Amansız Dil Hastalığı Ya Da Kardeş Eti Yeme Yamyamlığı

Hadisi Şerif – Ali Yücel / 2014 Ağustos / 21. Sayı

Dil, Allah’ın büyük nimetlerinden ve harikulâde sanatının inceliklerindendir. İnsanoğlunun en asil azalarından olan dil, kullanılış şekline göre menfi-müspet kalıcı tesirler bırakır, insanlar arasındaki sevgi veya nefret duygularının canlanmasına sebep olur. “Kılıç yarası iyileşir, ancak dil yarası iyileşmez” sözü de bu durumu en güzel ifade eden özlü sözlerden biridir.

İnsanın her konuda mükemmel olmasını hedefleyen ve bu doğrultuda emir ve yasaklar içeren İslam dininin önem verdiği hususlardan bir tanesi de toplum içindeki fertlerin birbiri ile olan münasebetleridir. Fertler arası ilişkilerde hak temel olmak üzere sevgi, muhabbet ve müsamahayı emreden İslam dini, buna muarız olan şeyleri de yasaklamıştır. Hiç şüphesiz bu ilişkilerde kilit noktada olan dil de bazı emir ve yasaklara konu teşkil edecektir. Bu doğrultuda zikir, doğru sözlülük, iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak gibi dil erdemleri emredilmiş; gıybet, yalan, iftira, alay, sövgü gibi kişilerin onurunu zedeleyen davranışlar ise yasaklanmıştır.

Oldukça yaygın bir davranış olan, herkesin az ya da çok yapmaktan kendini alamadığı gıybet, basit ruhlu insanların yaşamlarının bir parçası ve eğlence kaynağıdır. Bu makalede, fertler arası ilişkilerin zedelenmesinde en etkin faktörlerden olan ve bunun yanında bir davranış bozukluğu olan gıybet/dedikodu meselesi, genel hatlarıyla ele alınacaktır. İmam Gazali’nin (505) “İhyâu ulûmi’d-din”1 isimli eseri ve Abdurrahman Kasapoğlu’nun “Kur’an’da Gıybet Olgusu”2 adlı çalışması, bu yazımızda kendilerinden fazlaca istifade ettiğimiz ve gıybeti terk etme konusunda oldukça faydalı olacağını ön gördüğümüz iki değerli çalışmadır. 

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Konu hakkında şer’i delilleri, etkenleri, korunma yollarını beyana başlamadan önce konu ile alakalı kelimelerin manalarına işaret etmek faydalı olacaktır. Başta gıybet terimi olmak üzere “hemz”, “lemz” kelimeleri, mesele ile alakalı en önemli kavramlardır.

Arapça’da “Ğayb” kelimesinden türeyen “gıybet”, şüphe, kalpte hissedilse bile gözle, diğer duyu organlarıyla görülmeyen şey, yeryüzünde gözle görülemeyen çukur/derin bölge, içyağı bol olan şişman koyun gibi anlamlara gelir. Gayb, bir yerde hazır bulunmanın zıddıdır, yani mevcut olmamaktır. Güneş gözden kaybolduğunda “ğâbeti’ş-şems” denir.(3) “Gıybeti yapılan kişinin kendisinin çekiştirildiğinden haberi olmaz. Dedikoducu kimse, çekiştirdiği kimsenin bulunmadığı bir ortamda, onun bilgisi olmadan gıybetini yapar. Gıybetin bu yönü, kelimenin alındığı “ğayb” kelimesinin anlamında açıkça kendini gösterir.”(4)

Gıybetin “Bir kimsenin gıyabında hoşlanmayacağı bir söz söylemek, çekiştirmek” şeklindeki terim anlamı ise, bizzat Peygamber aleyhisselam tarafından yapılmıştır.

