Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2019 Ocak / 74. Sayı
Hamd, “Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.”[1] şeklinde buyurarak kurtuluşa ermenin ancak Allah’a ve Rasûlüne itaat ile mümkün olacağını müjdeleyen Yüce Rabbimize,
Salât ve Selâm, “Kim bana itâat ederse cennete girer, kim bana isyan eder, emrettiklerimi yapmazsa cennete girmeyi istememiş olur.”[2]buyurarak cennete girmeyi isteyen kimselerin kendisine itaat etmelerini bildiren Rasûlullah efendimize,
Allahu Teâlâ’nın rahmeti ve mağfireti de imanın gereğinin Allah’a ve Rasûlüne itaat ile mümkün olacağını kavramış olan itaatkâr mü’minlerin üzerine olsun.
Allah’a imandan sonra bir Müslüman için en önemli mesele Allah’a ve Rasûlüne itaat konusudur. Nitekim imanın gereği Allah’a ve Rasûlüne itaattir. Müslüman olmak, kendi düşünce, davranış ve seçme özgürlüğünü Allah ve Rasûlüne teslim etmek demektir. Müslüman kalmak isteyen kimse mutlaka Allah ve Rasûlünün emrine boyun eğmek zorundadır. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette Allah’a ve Rasûlüne itaat emredilmektedir. Müslümanların merhamete nail olmaları, kurtuluşu, cennete girebilmeleri hep itaat ile ilişkilendirilmiştir.
“Allah’a ve Peygambere itaat edin ki, size merhamet edilsin.”[3]
“Eğer Allah’a ve Rasûlüne itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”[4]
“Kim Allah’a ve Peygamberine itâat ederse Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur.”[5]
Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlüne davet edildiklerinde mü’minlerin sözü ancak “işittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir.”[6]
İyi bir Müslüman olabilmek, Allah’a en güzel şekilde kul olarak O’na gereğince ibadet etmek, Allah’a ve Rasûlüne itaat etmek ve mü’minleri veli edinmek mağfiret vesilesi olarak bildirilmiştir.
“Erkek ve kadın bütün mü’minler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirirler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle yarlığayacaktır. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir.”[7]
Yüce Rabbimiz kendisine itaatin Rasûlüne itaat ile mümkün olabileceğini de bizlere bildirmiştir. Dolayısıyla Rasûlullah aleyhisselâm’ı hayatlarında örnek alınması gereken kişi konumuna getirip içlerinde en ufak bir sıkıntı duymaksızın gönül hoşluğu içerisinde ona itaat eden kimseler Allah’a itaat eden kimseler olurlarken, onu hayatlarından çıkaran, hâşâ ona postacı muamelesi yapıp itibarsızlaştırmaya çalışan, böylece onun tebliğ ettiği sünneti de önemsiz hale getirmeye çalışan kimseler ise yüz çeviren, Allah’a itaatten kaçınan, (Allah muhafaza) iman etmemiş kimseler olarak vasfedilirler.
“Kim peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, biz seni onlara bekçi olarak göndermedik.”[8]
De ki: Allah’a itaat edin; Peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamberin sorumluluğu kendine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygambere düşen, sadece açık açık duyurmaktır.[9]
Allah ve Rasûlü bir şeye hükmettiği zaman hiçbir kimsenin ona muhalefet etmesi, hiçbir görüşü, kanaati ve sözü Allah’ın ve Rasûlünün buyruğuna değişmesi mümkün değildir.
“Hayır! Rabbine andolsun ki iş bildikleri gibi değil. Onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.”[10]
Yine yüce Rabbimiz kendisine ve Rasûlüne böyle bir muhalefet ve isyanın sonunun belalara uğramaya, hüsrana ve cehennem azabına sebep olacağını da haber vermiştir.
