Nebevi Aile – Halime Yılmaz / 2024 Nisan / 137. Sayı
Hep Allah’ın bizden razı olmasını istiyor, O’nun rızasına ermek için O’nun razı olduğu ameller işlemeye çalışıyoruz. Ama O, rızasını almamızı istediği kadar O’ndan razı olmamızı da istiyor. O zaman rıza, iki türlüdür diyebiliriz.
1. Allah’ın kulundan razı olması
2. Kulun Allah’tan razı olması
1. Allah, kulundan razı olursa kul ne elde eder? Bu dünya ve ahirette elde edebileceği en büyük hayrı elde etmiş olur. O’nun rızasını kazanan, neyi kaybeder? O’nun rızasını kaybeden neyi kazanabilir ki? Allah’ın rızasını kazanmak, cenneti kazanmaktan evladır. Çünkü Allah, O’nun rızasını kazananı cehennemde yakar mı? O yüzden O’nun rızası için birbirimizden isteklerde bulunuyor, O’nun rızası için gece gündüz amel işlemeye çalışıyoruz. Allah, bir kulundan razı oldu mu o kulun sırtı yere gelmez. Velev ki o kul, dünyadayken zahiren fakir ve değersiz görünsün. Allah ondan razı olduktan sonra dünya o kulun karşısında olsa kimse onun değerini düşüremez. Dünyaya gelişimizin asıl gayesi, O’nu razı etmektir.
“Kim insanların gücenmesini göze alarak Allah’ın rızasını gözetirse, insanlardan gelen sıkıntılara karşı Allah ona yeter. Kim de Allah’ın gücenmesini göze alarak (Allah gücense bile) insanların rızasını gözetirse Allah, onu insanlara bırakır.”[1]
“Yaratılmışları razı etmek için yaratılmadık.” sözü bu anlamda oldukça manidardır. Allah’ın razı olduğu kimseler, kurtuluşa erenler güruhundandır. Peki, bir Müslümanın hayatının asıl gayesi olması gereken Allah’ı razı etmek, hangi amellerde daha yoğunluktadır? Bunun cevabını Kur’an’daki ayetlerden bulabiliriz. Allah’ın razı olduğu ameller hangileridir? Bunları maddeler halinde sıralayalım ki daha akılda kalıcı olsun:
A- İman Edip ve Salih Amel İşlemek
“İman edip salih ameller işleyenler ise yaratılmışların hayırlısıdır. Onların Rableri katındaki mükâfatları, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan. Bu mükâfat, Rabbinden korkup kalpleri O’nun saygısıyla ürperenler içindir.” (Beyyine, 7-8)
İman edip salih amel işleyenler yaratılmışların en hayırlısıdır. Hatta meleklerden bile hayırlıdırlar. Çünkü meleklere irade verilmemiştir. İman sahibi insan ise kendisine irade verilmesine rağmen küfür ve kötü ameli değil de iman ve salih ameli tercih etmiştir. İbn Hâtim’in bildirdiğine göre Ebu Hureyre şöyle demiştir: “Meleklerin Allah katındaki yeri ve konumuna şaşırıyor musunuz? Canım elimde olana yemin olsun ki kıyamet gününde mümin kulun Allah katındaki yeri ve konumu meleklerinkinden daha üstün olacaktır. İsterseniz bu konuda ‘İman edip salih ameller işleyenler ise yaratılmışların hayırlısıdır.’ ayetini okuyun.”[2]
İbn Merdûye, Hz. Aişe’den bildirir: “Ya Rasûlallah! Allah katında yaratılmışların en değerlisi kimdir?” diye sorduğumda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey Aişe! ‘İman edip salih ameller işleyenler ise yaratılmışların hayırlısıdır’ ayetini okumuyor musun?” karşılığını verdi.
