Hadis İnkârını İlk Kimler Başlattı ve Nasıl Başladı?

Kapak Dosya – Cihad Ülkü / 2025 Haziran / 151. Sayı

Gerek İmran b. Husayn’ın Basra’ya yerleşen ilk sahâbe olması konusundaki rivayetler, gerekse aşağıda nakledeceğimiz hadisenin kahramanı olan Mutarrifin Basralı olması, sünnet konusundaki bu menfi tavrın, Mutezile ekolünden geldiği yolunda önemli ipuçları vermektedir (Hz. Ömer’in İmran’ı insanlara fıkıh öğretmesi için Basraya gönderdiği rivayet edilir.)[1]

İmran’a itiraz eden kişinin şefaat konusunda rahatsız olduğu ve Mutezilenin Hz. Peygamber’in ahirette günahkâr müminlere şefaatini inkâr etmeleri ve Mutezilenin vaad ve vaid görüşüne aykırı olduğundan şefaati kabul etmemelerinden kaynaklanmaktadır.[2]

Mutezile ekolünün ilk merkezinin Basra olduğu kaynakların ittifak halinde naklettiği bir husustur.[3]

Mutezile’nin imamı sayılan Vasıl b. Atâ, Hasan-ı Basri’nin talebesi iken büyük günah işleyenlerin durumu hakkında görüş ayrılığı sebebiyle onun meclisini terk etmiş, bunun üzerine Hasan-ı Basri; “Vasıl bizden îtizal etti (ayrıldı)” dedi. Bu olaydan sonra Vasıl’ın görüşlerini takip edenler Mutezile adı ile anıldı.[4]

Tabiinden olan Ebu’l-Esved ed-Duâli de Basra’ya geldiği zaman Mutezilenin kader hakkındaki münakaşalarından rahatsız olmuş ve karşılaştığı bu durumdan dolayı İmran b. Husayn’a dert yanmıştır.[5]

El-Âcurri’nin Eş-Şeria’sında, Kemâlu’d-Din El-Beyâdî’nin İşârâtu’l-Merâmında ve daha birçok müellifin eserlerinde Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali’nin ve onlardan sonra tabiinin Mutezile (diğer ismi Kaderiyye) ve Hariciler ile yaptıkları münakaşaların uzun uzun nakledildiğini görmekteyiz. Bu konuda bir örnek şudur: Adamın biri Mutarrıf b. Abdullah b. Şıhhir’e “Bize Kur’an’dan başka bir şeyi bahsetmeyin demiş”. O da bunun üzerine “Vallahi biz Kur’an’ın yerine başka bir şey koymak istemiyoruz. Biz Kur’an’ı bizden daha iyi bilenin (sünnetini) istiyoruz.”[6]

Mevdudi şöyle der: “Hicri 13. asra girdikten sonra sünnetin teşride delil olmayacağı fitnesi yeniden baş gösterdi. Hadis inkarının ilk doğuşu Irak’tır. Fakat olgunlaşması Hindistan’da gerçekleşmiştir. Hindistan’da bu fitneyi ilk başlatan Seyyid Ahmet Han ve Mevlevi Cirağ Ali’dir. Bu fitnenin ilerlemesini sağlayan ise Mevlevi Abdullah Çekrâlevî olmuştur. Sonra bunlardan bu bayrağı Mevlevi Ahmedu’d-Din Emir Tusrî almıştır ve böylece sapıklık denizinin sahiline ulaşmıştır.”[7]