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın.”[11]
“Allah’a ve Rasûlüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz apaçık âyetler indirmişizdir. Kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır.”[12]
“Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygamber’e karşı çıkar, mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir gidiş yeridir.”[13]
“Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa Allah onu da ebedî kalacağı cehennem ateşine koyar. Onun için alçaltıcı bir azab vardır.”[14]
“(Ey mü’minler!) Peygamberin davetini, aranızdan bazınızın bazınıza daveti gibi zannetmeyin. İçinizden, birini siper ederek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, O’nun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.”[15]
Allah’a ve Rasûlüne itaatsizliğin dünyada elem verici sonuçlarından kurtulamayan kimseler, dünyada çektikleri acılara, sıkıntılara ve musibetlere ilaveten neticede bir de cehenneme girecekler ve orada da azapları daha fazlasıyla devam edecektir. Bu kişilerin oradaki feryatları da pek dehşetli olacaktır. Ancak dünyadaki itaatsizlikleri neticesinde “ahu vah” eden ve pişmanlıklar içerisinde “keşke” sözcüklerini tekrarlayan kimselere bu temennileri fayda vermeyecek yüzlerinin ateşte evirilip çevrilmesine mâni olamayacaktır.
“O gün yüzleri ateş içinde çevirilirken: “Ah keşke Allah’a itaat etseydik, peygambere itaat etseydik!” derler.”[16] Fakat ne fayda!
Allah’ım! Sen bizleri Sana ve Rasûlüne muhalefetten muhafaza eyle. Âmin.
İnsanların sapıklıktan kurtulabilmeleri ancak Rasûlullah aleyhisselâm’a itaat etmeleri ile mümkündür. Yüce Rabbimiz insanlara kendilerinden olan bir kişiyi peygamber olarak göndermesinin insanlar için çok büyük bir lütuf olduğunu bildirmektedir. Bu büyük lütuftan göz göre göre mahrum kalmak veya görmemezlikten gelmek akılsızlık değil de nedir? Allah’ın “lütuf” dediğine karşı gelmek değilse bunun ismi nedir acaba?
“Andolsun ki Allah, mü’minlere kendilerinden, onlara kendi âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitab ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.”[17]
“O’dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah’ın âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Oysa onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.”[18]
Habibullah yani Allah’ın sevgili kulu vasfına sahip olan ve “O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.”[19] ayeti kerimesi ile tezkiye edilen Rasûlullah aleyhisselâm peygamber olarak gönderilmeden hatta daha dünyaya gelmeden önce bile önceki kutsal kitaplarda müjdelenmiş, vasıflarıyla birlikte zikredilmiştir. Öyle ki Rabbimiz bunu şöyle haber vermektedir. “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup bile bile gerçeği gizler.”[20]
Kur’an-ı Kerimde Yüce rabbimiz sadece Rasûlullah aleyhisselâm döneminde ona tabi olmayı zikretmekle kalmayıp daha önceki kavim ve milletlerden olup da onun davası uğruna çalışan kimselerin de bulunduğunu haber verir. Ayrıca tebliğ etmiş olduğu din uğruna hem onun yaşadığı dönemde hem de daha sonra gelecek dönemlerde ona yardımcı olan, ona karşı saygılı olan ve onunla birlikte nur yani hakikate giden yolun kandili hükmünde olan Kur’an’a tabi olanların da asıl murada eren kurtulmuş kişilerden olacaklarını haber verir.
Kendisine Şâri sıfatı verilerek, helal ve haram kılma yetkisine sahip olduğu Kur’an-ı Kerim Yüce Rabbimiz tarafından bizlere bildirilmiş olan Rasûlullah aleyhisselâm Müslümanlar için bir rahmet olup Müslümanların yüklerini hafifleten, onları kendileri gibi kul olan kimselere esaretten kurtarıp Allah’a gereği gibi kul olabilmenin ve hakiki hürriyetin yollarını gösteren bir mürşittir. Nitekim yüce Rabbimiz şöyle buyurur.
