Ümmetin Hamisi Halife Iı.Abdülhamid (I)

Yakın Tarih – Furkan Uyanık / 2018 Haziran / 67. Sayı

Hamd, yerin ve göğün yaratıcısı olan, gücün ve kuvvetin gerçek sahibi Allah Teâlâ’yadır. O ki; vaadini yerine getirendir. Salat ve selam, Efendimiz, komutanımız Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e ailesi ve ashabına olsun…

Adalet, insanlar arasındaki düzenin temelidir, adaletin de temeli, merkezi ve ana kaynağı Din-i Mübin-i İslam’dır… Bu düşünce yapısını hayatına şiar edinmeye çalışan ve bu doğrultudan sapmayan II. Abdülhamid rahmetullahi aleyh İslam dünyasının, İslam Hilafetinin mihenk taşlarından biri olmuştur.

Halife II. Abdülhamid rahimehullah’ın dönemine geçmeden önce Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu izah etmek yerinde olacaktır. Kırım savaşı sonrası devletimiz iyice geriye gitmeye başladı. Topraklarımız birer birer kıdemli sömürücüler tarafından işgal edilmeye başlandı. Bunun yanı sıra eğitimde Avrupai usullere göre değişiklik göstermişti. Bu da şimdiye kadar İslam ümmetinin payitahtı olan bu topraklarda ki insanların zihinlerini ve fikirlerini kirletmişti. Daha önceden vurguladığımız, şu anda da vurgulayacağımız şu söz tecellisini bir kez daha gösterdi. “Gavurun ekmeğini yiyen gavurun kılıcını sallar…” bu topraklardaki nice insanlar sömürgeci devletlerin uşaklığını yaptılar. Günümüzde olduğu gibi o gün de kendilerini intelijansiya (aydın)! sananlar zihinlerini ve kalemlerini pazarlarda sattılar. Pak hilafetimiz ciddi bir buhrana duçar oldu. Küçük bir örnekle konuyu daha iyi izah edelim; 1864 – 1877 yıllarında Rus politikasının başlıca temsilcisi İstanbul büyükelçisi Kont Nikola İgnatiyef, Mahmut Nedim üzerinde öyle bir etki kurmuştu ki, imparatorluğun başkentinde sadrazama Nedimov diye bağırıyor, İgnatiyef’e de Sultan İgnatiyef diye hiap ediyordu. 1874-1875 yıllarında Bosna-Hersek-Karadağ’da isyanlar çıktı. İsyancıların çoğu Karadağ’dan sağladıkları silahlarla Müslümanlara saldırdılar. İsyanın bastırılmaya çalışılması Avrupa kamuoyunda daha çok Hristiyanların yok edilmesi olarak yankılandı.[1]

II. Abdülhamid Han’ı anlatmaya çalışacağımız bu yazımızda inşallahuRahman değineceğimiz meseleler; kısaca halifenin zamanındaki vakalar, özellikle 93 harbi, eğitime verdiği önemi, Panislamizm siyaseti gereği Çin gibi bölgelerde izlediği davet metodu, İngiltere’de kurduğu spor kulübü ve hal edilmesini aktaracağız.

A) Abdülhamid Dönemi’ndeki Vakaların Kısa Tanıtımı

Halife, Osmanlı Devleti’ni ve hatta derin bir uykuda olan İslam âleminin tamamını ayağa kaldırmaya çalıştı. Hedefi her daim ötekiler yaratan sistemler karşısında durmaktı. Mücadelesi çetin, ödediği bedel ise ağır olmuştu. -Osmanlı Devleti’nin dört bir yanında daha önce görülmemiş bir şekilde milliyetçilik hareketleri yayıldı. Bu hareketlerin liderleri Avrupa hayranı Müslüman ve Hristiyanlardan oluşuyordu. Avrupa, Osmanlı topraklarında kavmiyetçilik fikri taşıyan cemaatleri destekledi.[2]– Yine bu dönemde Yahudiler Theodor Herzl liderliğinde nüfus sağlayıp siyonyayı kurmak istediler. Merhum halifenin cevabı tokat niteliğinde olmuştur. “Doktor Herzl’e bu iş konusunda (Filistin’i vatan edinme) bugünden sonra herhangi bir çaba harcamaması gerektiğini söyleyin. Çünkü ben, bu toprakların bir karışını bile başkalarına verilmesini kabul edemem. Bu ülke, benim mülküm değil, halkımın mülküdür ve toprakları, onların kanlarıyla sulanmıştır. Yahudilerin milyonları kendilerinde kalsın. Kudüs’ü Yahudilere satmakla ve Müslümanların korumak için bana verdikleri emanete hıyanet etmekle üzerime bulaşacak olan tarihi lekeyi asla taşıyamam. Şüphesiz Osmanlıların borçları bir utanç kaynağı değildir çünkü Fransa dâhil diğer ülkelerin de borçları bulunmaktadır. Kudüs, ilk olarak efendimiz Ömer bin Hattab radiyallahu anhın halifeliğinde Müslümanlar tarafından fethedildi. Ben onu Yahudilere satarak ve emanete ihanet ederek tarihte kara bir lekeyi taşımayı istemiyorum.” [3]