Tarihte ilk hadis inkârcılığı fitnesi hicri ikinci asrın sonlarına doğru ortaya çıktı. Bunu ortaya çıkaranlar Hariciler ve Mutezile idi. Hariciler böyle bir şeye gerek duydular, zira İslam toplumunda anarşiyi engelleyen, belli bir düzen içerisinde sürmesini sağlayan Rasûlullah’ın sünneti idi. Mutezile de buna ihtiyaç duydu, zira Yunan felsefesi ile akıllarında oluşan sorunları bu yolla çözmeyi aklın gereği olarak görüyorlardı. Ehl-i beyt mensuplarının dışındaki sahabeden hadis almayı inkâr eden Şia’yı zaten değerlendirmeye gerek bile yok. Bu fitnenin amacı da tekniği de aynıydı. Onların amacı Kur’an-ı Kerim’i, onu getirenin sözü ve pratik açıklamalarından soyutlayarak mücerret bir kitap haline getirmek ve bu sayede ayetleri gelişi güzel tevil etmektir. Bunu yaparken de iki şeyi gerçekleştirmeye çabalıyorlardı. Birincisi hadis-i şeriflerin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e aidiyite konusunda kuşku uyandırmak. İkincisi de ona ait olsa bile hadislere uyma mecburiyetinin olmadığı inancını yaymaktır. Nitekim günümüzde de aynısını yapmıyorlar mı? 

Hicri ikinci asırda ortaya çıkan ve aynı dönemde sönen bu fitne asırlar boyunca uykuya dalmış, gündemden düşmüştür. Ancak İngilizlerin Mısır ve Hindistan’ı işgalleri ile birlikte bu fitne tekrar uyandırılmıştır. Bu fitneyi uyandıranların yeni dönemdeki öncüleri Mısır’da önceden mason olan Muhammed Abduh ve sonrasında da Ebu Reyye’dir. Hindistan’da ise Mirza Gulam Ahmet ve avaneleridir. Mısır’da Muhammed Abduh “Kur’an dışındaki bütün kaynaklar İslam’ı anlamanın önündeki engeldir.” dediğinde bu sese Hindistan’dan Mirza Gulam Ahmet “Hadislerin herhangi bir teşri değeri yoktur.” diyerek karşılık verdi. 

İngilizler geçen asırda Hindistan’ın işgalleri sırasında kendisine karşı şahlanan cihad ruhunu yıkmak için silahlı cihadı reddeden bir âlimler grubu kurdular ve bu grup işe cihad ile ilgili hadisleri red ile başladı. Bu ekolün adı Kâdiyaniliktir. Hindistan’da bütün hadisleri reddeden ve kendilerine Kur’an ehli diyen bir grup ortaya çıkmış ve çok sayıda eserler yazmıştır.[8]

İmam Şafiî şöyle diyor: “Birinin ‘Sadece Kur’an da bulduklarımız ile yetinir ve sadece onlar uygulanır.’ dediği varsayılırsa o kişi icma-i ümmet ile kâfir olur, küfre girmiş olur. Çünkü bir kişinin güneşin doğumundan batımına kadar bir, fecirde de bir rekâttan (namazdan) başkası ile sorumlu değildir. Çünkü namazı belirleyen asgari özellik budur, bundan fazlası değildir. Bundan dolayı kâfir ve müşrikler için canı ve malı helal kılınmış hükmü verilmiştir. Sünnet hakkında böyle bir uygulama ise ümmetin kâfir olduklarına icma ettikleri birtakım Rafıziler tarafından öngörülmüştür. İmam Suyûtî ise konu ile ilgili bir değerlendirmesinde Rafızilerin Kur’an ile yetinip sünneti kabul etmeyen aşırı kesimi nübüvvetin Hz. Ali’de olduğuna inanır. Cebrail’in ise Rasûlullah’a nübüvveti bildirişini bir yanlışlık olarak değerlendirir.”[9]

Şeyh El-Hudarî şöyle der: “Hicri ikinci yüzyıla varmadan sünnet, İslam hukukunun kaynaklarından olup olmadığı hususunda bir sınav geçirdi. Tevatür yolu ile değil, ahad yolu ile gelen haberlerin delil olarak inkâr edilişi ve Kur’an’da belirtilen hükümleri açıklayıcı ve destekleyici olması dışında özel bir hüküm bildirmesi durumunda kabul edilmeyişi gibi bir engelle karşılaştı. Bildiğimiz kadarıyla bu anlayışta olan mezheplere ilk olarak İmam Şafiî karşı çıkmıştır. İmam Şafiî El-Umm isimli kitabında bunun için özel bir bölüm ayırmıştır. Bu bölümde İmam Şafiî hiçbir rivayeti kabul etmeyen birisiyle diyalog şeklinde tartışmıştır. Aynı doğrultuda Er-Risale adlı eserinde haberi ahadın delil olduğunu açıklayıcı uzun bir bölümde yer vermiştir. İmam Şafiî döneminde bu hadis inkârcısının Basralıların içinde olan kelamcılardan Mutezililerden biri olduğu kanaatinin ağır olduğunu söylemektedir.[10]

