Kardelenlerin Kan Kırmızı Açtığı Gün

Onlar Öncüler – Hüseyin Kalender / 2013 Mayıs / 6. Sayı

Hamd, ortağı ve benzeri olmayan, kullarından sevdiği kimselere şehadet rütbesi veren Allah’a mahsustur.

Salatu’sselam Kainatın efendisi, şehitlerin rehberi olan Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerine ve kıyamete kadar O’nun izini takip eden tüm muvahhid Müslümanların üzerine olsun…

       Allah azze ve celle kullarından dilediğini seçip, eğitip, yetiştirip, kendi dininin hizmetçisi kılar.  Bu sadece Allah azze ve cellenin sade ve katışıksız bir lütfudur. Ve bu seçtiği kimseleri dinine hizmet ettirip, ecel vakitleri geldiklerinde yanlarına alır. İşte bu seçilmiş kulların belki en büyük özellikleri samimi ve ihlâs sahibi olmalarıdır. İşte bundan dolayı çok kısa bir zamanda onlar vesilesi ile dinine yardım ettirir.  İşte Metinde bu seçilmiş ve muhlis kullardan bir tanesiydi. Resmi herhangi bir belge ve kariyeri olmamasına rağmen, çok kısa bir ömür ve zaman diliminde büyük başarılara imzasını atanlardan birisiydi. Belki Metin’in en büyük kariyeri Allah’a karşı olan samimiyeti, ciddiyeti, gayreti ve çalışmasıydı. İşte bundan dolayı Metinde birçok resmi kariyer sahibinin başaramadığı büyük işler başarmıştı.  Biz de rabbimizin izni ile bu çok kısa ama dolu dolu geçen şehit Metin’in hayatından, denizde damla misali de olsa kesitler sunmaya çalışacağız. Rabbim okuduklarımızı anlamayı, anladıklarımızla da amel etmeyi bizlere kolaylaştırsın.

Doğumu, yetişmesi, büyümesi ve tahsili:

Metin Yüksel, Bitlis’in Tatvan ilçesi, Norşin köyünün Kolongo yaylasında 17 Temmuz 1958 günü dünya’ya geldi. Doğumunda babası -rahmetli- Sadreddin Yüksel tarafından sağ kulağına Ezan-ı Muhammedi, Sol kulağına da kamet okundu.

–  Babası, ilim ehli olup, kendisini iyi yetiştirmiş, doğulu âlimlerden birisi olup, Sadreddin Yüksel Hocadır.

– Annesi İse, Doğunun tanınmış simalarından, Norşinli Şeyh Ma’sum Efendinin kerimeleri, Sarete hanımdır.

– Metin, dokuz yaşındayken, ailesiyle birlikte İstanbul’a göç ederek, Fatih’e yerleşti. Hüsanbey mahallesinde bulunan Akşemseddin ilkokulunda ilköğretimini tamamlayarak, Sinangöz mahallesindeki Gelenbeyi ortaokuluna kaydoldu.

– İlkokul tahsili esnasında babasından, temel İslami dersleri aldı ve Kur’an-ı Kerim’i öğrendi.

– Gelenbeyi ortaokulu 2. sınıfa geçtikten sonra Metin, okula devam etmek istemedi.. Babasının bütün ısrar ve teşvikine rağmen, okulu bıraktı.

– Metin’in, İslami mücadelenin içindeki aktifliği ilkokul yıllarından başlar. O henüz 4-5. sınıfındayken küçük kardeşleri Nedim ve Müfit ile birlikte, tebliğ çalışmalarına başlar.  Hatta bu tebliğ çalışmalarını o kadar ciddiye alır ki, bu çalışmalarına bir teşkilat adı vermeyi de ihmal etmez ve kendilerine “İslam Cemiyeti” adını vererek çalışmalarını bu isim altında yürütür.

