Serbest Köşe – Nedim Bal / 2013 Şubat / 3. Sayı
.Geçen yazımızda Allah’ın yardımı, başarı ve zafer kavramlarının hakikatini incelemeye, ayetler ve hadisler ışığında konuyu izah etmeye çalışmıştık.
Bu yazımızda da Allah’ın yardımı, başarı ve zafer kavramlarının yanlış veya eksik anlaşılmasının İslami cemaatler ve bu cemaatlere mensup olan davetçi kardeşlerimiz üzerindeki olumsuz neticelerinden bahsetmeye çalışacağız.
1. Dava’nın Ve Davetçinin Başarısız Görünmesi
Birçok kimse başarı veya başarısızlığı sayıyla, güçle, elde edilen netice ile ölçülendirdiği için daha önce ortaya konulan hedefler tam anlamıyla gerçekleşmediği zaman ya ‘davaya’ yahut davette bulunan ‘davetçiye’ karşı şüphe ile bakarlar.
Bu durum bir müddet sonra davadan veya davetçiden uzaklaşmalara, kopmalara sebep olur.
2. Acelecilik (Tedricilik Prensibinin Terkedilmesi)
Dine davette peygamberi yöntemin aşamalarını, bu aşamalar esnasında karşılaşılacak zorlukları, davet yolunda gösterilmesi gereken sabır, tahammül ve tevekkülün önemini öğrenmemiş veya öğretilmemiş(!), gerekli ameli ve ahlaki terbiyeden geçmemiş veya geçirilmemiş(!) pek çok davetçi kardeşimiz daha önce belirlenen hedeflerin hemen gerçekleşmesini ve bir an önce sonuç alınmasını beklerler.
Birçok İslami cemaat insanları Allah’a, peygambere, Kur’an’a, İslam’a çağırma ve şirkten de insanları sakındırma gibi son derece büyük gayeler ve iddialarla ortaya çıkmışlardır. İslami cemaatler bu hedeflerini gerçekleştirmek için takip edecekleri usul ve yöntemleri de belirlemişlerdir. Fakat bir müddet sonra hedeflerin gerçekleşmediği veya yapılan gayret ve çalışmalara nispeten gerçekleşen hedefler yeterli görülmeyince daha önce belirlenen usul ve yöntemler bir kenara bırakılıp bir an önce sonuç almak amacıyla kestirme yollara ve yanlış metotlara saparlar.
Bu kardeşlerimiz sadece sonuç üzerinden ‘başarı ve başarısızlık’ değerlendirmesi yaptıkları için asıl başarı ve zaferin usul ve metoda bağlılık olduğunu unuturlar.
Şunu hemen belirtelim ki; davette bağlı kalınması gereken usul ve metottan kastettiğimiz herhangi bir yöntem, herhangi bir usul ve herhangi bir metot değildir. Bu ileride de açıklayacağımız üzere peygamberi davet yöntemi, peygamberi hareket metodudur.
3. Ümitsizlik Ve Uzlete Çekilme
İnsanları Allah’a, peygamberin yoluna, tevhide davet etmek, onları şirkten, tağuttan ve şeytanın yoluna uymaktan sakındırmaya çalışmak uzun ve çileli bir yoldur. Bu yol engellerle, sıkıntılarla, bela ve musibetlerle doludur. Bu yol sabır ve sebat isteyen bir yoldur. Bu yola girmek de, bu yolda azimle ilerlemek de herkesin işi değildir. Ancak imanı ve ihlası kuvvetli davetçiler bu yolda kararlılıkla ilerleyebilirler.
Bazı davetçi kardeşlerimiz bu zorlu yola girip ilerlerken, halkın bu davete icabet etmediğini, umursamadığını, kendilerini hiç değiştirmediklerini görürler. Davet ve nasihatlerinin onlar üzerinde hiçbir etkisi olmadığını görünce bir takım şüphe ve vesveselere kapılırlar.
Bu kardeşlerimiz, davetin gereklerini yapamadıklarını düşünerek bazen kendi nefislerini suçlarlar. Bazen tüm mesuliyet ve sorumlulukları kendi üzerlerinden atarak halkı suçlarlar. Bazen de kendi en yakın dava arkadaşlarını ve çalışmaları suçlarlar.
