Beşerî ideolojiler karşısında İslâm hukukunun üstünlüğü

Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2023 Haziran / 127. Sayı

İslam hukukunun kaynağı vahye dayalı ilahi bir sistemdir. Bu sistem her türlü eksiklikten münezzeh olan, bütün mahlûkatın tek Rabbi, onların yaratıcısı, rızıklandırıcısı ve sahibi olan Allah azze ve celle’nin kulları için belirlediği bir sistemdir. Allah azze ve celle yaratmış olduğu kullarının vasıflarını ve ihtiyaçlarını en iyi bilendir. Bu sebeple de onların hayrına ve maslahatına uygun olacak şeyleri en iyi takdir edendir.

Beşer aklının ilahi irade ile karşılaştırılması mümkün değildir. Bir kere bu ikisi kıyas kabul etmeyecek kadar birbirinden farklı iki şeydir. Beşer aklı hiçbir zaman ilahi iradeyle boy ölçüşemez. Çünkü beşer aklı aciz, noksan, yetersiz, hataya meyyal, eksik ve kusurludur. Tecrübe yoluyla olayları müşahede ederek iyi ve doğru olanı bulmaya çalışır. Mükemmele ulaşabilmek için bir dizi tecrübelerden faydalanır. Neticede tespit ettiği en son verilerle doğruyu bulduğunu kanaat eder. Ancak bu doğru olduğunu zannettiği şey, yüzde yüz doğru olmayabilir. Elbette ileriki zamanlarda bu bulduğu çözümün de yetersiz kaldığını yer yer görebilmekte ve farklı çözüm yollarını tekrardan araştırarak deneyebilmektedir.

Başta da söylediğimiz gibi eldeki verilerle hareket eden bir sistemden ancak elde olanlar kadar bir netice alınabilir. Dolayısıyla beşer aklının mükemmele ve son noktaya ulaşabilmesi mümkün değildir. Çünkü beşer acizdir. Ve aciz olan bir varlığın mükemmele ulaşması beklenemez. Belki kendisini geliştirerek doğruya yaklaşabilse de son ve kesin noktayı hiçbir zaman koyamayacaktır. Velev ki mükemmele ulaşabileceği başka kitleler tarafından onanıp kabul edilse dahi bu kısır akılların da ulaştığı netice de en son ulaşılacak, net doğru olmayan bir netice olacaktır. Çünkü onun mükemmel olduğuna kanaat eden bu farklı akıllarda eksik ve yetersizdir. Neticede dünyanın bütün akılları bir araya gelse bile bunların toplamının elde edeceği sonuç, ilahi irade ile asla boy ölçüşemez.

O zaman beşeriyetin ilahi iradeye teslim olmaktan başka bir çaresi yoktur. Çünkü güzeli, iyiyi, doğruyu ve faydalı olanı elde edebilmek ilahi iradeye teslim olmakla ilgilidir. İlahi iradenin insanı insandan daha iyi bildiğini, ihtiyaç duyacağı şeyleri daha ezelden bilip takdir ettiğini ikrar ve itiraf etmek gerekir.  

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Yaratan (yarattığını hiç) bilmez mi? O, en gizli şeyleri hakkıyla bilendir, her şeyden hakkıyla haberdar olandır.” (Mülk, 14)

Yüce Rabbimiz, hangimizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan etmek üzere ölümü ve hayatı yaratmış, bu kısacık dünya hayatında yapacağımız şeyleri imtihan etmek üzere bizlere mühlet vermiştir.

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah hanginizin daha güzel şeyler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk, 2)

Bu yolculuğumuzda da yanlış yapmayalım diye bize rehberlik edecek peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Yaşadığımız arz’ın (dünyanın) yegâne sahibi ve mutasarrıfı (bir şeyi elinde bulunduran ve o şey üzerinde kullanma hakkı bulunan, dilediğince yöneteni) hiç şüphesiz Yüce Rabbimiz’dir. Gökler ve yer O’na aittir. İçindekilerin tamamı -yarattıklarından azgın olan cinler ve insanlar haricinde- O’na boyun eğer.