Metin şehit edilmeden önce de solcular tarafından kurşunlanarak yaralanmıştı. Bu olay, 26 Ekim 1977 tarihinde, Fatih – Çarşamba semtindeki Darüşşafaka lisesi önünde meydana gelmişti. Bu pusuda diğer arkadaşları birer, Metin ise ikisi midesine birisi diz kapağına olmak üzere 3 kurşun yarası alır. İşte bu olay neticesinde Metin, Vakıf Guraba hastanesinde, yapılan tıbbi müdahale sonucunda ilk gazilik mertebesine ulaştı. Doktorların tedavi sürecinin henüz bitmediğini, bu şekilde taburcu olması durumunda tedavinin yarım kalacağını belirterek, kararından vazgeçmesi için tüm ısrarlarına rağmen hastanede daha fazla kalmak istemedi ve bir hafta kaldıktan sonra hastaneden (kendi isteğiyle) taburcu edildi. Bu hadise Metin’i daha da biledi ve çalışmalarını daha fazla yoğunlaştırmasına vesile oldu.

“ŞEHİD METİNİN ŞAHSİYETİ”

“BÜYÜK BİR DAVETÇİ VE DAVA ADAMI”

Metin hakiki bir dava eriydi. O, artık Türkiyeli Müslümanların yiğit bir evladından ziyade onların adeta bir can simidi olmuştu. Nerede dara düşen bir Müslüman varsa, Metin imdadına yetişirdi. Bir gün İstanbul’un bir semtinde yarın Ankara’da, diğer bir gün Adıyaman’da Müslümanların dertlerine derman olmaya çalışmaktaydı. Bu koşuşturması içinde o, İslami tebliği de asla ihmal etmedi. Şehadetine kadar tebliğ ve davetine devam etti ve nitekim şehadeti başlı başına bir tebliğ oldu. Metin kendisini, tamamen İslam davasına vakfetmişti. Şehidin yakın arkadaşları kendisinden şu cümleleri tekrar tekrar dinlediklerini ifade ederler:

“Benim her şeyimden İslam için faydalanın. Eğer şehid olmazsam, ölümümden bile faydalanın. Ben şehid olursam ki inşallah şehid olurum. Şehid olmazsam bile, benim cenazemden faydalanın. Ben otuz yaşına varamam şehit olurum. “Cenazemi üç gün bekletin cenazem görkemli bir cenaze olsun” derdi. Metinin cenazesi, şehid edildikten üç gün sonra kaldırılması bilinçli olarak olmadı. Demek ki gönlünden bunu çok istiyormuş ki Rabbimiz’de bunu O’na nasip etti. Şehadetinin üçüncü gününde kılınan cenaze namazına katılan ve Fatih Haydar semtinde oturan yaşlı bir amcamız, cenaze namazı kılan kalabalığa; “Ben çocukluğumdan beri Fatihte oturuyorum. Fatih Camiinde birçok cenaze namazı kıldım. Fevzi Çakmak’ın cenazesinde bile bu kadar kalabalık olmamıştı” diyerek gözyaşları içinde bu atmosferi anlatmaya çalışıyordu. Gerçektende yıllardan beri hiç bu kadar kalabalık ve izdiham içinde bir cenaze namazına Fatih Camii ve Fatih halkı şahit olmamışlardı.

“METİN VE ARKADAŞLARININ DAVET ÇALIŞMALARI”