“Hemz” göz kırpmak, bir şeyi –örneğin cevizi- avuç içersinde sıkmak, itmek, kovmak, kırmak, çiğnemek, mahvetmek, hayvanı dürterek/vurarak yürüyüşünü hızlandırmak, bir harfi hemzeli okumak, ayıp, kusur anlamlarına gelir.(5) “Hemz” kelimesinin aslındaki sıkma, itme, kovma, kırma, çiğneme, mahvetme anlamları bu kelimenin ifade ettiği dedikodu eyleminde, bireyin ahlaki kişiliğini ve insanlar arası ilişkileri yıkıcı bir boyut olduğuna işaret eder. Kur’an’da şeytanın insanın kalbine vesvese vermesi de “hemz” kelimesi ile anlatılır. (Mü’minûn Suresi; 97)”(6)  

“Lemz” kelimesi, alçak bir sesle konuşmak, bunun yanında göz, baş ya da dudak-ağız ile işarette bulunmaktır. Yine bu kelimeyle itmek, kovmak ve vurmak gibi anlamlarda ifade edilir.(7) “Lemz” hem sözlü hem de beden dilinin kullanıldığı bir eylemdir. Bu kelimeyle ifade edilen dedikodu da sözlü dil ve işaret dili kullanılarak yapılır.”(8) “Hemz” ve “lemz” kelimelerinin birlikte kullanıldığı Hümeze Suresinde Allah celle celaluh şöyle buyuruyor: “(İnsanları) diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay eden her fesat kişinin vay haline! O ki, mal yığdı, onu saydı durdu. Malının kendisini ebedi yaşatacağını sanır.”(Hümeze Suresi; 1-3)

“Müfessirler, ayette geçen “hümeze” kelimesine, inceden inceye veya geriden geriye insanların şahsiyetine dil uzatan, hafife alarak, alay ederek onları inciten, bir kimseyi yüzüne karşı sözlü olarak açıktan kötüleyen, insanların etini yiyen yani gıybet ederek ayıplayıp kınayan anlamını vermişlerdir. Benzer anlamları “lümeze” için de kullanmışlardır. Buna göre “lümeze”, insanlara kulp takan, kaş göz işaretiyle birini başkalarına göstererek hakir gören, bir kimseyi arkasından kötüleyen yani gıybet eden, sadece beden diliyle değil, sözlü olarak çekiştirendir. Müfessirler arasında “hümeze” ve “lümeze”nin anlamlarının birbirine yakın olduğunu, hatta aynı anlama geldiğini söyleyenler de vardır.”(9) Kelimelerin mübalağa içeren bir kalıp kullanılarak zikredilmesi, bu kişilerin bahse konu işi alışkanlık haline getirdiklerini, sık sık bu eyleme başvurduklarını hissettirmektedir.(10)      

A. Gıybetin Haram Oluşu

Gıybetin haram oluşu, Kur’an-ı Kerim, Sünnet ve İcma ile sabittir. Allah celle celaluh şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”(Hucurat Suresi; 12)

Ebu Hureyre radıyallahu anhu’nun rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyuruyor: “Birbirinize haset etmeyin! Birbirinize buğzetmeyin! Kavga etmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin. Bazınız bazınızın gıybetini yapmasın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun!”(11)

İslam ümmeti, gıybetin haram olduğu hususunda icma etmiştir.(12)

B. Gıybete Sevkeden Etkenler(13)

Yaygın bir davranış bozukluğu olan gıybetin birçok sebebi vardır. Bu sebepleri iki ana başlık altında toplamak mümkündür. “Buna göre gıybetin ardında yatan birinci psikolojik neden üstün gelmek, ikinci temel neden ise saldırganlık eğilimini tatmin etmektir. Yani saldırganlık ve üstünlük eğilimi gıybet yapmaya sevkeden başlıca etkenlerdir.

