Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2016 Ağustos / 45. Sayı
Hamd, “Muhakkak ki, Allah sabredenlerle beraberdir.” (1) şeklinde buyurarak sabredenlerle birlikte olduğunu yüce kitabında bildiren Allah’a;
Salât ve Selâmlar, sabredenlerin piri, efendileri ve liderleri olan, sabrı en fazla olarak vasfedilen ve “Sen de azim sahibi elçilerin sabrettikleri gibi sabret.” (2) Buyurulmak suretiyle övgüye mazhar olan Peygamberlere, özellikle de hadisleriyle bizlere sabrın faziletini defalarca bildiren ve “…Kim sabretmek isterse, Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır.” buyuran Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e;
Allah’ın hesapsız ecri ise, karşılaştıkları musibet ve engeller karşısında sabreden mümin ve muvahhid kullarının üzerine olsun.
Sabır kelimesi Kur’an’da 104 yerde zikredilmektedir. Sabır, ümmetin icmâsıyla farz olup imanın yarısıdır İmanın diğer yarısı da şükürdür.
‘Sabır’ kelimesi sözlükte; Darlıkta kendini tutmak, kontrol etmek demektir. Sabır, aklın ve şeriatın gerektirdiği durumlarda nefse hâkim olmaktır. Acıya katlanmak, o acıya dayanmak ve karşı koymak sabır olarak tanımlanır.
Terim anlamı ise: İslâm’ın emir ve yasaklarını tatbik ederken, imtihan özelliği olan musibetler karşısında yılgınlık göstermeyip direnmek, cesaret ve dayanıklılık göstermek demektir. Sabır, hak yolda yaşamanın bedeli olan zorluklara göğüs germek, hedefe ulaşmak konusunda direnç, ahlâkî disiplin ve nefsi kontrol altında tutmaktır.
Görüldüğü gibi sabır kavramı, lügat manası bakımından çoğunlukla bir şeylere tahammül edip dayanmak anlamını içerir. Dikkat çeken husus ise bu kavramın vakıaya göre farklı anlamlara gelebilmesi ve hepsinde de o duruma karşı direnç kazanmayı sağlayacak şeylere karşılık gelmesidir. Musibet anında umutsuzluğa düşmemek, savaşta korkmamak, sıkıntılı zamanlarda gönül ferahlığı göstererek o sıkıntının geçmesine dek sabretmek gibi. Hepsinden önemlisi de, kişinin kendini şeriatın gerektirdiği şeylere vakfedebilmesi, selim aklın gereklerini yerine getirebilmesi, hayatını bunlara göre programlayabilmesidir.
Yüce Rabbimiz; “Ey iman edenler, sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, (direnin), savaşa hazırlıklı olun, (uyanık bulunun) Allah’a karşı gelmekten sakının ki başarıya erişebilesiniz.” (3) buyurmak suretiyle sabretmenin çaresiz bir şekilde beklemek manasında olmadığını, bilakis direnmek ve mücadele etmekle özdeşleştiğini bildirmektedir.
Sabır, iyilikte ve takvâda ısrar, Allah’a itaat ve ibâdette kararlılık demektir. Sabır, İslâm’ı kişisel ve toplumsal hayata hâkim kılma gayreti karşısında karşılaşılan zorluklara dayanmak ve direnmek demektir.
Sabır, Cennetin bedeli olarak dünyamızın cennete benzer hale getirilmesi için iç ve dış düşmanlarımıza karşı verilen mücadelenin gerektirdiği zorluklara direnmektir. İslâm’ın içimizde ve dışımızda hâkim olması için gayretlerimiz karşılığında gelecek zorluklara tahammül etmek, direnmek demektir.
Sabır; acıya, zorluğa, haksızlığa ve başa gelen üzücü olaylara dayanma gücüdür. Bir felakete veya belaya uğrayan kişinin telaş ve feryat etmeden, başına gelen her şeyin Cenâbı Allah’tan geldiğinin bilinci ile bu sıkıntıya sonuna kadar tahammül göstermesidir. İman sahibi; Cenâbı Allah’a sığınıp tevekkül ederek her türlü ıstıraplara isyan etmeden katlanır ve sonunda ise mutlaka Cenâbı Hakk’ın vereceği en iyi karar ile esenliğe kavuşacağını bilir.