Misyonerlerle içerideki hainlerle Ruslar, İngilizler, Fransızlar velhasılı tek millet olduğunu söylediğimiz küffar ile nice mücadeleler verildi.

B) 93 Harbi

Tarihimizin her kertesinde bizimle savaşan nam-ı diğer Rus ayısı bu dönemde de bizimle, bizi yok edercesine savaştı. 15 Ocak’ta Budapeşte’de Avusturya ile Balkanların bölüşülmesi üzerine anlaşma yapan II. Alexander, 19 Nisan 1877’de Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti. İki cephede harekete geçen Rusların amacı, Balkanları aşıp olanca hızla İstanbul ve boğazlara erişmektir. Haziran ortalarına doğru Avrupa yakasında Rus ordusu Bulgaristan’ın kuzeyini işgal eder, Sofya ve Edirne’ye doğru ilerler. Bulgaristan’da, Süleyman Paşa Şipka’da, Osman Paşa Plevne önünde sağlam direniş sergilerler. Ancak bu başarılar kısa sürer. Son bahardan itibaren gücünü toplayan Rus ordusu direnişi kırmayı başarır. Kasım ayında Kars, beş aylık direnişin ardından Plevne aralıkta teslim olur. 13 Şubat’ta İngilizlerin, İstanbul’un korunması için donanma gönderme teklifine karşı mebusların görüşlerini almak isteyen sultan parlamento komisyonunu toplar. Ne var ki milletvekillerinden Naci Ahmet Efendi’nin sert eleştirileri karşısında bir gün sonra parlamentoyu fesheder. Birinci meşrutiyet böylelikle sona erer. Bu karar Abdülhamit’in otokrat rejimi için bir milattır.[4]

93 Harbi’nde çok ağır bir şekilde mağlub olmuştuk. 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaşması’yla Karadağ ve Sırbistan bağımsız oldu, akabinde bağımsız olarak devlet-i aliden tazminat aldı. 93 Harbi yoğun göç akımının da başlangıç noktası oldu. -Özellikle Bulgaristan’dan Anadolu’ya yoğun göçler oldu. Burada dikkatleri çeken nokta şudur, bu göçler esnasında Ruslar tıpkı bugün göçleri serbest bıraktığını ilan edip özellikle Suriye halkını bombaladığı gibi o günlerde de Müslüman Bulgarları çeşitli saldırılarla katlettiler- Ayastefanos Antlaşması Avrupalı işgal devletlerinin işine gelmeyince, özellikle İngiltere ve Fransa olaya el atarak antlaşmayı geçersiz saydı. Bu antlaşma yerine Berlin Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre yine Bulgaristan bağımsız oldu. Bosna ve Hersek Avusturya’ya verildi. Maddeler arasında en dikkat çekici nokta ise savaşta taraf olmamasına rağmen, Yunanistan’ın sınırlarının kuzeye doğru arttırılmasıydı. Velhasılı en büyük hasarı İslam ümmeti görmüştü. Kısacası Osmanlı imparatorluğu toprağının beşte ikisiyle nüfusunun yaklaşık yarısı Müslüman olan beşte birini (5,5 milyon) terk etmek zorunda kalıyordu. Ayıca büyük bir gelir kaybına uğramaktaydı. İngiltere açısından Rus tehditi zayıflamış olsa da Berlin Antlaşması Osmanlı İmparatorluğu için giderilmesi mümkün olmayan çok ağır bir yenilgiydi.[5]

Bu dönemde toprak kayıpları yaşadık. Kaybettiğimiz topraklar arasında jeopolitik konumuna binaen en elzem olanı Mısır’dı. Hadimü’l Harameyn sıfatı ile anılan Mısır, Arap coğrafyamıza açılan pencere idi. Sömürü düzeninin şefliğini yapan İngiltere 1882 yılında Mısır’ı işgal ederek savunmasız şehirleri bombardımana tuttu. Nice Müminler şehadet ikliminde Rablerine kavuştular.