Sünneti inkâr fitnesinin ilk hicri 3. asırda sönmesine rağmen aradan yaklaşık 10 asır geçmesine rağmen Hicri 13. asırda oryantalistlerin, gayelerine uygun olarak bu konuyu gündeme getirmeleri üzerine İslam dünyası yeniden alevlendi. Bu defa ilk olarak İngilizlerin işgali altında bulunan Hindistan’da kendini gösterdi. Burada hadis inkârcılığı öncülüğünü oryantalist Sprafer’in arkadaşı ve Kadıyânilik’in öncülerinden Seyyid Ahmet Han yaptı.[11]

Oryantalistlerin Sünnete Bakışı

İspanyol kardinal Segovia’lı John (1458) şöyle der: “İslam savaşla değil, fikirle yıkılır.” 

İslam tarihini konu edinen oryantalizmin ilk temelleri 1600’lü yıllarda hayata geçirilmeye başlamıştır. Avrupa’da eserler basılmış, gramerler, sözlükler ve temel metinler neşredilmeye başlamıştır. İslam Ansiklopedisi’nin ilk taslağı kabul edilen “Bibliothe Que Oriantale”nin ilk baskısı 1697’de yapıldı. 17. yüzyılda Oxford Üniversitesi İslam Araştırmaları Kürsüsünün ilk başkanı İngiliz Edward Pococke (ö.1691), Specimen Historiae Arabum adlı eserinde İslam dini, tarih ve düşüncesi hakkında ulaşabildiği metinleri bir araya getirmişti. Onun takipçisi George Sale (ö.1736) ise Kur’an’ın ilk tam İngilizce tercümesini gerçekleştirmişti. 17 ve 18. yüzyılda temelleri atılan bu islamiyat çalışmaları 19. yüzyılda büyük bir patlama yaşadı. Bu dönemde batı üniversitelerinde islamiyat kürsüleri kuruldu. On binlerce kitap ve makale yazılmakta, birçok dergi yayımlanmakta, mastır ve doktora tezleri yapılmaktaydı.[12]

Silvestre de Sacy (ö.1838), Karl Pfender (ö.1865), E. W. Lane (ö.1876), Ernest Renan (ö.1892), William Muir (ö.1905), isimleri geçen oryantalistlerin bulunduğu dönem 20. yüzyıl oryantalizmin güçlendiği ve muazzam bir islam literatürü meydana getirdiği bir dönem olmuştur. Nitekim 1800-1950 yılları arasında Avrupa ve Amerika’da İslam hakkında 60.000 üzerinde yayın yapıldığı tahmin edilmektedir.[13]

Ignaz Goldziher (ö.1720), Snoück Hurgronje (ö.1936), Dawid Samuel Margoliouth (ö.1940), Duncan Black Macdonald (ö.1943), Löis Massignon (ö.1962), Joseph Sehacht (ö.1969), Hury Corbin (ö.1978) Hamilton A. R. Gibb (ö.1971) gibi isimler klasik oryantalizmi yeni ufuklara taşımış ve modern akademik İslam araştırmalarının temelini atmışlardır. Nitekim bu dönemde oryantalistler Vâkıdî’nin Megazisini, İbn-i Sa’d’ın Tabakâtını, Taberi ve İbnu’l-Esîr’in tarihlerini, Eş’arinin Mâkâlâtu’l-İslamiyyini, Zemahşerinin Keşşâfını, Sem’ânî’nin Ensâbını, İbni Hacer’in el-İsâbesini, İbni Haldun’un Mukaddimesini, Firdevsî’nin Şahnamesi gibi klasik eserleri yayınlamışlardır.[14] Bu dönemde İslam tarihi, tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf konularında birçok kitap kaleme almışlardı. 