Bu iki durumun söz konusu olduğu kişilerde gıybetin özel sebepleri olan şu durumların görülmesi de doğaldır. Kızgınlık ve kin beslemek, intikam duygularını tatmin etmek, hoşça vakit geçirip eğlenmek, rakiplerini gözden düşürmek, kendi kusurlarını örtebilmek için başkalarının kusurlarını öne sürmek, başkalarının eksiklerini açığa çıkararak kendi üstünlüğünü göstermek, insanları küçük görmek ve kıskançlık duymak. Görüldüğü gibi sayılan bu özellikler, düşüncelerini dile getirmekte yetersiz kalan kimselerin özellikleridir. Böyle kimseler, kendilerinden daha üstün gördükleri kişilerin beğenmedikleri görüş ve yönlerini yüzlerine karşı açıklamaktan çekinirler fakat onların bulunmadığı bir ortamda, arkalarından hemen dedikodularını yapmaya başlarlar.”(14) 

Gıybete sevkeden etkenler arasında, gıybeti yasaklayan ayet-i kerimede formüle edilmiş sıralamada geçen zan ve tecessüsün de ayrı bir yeri vardır. Bu sıralamanın gelişigüzel yapılmadığı, belli bir amacı ve anlamı olduğu gıybet, zan, tecessüs kavramları incelendiğinde ortaya çıkacaktır. Tek başına bir davranış bozukluğu olan bu üç davranışın, birbirini tetikleyici olma özelliği vardır. “Şöyle ki, kötü zan insanı tecessüste bulunmaya iter, tecessüs de gıybetin yolunu açar. Dolaysıyla ayette üç davranış bozukluğunun diziliş şeklini gıybetin ortaya çıkış süreci olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Bir davranış bozukluğu olarak kabul edilen zan, sebepsiz yere başkasını suçlamak, her hangi bir kanıt olmaksızın kötü bir iş yaptığını sanmak, başkalarının davranışları hakkında temelsiz kuşkular doğurmaktır. Kur’an’ın erdemsizlik saydığı zan, insanlar hakkında kötü düşünceler beslemek şeklinde kendini gösterir. Hiçbir yararı olmadığı gibi büyük zararları vardır. Yüce Allah, insanlar hakkında zanda bulunmanın, günah (suç işlemek) olduğunu belirterek, müminlerin bu davranıştan uzak durmalarını istemektedir.

Gıybete doğru gidilen süreçte zandan sonraki aşama tecessüstür. Kur’an ahlakına göre, çeşitli yollarla başkalarının özel yaşantısını, kişisel davranışlarını, sırlarını, gizli yönlerini, kusurlarını araştırmak, soruşturmak, öğrenmeye çalışmak yani tecessüs, büyük bir ahlaksızlıktır.

Kur’an; zan, tecessüs ve gıybet konularını ele alırken doğal bir tedrici süreç izlemektedir. Davranış bozukluğunun ilk adımı, kişinin aklına başkasının davranışları hakkında kötü bir takım zanların, doğru olmayan düşüncelerin gelmesidir. Bu zan, aynı zamanda birçok davranış bozukluğunun da kaynağıdır. Örneğin kusur araştırmak zandan sonra atılacak bir adım olabilir. Kusur araştırmak, kötü niyetle birisine zarar vermek veya sadece merakını gidermek amacıyla yapılabileceği gibi, kötü zandan da ortaya çıkabilir. Tecessüs, zannın bir sonucu olarak ortaya çıktığında insan zihni sadece tahminde bulunmakla yetinmez, tecessüs ve araştırma yapmaya yeltenir. Zanda bulunan kişi kendisine malzeme olarak seçtiği kimse hakkındaki tahminlerini güçlendirmek için onun tutum ve davranışlarını izlemeye, araştırmaya başlar. Böylece zanna konu olan kimsenin davranışları hakkında bir kanaat oluşturmaya çalışır. Bu yüzden Yüce Allah, insanlara zanda bulunmayı yasaklamanın ardından kusur araştırmayı yasakladığını belirtmiştir.”(15)