“Onlar ki, o ümmî peygambere uyarlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılmış bulacakları o peygambere uyup, onun izinden giderler ki, o, onlara iyiyi emreder ve onları kötülüklerden alıkoyar, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılar, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yükleri indirir, üzerlerindeki bağları ve zincirleri kırar atar, işte o vakit ona iman eden, ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte asıl murada eren kurtulmuşlar onlardır.”[21]
Peygamberlerin gönderiliş gayesinin onlara itaat edilmeleri olduğunu beyan eden Rabbimiz, insanların kendilerine zulmedebileceklerini, anlaşmazlığa düşebileceklerini ve böylece hüsrana doğru giden bir yolda kendilerini helake sürükleyebileceklerini haber vermiş, böyle bir kötü akıbetten kurtulabilmenin yolunu da derhal Rasûlüne müracaat etmekle mümkün olacağını, böylece Allah’ın da kendilerini bağışlayacağını bizlere haber vermiştir.
“Biz hangi peygamberi gönderdikse, sırf Allah’ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan günahlarının bağışlanmasını dileselerdi ve Rasûl de onların bağışlanmasını dileseydi, elbette Allah’ı affedici, merhametli bulurlardı.”[22]
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Rasûlüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.”[23]
Allah’a ve Rasûlüne itaat etmemek muhalefete, çekişip didişmelere sebep olur. Çünkü ortada uzlaşılacak ortak bir değer bulunmazsa hevalar ve nefisler devreye girer. Kişiler kendi görüşlerini mutlak doğru kabul edip kendilerine muhalif olan tüm fikirleri reddeder ve onların yanlış olduğuna inanır. Neticede de fikirlerin çatışması bir müddet sonra bedenlerinde çatışması sonucunu ortaya çıkarır ki bu da çok vahim neticelere sebebiyet verir.
“Ayrıca Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Ve birbirinizle didişmeyin. Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider. Sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”[24]
Bir de Allah’a ve Rasûlüne inandık demelerine rağmen yaşantılarının hiçbir yerinde onu kendisine örnek edinmeyen onun hiçbir sözünden haberi olmayan, bununla birlikte öğrendiği zaman da yan çizip evirip çeviren, tabi olmamak için türlü türlü tevillere başvuran neticede yine de kabullenmeyerek muhalefet eden kimselere bakın Rabbimiz nasıl sesleniyor!
“Bir de “Allah’a ve Rasûlüne inandık ve itaat ettik” diyorlar da sonra bunun arkasından yüz çeviriyorlar; bunlar mü’min değillerdir.”[25]
Bu ayet göstermektedir ki sırf lisanen “Allah’a ve Peygamber’e inandım” demek, mü’min olmak için yeterli ve geçerli değildir. Bu, münafıkların tutumudur. Mü’minler ise, dilleri ile söylediklerine kalben de inanırlar, ayrıca ibadetleri ve her türlü davranışları ile de imanlarını isbat ve te’yid ederler. İmam Gazali’nin dediği gibi, amelsiz mü’min, bütün hayati faaliyetleri durmuş, sadece nefes alıp vermekle canlılık emaresi gösteren komadaki insan gibidir. Bunun yaşadığı hayatın kıymeti ne ise, ibadetten ve güzel davranışlardan yoksun kimsedeki imanın kıymeti de odur.
Bir hadisi şerifte de Rasûlullah aleyhisselâm: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemîn olsun ki; sizlerden birinizin kendi arzuları ve hevesi, benim kendisine getirdiğim şeriata tâbi olmadıkça îmân etmiş olmaz.” buyurmaktadır.
Yine Rasûlullah aleyhisselâm hadislerinde itaat konusuna değinmiş, Allah’a itaatin kendisine itaat ile mümkün olabileceğini bildirmiştir.