Metin, çok ileri görüşlü, ufku geniş, öngörüleri gelişmiş basiretli biriydi. Yaşadığı dönemin 5-10 yıl sonrasını görebilecek bir ufka sahipti. Bunun en bariz örneği olarak Fatih Akıncılar Derneği, Haydar semtinde bulunan binasında açtığı “Dispanseri” gösterebiliriz. Fakir Müslüman halkın, en önemli ihtiyaçlardan bir tanesi de sağlık hizmetidir. Halkın bu ihtiyaç ve problemine bir çözüm bulmak için, bir şeyler yapmak gerekiyordu. Metin (o dönemde) Vakıf Guraba hastanesi başhekimi olan Dr. Mazhar Özman bey ile bu mevzu’u istişare ederek ondan bir Dispanserin açılabilmesi için yardımcı olmasını rica eder. Dr. Mazhar Beyinde kendisine bu hususta yardımcı olacağına söz vermesi üzerine, Metin büyük bir sevinçle hummalı bir çalışmanın içerisine girer. İlk iş olarak, Fatih Camiinin etrafındaki Vakıflar yurdunun revirinde bulunan, iki hasta muayene yatağından birini aldık ve derneğe getirdik. Fatih Akıncılar Derneği Dispanserinin açıldığını ve şimdi sadece çocukların muayene edilebileceğini duyuran bir afiş hazırlayıp bastırdık. Fatihin her tarafına, bilhassa fakirlerin çok bulunduğu bölgelere, afişleri yapıştırıp astık. Derneğimizde haftanın salı ve cumartesi günleri olmak üzere, iki gün, ücretsiz muayene yapılmasını kararlaştırdık. Ve bunu hemen Fatih halkına ilan ettik. Yine, Fatih Akıncılar Derneğinde, kültürel faaliyet olarak ortaokul ve lise talebelerine yönelik, cumartesi – pazar günleri gündüz saatlerinde, kurslar düzenledik. Halka yönelik olarak da, her cumartesi akşamı sohbetler ve konferanslar tertip ederdik. Davet ve Tebliğ faaliyetlerine bir değişik örnekte, dönemin en etkin yayın organlarından olan, önceleri Şura daha sonra ise, Tevhid gazetelerini; akşam haberleri sırasında dolan kahvehanelerde satarken Metin, o günün olaylarından bahseden, ama mesaj yüklü, dolu dolu iki, üç dakikalık bir konuşma yapardı. Bu böyle kısa konuşmalar yapılarak, bölgede bulunan bütün kahvehaneler dolaşılırdı.

Tebliğin bir başka çeşidi de, belli başlı duvarlara İslami mesajlar içeren duvar yazıları, sloganlar yazmaktı. Metin bu konuda çok maharetliydi. Metin Yüksel’in bu tür yazılarına en güzel örnek, Fatih Camii yanındaki vakıflar yurdunun caddeye bakan kısmındaki duvarlarında yazdığı HAKİMİYET ALLAH’INDIR . TEK YOL İSLAMDIR, yazılarıdır.

METİN’İN CESARETİ

Dava arkadaşı Mehmet Ali Tekin vakıflar yurdunun duvarına Metin Yüksel’in yazmış olduğu “ HAKİMİYET ALLAH’INDIR” yazısı ile ilgili hoş hatırasını anlatarak şöyle der; Metin ile ben bir gün Fevzipaşa caddesinden, halıcılar caddesinin karşı kısmına gelen, Fatih Camii’nin avlusuna çıkan merdivenleri çıkıyorduk. Oradan da haydarda bulunan Fatih Akıncılar Derneğine gidecektik. Bir ekip otosunun, caddenin karşı tarafından, itfaiye Beyazıt istikametine gittiğini, Metinin ikazı ile fark ettim. Metin birden bana “bunlar herhalde yazıları silmeye geliyorlar” dedi. Sanki içine doğmuştu. Bunu nasıl hissettiği, yıllar geçtiği halde merak eder dururum.– Ekip arabası, kız taşındaki kavşaktan geri gelip, duvarın dibinde durdu. Ekipte bulunan polislerin biri hariç hepsi, ellerinde kova ve fırçalarla indiler. Biz’de bu arada hiç vakit kaybetmeden onların yanına geldik. Metin polislere; “Ne yapıyorsunuz”? diye sordu. Ekipte, şoförle birlikte dört kişi bulunuyordu. Polislerden birisi; “ Bu yazıyı sileceğiz” diye cevapladı. Metin’de pek yumuşak olmayan bir tonla, “O yazıya sakın dokunmayın” diye polislere karşılık verdi. Polisler bunun üzerine, kova ve fırçaları toplayıp, araçlarına binip gittiler. Metin bana; “Bekleyelim bunlar buraya yine gelirler” dedi. Nitekim beş – on dakika sonra, aynı ekip tekrar geldi. Minibüsten yine, ellerinde fırça ve kovalarla indiler. Metin: “Ne o? Niye geri geldiniz?” diye sorunca; Polislerden birisi; “Amirimiz emretti. Bu yazıyı mutlaka silmemiz gerekiyor! diye cevapladı. Metin Bu cevap karşısında çok sinirlenerek: “ Ben de size bu yazıya dokunmayacaksınız diye emrediyorum! “Eğer dokunursanız (cebinden çıkardığı bir mermiyi göstererek) karnınızı bunlarla doldururum” diye oldukça sert sayılabilecek bir ifade ile tehditvari konuştu ve oradan ayrıldı. Derneğe vardığımızda bana, “Acaba sildiler mi” ne dersin diye sorarak merakını ifade etmeye çalışıyordu. Belli ki aklı oradaki yazıda kalmıştı ve onun kutsal bir emanetmişçesine titizlik ile korunmasını vazife telakki ediyordu. O’nun bu heyecan ve tedirginliğini, bir parça giderebilmek amacı ile ona “ merak etme silmemişlerdir reis” dedim. Fakat Metin’in içini bir kurt kemiriyor olacak ki tedirginliği giderek artıyor, bana durmaksızın, “Gidip bir bakalım. Acaba sildiler mi?” diye üsteleyip duruyordu. Ben’de bunun üzerine; “Madem çok merak ediyorsun, o zaman arkadaşlardan birini gönderelim baksın gelsin” dedim. Bunun üzerine Metin, arkadaşlardan birisini gönderdi. Arkadaş geri geldiğinde, yazının silinmediğini söyledi. Metin buna rağmen mutmain olmamış olacak ki, bana gidip bakmamız için tekrar ısrar etmeye başladı. Anlaşılan yazının silinmediğini bizzat gözleriyle görmeden rahat etmeyecek bana da rahat vermeyecekti. Bu defa ikimiz dernekten çıktık, yazının bulunduğu yere geldik. Gördüğümüze inanamadık; yazıya hiç dokunulmamıştı. “HÂKİMİYET ALLAH’INDIR.” Cesaret edip silememişlerdi, asırlardır silinemediği gibi. O anda Metin’in yüzünde beliren gülümsemeyi, tebessümü hala bugün yaşamışçasına çok canlı bir şekilde hatırlıyorum. Metin o an, çok büyük bir savaş kazanmış, muzaffer ama mütevazi bir komutan gibiydi.