Bir müddet sonra davetçi kardeşlerimiz; ”Bu halka hiçbir davetin, hiçbir nasihatin faydası yoktur! Bunlar bizi dinlemiyor, bize kulak vermiyorlar! Bunlar düzelmezler! Ben daha ne yapayım ki! Ben kendimden ve ailemden sorumluyum! Kendimi ve ailemi koruyayım bu bana yeter!“ demeye başlarlar.“
Toplumdan, akrabadan, komşudan tamamen ümitlerini keserler. Hâdi olan Allah’ın onları hidayete sevk edeceğine dair hiçbir ümitleri kalmaz. Daha sonrasında ise bu kardeşlerimiz davetten ve davet çalışmalarından ayrılıp bir kenara çekilerek uzlet hayatı yaşamaya başlarlar. İçinde yaşadıkları toplumu kendi halleriyle baş başa bırakırlar.
Bu durum, halkın duyarsızlığına rağmen sabır ve sebatla davetine devam etmenin asıl başarı ve zafer olduğunu bilmemekten, bunun karşılığında kazanacağı cennetin farkında olmamaktan ve bu yolun Peygamberler yolu olduğunu anlayamamaktan kaynaklanır. Yine bu hal, dinin galibiyeti ve Allah’ın hidayeti ile davetçinin başarısının aslında birbirinden çok farklı şeyler olduğunu anlayamamanın bir sonucudur.
Şayet bu davetçi kardeşlerimiz şu ayeti kerimeyi dikkatlice okuyup üzerinde hakkıyla düşünselerdi bu tür zayıflıklar göstermez ve sonuç ne olursa olsun tevhide davetin üzerlerine farz olduğunu anlarlardı.
“İçlerinden bir topluluk: “Allah’ın helak edeceği veyahut şiddetli bir şekilde azap edeceği şu topluluğa niçin öğüt veriyorsunuz?” dedi. (Öğüt verenler) dediler ki; “Rabbimizin katında bir mazeretimiz olsun diye ve sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz).” (Araf, 164)
Zafer ve mağlubiyet Allah’ın takdiridir. Onu dilediğine verir. Bizler zaferden değil zafere giden yolda gereğince mücadele etmekten sorumluyuz.
“Eğer siz (Uhud da) bir acıya uğradınızsa,(Bedirde de) düşmanınız olan o topluluk benzer bir acıya uğramıştır. O günleri (zafer ve mağlubiyeti) biz insanlar arasında döndürür dururuz. Ta ki Allah iman edenleri ortaya çıkarsın ve aramızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.” (Al-i İmran, 140)
“Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.” (Al-i İmran, 126)
Hidayet ve kurtuluş Allah’ın takdiridir. Onu dilediğine verir. Bizler hidayet vermekten değil hidayete vesile olacak davetten sorumluyuz.
“(Ey Muhammed) Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Ancak Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara, 272)
“(Ey Resulüm) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, bilakis Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi o bilir.” (Kasas, 56)
4. Peygamberi (Meşru) Davet Yönteminden Sapmalar
Allah’ın yardımı, başarı ve zafer kavramlarının yanlış veya eksik anlaşılmasının doğurduğu en vahim hatalardan biri de peygamberi davet yönteminin terk edilmesi ve başka batıl yöntemlere sapılmasıdır.
Öncelikle peygamberi davet yönteminden –metodundan- kastettiğimiz şudur:
Peygamberi davet metodu; Allah’u Teâlâ’nın peygamberleri için önceden çizmiş olduğu ve mü’minlere de uyulmasını emrettiği yoldur.
“O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hud, 112)
“İşte onun için sen ( tevdide ) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların arzularına uyma.” (Şura, 15)
“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Bana uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır…” (En’am, 153)
“Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir.” (Hicr, 94)
Bu yol, tüm insanları açık ve net şekilde Allah’ın birliğine, sadece O’na ibadete ve uyulması için göndermiş olduğu şeriata (kanunlarına) itaat etmeye çağıran bir yoldur.
“De ki Allah birdir.” (İhlas, 1)
“İlahınız tek bir Allah’tır. Ondan başka ilah yoktur.”(Bakara, 163)
“(Ey Muhammed!) De ki: “Ben, sizin Allah’tan başka taptıklarınıza ibadet etmekten menolundum.” Ve de ki: “Sizin heva ve heveslerinize uyacak değilim. Aksi takdirde sapıklığa düşmüş olurum. Ve hidayete erenlerden olmamış olurum.” (En’am, 56)
“Seni din hususunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen o şeriata uy. Bilmeyenlerin isteklerine uyma.”(Casiye/18)
“Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmasınlar.” (Maide, 49)
Bu yol, yine açık ve net şekilde insanları şirkten, tağutlara itaatten, şeytana tabi olmaktan sakındırma yoludur.
