Şeriat-I Garrâ’nın Gayesi

Başyazı – Hasan Karakaya / 2012 Aralık  / 1. Sayı

 İslâm şeriatının temel gayesi, insanların huzur ve saadetlerini sağlamak, onları ilahi rahmet ve nimetlere ulaştırmaktır. Nitekim yüce Mevla şöyle buyurmuştur. “Ey Muhammed! Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik”;(1) “Ey iman edenler! Size, Rabbinizden bir öğüt gelmiştir. O, kalplerdeki hastalıklar için bir şifa, iman edenler için bir hidayet ve rahmettir.”(2)

İslam nizamının hedeflediği bu yüce gaye, İslam hukukunun insanların menfaat ve maslahatlarını göz önünde bulundurmasını gerekli kılmıştır. Bu menfaatler, gerçekleşmeleri zaruri olan maslahatlar, ister bulunmalarına ihtiyaç hissedilen maslahatlar, isterse bulunmaları güzel olan maslahatlar olsunlar. Yine bu gayeden dolayı İslam hukukunun, çok zaruri olmadıkça her zaman kolaylıkları zorluklara tercih ettiğini, ancak yeryüzünden fesadı kaldırma mecburiyetinden dolayı cihad gibi zor bir yükümlülüğü farz kıldığını görürüz.

İslam hukuku, insanları ilahi merhametten payidar etmek için şu üç yolu takip etmiştir:

– Fertleri arındırmak

– Adaleti sağlamak

– Kişilerin gerçek menfaatlerini tahakkuk ettirmek

A. Fertleri Arındırmak

İslam, toplumun küçük birimi olan fertleri, gelişi güzel yetiştirmeye terk etmemiş, onların daha küçükken kendilerine ve çevrelerindeki insanlara zarar verecek huy ve adetlere esir olmalarını serbest bırakmamış, aksine onları, adeta kirlerden yıkarcasına manevi hastalık ve mikroplardan arındırma yolunu izlemiştir. İslam’ın farz kıldığı ibadetler bu hedefi gerçekleştirmek içindir. Mesela, kulun günde beş vakit Rabbinin huzurunda kemali tazim ile durması ve O’nun gönderdiği nizamın maddeleri mahiyetinde olan Kur’an-ı okuyarak namaz kılması, onun kalbinden kendisi gibi aciz kullara kin beslemeyi giderir, onu hayasızlık ve kötülüklerden uzaklaştırır. Bakarsın ki, insanlara karşı güler yüzlü, hoş görülü, muamelesinde kendisinde kolayca anlaşılan biri olur. “…Şüphesiz ki namaz; insanı fuhuş ve kötü şeylerden alıkoyar…”(3) Müminin bu halini idrak edemeyen akılsızlar ise, onun ahmak, hatta korkak olduğunu sanırlar. Kâfirlerin zulmünü önlemek için cihad edip can verdiğini unutuverirler.

Orucun, fakirlerin halini anlamayı, haccın organize olmayı, zekâtın zengin ve fakir arasındaki dayanışmayı sağladığı ve böylece ferdi, toplum için bir şer aracı değil, hayır vasıtası kıldıkları nasıl inkâr edilebilir.

B. Adaleti Sağlamak

İslam hukuku, adaletin sağlanmasına büyük bir önem vermiş, düşmana karşı dahi insaf ölçülerinin aşılmamasını emretmiştir. “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olun. Bir kavme olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun, çünkü o Allah korkmaya daha yakındır.” (4)

İslam’da adalet çok yönlüdür. Yargılarda adalet, idarede adalet, şahitlikte adalet, ilişki ve muamelatlarda adalet, kanun önünde adalet, sosyal dengeyi sağlamada adalet, hakkını alırken adalet, şahsi davranışlarda adalet vs.

İslam’da kişi insanın kendisine nasıl davranmasını isterse, onunda onlara karşı öyle davranmasını esas alır.

İslam’da fakir ve zengin hukuk önünde fiilen eşittir. Onda tarafgirliklere, adam kayırmalara, iltimas geçmelere mahal yoktur. “Şayet Muhammed (s.a.v)’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı onun da elini keserdim”(5) esasına dayanmaktadır.

Bu ilahi nizamda sınıf diye bir ayrım yoktur. Haksız kuvvetli zayıftır, ta kendisinden hak alınıncaya kadar. Haklı zayıf güçlüdür, ta hakkını alıncaya kadar prensibini esas almıştır. İnsanlar arasında renk ve ırk farkı yoktur. Çünkü hepsinin atası Adem, anneleride Havva’dır. Adem ise topraktan yaratılmıştır: “Hepiniz Adem’densiniz. Adem de topraktandır. Arabın Arap olmayana hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak Allah’tan korkmadadır…”(6)

Evet, İslam’da lord-avam ayrımı, kast efsanesi, asker sivil farklılığı, zengin fakir sınıflandırması yoktur. Zira bu herkesin yaratıcısı ve terbiye edicisi yüce Allah’ın nizamıdır. İnsanların hepsi insan olmaları itibariyle şerefli sayılmıştır. “Şüphesiz ki biz, Âdemoğlunu şerefli kıldık. Karada ve denizde taşıdık, temiz şeylerle rızıklandırdık, onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün tuttuk.”(7) Allah nizamı olan İslam, kimseye zulmetmemek için herkesin yaptığının karşılığını görmesini beyan etmiş, hiçbir kimseyi başkasının suçundan dolayı hesaba çekmemiştir. “Kim zerre kadar iyilik yaparsa onun karşılığını görür. Kim de zerre kadar kötülük yaparsa o da onun karşılığını görür.”(8)

Allah Teala, hakları yükümlüler nispetinde belirleyerek adaleti hassas bir şekilde tesis etmiş ve kimseye hak etmediği yükü yüklememiş ve kimsenin de hakkını eksiltmemiştir. Mesela, kadınların yükümlülüklerini haklarına denk kılmış, kölelerin bölünebilen cezalarını hürlerin yarısına indirmiştir. Çünkü toplumda kölenin hakkı hürlerden daha kısıtlıdır. Şu ayeti kerimeyi okuyup anlayan insaflı insan, İslam’ın adaleti tesise ne kadar ehemmiyet verdiğini çok iyi idrak edecektir. “Şüphesiz ki Allah, adaletli davranmayı, iyilikte bulunmayı ve akrabaya vermeyi emreder. Hayâsızlığı, kötülüğü ve haksızlığı yasaklar.”(9)

C. Kulların Menfaatini Gözetme

İslam’ın bütün hükümleri, muhatabı olan insanların hakiki menfaat ve maslahatlarını gerçekleştirmekte ve görünürde faydalı gibi olsa da zararlı şeyleri bertaraf etmektedir. İslam, gerçekleştirmeyi hedeflediği maslahat ve menfaatlerin, şu beş şeyi muhafaza altına almakta olacağını beyan etmiş ve bunları koymak için bütün tedbirleri almıştır.

Bunlar, din, can, mal, akıl ve nesildir. Çünkü insanın içinde yaşadığı dünya bu beş şeyin varlığı üzerine kuruludur. Bunlar olmadan refah bir hayat düşünmek mümkün değildir.

Rabbimiz, bizleri dinini hakkıyla kavrayan ve amel eden salih kullarından eylesin. 

Enbiya, 107.

Yunus, 57.

Ankebut, 45.

Maide, 8.

Buhari, Fedailu’l-Ashap, Müslim, Hudud, Tirmizi, Hudud, Nesai, Sarik, bab, 5.

Müsned-i İmam Ahmed.

İsra, 70.

Zilzal, 8.

Nahl, 90.