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah onunla (Kitap ve Rasûl’le), rızasına uyanları yolun en doğru olanına iletir, onları izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve dosdoğru yola hidayet eder.” (Mâide, 16)

Yine Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey insanlar! Şüphesiz ki Rasûl, Rabbinizden hak ile size gelmiştir. (O’na) iman edin. (Bu) sizin için en hayırlı olandır. Şayet inkâr ederseniz şüphesiz ki göklerde ve yerde olanların tamamı Allah’a aittir. Allah (her şeyi bilen) Alîm, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.” (Nisâ, 170)

Bütün yaratılanlar içerisinde özel ve ayrı bir yeri bulunan, en mükemmel şekilde tasarlanmış olan bu harika donanımlara sahip insan denilen şerefli mahlûkatın var edicisi, mühendisi, tasarımcısı ve yaratıcısı Allah azze ve celle onun nasıl çalışacağını, kullanım amacını, neleri yapabileceğini, neleri yapamayacağını, yetenek ve kabiliyetlerini, ona zarar verecek şeyleri ve daha birçok şeyi önceden belirleyerek bir nevi kullanma kılavuzu şeklindeki bilgileri barındıran bir kitapla onu bilgilendirmiş, bu harika tasarımı amacına yönelik kullanması gerektiğini bildirmiştir.

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Gerçekten bu Kur’ân, insanları en doğru yola iletir ve sâlih ameller işleyen müminlere de kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.” (İsra, 9)

Ancak her türlü görüş ve fikre açık ve kabullenebilecek bir yapıda olan insanoğlundan azımsanmayacak kadar büyük bir kitle şeytanın dürtüleri ve ayartması neticesinde kendisini yaratan yüce Rabbine sırt dönerek kıyamete kadar kendisine düşman olan ve onu peşinden cehenneme sürüklemek isteyen İblis ve avanesini biricik ve yegâne dost edinmek suretiyle kendine karşı büyük bir zulümde bulunur.

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “İnsan ise, (bazen öfkelenerek, bazen bilmeyerek) hayra olan duâsı gibi (kendi aleyhine olarak) şerre duâ eder. Çünkü insan, (işin sonunu düşünmez ve) çok acelecidir.” (İsra,11)

Oysa şeytan işin daha başında iken tarafını ve amacını belli etmişken insanoğlu bunu bir türlü görmek istemez. Kendisini bile bile düşmanıyla birlikte cehenneme giden yola girmeye mecbur kılar.

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “İblis ‘Azgınlığımdan ötürü aleyhime hüküm vermene mukabil, ben de and içerim ki, onları saptırmak için senin doğru muhkem, güvenli, mutedil yolunun üstünde oturacağım’ dedi.

Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın.” (Araf, 16-17)

Her nedense insanoğlu, ilahi iradenin kendisini idare etmesine, ona hâkim ve yönetici olmasına bir türlü rıza göstermek istemez. Kendisi gibi beşer olanların idaresine bile rıza gösterirken ve onlara karşı büyüklenmezken, itiraz etmezken, Allahu Teâlâ’nın iradesine ve onlar için seçip gönderdiği peygamberine ve şeriatına karşı asla kabullenmeyen inatçı ve kibirli bir duruş sergiler. Böylece dostu düşmanı ayırt edemeyen şaşkın bir kişiye dönüşür.

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz, dediler.” (Kamer, 24)

Evet, Allah azze ve celle tarafından tüm mahlûkat arasından seçilen üstün vasıflı peygamberler için bu sözleri sarf ederken onun, kendileri gibi bir beşer olduğu söyleyerek saçma sapan bir bahane ile Allah’ın kendileri için seçip tercih ettiği kişiyi dolayısıyla ilahi iradenin tercihini reddeden bu aciz ve şaşkın kitleler, kendi iradeleri ile başlarına yine kendileri gibi olan aciz birisini seçerken bu bahaneleri nedense bir türlü hatırlamak istemez ve bahane olarak ileri sürmezler. Krala karşı aslan kesilen bu aciz varlık ne gariptir ki soytarıya karşı dut yemiş bülbüle dönüşür.