Nitekim Rabbimiz tarafından verilen emirde bu şekilde olmuştur.“ Rabbinin hüküm vermesi için sabret…” (4)
“Sabret! Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımıyladır. Onlara karşı üzülme. Yaptıkları hileden dolayı sıkıntıya düşme.” (5)
Sabır Allah’ın kulunu sınamasıdır. Asla miskinlik ve korkaklık değildir. Acıdır, zordur ama sonunda ferahlık vardır. Kişi, başına gelen kimi belâ ve sıkıntılara, bazı lezzetleri terk etmenin verdiği rahatsızlıklara ve ibâdetlerin getirdiği zahmetlere Allah’ın emri doğrultusunda bir müddet sabreder ve zor da olsa nefsini bunlara yavaş yavaş alıştırırsa; zorluklara katlanabilme gücü kazanır; bu yolla sabır makamından daha yüce makamlara erişir.
Dünya mihnet ve sıkıntı üzerine kurulmuştur. Sabretmekten başka çaresi de yoktur. Üç şeye sabretmek insanı olgunlaştırır; Taate sabır, günah işlememeye sabır, bela ve mihnete sabır. Sıkıntılara, acılara, dert ve belalara sabır gösteren, sonunda huzuru ve mutluluğu elde eder. Sabrın sonu kurtuluştur.
Kur’an-ı Kerim, insanların ahireti kazanabilmeleri için hayat boyu imtihan edileceği hususlardan biri de sabır olduğunu ifade eder.
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘iman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (6)
Sabır gibi çok önemli vurguları taşıyan bu âyetin tefsirinde Seyyid Kutub, şunları söylüyor: Şüphesiz ki iman, sadece dille söylenen bir söz değildir. Bilâkis kendine has sorumlulukları olan bir gerçek, kendine has ağırlıkları olan bir emanet, sabrı gerektiren bir cihad ve tahammülü icab ettiren bir çaba işidir. Bunun için insanların sadece “inandık” demeleriyle imanî meseleleri bitmez. Fitnelere mâruz kalsalar da inançlarında direnip her türlü imtihandan başarılı ve hâlis kalple çıkmadıkça, iman görevleri bitmiş sayılmaz. Nasıl ki altın ocakta eritilerek içindeki çeşitli maddelerin karışımı temizlenir ve ona sonradan girmiş olan unsurlar arıtılırsa, fitneler/imtihanlar da gönüllerin temizlenip arınması hususunda aynı rolü oynarlar. (7)
Bir yandan nefsin istek ve arzuları, diğer yanda imanın gerektirdiği pratikler… Dilleriyle iman ettiklerini iddia edenler, denenecekler ve imanın gerçekten gönüllerinde iktidar olup olmadığı cihad ve sabırla açığa çıkarılacaktır. Allah’ın yeryüzündeki âyetleri, mü’minin kalbini ürpertecek ve nimetler karşısında sabırla birlikte şükrünü de edâ edecek ki cenneti kazanabilsin. Kendilerinden önce yaşayan insanların başlarına gelen şeylerle denendiğinin bilincinde olarak, aynı şeylerin kendi başına da gelebileceğini düşünüp imandan sonra şüpheye düşmeden azim ve kararlılıkla imanının pratiğini ortaya koyacaktır. İşte bunlar, belâ imtihanı karşısında denenmek ve sabretmektir. Bunu başarmak, Allah’ın sevgisini kazanmak olup karşılığı ise cennettir.