C) Eğitim

“Halife Abdülhamid, bu uluslararası siyasetini devam ettirebilmek ve kafasında tasarladığı İslam Birliğini gerçekleştirebilmek için sadece bazı gizli örgütler kurmakla kalmıyor; aynı zamanda bir takım köklü tedbirler de alıyordu ki “Dini eğitimi ıslah projesi” de bu cümlelerdendir. Ona göre şayet yıllardır dumura uğramış olan dini eğitim ıslah edilirse; kendisinin halife olduğu İslam Devletinin birçok meselesi hallolacaktı.

Abdülhamid, bu projesini gerçekleştirebilmek için sadece İstanbul ulemasında değil, diğer İslam ülkelerinde yaşayan Müslüman âlimlerin görüşlerinden de yararlanmıştı ki, Mısırlı âlim Muhammed Abduh bunlardan biridir. İkili arasında ki diyaloglar sonucu olarak hazırlanan projenin temeli şuydu; Kur’an Tefsiri, Hadis İlmi, Arapça Lisanına dair Sarf – Nahiv ve dil Tarihi, Ahlak ve dini terbiye ilimleri, hukuk metodolojisi, eski ve yeni tarih ilmi, hitabet ve irşad ilmi, kelam ve mezhepler…”[6]

Halife Abdülhamid siyasi aklı üst düzey bir liderdi. Halkın ıslahı için eğitime çok fazla değer verdi. Misyonerlerin ana hedefini izale edebilmek için yetişmiş Müminlere ihtiyacı olduğunu biliyordu. Misyonerlerin yıllar önce belirlemiş olduğu ana hedefini 1935 yılında Kudüs’te bir kez daha dile getiren dönemin misyoner lideri Samuel Zwemer şunları söylemektedir; “Hristiyan devletlerin size verdiği misyonerlik göreviniz, İslam âleminde ki Müslümanları Hristiyanlık dinine sokmanız değildir. Sizin göreviniz, Müslümanları İslam dininden uzaklaştırmak ve Allah’ı tanımaz bir hale getirmektir. Daha sonra kendilerini ayakta tutan İslam ahlakından onları koparmaktır. Eğer bunu başarabilirseniz, İslam ülkelerine yöneltilen işgalin ve sömürünün öncülüğünü yapmış olursunuz. Yönlendirme gayret ettiğiniz yolda yürümeleri için İslam ülkelerinde ki tüm kafaları buna hazırlamanız gerekir. Bunu başarmanın tek yolu, Müslümanları diniden çıkarmaktır. Bu başka hiçbir yolla mümkün değildir.”

Bu şeytani çalışmayı ve Müslümanların kafasında ki prangayı ancak İslami bir eğitim metoduyla ilga edebiliriz. Merhum Halifenin de en büyük çabası Kur’an ve Sünnet merkezli bir yaşamın yeniden Devlet-i Âl-i’de eğitim yoluyla tesis edilmesini sağlamaktı… 


[1]. Turan Namık Sinan, “İmparatorluk ve Diplomasi Osmanlı Diplomasisinin İzinde”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2014 s. 422

[2]. İslam Araştırmaları Komisyonu(Mısır), İslam Tarihi II, Kahire-Mısır, 2005, (Beka Yayıncılık)

[3]. İslam Araştırmaları Komisyonu(Mısır), İslam Tarihi II, Kahire-Mısır, 2005, (Beka Yayıncılık)

[4]. Jorga Nicolae, “Osmanlı İmparatorluğu Tarihi”, çev. Nilüfer Epçeli, Yeditepe Yayınları, c. I-VI, İstanbul, 2005;

Turan Namık Sinan, “İmparatorluk ve Diplomasi Osmanlı Diplomasisinin İzinde”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2014

[5]. Turan Namık Sinan, “İmparatorluk ve Diplomasi Osmanlı Diplomasisinin İzinde”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2014

[6]. Sırma İhsan Süreyya, “II. Abdülhamid’in İslam Birliği Siyaseti”, İstanbul, III. Baskı, 1989