Depremler

Yeryüzü Ayetleri – Cihan Malay

Türkçe’de “deprem” olarak isimlendirilen zelzele, sözlükte “bir şeyi hareket ettirmek, şiddetle sarsmak, vurmak” anlamında, bir terim olarak ise “yer içindeki fay kırıkları üzerinde biriken enerjinin âniden boşalması sonucu meydana gelen yer değiştirme hareketinin yol açtığı, karmaşık, elastikî dalga hareketleri” şeklinde tanımlanır.[1]

Buna göre, bizim dünya hayatında yaşadığımız sarsıntılar da birer “zelzele”dir. Esasen bütün bu dünyevi depremler bu kelimeyle ifade edilmektedir ve deprem Arapçada zilzal olarak bilinmektedir.[2]

Depremlerin en önemli nedeni yerkabuğunu oluşturan levhaların kırılması veya birbirlerine sürtünmesi sonucu ortaya çıkan enerji boşalımıdır. Dünya üzerindeki en büyük depremler levhaların birbirlerini zorladıkları sınırlarda meydana gelir. Çünkü, birbirlerine karşı hareket eden levhaların arasında, hareketi engellemeye çalışan bir sürtünme kuvveti oluşur. Bu kuvvet ortadan kalktığı anda levhaların hareketi başlar.

Bu hareket, çok ani olarak gerçekleşir ve ortaya çıkan devasa enerji deprem dalgalarının oluşmasına sebebiyet verir. Bu enerji aynı zamanda, yeryüzünde gözle görülemeyen ama kilometrelerce uzanan arazi kırıklarına yani diğer adıyla fay oluşumuna neden olur.[3]

Depremin yer yüzeyindeki etkileri depremin şiddeti olarak tanımlanır. Depremin şiddeti, onun yapılar, doğa ve insanlar üzerindeki etkilerinin bir ölçüsüdür. Bu etki, depremin büyüklüğü, odak derinliği, uzaklığı yapıların depreme karşı gösterdiği dayanıklılık dahi değişik olabilmektedir. Depremin şiddeti, depremlerin gözlenen etkileri sonucunda ve uzun yılların vermiş olduğu deneyimlere dayanılarak hazırlanmış olan “Şiddet Cetvelleri”ne göre değerlendirilmektedir.[4]

Deprem türleri derinliklerine göre;

• Sığ Depremler: 0-70 km

• Orta Derinlikte Depremler: 70-300 km

• Derin Odaklı Depremler: 300-700 km olarak gruplandırılır.İslam coğrafyasında meydana gelen belli başlı depremler:

• 11 Rebîülâhir 233 (24 Kasım 847) tarihinde meydana gelen, tahminen 7,0 şiddetindeki depremden Mağrib, Mısır, Antakya, Dımaşk, Musul, Humus ve bütün Cezîre bölgesi etkilendi. Şam Emeviyye Camii’nin dörtte biri yıkıldı. Bu depremde Antakya’da 20.000, Musul’da 50.000 kişi vefat etti.

• 130 (747-48) yılındaki deprem artçılarıyla beraber kırk gün süreyle Ürdün ve Suriye’yi etkiledi. Pek çok insan hayatını kaybetti; Kudüs’te ve birçok şehirde manastırlar yerle bir oldu; Kudüs’te Kubbetü’s-Sahra’nin doğu ve batı duvarları yıkıldı, büyük can kaybı yaşandı.

• 26 Aralık 1939 ve 13 Mart 1992 Erzincan depremleri büyük can ve mal kaybına yol açtı.

• 17 Ağustos 1999’da merkez üssü Gölcük olan 7,4 şiddetinde bir deprem meydana geldi. 220 kilometrelik bir segmentin (parça) kırıldığı bu depremde 17.480’i resmî kayıtlara geçen 35-40.000 civarında insan öldü.

Antikçağ’dan itibaren Marmara bölgesi, Osmanlı öncesi ve Osmanlı döneminde İstanbul büyüklü-küçüklü pek çok depreme mâruz kaldı; 1509, 1719, 1766 ve 1894 depremleri büyük can ve mal kaybına yol açtı.[5] 

Depremler Bize Ne Söyler?