İman edip salih amel işleyenleri bekleyen ilk mükafat, içinden asla çıkmayacakları, ebedi olarak kalacakları Adn cennetlerinin varisi olmalarıdır. Mükafatlar, küçükten büyüğe sıralanmış gibi art arda gelecektir. O değerli kullara, yaptıkları iyi işlerden dolayı mükafat üstüne mükafat verilecektir. İçinde ebedi kalınacak olan ve nimetlerle dolu, mümin kulu razı edebilecek her şeyi ihtiva eden bir cennetten daha fazla ne verilebilir ki demeyin. Onun üstünde ondan daha büyük bir nimet vardır ki o da herkesin nail olamayacağı Allah’ın rızasıdır. “Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, ebedî olarak kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde çok güzel meskenler vadetti. Allah’ın rızası ise, bunların hepsinden daha büyüktür. İşte bu büyük başarıdır.” (Tevbe, 72) Allah onlardan razı olmuştur. Düşünsenize! Sizin defteriniz okunmuş ve üzerine bu söz damga vurulmuş. İman edenler için ne büyük bir şeref! Allah bizlere de nasip etsin. Ama sadece, Allah onlardan değil onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşin bu boyutuna ikinci maddede değineceğim inşallah. Peki bu mükafatlar, her iman edip salih amel işleyeni kapsıyor mu? Hayır! Sadece “Bu mükâfat, Rabbinden korkup kalpleri O’nun saygısıyla ürperenler içindir.” Yani Allah’tan hakkıyla haşyet duyup O’na göre ihlasla amel işleyen, günahlardan O’ndan korkarak uzak duran iman ve salih amel sahipleri içindir bu üstün mükafatlar.
B- Doğru ve Sadıklardan Olmak
Allah’ı razı edenlerin iman ve salih amelden sonraki en önemli özelliklerindendir. “Allah, şöyle diyecek: ‘Bugün, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.” (Maide, 119)
Doğru olanlara, doğru oldukları için diğer insanlar tarafından cezalandırılanlara, dünya hayatında olmasa da müminlerin yakinen inandıkları ahiret gününde doğruluklarının faydası fazlasıyla verilecektir. Sonsuz nimetlerle dolu bir cennet ve bunun da üstünde hiçbir nimetle kıyaslanamayacak olan Allah’ın rızası. O yüzden doğru olmaya çalışırken hep kösteklenen müminler, doğruluktan ve kendisi gibi dışlanan doğru Müslümanlarla beraberlikten ayrılmamalıdırlar. Kendisi sebebiyle eziyete uğradıkları doğruluğun karşılığını fazlasıyla ahirette alacaklardır.
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe, 119)
C- Hayra Öncülük Etmek ve İlk Fedakarlardan Olmak
Allah’ı razı edenlerin bir diğer özelliği hayra öncülük etmek ve hayır yolunda, elini taşın altına koyanların ilki olmaktır. Bunu en güzel, asrı saadetteki sahabeler yaptılar ve Allah’ın rızasına erdiler. Onların yolunu takip edip hayra öncülük edenler de Allah’ın rızasına ereceklerdir. “İslâm’ı ilk önce kabul eden Muhacirler ve Ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.” (Tevbe, 100)
Hayra öncülük etmek, en zor işlerdendir. Çünkü hem fedakârlık ister ki nefis bundan hoşlanmaz. Hem de sonunun nereye gideceğini bilmediğin bir macera seni bekler. Bu işi daha önce tecrübe eden yoktur ki sana yol göstersin. Daha önce gidilmiş bir yol değildir ki sonuçları kestirilsin. İnsanlar belirsizlikten hoşlanmazken böylesine hiç denenmemiş bir yola ne için girerler? Allah’ın rızası söz konusu olunca sadık bir mümini bu belirsizlikler ve sürprizlerle dolu yoldan kimse alıkoyamaz. Bu yol, çoğu kişinin cesaret edemeyeceği bir yol olduğundan dolayı ecri de büyüktür. Hayra vesile olan, yaşasa da ölse de o hayrı onun vesilesiyle her yapanın ecrine ortak olacaktır. Ne büyük bir mükafat! Bedir ehlinden ve Ensar’dan olan Ebû Mesut Ukbe İbni Amr radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir iyiliğe öncülük eden kimseye o iyiliği yapanın ecri gibi sevap vardır.”[3]
D- Allah ve Rasûlüne Düşman Olana Akraba da Olsa Dost Olmamak
Dikkat edin! Allah’ın rızasına giden yollar, zorluklarla dolu. Akraba da olsa Allah ve Rasûlüne düşmanlık edene dost olmamak her yiğidin harcı değildir. Bu, hayatın ölçüsünün Allah ve Rasûlü olması anlamına gelmektedir. Yani hayatın her alanında kişinin tek süzgecinin İslam olduğu manasına gelir ki bu, şu ahir zamanda elde kor ateş tutmak kadar zordur. Ama karşılığı da bir o kadar büyük; cennet ve Allah’ın rızası! Daha ne olsun!