C. Gıybetin Muhtemel Zararları

“Gıybet başkasının saygınlığını çiğnemeye yöneliktir. Gıybetin hem birey hem de toplum üzerinde büyük zararları vardır. Toplumdaki bireylerin kusurlarını, eksiklerini açığa çıkaran gıybet, kalplerin incinmesine, nefretin doğmasına yol açar. Hiç kimse kendisi hakkında gıybet yapılmasından hoşlanmayacağı için, onun sebep olduğu sonuçlardan birisi insanlar arasında dargınlık, düşmanlık ve kuşku tohumlarının ekilmesi, kin ve öfke gibi duyguların alevlenmesidir. Gıybet, gönülleri yıkan, sevgi-saygı, birlik-beraberlik gibi duyguları ortadan kaldıran, insanlar arasında ayrılık çıkaran, güveni zedeleyen, toplumsal uyumu bozan bir davranıştır. Başlangıçta basit bir eylem gibi algılanan gıybet, sorunların, tartışmaların, kavgaların ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilmektedir. Gıybetin en ürkütücü yanı, yol açabileceği kötü sonuçların büyüklüğüdür. Fiziksel değil, ruhsal bir saldırı olan gıybet, bir kere ağızdan çıktığı zaman insanlar arasında dalga dalga yayılabilir, tahmin edilmeyen fitnelere, çatışmalara neden olabilir. Gıybetin sosyal, siyasal ve ekonomik hayata kişisel huzura, sağlığa ve yeteneklere, kısacası insanın bütün geleceğine verebileceği zararların sınırlarını kestirebilmek mümkün değildir.”(16)

D. Gıybetten Korunma Yolları(17)

Dedikodu alışkanlığından uzak kalabilmek için, olumlu kişilikleri model almalı, olumsuz kişilikleri model almaktan uzak durmalıyız. Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’in ilahi öğretiler doğrultusunda şekillendirdiği kişilik yapısını “büyük bir ahlak” olarak nitelemektedir. Dedikodu yaparak insanları açıktan ve arkalarından ayıplama alışkanlığı ise inkârcı kişilerin bir özelliği olarak açıklanmıştır. Bu açıklama ve beyanlar, Müslümanlara nasıl olmaları ve nasıl olmamaları yönünde açık iki farklı örnek sunmaktadır ki müslümana yakışan inandığı dinin Peygamberini örnek almaktır.

Kişi vicdanını canlı ve uyanık tutarak da gıybet hastalığından uzak kalabilir. Gıybeti yasaklayan ayet-i kerimede yapılan “ölmüş kardeşin etini yeme” benzetmesi, gıybetten nefret duymayı sağlamakta, meselenin soru olarak serdedilmesi insanlar üzerinde daha büyük bir etki bırakmaktadır. Kur’an-ı Kerim sayesinde, “ölü kardeşin etini yeme” ile “gıybet fiili” Müslümanların bilinçaltında aynı değerlendirilmektedir. Öyle ki, az çok Kur’an-ı Kerimden haberdar olan her mümin, “gıybet” denildiğinde ölü kardeşin etini yemeyi aklına getirir. Kur’an-ı Kerim vicdanı uyararak, insanları dedikodu davranışından uzak tutmaya çalışmaktadır. Dedikodu davranışını gerçekleştiren bir kimse vicdanına başvurduğunda yaptığı işten dolayı içinde sevgi ve hoşlanma duyguları hissetmeyecektir. Aksine nefret, tiksinti duyguları benliğine hakim olacaktır. Kur’an-ı Kerim’in amacı, dedikodu yapmaya niyetlenen ya da yapan kimselere bu tecrübeyi yaşatmak ve onları dedikodudan vazgeçirmektir.

Ayrıca ilahi değerlere bağlılık gösteren, onlara karşı çıkmaktan sakınan yani Allah’tan hakkıyla korkan muttaki kimse de dedikodu davranışına yeltenmekten kendisini alıkoyabilir.

İmam Gazali der ki: “Bütün kötü huylar, ancak ilim ve amel tiryakı ile tedavi edilir. Her illetin ilâcı, sebebinin zıddı iledir. Bu bakımdan biz illetlerin sebeplerini araştıralım. Dili gıybetten uzak tutmanın ilâcı birincisi icmali, ikincisi de tafsili olmak üzere iki şekilde olur.”(18) Tafsili ilaç, gıybete sevkeden etkenin bilinmesi ile olur ki bu sebepler daha önce zikredilmiştir. İcmali ilaca gelince, gıybet yapan öncelikle bu davranışı ile Allah azze ve cellenin gazabına düçar olduğunu bilmelidir. Yaptığı iş ile hasenatlarını yok ettiğini, hasenatları gıybetini yaptığı kişiye naklettiğini bilmeli ve davranışını buna göre şekillendirmelidir.