“Allah’tan başkasına tapmayalım. Ona hiç bir şeyi ortak tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da bazılarımız bazılarımızı İlahlaştırmasın.” (Al-i İmran, 64)
“Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa apaçık sapıtmıştır.” (Nisa, 116)
“Tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allah’a yönelenlere müjde vardır. İşte Allah’ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır.” (Zümer, 17-18)
“Yemin olsun ki ‘’Allah’a kulluk edin ve tağuttan sakının’’ diye her ümmete bir peygamber gönderdik.” (Nahl, 36)
“O halde kim tağutu reddedip Allah’a inanırsa kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır.” (Bakara, 256)
“Ey insanlar yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yiyin, şeytanın peşine düşmeyin, zira şeytan sizin apaçık düşmanınızdır.” (Bakara, 168)
“Çünkü şeytan sizin düşmanınızdır. Sizde onu düşman sayın. O kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.” (Fatır, 6)
Bu yol, açık ve net şekilde müjdeleyen (cennetle) ve korkutup-uyaran (cehen-nemle) bir yoldur.
“Biz, peygamberleri ancak müjdeleyenler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse, onlara korku yoktur. Onlar üzülmezler de. Ayetlerimizi yalanlayanlara ise, doğru yoldan çıkmaları sebebiyle azap dokunacaktır.” (En’am, 48-49)
“Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı/korkutucu olarak gönderdik.” (Ahzab, 45)
Bu yol, iyiliği emretme kötülüğü yasaklama yoludur.
“Onlar Allah’a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emreder kötülükleri yasaklarlar, hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar (Allah’ın) salih kullarındandır.” ( Al-i İmran, 114)
Bu yol, nefse, küfre, şirke, tağutlara, zalimlere karşı dille, malla ve canla cihad etme yoludur.
“O halde kâfirlere boyun eğme ve onlara karşı bu Kur’an ile büyük bir cihat et.” (Furkan, 52)
“Müşriklere karşı mallarınızla canlarınızla dillerinizle cihad edin.” (Ebu Davud)
“Ey peygamber kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, Onlara karşı sert davran, Onların varacakları yer cehennemdir.” (Tevbe, 73)
“Müminler ancak Allaha ve Resulüne iman eden ve asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte doğrular ancak onlardır.” (Hucurat, 15)
“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise tağut yolunda savaşırlar.” (Nisa, 76)
“Artık Allah yolunda savaş sen kendinden başkası sebebiyle sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et.”(Nisa, 84)
“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı.” (Bakara, 216)
Bu yolun sonunda müminlere mutlak başarı ve zafer vardır.
“O halde dünya hayatına karşılık ahireti tercih edenler Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisa, 74)
İmanı ve inkârı, tevhidi ve şirki, müjdeyi ve korkutmayı dillendirmeyen, kâfirlere, müşriklere tağutlara ve zalimlere karşı cihadı öne çıkarmayan hiçbir davet yöntemi, peygamberi davet yöntemi dolayısıyla meşru davet yöntemi değildir.
Zaman uzadıkça, zorluklar ve baskılar arttıkça, beklenen sonuçlar geciktikçe başarı ve zaferin gerçek anlamını kavrayamayan cemaat idarecileri ve mensuplarında psikolojik çöküntü ve çözülmeler başlar.
Egemen güçlerin cemaatler üzerindeki baskı ve pazarlıklarıyla, bu cemaatlere mensup olan davetçilerin acelecilik ve sabırsızlıkları arasında sıkışan idareciler; dine yardım etmek, dinlerini savunmak, cemaatlerini ve kurumlarını korumak adına Peygamberi davet yönteminden ve İslam’ın temel esaslarından bazı tavizler verirler. Bunun karşılığında ise, basit kazançlar elde ederek günü kurtarmaya çalışırlar. Bu durum aslında egemen güçlerin pazarlıklarına, hile ve tuzaklarına teslim olmaktır.
Yol uzadıkça, hayal edilen sonuçlar geciktikçe, egemen güçlerin baskı ve tehditleri arttıkça, psikolojik çöküntü ve çözülme içinde olan İslami cemaatler içerisinde “peygamberi davet yönteminden” bir sonuç alınamayacağı ve başka yöntemlerinde denenmesi gerektiğine yönelik ciddi söylem ve talepler artar.
Bu söylem ve talepler zamanla İslami cemaatler içerisinde tartışma ve bölünmelere ve nihayetinde meşru ve farz olan peygamberi davet yönteminden sapmalara götürür.
Selam ve dua ile…