“Nice peygamberlerle birlikte birçok bilginler, savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne de boyun eğdiler. Allah sabredenleri sever.” (8)
Kur’an’da Allah sabrı emretmektedir. Bazı âyetlerde de sabredenleri övmektedir. Allah sabredenleri sevdiğini, onlarla beraber olduğunu bildirmektedir. Sabretmek, kurtuluşa, başarıya sebep olan güzel huydur. Ancak sabır ile zafere ve mutluluğa ulaşılır. Sabır, peygamberlerin hasletlerindendir. Kur’an, sabrın, hayırlı sonuçlar vereceğini açıklar. Kur’an, sabrın, büyük irâde sahibi peygamberlerin yaptığı büyük bir iş olduğunu açıklamaktadır. Sabredenler, en güzel biçimde ödüllendirileceklerdir, Kur’an bunu müjdelemektedir. Sabredenlere Allah zafer garantisi vermektedir. Kur’an, başına gelen olaylara sabredenleri müjdelemesini Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e emretmektedir. Sabredenler, âhirette de büyük derecelere nâil olacaklardır.
Kur’an, kötülüklere tahammül edip dayanmanın, o kötülüğü iyilikle uzaklaştırmanın sabır anlamına geldiğini ve sabrın Allah tarafından büyük bir bağış, hayır namına büyük nasip olduğunu belirtmektedir. Müslüman kişi, karşılaştığı musibetler neticesinde üzülür, göğsü daralır ve hayattaki tüm ümit ve beklentilerini yitirir. Ancak bu musibetlere İslami bir bakış açısıyla bakmak kişiyi bu yolda başına gelenlere karşı teskin edecek, başına gelen her bir musibetin Rahmanı ilahiden geldiğini ve buna tahammül etmenin hiç bilinmeyen nice hayırlara kapı aralayacağını idrak edecektir.
Nitekim Kehf süresi 74. Ayetinde Musa aleyhisselâm, Kuran’da “kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet (vahiy ve peygamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.” şeklinde vasfedilen bir kul ile karşılaşması ve o kişinin bir çocuğu öldürmesi neticesinde ona şöyle demişti: “Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın (kimseyi öldürmediği halde) katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey yaptın!” Bu sözler zahiri bir bakış açısıyla Musa aleyhisselam’ın söylediği sözlerdi. Evet, böyle söylenmeliydi de. Yapılan zulme sessiz kalınmamalı ve itiraz edilmeliydi. Ancak Allah’ın kullarından bir kul olan bu zatın fena şeyler yapması düşünülebilir miydi? Nitekim daha sonrasında o kul şöyle demişti: “Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk. (Devam etti:) “Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin.” (9)
Ve yine Taif’te Peygamber aleyhisselam’ın başına gelen o işkenceler ilk olarak düşünüldüğünde kişinin azmini kıran ve bu yoldan dönmesine sebep olabilecek bir durum idi. Ancak Peygamber aleyhisselam’ın tavrı Yüce Rabbine yönelerek; “Allah’ım! Güçsüzlüğümü, çaresizliğimi, insanlar indindeki değersizliğimi sana şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi, Sen zayıfların Rabbisin. Ve benim de Rabbimsin. Beni kime bırakıyorsun. Bana katı davranan bir yabancıya mı? Yoksa üzerimde hâkimiyet kuran düşmanıma mı? Eğer bana bir gazabın yoksa bunlara aldırmam. Üzerime öfke ve gazabının inmesinden karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahiret hayatını düzene koyan nuruna sığınıyorum. Rızan için, serzenişim Sana’dır. Güç ve kudret ancak Sen’dedir.” şeklinde olmuştu. Sabretmiş ve bu uğurda başına gelenlere Yüce Rabbinin rızası uğruna tahammül göstermişti. Neticede insanların bu zulümlerine karşı Yüce Rabbimiz o zamana kadar indirmemiş olduğu dağlar meleğini Peygamberimize göndermiş ve dilerse Mekke’yi ahalisi üzerine yerle bir edeceğini bildirmişti. Ve yine yolda insanların tebliğe sağır kalmalarına karşı cinleri yoluna çıkarmış ve onlardan bir taife bu daveti işiterek iman etmiş ve kavimlerine ikaz ediciler olarak dönmüşlerdi.
İşte tüm bunlar sabrın bir de görünmeyen tarafının bulunduğunun ve bunun iman edenler için daima hayır getireceğinin bilinmesi içindir. Bu sebeple bizler sabrı, başı zahiren acı ama neticesi tatlı olan bir durum olarak görmeliyiz.