“Her kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur ve her kim de bana isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur.”[26]
“Girmek istemeyen, direten kimse müstesna, bütün ümmetim cennete girer.” buyurdular. Sahabeler Yâ Rasûlallah kim istemez ki?’ dediler. Rasûlullah aleyhisselâm: “Kim bana itâat ederse cennete girer, kim bana isyan eder; emrettiklerimi yapmazsa cennete girmeyi istememiş olur.” buyurdular.[27]
“Sizler, sizi bırakıp mükellef etmediğim hususlarda beni kendi halime bırakınız! Sizden evvelki ümmetler ancak soru sormaları ve nebilerine karşı ihtilafları sebebiyle helak olmuşlardır. Ben sizleri bir şeyden nehyettiğim zaman ondan sakınınız. Sizlere bir şey emrettiğim zaman da emrimi tutunuz. Gücünüzün yettiği kadar onu yerine getiriniz.”[28]
“Benim meselim (benzerim) ve beni kendisiyle size Allah’ın Nebi gönderdiği şeyin misali, ancak şu adamın benzeri gibidir ki, o kavmine geldi de: « Ey kavmim! Ben şurada iki gözümle ordu gördüm. Görüyorsunuz, ben çıplak bir nezirim. Hemen kurtulmaya, hemen kaçmaya bakınız.» der. Bu haber üzerine kavminden bir taife ona itaat ederek bütün gece vakar ve haysiyetle yürümüş ve kaçıp kurtulmuşlardır. Kavminden bir kısmı da onu yalanlamışlar da yerlerinde kalmışlardır. Bunun üzerine sabahleyin ansızın ordu onları basıp helak etmiş ve köklerini kazımıştır.
İşte bu, bana itaat eden ve benim getirdiğime uyan kimse ile bana asi olan ve benim getirmiş olduğum hakkı yalanlayan kimsenin misalidir.”[29]
Cabir bin Abdullah radıyallahu anhuma’dan;
“Bir kere Nebi sallallahu aleyhi ve sellem uyurken yanına birtakım melekler geldi ve “Bu dostunuzun yüksek bir sıfatı vardır. Haydi, siz de bunun yüksek mevkiini bir örnekle temsil ediniz.” dediler. Bunun üzerine melekler: “Bu zatın benzeri, şu kimsenin misali gibidir ki; o kimse yeni bir ev yaptırır, o evde bir ziyafet yemeği tertip eder ve bu ziyafete insanları davet etmek için bir davetçi gönderir. Bu davetçinin davetine kim icabet ederse, o eve girer ve ziyafet yemeğinden yer. Her kim de davetçinin davetine icabet etmezse o eve giremez ve ziyafet yemeklerini de yiyemez.” Bunun üzerine melekler (kendi aralarında temsili şöyle izah ettiler): “O ev cennettir, davetçi de Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Her kim Muhammed’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiştir. Her kim de Muhammed’e asi olursa Allah’a asi olmuştur. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem insanların arasını (itaat ve isyan şiarını bildirip iman edenlerle inkâr edenleri) ayırt etmiştir.”[30]
Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir zaman sonra bir takım insanların çıkacaklarını Allah’a itaat ile Rasûlüne itaatin arasını ayırmaya kalkışacaklarını Rasûlüne itaati basit bir şeymiş gibi göstermeye çalışacaklarını haber vermiştir. Oysa kelime-i tevhidi söylerken de bileceğimiz üzere iman iki temel esasa inanmakla mümkündür. Birincisi “La ilahe illallah” diğeri ise “Muhammedun Rasûlullah” ikrarıdır. Bu iki esasa iman olmadan iman tam manasıyla gerçekleşmez. Rasûle itaati küçümsemek ve hafife almak (Allah muhafaza) ona imanı da bozar ki bu takdirde Allah’a inandıklarını söyleyen ehli kitaptan ve müşriklerden de bir fark kalmamış olur.