Gıybetten uzak durabilmenin yollarından birisi de, kişinin başkalarından önce kendi davranışlarını değerlendirmeyi alışkanlık edinmesidir. Hiçbir insan bütünüyle kusursuz olduğunu iddia edemez. Kendi kusurlarını düşünüp bunları düzeltme çabası içersinde olan bir kimse, başkalarının kusurlarını yaymaya yani gıybet yapmaya cesaret edemez, başkalarının hatalarını araştırmaya kalkışamaz.  

İnsanların kusurlarının bulunduğunu gördüğümüzde yapmamız gereken –bunları dedikoduya alet etmek değil- , mümkünse düzeltmektir. Eğer bunu yapamıyorsak, kusurlu kimseleri suçlamanın herhangi bir anlamlı amacının olmadığını bilmeliyiz.

Başkaları hakkında dedikodu yapmak bizim için çekici gelebilir fakat birinin bizim hakkımızda dedikodu yaptığını duyduğumuzda öfke içimizi yakar, utanç ve düş kırıklığı boynumuzu büker. Bu yüzden kişi “Dedikodudan alacağım zevk, bilmem kime edeceğim kötülüğe değer mi?” diye düşünmelidir. Kendisini, dedikodusunu yaptığı kimsenin yerine koymalıdır. İnsanlara empati ile yaklaşabilen kimse, gıybetin onlara verebileceği zararı kendi içinde hissedebilir ve böylece bu davranışa kalkışmaktan uzak kalabilir.

E. Gıybete Ruhsat Verilen Yerler

Başlık her ne kadar yukarıda anlatılanlara muarız gibi gözükse de bu konuya değinen İslam âlimleri bir takım meşru sebeplerden dolayı gıybete ruhsat verildiğini söylemişlerdir. İmam Nevevi (676) “Riyazu’s-salihin” isimli eserinde gıybetin haram olduğunu ifade eden delilleri serdettikten sonra “Gıybetin Mübah Olduğu Yerler” diye konu başlığı açmış ve bu başlık altında gıybetin mübah olacağı altı yeri belirtmiştir.

İmam Nevevi şöyle diyor: “Bilesin ki gıybet ancak, kendisine başka yolla ulaşmak mümkün olmayan sahih, şer’î bir sebeple mübah olur. Gıybeti mübah kılan sebepler altıdır:

1. Tezallüm: Zulme uğramış bir kimsenin, hükümdar veya hâkim gibi, zâlime karşı kendisine yardımcı olabilecek yetki ve kudrete sahip birine gidip “Falan bana şöyle şöyle haksızlık etti” demesi câizdir.

2. Bir kötülüğün önlenmesi veya bir asînin yola getirilmesini temin için yardım istemek. Kişinin, güçlü olduğunu sandığı bir kimseye gidip sırf bir kötülüğü ortadan kaldırmak niyetiyle, “Falanca şu kötü işleri yapıyor, onu bundan alıkoy” demesi câizdir. Böyle bir niyet taşımazsa, bu yaptığı haramdır.

3. Fetvâ almak: Bir kişinin müfti’ye gidip “Babam, kardeşim, kocam veya falan adam bana zulmetti. Bunları yapmaya hakları var mıdır? Bundan kurtulmamın, hakkımı almamın ve haksızlığı önlememin yolu nedir?” gibi sözler söylemesi, ihtiyaçtan dolayı câizdir. Ancak, “Şöyle şöyle yapan bir kimse veya bir eş hakkında ne dersiniz?” diye üstü kapalı olarak durumu arzetmesi ihtiyata daha uygun ve fazilete daha muvafık olur. Nitekim böyle bir üslubla da maksad hasıl olur. Bununla beraber, inşallah aşağıda zikredeceğimiz Hind’in rivayet ettiği hadiste olduğu gibi haksızlık eden şahsın açıkça söylenmesi de câizdir.