Nefsin boyunduruğundan ve esaretinden kurtulup özgür olmanın sonuçlarından ve meyvelerinden biri de sabırlı olmaktır. Bu anlamda ‘sabır’, hürriyeti elde etmede en önemli etkendir. Kişi sabrı sayesinde kötü şartlara, nefsin insanı zillete düşüren isteklerine direnir ve özgürlüğünü kazanır.
Cafer Sadık radıyallahu anh’ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: “Özgür kişi her haliyle özgürdür. Başına musibet gelirse sabreder, musibetler üstüne sel gibi aksa yine de onu yenilgiye uğratamaz. Ama sabretmezse, kahırlı olur ve kolaylıklar güçlüğe dönüşür. Nitekim Yusuf aleyhisselam’ın köleleştirilmesi, esir edilmesi ve kahra uğraması onun özgürlüğüne gölge düşürmedi. Ne kuyunun karanlığı ona bir zarar verebildi, ne de başına gelen diğer musibetler. Derken Allah azze ve celle ona lütûfta bulundu ve yönetici yapıp ona zulmedenleri kendine hizmetçi etti. Sonra da peygamber yaptı ve onun sayesinde bir ümmete rahmette bulundu. İşte sabır bu şekilde ardından hayır getirir. Şu halde sabredin ve sabırla donanın ki ecre ulaşasınız.”
Sabırla ilgili değinilmesi gereken diğer bir âyet de şudur: “Ey Peygamber! Sana ve sana tâbi olan mü’minlere Allah yeter. Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi (kişi) bulunursa, (onlar) iki yüz kâfire gâlip gelirler. Eğer sizden yüz (kişi) olursa, kâfir olanlardan bin kişiye gâlip gelirler. Çünkü onlar, fıkh etmeyen/kavraması olmayan bir kavimdir.” (10)
Âyetin yorumunda bir yazar şöyle diyor: Peygamberliğin başından beri sabır, Allah tarafından yüce elçisi için istenip emredilmiştir. Zira sabır, başarının ve yenilmezliğin en başta gelen faktörüdür. Düşmanla karşılaşıp yüz yüze gelme durumunda yalnızca az sayının çok sayıdaki kuvvete eşitliği sabır sayılmamış, üstelik sabrın, az sayının çok sayıya üstünlük olduğu kabul edilmiştir. Manevî güç, maddî güçten daha etkilidir. Çünkü manevî güç, -makine ve silâhın, kalabalığın, yani sürünün, kaba kuvvetin, yani hayvanî gücün değil- aslında insanın gücüdür. İnsanî güç ise sürekli hareket ve devamlılık göstermektedir. İslâm, kuvvet konusundaki bütün tavsiyelerini birinci derecede manevî ve insanî kuvvete dayandırır. (11)
Kur’an’a gönül veren bir mü’min, her konuda sabırlı insandır. Sabır gerektiren bütün işlerde aceleci değildir. Her işini teenni ile (sükûnetle, dengeli ve ölçülü) yapar. Gerektiği yerde nefsine ve isteklerine hakim olur. Dünya hayatının zorluklarına tabii bir şekilde dayandığı gibi, âhiret güzelliklerini kazandıran ameller noktasında da kararlılık gösterir.
Kur’an, mü’minlerin tanımını yaparken, sabrı temel özellikler içinde sayar. (12) Allah’ın rızâsını ve cennetini kazanabilmek için gösterilecek en önemli vasıflardan biri sabırdır. Sabır, inkârcılara karşı kazanılacak olan zaferin de anahtarıdır. Sabredildiğinde Allah mü’minlerin gücünü arttırır, yeterince sabredilmezse, mü’minlerin gücü azalır. (13)
“Sabrettikleri ve âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten rehberler tayin etmiştik.” (14)
İmanın bir göstergesi olan sâlih ameller ancak sabırla işlenir. Burada hem amelin kendisinde olan güçlük, hem de nefsin o ameli işlemekteki isteksizliği aşılır.