“ZORDAKİ MÜSLÜMANLARIN YARDIMINA KOŞMASI”

Metin, özellikle İstanbul’da zorda kalan Müslümanların yardımına koşardı. Bu manada gelen yardım taleplerini bazen bir iki arkadaşıyla gider ve hallederdi. Bazen de olayı kitleselleştirirdi. Böyle kitleselleştirdiği olaylardan birini Kadıköy Moda semtindeki bir camide yaşamıştık. Moda camiinin imamını, bölgedeki bazı insanlar, sabah ezanının hoparlörden okumaması için tehdit etmişlerdi. Bu haber Metin’e ulaşınca, hemen harekete geçti ve bize; “Toplanın sabah namazına modaya gidiyoruz!” dedi. Bizde vakıflar yurdunda kalan arkadaşları topladık. Durumu onlara özetle anlatarak olaya müdahale için, sabah namazını bu camide kılacağımızı söyledik. Ertesi gün, sabaha doğru, sabah namazı için çeşitli vasıtalarla 30-40 kişi kadar, moda camiine gittik. Camii imamı ve cemaati kalabalık gençliği görünce çok şaşırmışlardı. Namazdan sonra imam ve cemaatle avluda musafaha yaptık. İmama ve cemaate niçin geldiğimizi, Süleyman Kara kısa bir konuşma yaparak bu konunun halledilmesi için devamlı olarak kendilerine destek vereceğimizi İmam efendiye kimsenin zarar vermemesi için gerekeni yapacağımızı anlattı. Acil durumlarda çağırabilmeleri için telefon numaraları verdik. İmam ve cemaatıyla vedalaşarak camiden çıktık. Bölge insanına da bir mesaj olması için, camiden çıktıktan sonra, sokaklar ve caddelerden, tekbirler ve salavatlar eşliğinde geçerek alt yola doğru yol aldık. Grubumuzla birlikte, toplu halde ve uyumlu bir şekilde, hiç bir şeye aldırış etmeksizin marşlar söyleyerek, Fatih akıncıların binasına kadar geldik. Bu mukaddes görevi yüzümüzün akıyla yerine getirilmişliğin rahatlığıyla dernek binasına girdik. İşte Metin böyleydi. Metin’in şiarı şuydu; Çin’in veya Dünya’nın herhangi bir yerinde, Müslümanların ayağına batan bir dikenin acısını, bütün dünya Müslümanları’nın paylaşması lazımdır. Bu, inanç birliği içerisinde, aynı kitab’ın buyruğu altında, hareket etmek ve aynı nizam’ın yaşandığı ülkelerde, anlımızı ıslak topraklara koymak için bekliyoruz.