4. Müslümanları şerden sakındırmak ve iyiliklerini istemek (nasihat). Bunun çok çeşitli uygulaması vardır:

a) Hadis râvilerinden ve şâhidlerden kusurlu olanları cerhetmek. Bu, müslümanların icmâı ile câizdir. Hatta yerine göre vâcip bile olur.

b) Bir kimse ile dünürlük, ortaklık, komşuluk, alış-veriş vs. yapılmak, emânet bırakmak istenildiği zaman ve benzeri durumlarda kendisine danışılan kişinin bildiğini gizlememesi, aksine, büyük bir hayırhahlıkla bildiklerini olduğu gibi söylemesi gerekir.

c) Dini ve din bilimlerini öğrenmek isteyen birinin, bid’atçı veya günahkâr (fâsık) bir hocadan ders aldığına şâhid olup zarar göreceği endişesine kapılan kimsenin, o öğrenciye öğüt verip hocasının halini açıklaması gerekir. Bu da yine sırf öğüt vermek maksadına yönelik olmalıdır. Bu iş tehlikeli ve yanılgıya açıktır. Çünkü uyarıda bulunan kişi çekememezlik duygusuna kapılmış olabilir. Şeytan onu yanıltabilir. Bu noktada çok uyanık ve dikkatli olmak gerekir.

d) İster ehli olmadığı için, ister günahkâr olduğu için isterse başkaları tarafından yanıltıldığı için yahut daha başka bir sebepten dolayı üstlendiği görevi gerektiği şekilde yapmayan bir yetkilinin durumunu daha üst bir yetkiliye bildirmek suretiyle o görevlinin dürüst hareket etmesini sağlamasını veya onu görevden uzaklaştırarak lâyık olan bir başka kişiyi görevlendirmesini sağlamaya çalışmak, onu buna teşvik etmek câiz ve gereklidir.

5. Fıskı ve bid’atçılığı âşikar olan kimsenin, meselâ açıkta şarap içmek, insanların malına el koymak, haksız öşür almak, haraç kesmek, zorla baş olmaya, başa geçmeye çalışmak, kötü ve gayri meşrû işlere yönelmek gibi tavırlar gösteren kimsenin hakkında konuşmak câizdir. Çünkü kendisi kötülüğünü açığa vurmuştur. Ancak onun açığa vurduklarının dışındaki başka ayıplarının anılması -onların da söylenmesini gerektiren daha başka sebep veya sebepler yoksa- haramdır.

6. Tarif etmek. Bir insan şaşı, topal, sağır, kör ve buna benzer başka lakaplarla biliniyorsa, onu sırf tarif edebilmek için bu lakapları kullanmak caizdir. Ancak bu lakapların, kişinin değerini düşürme amacıyla takılması haramdır. Böyle lakaplarla bilinen kişilerin bu lakaplar söylenmeden tarif ve tanıtımı mümkün olduğu sürece bunları kullanmamak daha doğrudur.

Gıybetin câiz olduğu yerler konusunda bu altı sebebi âlimler ortaya koymuşlardır. Bunların çoğunda da ulemanın görüş birliği vardır.”(19)

Görüldüğü gibi bazı durumlarda gıybet mübah, hatta vacip bile olabilmektedir. Bu durumun söz konusu olduğu yerler alimlerin taksimat anlayışına göre farklılık arzetmekte buna bağlı olarak da sayı değişebilmektedir. Örnek olarak birkaç tanesini zikretmek gerekirse; İmam Gazali (505) “İhya”(20)da 6 yerde, Maliki âlimlerinden Şihabüddin el-Karrafi (684/1285) “el-Furûg”da(21) 6 yerde, yine Maliki âlimlerinden Ebu’l-Kasım İbn Cüziyy (741) “el-Kavâninü’l-fıkhıyye”(22)de 10 yerde, Şah Veliyyullah Dehlevi (1176/1762) “Huccetullahi’l-Bâliğa”(23)da 6 yerde gıybetin caiz olduğunu söylemiştir.