Oryantalistler, İslam araştırmalarında Hristiyanlaştırma, ilmi, ticari, siyasi ve sömürgecilik gibi farklı amaçlar taşımaktaydılar. Cambridge Üniversitesi yönetim kurulunun Arap dili kürsüsü kurucusu şöyle diyor: “Asıl amacımız doğu ülkeleri ile olan ticaretimiz aracılığı ile krala ve devlete yararlı bir hizmet sunmak, kilisenin sınırlarını genişletmek ve şu anda karanlıklar içinde yaşayan insanları Hristiyanlığa davet etmek suretiyle Allah’ın şanını yüceltmektir.[15]

Yöntemleri: Oryantalistler hadislerin çıkış tarihini tespit için “metin esaslı”, “kaynak esaslı”, “isnat esaslı”, “metin ve isnat esaslı” ve diğer kriterler esaslı olmak üzere farklı yöntemler kullanmaktadırlar.[16]

Metin Esaslı Yöntemi, en çok Macar asıllı Yahudi olan İgnaz Goldziher esas almış ve isnatların çoğunlukla uydurma olduğunu savunmuştur. Hadislerin birçoğunu Emeviler ve Abbasiler ile ehli hadis ve ehli rey gibi ilmi gruplaşmalar neticesinde uydurulduğunu söylemiştir.[17]

İsnat Esaslı Yöntemi: Joseph Schacht, Juynboll şöyle derler: “Hadislerin isnatlarına rastgele raviler konulmuş tek sahâbe ve tek raviden gelen hadisler tabiinden sonra müşterek raviler hadisleri uydurmuştur.” Böylelikle savunulabilecek birkaç yüz hadis bulunmaktadır. Onlar raviyi tespit etmek suretiyle hadislerin tarihini belirleyeceğini söylediler.

Kaynak Esaslı Yöntem: Joseph Schacht ve Juynboll şöyle derler: “Hadisin belli bir dönemde olup olmadığını ispatlamanın en iyi yolu, şayet mevcut olsaydı hadisi müracaatı zorunlu kılacak bir tartışmada hukuki bir delil olarak kullanılmadığını ispatlamaktadır.” Onlara göre hadisler hicri 2. yüzyılın ilk yıllarında ortaya çıkmıştır. 


[1]. İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe.

[2]. İbn-i Hacer el-Askalânî, Tehzîbü’t-Tehzîb; Ebü’l-Hasan el-Eş’arî, El-İbâne; Şehristânî, El-Milel ve’n-Nihal.

[3]. Ebü’l-Hüseyin el-Malatî, Et-Tenbîh ve’r-Red.

[4]. Ebü’l-Hüseyin el-Malatî, Et-Tenbîh ve’r-Red.

[5]. El-Âcurrî, eş-Şerîa.

[6]. Ebu Hayseme Züheyr İbn-i Harb, Kitabu’l-İlm; İbn-i Abdülber en-Nemerî, Câmi’u Beyâni’l-İlmi.

[7]. Ebu’l-A’lâ el-Mevdudî, Sünnetin Anayasal Konumu.

[8]. Mustafa Kasadar.

[9]. İbn-i Abdülber en-Nemerî, Câmi’u Beyâni’l-İlmi.

[10]. Muhammed el-Hudarî, Târîhu Teşrîi’l-İslâm, s. 198.

[11]. İrfan Vakfı, Sünnet Karşıtlarına Reddiyeler.

[12]. Necîb el-Akîkî, el-Müsteşrikûn; İslam ve Batı; Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarihi.

[13]. Edward W. Said, Oryantalizm.

[14]. M.Hamdi Zakzûk, Oryantalizm, 55-56.

[15]. Edward W. Said, Oryantalizm.

[16]. Harald Motzki, İsnad Analiz Yöntemleri.

[17]. Ignaz Goldziher, Muslim Studies.