“Onlar, Rablerinin rızasını dileyerek sabrederler, namazı kılarlar; kendilerine verdiğimiz rızıktan, gizlice ve açıkça sarfederler; iyilik yaparak kötülüğü ortadan kaldırırlar; işte onlara bu dünyanın iyi sonucu, girecekleri Adn cennetleri vardır; babalarının, eşlerinin, çocuklarının iyi olanları da oraya girerler. Melekler her kapıdan yanlarına girip: “Sabretmenize karşılık size selam olsun; burası dünyanın ne güzel bir sonucudur!” derler.” (15)
Allah yolunda cihad etmek ancak sabırla olur. Allah’ın dinine yardım için çalışanlar çok büyük güçlük, zorluk, eziyet ve yoksunluklarla karşılaşabilirler. Bütün bunlara Allah rızasını kazanmak için sabredilmesi gerekir.
“Rabbin, türlü eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah uğrunda savaşan ve sabreden kimselerden yanadır. Rabbin şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder.” (16)
Allah yolunda çalışan mü’minler bu uğurda sabırlı olurlar ve sabrın şartlarını yerine getirirlerse; Allah azze ve celle onları destekleyecektir.
“Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar de hemen üzerinize gelirlerse Rabbiniz size, nişanlı beş bin melekle imdat edecektir.” (17)
“And olsun ki mallarınız ve canlarınızla sınanacaksınız; hiç şüphesiz, sizden önce Kitap verilenlerden ve Allah’a eş koşanlardan çok üzücü sözler işiteceksiniz. Sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bu üzerinde sebat edilecek işlerdendir.” (18)
Büyük azim gerektiren bu sabırdan sonra Allah sabredenler üzerinde nimetini tamamlar, düşmanlarından intikamını alır, Müminlerin elleriyle daha önce kendilerine işkence edenleri kahreder.
“Hor görülen Yahudileri, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık yerine geldi.” (19)
“Sabredenlere ecirlerini, yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz.” (20)
Kâfirlerin, tâğutların, İslâm dışı düzenin nefsine zor gelen ve hoş gelen özelliklerine karşı onlara meyletmemek, tâviz vermemek, müslümanca bilinç ve tavrı kuşanmak, ancak sabırla gerçekleşebilecektir.
Sabır; kötülük, bozgunculuk ve yıkıma sebep olan olaylar karşısında insanlığın direnme, tahammül etme ve karşı koyma gücüdür.
Sabır; bütün iç ve dış engeller karşısında direnmek, sağlam bir azim ve güçlü bir irâdeyle bu engelleri aşarak yol almaktır.
Sabır, Allah’ın dinini yaşamak ve yaşatmak için gerekli olan bir davranıştır.
Sabrın imanla ilişkisi, Asr sûresinde de belirgindir.
“Asra yemin olsun ki insan gerçekten hüsran/ziyan içindedir. Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâ!” (21)
Bu sûrede kurtuluş için birbirinden ayrılmaz dört özellik sayılır ki, bunlar tek olarak yalnız başlarına birbirlerinden tümüyle bağımsız olarak bulunmaz; bulunursa eksik ve yarım olur. Sabrın da imanın bir gereği, iman etmenin zaruri bir neticesinin de sabır olduğu bu sûreden kolaylıkla anlaşılabilir. Ancak, şurası bir gerçektir ki, hakkı tavsiye etmek, insanlardan her zaman kabul görmez. Özellikle, bâtıl yollardan menfaat edinip çıkarları bâtılın devamına bağlı olanlar, hakka karşı tepkide bulunur ve hakkı tavsiye edenleri susturmanın, durdurmanın yöntem ve çarelerini ararlar. Bu da hemen hemen her zaman güce başvurmak ve zorbalıklarını göstermek biçiminde tezahür eder.