Deprem meselesini incelediğimizde şu hususların bilinmesi icap etmektedir:

1. Bilmemiz gerekli bir hakikat var ki, o da Allah’ın dilemesi ve izni olmaksızın yeryüzünde hiçbir şey gerçekleşmez. Gerçekleşen her şey de olduğu gibi depremler için de bu durum geçerlidir. “…O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun haberi olmadan tek bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir…” (En’âm, 59)

Kâinatta bir yaprak bile O’nun iradesi, bilgisi ve izni dışında düşemezken, koskoca beldelerin rastgele ve şuursuz bir şekilde sarsıldığını kabul etmek; akıl, idrak ve iz’an dışıdır.[6]

Gafiller, depremin yeraltındaki madenlerde meydana gelen değişimlerin neticesi olduğunu söyleyip yayarak, ona adeta tesadüfi, tabii ve maksatsız bir hadiseymiş gibi bakarlar. Bu hadisenin manevi sebeplerini ve neticelerini görmezler ki uyansınlar… Sayısız şuur sahibi varlığın beşiği, anası, yuvası ve koruyucusu olan koca yeryüzünde yalnızca mühim işler ve haller değil, hiçbir şey O’nun iradesi ve kasdı dışında değildir.[7]

2. Her şeyi yaratan ve izni dışında bir şeyin gerçekleşmesi mümkün olmayan Rabbimiz, insanoğluna en büyük nimetlerden olan akıl nimetini bahşetmiş ve bu nimetini kendisine faydalı olacak ve zararlı şeylerden -deprem özelinde düşünüldüğünde depremin zararlarından- koruyacak -ya da depremin zararlarını en aza indirecek- hususların öğrenilmesi hususunda kullanmasını emretmiştir: “… Akletmez misiniz?”[8](Bakara, 44)

Geçmişte insanların yerleşim yerleri seçerken zemine ve dayanaklı yapı malzemesi kullanmaya önem verdikleri ve bunu önemsedikleri, yaşadıkları deprem sarsıntıları ve oluşan zararlar nedeniyle de dersler çıkararak buna dikkat ettikleri bir gerçektir. Bu hususun dikkate alınmadığında da ağır sonuçlarının olduğu da bilinmektedir.

“Tedbir gibi akıl yok!”[9] ve kendisini ziyarete gelen bir bedevinin, “Devemi bağlayıp da mı, yoksa salıverip de mi Allah’a tevekkül edeyim?” diye sorunca, “Deveni bağla da öyle tevekkül et.”[10] buyuran Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, yukarıda sayılan ve uyulması gerekenleri kısa ve öz şekilde ifade buyurmuştur. Yer sarsıntılarıyla ilgili bir bilim olan “sismoloji” alanında çalışmalar yapılmış ve yapılmaya devam edilmektedir. Bu bilgilerden faydalanmaya özen gösterilmelidir.

Tektonik, sismik, topografik, coğrafî ve iklimsel yapısı gereği yerkürede doğal afetlere maruz kalmayacak hiçbir toplu yerleşkenin, semâvî ya da arzî felaketlerin tamamından emniyette olan hiçbir bölgenin var olamayacağı bir varsayım değil; tarih ve tecrübeye dayalı bir gerçektir.

Dünyada her gün çok çok hafif (3.0 magnitüdden[11] küçük) büyüklükte 9000 deprem meydana gelmektedir. Kendilerinin ifadesiyle “Var olan koşullarda depremin önceden belirlenmesi olanaksızdır.”

Gezegene bu derece hakimiyetsizlik ve onun sıradışı davranışları karşısındaki bunca acziyet, düşünüp ibret alanlar için Allah’ın kudretini tefekkürde ve O’na kulluk bilincini geliştirmede önemli bir rol oynar.[12]

3. Kulların kusurunun bulunduğu hususta -haşa- Allah suçlanamaz. Kullar üzerine düşeni yaptıktan sonra ellerinde olmayan sebeplerle meydana gelebilecek hususlarda mazur, yapmaları gerektiği halde yapmadıkları oranda da sorumludurlar.