F. Gıybetin Keffareti

Gıybet yapan kimse yaptığı işten pişmanlık duymalı, bağışlanma dilemeli ve Allah’ın affına sığınmalıdır. İşlemiş olduğu hataya bir daha dönmemeye kesin bir şekilde karar vermeli ve bu konuda azim göstermelidir.

Bir kimsenin gıybetini yapan, Allah katında sorumlu olduğundan dolayı, bu sorumluluktan kurtulmak için Allah’tan bağışlanma dilemeli, aynı zamanda gıybetini yaptığı kimseden helallik dileyerek kendisinden özür dilemelidir. Özür dilerken üzüntüsünü ve pişmanlığını belirtmeli, bunu ikiyüzlülükle değil bütün içtenliğiyle yapmalıdır.

İmam Gazali der ki: “Gıybet’i yapana farz olan, pişman olmak, tövbe etmek ve yaptıklarından dolayı üzülmektir ki böyle yapmakla Allah’ın hakkını ödemiş olsun! Sonra gidip gıybetini yaptığı kimseye hakkını helâl ettirmelidir ki o da helâl ederse, ona yapmış olduğu zulmün cezasından kurtulur. Gıybetini yaptığı adamdan helâllik istediği zaman mahzun, üzgün ve yaptığından dolayı pişman olmalıdır. Çünkü riyakâr bir kimse bazen gıybetini yaptığı kimseden, muttaki olduğunu göstermek için helâllik ister. Oysa içinde gıybetten dolayı pişmanlık diye bir şey yoktur. Böylece ikinci bir günah işlemiş olur!

Hasan Basri şöyle demiştir: “Gıybetçiye, helâllik istemek değil Allah’tan günahının affını istemek kâfi gelir.” Bunun yeterli olduğuna Enes b. Mâlik’ten rivayet edilen hadisle istidlâl edilir: Enes radıyallahu anhu, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Gıybetini yapmış olduğun kimsenin gıybetinin kefareti, onun için istiğfar edip, af talep etmendir.”(24) Mücahid şöyle demiştir: “Kardeşinin etini yemenin kefareti, onu övmen, hayırla kendisine dua etmendir.”(25)

G. Gıybete Ortak Olma

Gıybetin yapılması gibi dinlenmesi, hiçbir karşı tavır gösterilmemesi, bir anlamda gıybete ortak olunması da bir erdemsizliktir. Eğer mümkünse gıybet edene engel olmak gerekir. Bu yapılamıyorsa, gıybet edilen ortamdan uzak durulması, bu da imkânsız ise gıybetten rahatsızlık duyulduğu belirtilecek şekilde ilginin başka yöne çevrilmesi lazım gelir. Dinleyici bulamaması, gıybetçiye gıybet etme fırsatı vermez. Bizim dinliyor olmamız ise onu yüreklendirir, teşvik eder. Gıybetçiye engel olmadığımız ve en azından bu durumdan rahatsızlık duyduğumuzu belirtmediğimiz zaman onun ortağı haline gelmiş sayılırız.       

İnsan fıtratına uyumlu olarak gönderilen İslam dininin, bu fıtratın bozulmaması için bir takım emir ve yasaklar içerdiği, koymuş olduğu ilahi düsturlarla maddi-manevi açıdan insanı korumaya aldığı, insani ve toplumsal ilişkileri bozacak her davranışa mani olduğu, bu din hakkında bilgisi olan herkese malumdur. Toplumun huzurunu bozan davranışlardan olan gıybetin yasak kılınması da toplumsal ilişkileri güvence altına alma hususunda bu dinin en bariz özelliklerindedir. Ebu Hureyre radıyallahu anhu’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

– “Gıybet nedir, bilir misiniz?”

– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber:

– “Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır” buyurdu.

– Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?” diye soruldu.

