3]Yunus, 7

[4]Bakara, 201