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir topluluğun, Allah’a ve peygamberine düşmanlık eden kimseleri -babaları, oğulları, kardeşleri yahut diğer akrabaları da olsa- sevdiklerini göremezsin. İşte Allah bu müminlerin kalplerine imanı yazmış ve onları katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları -orada ebedî kalmak üzere- altından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın hizbidir; iyi bilinmeli ki kurtuluşa erecek olanlar da Allah’ın hizbi olacaktır.” (Mücadele, 22)
Allah’ın razı olduğu güruhlardan bahsederken Rabbimiz, onların başarıya erip kurtuluşa erdiklerini buyuruyor. Yani asıl başarı ve kurtuluş şu dünya hayatını Allah’ı razı ederek bitirebilmektir. Allah’ı razı etme yolları sadece bunlar değil ama en önemlilerinden bazılarını saymış olduk.
2. Şimdi gelelim Allah’tan razı olanlara. Bu da en az Allah’ı razı etmek kadar önemlidir. Çünkü kişi, Allah’ı razı ettiği kadar Allah’tan razı olur. Peki Allah’tan razı olmak ne demektir? O’nun Rabliğinden, gönderdiği dinden ve peygamberden, yazdığı kaderinden, kendisine biçtiği rızkından (ki buna mal, evlat, eş ve her türlü dünyevi nimet girer) razı olmak demektir. Beyyine Sûresi 8. Ayetin sonunda ve diğer mezkûr ayetlerde geçtiğine göre Allah’tan razı olmanın şartları, Allah’ın kulundan razı olmasının şartlarıyla aynıdır. Yani kul, öncelikle Allah’tan razı olmak istiyorsa iman, salih amel, doğruluk, hayra öncülük etmek, Allah ve Rasûlü’ne düşman olanlar akraba da olsa dost edinmemek özelliklerine sahip olmalıdır. Aslında bu ayetlerde kastedilen ‘O’ndan razı olmak’tan kasıt, Allah’ın kendilerine verdiği nimetlerden ve vereceği mükafat ve sevabından dolayı razı olmaktır. Ama sadece bununla sınırlı değildir. Yukarıda zikrettiğimiz ve daha razı olunacak birçok konu buna dahildir Allahu alem. Allah’tan razı olmakla ilgili iki hadis vermek istiyorum:
Sevbân radıyallahu anh’dan rivayete göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Her kim akşam olduğunda: Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Peygamber olarak Muhammed’den hoşnutum ben, salat ve selam ona olsun” derse bu kimseyi memnun etmesi Allah üzerine bir hak olur.”[4]
“Kim ‘Allah’ı Rab, İslam’ı din, Muhammed’i peygamber olarak kabul ettim.’ derse cennet ona vacip olur/cennete girmeyi hak eder.”[5]
Allah’tan, O’nun dininden, peygamberinden, kaderinden, kitabından, rızkından razı olanı Allah memnun edecek ve o kişi cennete girecektir. Allah ve Rasûlü’nden razı olmak demek, Allah’ın şeriatına boyun eğmek ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i örnek almaktır. Dinden razı olmak demek, İslam’ın hükümlerini hayatın her alanında uygulamak demektir. Biz bu zikri Peygamber’in tavsiyesiyle sabah akşam yaparak kıyamet günü razı olanlardan olmayı umuyoruz.