Bu aşamada, hüsrana uğramamak gibi ayrıcalıklı bir özellik taşıyan kişi, yol ayrımındadır: Ya o âna kadarki düşünce ve hareketlerinde, iman ve hayat tarzının hakka uygunluğunda ısrar edip direnecek, ya da bulunduğu hal üzerinden gerisin geri dönüp hüsrana uğrayanların safına katılacak. Elbetteki olması gereken birincisidir. Bu ise sabretmeyi, yani olumsuz etki ve tepkiler karşısında sebat ve kararlılıkla direnmeyi gerektirir. Hüsrana uğrayanlardan olmamanın yegâne çaresi budur. Zaten sabır, müslümanın vazgeçilmez vasıflarındandır. Dinin birçok emir ve yasağı, onlardan rahatsız olanların reaksiyonlarına büyük bir kararlılıkla direnmeyi gerektirir ki, işte bu sabırdır.
Sabır önemlidir, gereklidir; fakat Asr sûresinde sabırla ilgili bir başka özelliğe dikkat çekilir: Hakka dâvet üzerinde bulunan şahsiyetler birbirleriyle yardımlaşmalı; aralarında organize bir bütünlük sağlamalıdırlar. Bu, hakkı temsil etme yönünde planlı bir faaliyet yürütmek ve bu faaliyetin neden olacağı zorluklar karşısındaki kararlı direnişte birbirlerine yardımcı olmakla mümkün olur. Bu alanda zorunlu olan kararlılık ise, ancak ve ancak sabrı sürekli ve karşılıklı hatırlatıp tavsiye etmekle mümkündür. Fakat elbetteki bu, gereken sorumlulukları yerine getirip eldeki tüm imkânları kullandıktan sonra gelişmelerin sonucunu Allah’a bırakıp bu sonucu büyük bir kararlılıkla beklemek için yapılan bir sabırdır; çünkü “Zafer sabırdadır.” (22)
Kul bilmelidir ki başına gelen belâya sabırdan hâsıl olan sevap, o belâ olmadığı zamandaki âfiyet nimetinden büyüktür. Kul, Allah’ın bu sevabını düşünerek hoşnutsuzluğu, burukluğu savarsa sabredenler derecesine erer.
Allah’tan sabra yardım dilemek, sabrın kendi nefsiyle değil; Allah’ın yardımıyla olduğunu bilmek gerekir.
“Sabret! Senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir.” 16/Nahl, 127
Allah kula sabır vermezse kul sabredemez. Yine kul, başka bir gaye için değil; sırf Allah’ı sevdiği, O›nun rızâsına erebilmek için sabretmelidir; sabrı Allah için olmalıdır. Unutmamak lâzımdır ki, Allah için sabredenler, iki cihanın izzetine ermişlerdir. Zira onlar, Allah›ın beraberliğine kavuşmuşlardır.
İnsan, hemen her çeşit zorluğa dayanabilecek güçte yaratılmıştır. Allah›ın bize verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yerlere dağıtıp harcamazsak; her meşakkate ve her musibete kâfi gelebilir.
İnsan, mâruz kaldığı musîbetlerin çok daha büyükleri ve beterleri olduğunu düşünüp haline sabretmelidir.
“Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kâfir kavme karşı bize yardım et…” (23)
Selam ve Dua ile
————————
1. 2/Bakara, 153.
2. 46/Ahkaf, 35
3. 3/Âl-i İmran, 200
4. 68/Kalem, 68/48.
5. 16/ Nahl, 127.
6. 29/Ankebût, 2-3.
7. Seyyid Kutub, Fi Zılâli’l-Kur’an, c. 11, s. 321-322.
8. 3/Âl-i İmran, 146.
9. 18/Kehf, 80-81.
10. 8/Enfâl, 64-65.
11. M. el-Behiy, İnanç ve Amelde Kur’anî Kavramlar, s. 242-243
12. 41/Fussılet, 34-35
13. 8/Enfâl, 46; 66
14. Secde, 24
15. 13/Ra’d, 22-24.
16. 16/Nahl, 110.
17. 3/Âl-i İmran, 125.
18. 3/Âl-i İmran, 186.
19. 7/A’râf, 137;
20. 16/Nahl, 96
21. 103/Asr, 1-3
22. Ahmed bin Hanbel, Müsned I/307; C. Vatandaş, Esenlik Yurdunun Çağrısı, s. 192-193
23. Bakara, 250.