“KENDİSİ İÇİN SEVMEDİĞİ ŞEYİ MÜSLÜMAN KARDEŞİ İÇİN DE SEVMEZDİ”

Metin: Gerçektende dava arkadaşlarını kollayıp, koruyan bir kişiliğe sahipti. Bunu en güzel bir şekilde ifade eden ise arkadaşının anlattığı şu olaydır. “Yine bir gün çocuklar Fatih camiine o zaman çıkan İslami gazete ve dergileri satmaya gittiler. Biz ve Metin birkaç arkadaş dernekte oturuyorduk. Çocuklardan biri telaşla içeri girdi. Ve “Metin ağabey, Polis arkadaşımızı yakalayıp, Fatih Emniyet Amirliğine götürdü” dedi. Metin bunun üzerine, hemen dernekte bulunan dergileri aldı ve biz de yakalanalım dedi. Birkaç arkadaş itiraz ederek başka yollarla arkadaşları kurtaralım dedilerse de, Metin eğer gidip hemen yakalanmazsak ve Emniyete gitmezsek çocukları döverler, eziyet ederler, gözlerini korkuturlar, çocukları karakolda kendi başlarına bırakamayız dedi. Metin ile birlikte birkaç arkadaş Emniyet Müdürlüğünün önüne gittik. Metin yoldan geçenlere yüksek sesle dergi satmaya başladı. Polisler bir süre bu olaya anlam veremediler, daha sonra yanımıza gelerek Emniyet önünde dergi satmamaya zorladılar. Ancak Metin onlarla, soğuk kanlı bir şekilde konuşuyor ve yaptığı işin suç olup olmadığını soruyordu. Eğer suç ise beni de tutuklayıp götürün diyordu. Polisler bizi tanıdıklarını ve bize zarar vermek istemediklerini söylediler. Metin bunun üzerine dergi satan çocukları serbest bırakmalarını söyledi, aksi takdirde buradan gitmeyecek ve dergi satmaya devam edecekti. Bu kararlılık karşısında aciz kalan polisler, çocukları serbest bırakmak zorunda kaldılar ve çocuklarla birlikte, marşlar söyleyerek derneğe geri döndük.