“Onlara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) iman edin” denilince, “Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız” deyip, ondan sonra geleni (Kur’an’ı) inkâr ederler. Hâlbuki o, ellerinde bulunanı (Tevrat’ı) tasdik eden hak bir kitaptır. De ki: “Eğer inanan kimseler idiyseniz, daha önce niçin Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”[31]
“Andolsun, eğer onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim sundu?” diye soracak olsan mutlaka: “Allah” diyecekler. O hâlde nasıl (haktan) döndürülüyorlar?”[32]
“Eğer onlara, “gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, “onları O çok güçlü, çok üstün, her şeyi bilen (Allah) yarattı” derler.”[33]
Görüldüğü üzere Ehli kitap ve Müşrikler de Allah’a inandıklarını söylemişler ancak Rasûlullah aleyhisselâm’a tabi olmayı ve ona itaati kabul etmemişlerdir. Bu iddiaları da onları iman edenler sınıfına dâhil etmemiş, inkâr ve küfürleri içinde Allah’ın gazabını hak etmekten uzaklaştıramamıştır. Dolayısıyla Rasûle itaati terk etmek her gün kendilerinden fatiha süresini okurken bahsettiğimiz “Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların ve sapmışların yoluna değil” ayeti kerimesini aleyhimize çevirip onlara benzemek suretiyle kendimize de gazap ve bela dualarını okumak manasına gelecektir.
Mikdam bin Madi Kerib radıyallahu anh’dan; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Süslü tahtına yaslanmış adama benim hadislerimden birisi okunur da, o (kişi)nin vaziyetini hiç bozmadan: “Bizlerle sizler arasında Allahu Teâlâ’nın Kitabı vardır. O’nda helal olarak bulduğumuz her şeyi helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz her şeyi de haram kabul ediyoruz” diyebilme zamanı yaklaşmıştır. Dikkat edin! Rasûlullah’ın haram kıldığı şeyler Allah’ın haram kıldığı şeyler gibidir.”[34]
Ebû Rafi’den; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz koltuğunda oturmuş, benim emrimden bir emir veya nehyettiğim şeylerden bir nehiy geldiğinde sakın “Biz Allah’ın Kitabı’nda bulduğumuza uyarız, başkasını bilmeyiz” demesin.”[35]
Yüce Rabbimizden bizleri Kendisine ve Rasûlüne itaat eden ve bu itaatin arasını ayırmayan muvahhidlerden kılmasını niyaz ederiz. Kendisine ve Rasûlüne muhalefetten ve muhalefete sevkedecek durumlara düşmekten muhafaza eylemesini, dinine sımsıkı sarılan Kur’an ve sünnetin arasını ayırmayan itaatkâr Müslümanlardan kılmasını dileriz.
Selâm ve Dua ile.
[1]. Ahzab,71.
[2]. Buhari.
[3]. Ali İmran, 132.
[4]. Hucurat,14.
[5]. Nisa,13.
[6]. Nur,51.
[7]. Tevbe,71.
[8]. Nisa, 80.
[9]. Nur, 54.
[10]. Nisa, 65.
[11]. Muhammed, 33.
[12]. Mücadele, 5.
[13]. Nisa, 115.
[14]. Nisa, 14.
[15]. Nur, 63.
[16]. Ahzab, 66.
[17]. Âl’i İmran, 164.
[18]. Cuma, 2.
[19]. Necm, 3-4.
[20]. Bakara, 146.
[21]. A’raf, 157.
[22]. Nisa, 64.
[23]. Nisa, 59.
[24]. Enfal, 46.
[25]. Nur,47.
[26]. Buhâri, İbni Mâce.
[27]. Buhari.
[28]. Buhârî (7151) Müslim (1337/ 412) İbni Mâce (2) Tirmîzî (2819).
[29]. Buhârî (7146) Müslim (2283 / 16).
[30]. Buhârî (7114).
[31]. Bakara,91.
[32]. Ankebut,61.
[33]. Zuhruf,9.
[34]. İbni Mâce (12) Tirmîzî (2801)
[35]. Ebû Dâvud (4605) İbni Mâce (13) Tirmîzî (2800) Hakim (1 / 108) Beyhaki (625) İbni Hibban (13) Ahmed (6/8) Humeydi (551) Begavi (Şerhu’s Sünne 1 / 200)