– “Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin;  söylediğin şey onda yoksa, o zaman  ona iftira ettin demektir,” buyurdu.(26)

————————————–

1. İmam Gazali “İhyâu Ulûmi’d-din” 4/129-155. (Dâru’l-feyha ve Daru’l-menhel 1431/2010 Dımeşk)

2. Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman Kasapoğlu “Kur’an’da “Gıybet” Olgusu” Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 11:2 (2006)

3. Muhammed b. Yakup el-Firûzâbâdi “el-Kâmusü’l-muhît” (Müessesetü’r-risâle 1426/2005 Dımeşk) s. 121.

4. Kasapoğlu, a.g.m, s. 54.

5. Muhammed b. Yakup el-Firûzâbâdi “el-Kâmusü’l-muhît” (Müessesetü’r-risâle 1426/2005 Dımeşk) s. 529.

6. A. g.m. s. 54.

7. Muhammed b. Yakup el-Firûzâbâdi “el-Kâmusü’l-muhît” (Müessesetü’r-risâle 1426/2005 Dımeşk) s. 524.

8. A.g.m. s. 54.

9. A.g.m. s. 54. Ayrıca bkz. Hafız Ebu’l-Fidâ İsmail İbn Kesir “Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim” 14/453 (Âlemü’l-kütüb 1425/2004 Riyad). Muhammed b. Ali eş-Şevkâni “Fethu’l-Kadir” 5/610-611. (Dâru’l-ma’rife 1417/1997 Beyrut) Ebu Cafer et-Taberi “Câmiu’l-beyân” 7/690-691.  (İhtisar eden Salâh Abdülfettah el-Halidi, 1418/1997 Dımeşk)

10. Muhammed b. Ali eş-Şevkâni “Fethu’l-Kadir” 5/610-611. (Dâru’l-ma’rife 1417/1997 Beyrut)

11. Buhârî “Kitâbü’n-nikâh” hadis no: 5144. Müslim “Kitâbü’l-birri ve’s-sılati ve’l-âdâb” hadis no: 2564.  

12. Hafız Ebu’l-Fidâ İsmail İbn Kesir “Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim” 13/160. (Âlemü’l-kütüb 1425/2004 Riyad)

13. Konu ile alakalı olarak bkz. İmam Gazali “İhyâu Ulûmi’d-din” 4/139-142. (Dâru’l-feyha ve Daru’l-menhel 1431/2010 Dımeşk)

14. A.g.m. s. 56-57.

15. A. g.m. s. 61-63.

16. A. g.m. s. 60-61.

17. Konu ile ilgili olarak bkz. Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman Kasapoğlu “Kur’an’da “Gıybet” Olgusu” Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 11:2 (2006) s. 63-67.  İmam Gazali “İhyâu Ulûmi’d-din” 4/142-146. (Dâru’l-feyha ve Daru’l-menhel 1431/2010 Dımeşk)

18. İmam Gazali “İhyâu Ulûmi’d-din” 4/142-146. (Dâru’l-feyha ve Daru’l-menhel 1431/2010 Dımeşk)

19. İmam Nevevi “Riyazu’s-salihin” s. 575-577. (thk. Şuayb el-Arnaud, Müessesetü’r-risale 1996/1417 Beyrut.)

20. İmam Gazali “İhyâu Ulûmi’d-din” 4/149-152. (Dâru’l-feyha ve Daru’l-menhel 1431/2010 Dımeşk)

21. Şihabüddin el-Karrafi “el-Furûg” 4/159. (Mektebetü’l-asriyye 2003/1424 Beyrut.)

22. İbn Cüziyy “el-Kavâninü’l-fıkhıyye” s.317. (Dâru’l-kütübü’l-ilmiyye 2066 Beyrut.)

23. Şah Veliyyullah Dehlevi “Huccetullahi’l-Bâliğa” 2/356. (Dâru’l-ma’rife 1997/1418 Beyrut.)

24. İbn Ebi’d-Dünya “es-Samt” s. 171, hadis no: 291. Senedi zayıftır.

25. İmam Gazali “İhyâu Ulûmi’d-din” 4/152. (Dâru’l-feyha ve Daru’l-menhel 1431/2010 Dımeşk)

26. Müslim, Birr 70; Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Birr 23.