MÜMÜNLERE KARŞI ÇOK YUMUŞAK, KÂFİRLERE KARŞI SERT VE ONURLU

Dava arkadaşı Mehmet Şahin, Metin ile alakalı bir olayını şöyle anlatıyordu: Fatih Akıncılar, Türkiye Müslümanları için, bir umut oluyordu. Metin, Müslümanlara karşı merhametli idi. Metin ile ilgili önemli bir olayı anlatarak, onun kişiliğinin daha iyi anlaşılmasını sağlamaya çalışacağım. Yıl (Tam kesin olmamakla birlikte) 1977 idi. İstanbul’un ileri gelen komünistlerinden Zeki Kotil, öldürülmüştü ve komünistler cenazenin Fatih Camii’nden kaldırılacağını bildirmişlerdi. Amaçları, gövde gösterisi yapmak ve Müslümanlara gözdağı vermekti. Metin, bunu anlamış ve mutlaka buna müdahale etmesi gerektiğini söylemişti. Ancak o zaman, vakıflar yurdu’nun idarecileri ve kalanların bir kısmı, çatışmanın büyüyeceğini ve yurdun kapatılması söz konusu olabileceğini söylediler, kendilerinin bir iş yapamayacaklarını ve bizimde bir şey yapmamamız gerektiğini söylediler. Cenazenin kaldırılacağı gün Metin çok sıkıntılıydı. Komünistler kalabalık olarak konvoy halinde caddeden geçiyorlardı. Tam o sırada bizde durağa yakın kısmında, 10-15 kişi kadardık. Slogan atarak, konvoydaki araçlara saldırdık.  Bir anda ortalık karıştı. Otobüs ve diğer araçların camları kırılıyor, komünistlerde korkunç bir panik görülüyordu. Kimisi kaçıyor, kimisi saklanacak bir yer arıyordu. Metin, en öndeki otobüslerden birine girdi ve otobüstekilere konuşmaya başladı. Fatihte hiçbir İslam düşmanının cenazesinin kaldırılmayacağını ve Müslümanlara karşı gelen komünistleri cezalandıracağını söyledi. Komünistler, cenazelerini bile ortada bırakıp kaçmışlardı. Biz olaydan sonra yurda geldik ve yurt sorumlularından Kemal Akın denilen ufak tefek çelimsiz biri vardı. Bizi görünce hiddetle yanımıza gelerek, hakaretler yağdırmaya başladı ve Metin’e tokat attı. Bizler şok olmuştuk. Metin bizi sakinleştirdi ve oradan uzaklaştırdı. Bu olay bizim çok zorumuza gitmişti. Metin bize dönerek şöyle demişti: “Şu Kemal’e bir tokat atsam yarısı boşa gider, ama bir Müslüman’a elimi nasıl kaldırabilirim. Bu olayı unutacağız.” Metin böylesine sağlam bir kişiliğe sahip, nefsine sahip olabilen birisiydi. Eğer isteseydik, Metin’e tokat atan Kemal bir anda kendini komada bulabilirdi. Ama Metin onu bağışlamıştı. Kardeşlerim, bu amellerini sadece Allah rızası için yapanların yapabileceği bir delikanlılıktır. Şayet amel Allah için olmasaydı nefis ve onu tatmin için olmuş olsaydı her halde Kemal kendini komada görebilirdi. İşte bu ihlâs ve samimiyetinden dolayı, Rabbim ona bir çok “Salih ameli” işlemeyi kolaylaştırmıştı. Ya Rabbi senin kolay kıldığından başka kolay yoktur. Sen istersen en zoru da kolaylaştırırsın.

“METİN’İN ŞEHADETİ”