Allah’tan razı olmak, kanaatkarlık ve tok gözlülük konusunu da kapsar. Çünkü Allah’tan razı olan kişi, O’nun verdiklerine de razıdır; dolayısıyla kanaatkardır ve elindekiyle yetinmesini bilir. Elindekiyle yetinmek, en büyük servettir. Abdullah bin Amr radıyallahu anhuma’dan rivayetle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Müslüman olan, yeterli geçime sahip kılınan ve Allah’ın kendisine verdiklerine kanaat etmesini bilen kurtulmuştur.”[6]
Dikkat edin! Allah’tan razı olan da O’nu razı eden de kurtuluşa ermekle müjdeleniyor. Bu kurtuluş, iki cihanda da geçerlidir. Dünyada kanaatkarlık, kişiye izzet verirken ahirette azaptan kurtarır. Buhari ve Müslim’in Hâkim bin Hızam radıyallahu anh’dan naklettiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kendine hâkim olmaya çalışanı Allah onurlu bir şekilde yaşatır. Başkalarına ihtiyaç duymayan kişiyi de Allah muhtaç olmaktan kurtarır.”[7]
Ebu Hâzim de şöyle demiştir: “Şu üç şey kimde bulunursa aklı olgun hale gelmiştir: Nefsini tanımak, dilini korumak ve Allah’ın verdiğine kanaat etmek”[8] Allah’tan razı olmak, modern çağın depresyon, travma, kaygı bozuklukları gibi hastalıklarına karşı da önleyici ve koruyucu niteliktedir kanaatindeyim Allahu a’lem. Zira bu hastalıkların sebeplerinden biri de geçmişte olanlara ve gelecekte olacaklara dair duyulan korku ve kaygılardır. Bunlara karşı Allah’ın kaderinde olduğuna duyulan inanç insanı çok rahatlatmakta ve tevekkülle birleşen bir rıza, bu gibi hastalıkları hafifletmekte yarar sağlayacaktır. Kronik mutsuzluk olarak kısaltabileceğimiz depresyona karşı da Allah’tan razı olmak; elinde olan nimetleri insana hatırlatıcı olması yönüyle yeniden mutlu olmanın yollarını göstermede faydalı olacaktır. Bununla birlikte “Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Peygamber olarak Muhammed’den hoşnutum.” zikrini sabah akşam yapmayı ihmal etmemek gerekir. Zira “Söz sihirdir.”[9] hadisinde buyrulduğu gibi özellikle insanın bizzat kendi ağzıyla söylediklerini kulağının sabah akşam duymasının çok büyük bir tesiri vardır. Çünkü insan, kendi söylediğine en çok kendi inanır. Bu söz, devamlı söylendiğinde ve uygulandığında kalbe iner. Kalpten bedenin uzuvları etkilenir ve istem dışı amellere sirayet eder. Bizim de istediğimiz; salih amellerin ihlasla yapılması ve bunun eksikliğinin hissedilmesi değil midir? O kişi artık istese de istemese de Allah’tan ve O’ndan gelenden razı olmaya başlar. Dolayısıyla tedavi olamadığını düşündüğü maddi manevi rahatsızlıklarından sıyrılır. Allah, bizden razı olsun ve bizi de Kendisinden razı kılsın.
[1]. Tirmizi, Zühd, 64
[2]. Ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîr bi’l-Me’sûr, Celaleddin es-Suyûtî, cilt: 15, Beyyine Suresi 8. Ayet Tefsiri
[3]. Müslim, İmâre 133; Ebû Dâvûd, Edeb 115; Tirmizi, İlim 14
[4]. Tirmizi, Dua Bölümleri, Bölüm: 13
[5]. Hâkim, 1/518
[6]. Müslim, Zekât, 125; Tirmizi, Zühd, 35
[7]. Minhâcü’l-Kâsıdîn ve Müfîdü’s-Sâdikîn, İbnü’l-Cevzî, cilt: 2, Hırs ve Tamahkarlığın Kınanması Babı
[8]. Minhâcü’l-Kâsıdîn ve Müfîdü’s-Sâdikîn, İbnü’l-Cevzî, cilt: 2, Hırs ve Tamahkarlığın Kınanması Babı
[9]. Tirmizi Birr; Ebû Dâvûd, Edeb