Şunu bilmek gerekir ki; bu şekilde bir tavır sergilemek, beşerin ilahın irade ve tercihini kabul etmediğini ifade eder. Allah azze ve celle’nin kulu hakkındaki iradesini beğenmemek dolayısıyla onu beğenmemek manasına gelir ki, Allah muhafaza böyle bir tavır iman ile bağdaşmaz. Böyle bir düşünceye sahip kişilerin akıllarını başlarına alması ve sağlıklı bir şekilde hareket ederek bunun nelere sebep olabileceğini idrak etmeleri gerekir. Böyle bir tavrın bizim iman iddiamıza zarar vereceği muhakkaktır. Öyleyse imanımızı tehlikeye atmamak adına daha dikkatli olmalı, ilahi iradeyi kızdıracak düşünce ve eylemlere kalkışmamalıyız. Yoksa Rabbimizin şeytan ve avânesi hakkındaki şu buyruğu ile muhatap olmakla karşı karşıya kalabiliriz.

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: (Allah da) şöyle dedi: “Oradan kınanmış ve kovulup aşağılanmış olarak çık. Onlardan kim sana uyarsa (bilin ki) cehennemi hep sizinle dolduracağım.” (Araf, 18)

İnsanlığın felahı, ona şifa verecek olan kurtuluş reçetesi, ilahi kalemden çıkan reçete ile olacaktır. Yoksa doktor olmadığı halde doktorluk taslamaya çalışan sahte hekimlerle şifaya kavuşmak asla mümkün olmayacaktır. Onların yazacağı reçeteler yetersiz, eksik ve faydasız olmaya mahkûmdur. Çünkü hakikat ve bilgiden uzak, gerçek dışı ve hatalı reçetelerdir. İlahi iradenin tek bir hükmü dünyanın yaratıldığı tarihten itibaren gelip geçen bütün düşünce ve sistemlerden daha üstün, daha kuşatıcı, daha kapsamlı ve yeterli olan hükümlerdir. 

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:(Artık,) İman edenlerin Allah’ın (hüküm ve haberlerini, nimet ve hikmetlerini düşünmek) ve Hakk olarak indirilen Zikri (bu Kur’an-ı Kerim’i dikkatle okuyup anlamaya ve gereğini uygulamaya gayret etmek) için, kalplerinin saygı ve kaygı ile yumuşayacağı zaman hâlâ gelmedi mi? (Sakın Müslümanlar,) Bundan önce kendilerine kitap verilip de, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçtiğinden bu nedenle kalpleri katılaşmış (böylece kitaplarını bozmuş, dinlerini yozlaştırmış ve Hakk Dinden uzaklaşmış) bulunanlar gibi olmasınlar! Ki onların çoğu da fasık (günah ve kötülüğe dalmış) olan kimselerdi.” (Hadid, 16)

Öyleyse insanlığın aklını başına alması ve ilahi iradeye teslim olma zamanı daha gelmedi mi?

İnsanlık daha neyi bekliyor? Son pişmanlığın fayda vereceğini mi zannediyor? Artık mazeret beyan etmenin mümkün olmayacağı veya ahu vahların arzı ve semayı kuşattığı bir an gelmeden önce Rabbimize tevbe etmek suretiyle kendimize gelelim, Onun rızasını gözetecek amellerin peşine düşelim.

Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Onlar onun (haber verdiği hakikatin) tevilinden/vuku bulmasından başka bir şey mi bekliyorlar? Onun (haber verdiklerinin) vuku bulduğu gün, onu daha önceden unutmuş olanlar diyecekler ki: “Şüphesiz ki Rabbimizin rasûlleri, bize hak olanı getirmişlerdi. Acaba (Allah’ın azabından kurtulmamız için) bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır? Ya da (dünyaya) geri çevrilsek de (daha önce) yaptıklarımızdan farklı olarak (Allah’ı razı edecek) ameller yapsak?” Muhakkak ki kendilerini hüsrana uğratmış, (Allah’a) iftira ederek uydurdukları (hurafeler) kaybolup gitmiştir.” (A’râf, 53)

Öyleyse Rabbimizin bizlere haber verdiği böyle insanların durumuna düşmemek için Rabbimize ihlasla ve samimiyetle yakararak O’na kulluğa yönelelim. O’na kulluğu hayatımızın amacı ve hedefi edinelim. Ne mutlu nasihatten ibret alanlara ne mutlu Rabbine kul olanlara…

Selam ve dua ile…