Dava arkadaşı Mehmet Şahin, Metin Yüksel’in Şehadet gününü anlatıyor: Günlerden Cuma günüydü. Cuma vakti yaklaşıyordu. “Metin şaka ile karışık” bu memlekette, Cuma namazı caiz değildir ama, biz yinede Cuma namazı kılmaya gidelim. Haydi, abdest almaya dedi. Ben de şaka ile “Namaz kılmamak için bahane arama hemşerim, bu işin kaçışı yok” dedim. Gülüştük, şakalaştık. Abdestlerimizi aldık ve yavaş yavaş avluya doğru çıktık. Camii’nin avlusuna geldiğimizde her tarafta ülkücüler’in cirit attıklarını gördük. Metin ve Ülkücüler’den bir kısmı cami’ye girmişlerdi, çoğu ise dışarıda kalmış ve avlunun muhtelif yerlerine dağılmaya başlamışlardı. Son derece canım sıkılmış ve rahatsız olmuştum. Avlu’da bir tur attığımı hatırlıyorum, bir ülkücü ile karşı karşıya geldik. Omuzlarımız birbirine çarptı. Ben hırsla geri döndüm. O da arkasına bakmadan uzaklaştı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Camiiye girmek aklıma geldi. Bu arada arkadaşım Mehmet Ali’ de camiye girmişti. Sanırım ben camii’de ülkücülerin toplu olduğu yere ilerledim ve tam arkalarına oturdum. Bu arada önümdeki şahsın silahı belli oluyordu. Gözlerimle Metin’i aramaya başladım, bana göre sağ tarafta uzak bir yerdeydi. Göz göze geldik, ben silahı işaret ettim, Metin, boşver der gibi kafasıyla işaret etti. Hutbe okundu, Cuma namazı kılındı. İçimi korkunç bir sıkıntı kaplamıştı. Cemaatin bir kısmı dışarıya çıkıyordu. Ben de kapıya doğru yönelip dışarıya çıktım. Merdivenlerin başında ayakkabılarımı giyiyormuş gibi yapıp etrafı gözetledim. Namazdan önce bana ülkücülerin geleceğini haber veren genç yanıma yaklaştı. “Ağabey her taraf ülkücü kaynıyor, hepsi ağaçların arkasında gizleniyorlar” Dedi. Çocuğa hemen buradan uzaklaş dedim. Ellerimi parkemin cebine soktum, son derece yavaş adımlarla çocuğun dediğinin doğru olup olmadığını kontrol ettim. Çarşamba tarafına ilerledim. Çok soğuktu, yer buz kaplıydı. Yavaş yavaş ilerlerken her ağacın arkasında en az 3 – 5 kişi vardı. Duvarın köşesine kadar gittim. Birden Metin diye bağırıldığını duydum. Hızla sesin geldiği yöne doğru ilerledim. Metin avlunun öbür başındaki duvardan benim tarafıma doğru ilerliyordu. Hemen karşısında Ali Bilir silahını doğrultmuştu. Hatırladığım kadarıyla hemen biraz gerisinde bir veya bir kaç kişi vardı. Metin’in tek elini uzattığını, silahını indir der gibi hareket ettiğini gördüm. Ali Bilir silahını ateşledi. Birden silahlar ateşlenmeye başladı. Metin sendelendi. Ben ona doğru koşmaya başladım ki, ağaçların oradan 5 – 6 kişi tarafından yaylım ateşine tutuldum. Bir an durakladım ve yere doğru atladım. Yerde dönerek biraz uzaklaşarak ayağa kalktım. Hemen koşup Metin’in yanına geldim. Metin yerdeydi. Onu öyle görünce şok oldum dizlerimin beni taşımadığını hissettim. Ve dizlerim üzerine yere düştüm. Birileri koşup Metin’in yanına geldi, halen silah sesleri ve bağrışmalar vardı. Tekrar kalabalıklardan birileri bizim olduğumuz yere doğru ateş etmeye başladılar. Ben onları da ülkücü zannederek, doğrulup onlara doğru koşmaya başladım. Sanıyorum bu arada bağırıyordum. O anda birilerinin beni kucakladığını ve kollarımdan tutarak engellemeye çalıştığını hatırlıyorum. Kollarımdan tutanlardan biri Tahsin Adaktı. Ben; “Metin’i vurdular” dedim. Bir taksi yanaştı ve beni taksiye attılar. Direksiyonda Yakup Kaldırım vardı. Tahsin Adak, ben ve Dursun Özcan’da arabadaydı. Metin. Ne oldu dedim, hastaneye gidiyoruz denildi. Bacağımda sızı hissettim. Diz kapağımdan kan akıyordu. Üzerimdeki parke delik deşik olmuştu. Yakup Kaldırım, Dursun Özcan’a kızıyordu. Tedbirsiz olduklarını söylüyordu, ben konuşulanları duymuyordum. Metin diye ağzımdan gayri ihtiyari SÖYLENEN sözler çıkıyordu. Çapa ilk yardım acilinin önüne geldik. Arabadan hızla inip içeriye koştuk. Tam o sırada Mehmet Ali ile karşılaştım. Ellerinde Metin’in postalları ve parkesi vardı. Ben gözlerinden birşeyler anlamaya çalışarak; “Metin” dedim, sözler boğazımda düğümlendi. M. Ali; “Metin yok, artık şehit oldu” dedi. Birbirimize sarıldık, gözlerimden yaşlar boşaldı. Metin rabbine şehit olarak geri dönmüştür.

O Bizim öğretmenimizdi… Bize sevgiyi, merhameti, şefkati, o bize haksızlıklar karşısında direnmeyi, kavgayı öğretti. En iyiye, en kötüye gebe olan gecelerde, yüreğimizdeki aşkı beton duvarlara nakış nakış işlemeyi öğretti. Yoksulların yokluğuna, mazlumların feryadına sevdalanmayı, kurşunlara kafa tutmayı ve dimdik ayakta durmayı… Soğuk demirin temasında kar gibi yanan direniş meşalesini ateşlemeyi, sonra… Karlı bir şubat gününde, bir camii’nin avlusunda, cuma günü son dersini verdi ve gitti.

Mehmet Şahin*

——————————

* Mehmet Ali Tekin’in “Şehit Metin Yüksel” kitabından özetle alıntı yapılmıştır.