“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir…” (Şura, 30)

Çeşitli bahaneler öne sürerek bu sorumluluktan kaçılamayacağı gibi sorumluluklarda yapılan ve başkalarına zarar doğurabilecek durumda da Allah katında büyük bir cezaya çarptırılacaktır.

Can kaybına neden olan bir durum meydana gelmesi halinde şu ayet-i kerimenin muhatabı kılınacaktır: “…Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur…” (Maide, 32)

4. Bir anlamda da depremler, insanın acziyetini gösteren delillerdendir. Acziyet sahibi insanın görevi, kulluk görevini bir ân ihmal etmeden bir ömür sürmektir.

Ölümün ani gelebileceğini bilinmeli, kişiye gelmeden önce kulluk vazifelerini gözden geçirmesi gerekir. İşlenen günahlara tevbe, yenilen kul hakları varsa onları hak sahibine iade etmek ve yapılması gereken ibadetleri yapmak gerekir.

5. Dünya hayatı, bir imtihan alanıdır. İmtihan alanı olan dünyamızda bizler çeşitli şekillerde imtihana maruz kalacağız. İmtihan olunacağımız gerçeğini bizlere Rabbimiz şu ayet-i kerimede haber vermektedir:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler. İşte rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır.” (Bakara, 155-157)

İmtihan olunacağımız hususlardan biri de depremlerdir. Yeryüzüne Allah’ın koyduğu yasalardan biridir depremler. Yer kendisine emredildiği gibi sarsılacaktır. Sarsıntı olmadan gerekli tedbirleri almak gereklidir. Olur da başımıza gelirse de;

Bunu bir isyana dönüştürmemeli,

Ölümün bir şekilde insana geleceğini bilmeli,

Vefat edenlere üzülmekle beraber bu durumunu bir isyana dönüştürmeden sabırla karşılamaya gayret göstermeli,

Sevdiklerimizle bu dünyada ayrılsak da ayrılığın bu dünyaya mahsus bir durum olup -inşallah- cennette hiç ayrılmadan ebedi olarak beraber olabileceğimizi hatırdan çıkarmamalıyız.


[1].  Nuh Aslantaş, “Zelzele”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.44, s.227-231.

[2].  Hidayet Aydar, Bazı Kur’ân Ayetlerinin Işığı Altında Kocaeli Depremine Bakış, Kur’an Mesajı: İlmi Araştırmalar Dergisi, 1999, cilt: II, sayı: 19,20,21, s. 110-148

[3].  https://www.yenisafak.com/deprem-nasil-olusur-depremin-olusum-evreleri-h-3725147 Erişim Tarihi: 15.02.2023.

[4].  Coşkun İşçi, Deprem Nedir ve Nasıl Korunuruz?, Yaşar Üniversitesi Dergisi, 3(9), 959-983.

[5].  Nuh Aslantaş, “Zelzele”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.44, s.227-231.

[6].  Osman Nuri Topbaş, Tabî Afetleri Nasıl Okumalıyız?, Genç Dergisi  Sayı:78, Mart 2013.

[7].  Bediüzzaman Said Nursi, Sözler -Sadeleştirilmiş-, ?.

[8].  Bakara, 76; Al-i İmran, 65; En’am, 32; Araf, 169; Müminun, 80; Kasas, 60; Yasin, 62; Saffat, 138.

[9].  İbn Hibbân, Sahîh, II, 76.

[10].  Tirmizi, “Kıyâme”, 60.

[11].  Magnitüd: Yer kabuğunun veya levhaların bir deprem anında boşalan jeolojik enerji potansiyelinin (düzeyinin), sismik aletler tarafından ölçülen değeridir.

[12].  Ahmet Tahir Dayhan, Nebevî Kaynaklar Çerçevesinde Depreme Manevi Hazırlık, s.3.