Ebu Ubeyde İbnü’l-Cerrah Ve Allah Yolunda Cihad

Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2019 Şubat / 75. Sayı

İçinde bulunduğumuz asra Müslümanların halini izah edecek şekilde isim verecek olsaydık herhalde   “ İhtilaf ve Tefrika Asrı”   ifadesinden daha uygununu bulamazdık. İslam tarihinde Müslümanlar arasında çekişme, çatışma ve savaşların olduğu; safların ciddi manada ayrıldığı, her hizbin kendi haklılığına sebepler ürettiği dönemler olmuştur elbet. Ancak yaşadığımız zaman dilimi üç-beş Müslümanın dahi oturduklarında birbirlerine Allah için tahammül edemedikleri bir şekle büründü. Düşmana yönelecek diller kardeşlerin üzerine kâbus gibi çöktü, zalimi doğrayacak kılıçlar Müslümanların peşini bir türlü bırakmaz oldu. Camilerin Müslümanları bedenen ve ruhen, Kur’an ve sünnetin ise aklen ve kalben cem edişinin üzerinden bir hayli zaman geçti. Fikirler ayrıştı, kalpler dağıldı, bedenler birbirinden hızla uzaklaştı. İmamesi kopmuş tespih taneleri gibi dağılan ümmet önce gücünü yitirdi, sonra da benliğini. Asıl mağlubiyet savaş meydanlarında yenilmek değil, dava yolunda kimliğini kaybetmekti. Ve biz bugün Müslümanlar olarak iki yüz yıldır kaybettiğimiz kimliğimizi, öz benliğimizi arıyoruz. Bu arayış halindeyken birçok yerde tökezliyor ve duraksıyoruz. Ümmet olarak tökezlediğimiz, sınıfta kaldığımız birçok husus var. Ancak açtığı yara açısından öncelikle zikredilmeye hak sahibi olan hususların baş sıralarında belki de “Allah yolunda Cihad” meselesi gelecektir.

Bizler Müslümanlar olarak yürüdüğümüz bu yolun ilk yolcuları değiliz. Bizden önce nice ümmetler, nice yiğitler geldi ve geçti. Yolcular ilk olmadığı gibi yaşanan sıkıntılar da yeni değil. Aynı olaylar farklı şekillerde önceki müminler için de bir imtihan sebebi oldu. Ancak günümüz Müslümanları olarak bizler geçmişimizden kopup bir şahsiyet bunalımı yaşadığımız için karşımızdaki engellere takıldık ve her seferinde düştük. Oysa yürüdüğümüz yola daha önce yürüyenlerin baktığı gibi bakmış olsaydık, önümüzde duranın engel değil bizi daha üst seviyeye çıkaracak basamak olduğunu hemen anlardık. 

Şimdi, “Allah yolunda Cihad” meselesini engel olmaktan çıkarıp cennet için bir fırsata dönüştürmek düşüncesiyle gözlerimizi “Hz. Ebu Ubeyde B. Cerrah” isimli sahabeye çevirelim.  

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem tarafından “Emin’ül-Ümme (ümmetin emini)” şeklinde isimlendirilip Necran Hristiyanlarına rehber olarak gönderilen[1] , Kureyş’in iki dâhisinden birisi olarak kabul edilen Ebu Ubeyde radıyallahu anh[2]  genç yaşında İslam’a girmiş ve Müslümanların ilklerinden olma şerefine erişmiştir. Mekke döneminde birçok Müslüman gibi o da iman etmenin bedelini ödemiş, İkinci Habeşistan ve Medine Hicret’lerine katılmış ve Medine döneminde peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte tüm gazvelere iştirak etmiştir. Teslimiyeti, güvenilir oluşu, tevazuu ve komutanlığı ile ön plana çıkan Ebu Ubeyde radıyallahu anh 58 yıllık bir ömre büyük hizmetler sığdırmıştır. Kabri Ürdün’de bulunmaktadır. Allah kendisinden razı olsun. 

Hz. Ebu Ubeyde B. Cerrah’ın mütevazi kişiliği onun iyi bir komutan oluşunu engellememiş, bilakis taçlandırmıştır. Gerek asker gerek komutan olarak gerisinde büyük başarılar bırakan Hz. Ebu Ubeyde radıyallahu anh’ın cihad serüveninin temel taşlarını dört maddede özetleyebiliriz:

1- Sadece Allah’ın rızasını arzulaması

2- Fedakâr oluşu

3- Adaleti gözetmesi

4- Dünyalığa meyletmemesi

Sadece Allah’ın Rızasını Arzulaması

İman ile tanıştığı günden beri Hz. Ebu Ubeyde radıyallahu anh’ın en büyük hedefi Allah’ı razı etmekti. Bunun için Mekke’de çile çekmiş, yurdunu terk etmek zorunda kalmış, yine de amacından vazgeçmemişti. Bu sefer O’nu bekleyen daha zor bir imtihan vardı. Müslümanlar ile Mekkeli Müşrikler Allah’ın taktiri ile Bedir’de karşı karşıya gelmişlerdi. Bugün saflar ayrışacak, hak ile batılın rengi tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacaktı. Savaş başlamış ve kılıçlar çekilmişti. Ebu Ubeyde radıyallahu anh için bugün savaşın dışında başka bir zorluk vardı. Nereye gitse karşısında kendisini öldürmek için hazır bekleyen babasını görüyor ve “Çekil önümden baba!” diyerek onunla savaşmaktan imtina ediyordu. Ancak baba Abdullah b. Cerrah her seferinde karşısına tekrar çıkıyordu. Bu bir hak-batıl savaşıydı. Bugün hakkın yanında batılın karşısında olmanın günüydü. Allah’ın davası için kendi canından bile geçen Ebu Ubeyde radıyallahu anh için babasıyla savaşmaktan başka çare kalmamış ve neticede Abdullah b. Cerrah evlat kılıcıyla Rasûlullah’a düşman olarak can vermişti. Allah celle celaluhu kendi rızası için en yakın akrabalarıyla dahi çarpışan müminlerden razı olduğunu ilan etmek ve arkadan geleceklere emsal teşkil etmesi için şu ayetleri indirmişti: 

“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah ve Rasûl’üne düşmanlık edenlerle dost olduğunu göremezsin. İşte onların kalbine Allah iman yazmış ve katında bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinde ırmaklar akan cennetlere sokacak, onlar orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın tarafında olanlardır.” (Mücadele, 22) [3]

Ebu Ubeyde, Zatu’s-Selasil Seriyyesi’nde de tüm Müslümanlara örnek olacak bir hareket sergilemiştir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Amr b. As radıyallahu anh’ı bir seriyyenin başında düşman üzerine gönderir, Müslümanlar yolda düşmanın çok kalabalık olduğunu öğrenince Efendimize bir mektup yazarak yardım isterler. Allah Rasûlü, Ebu Ubeyde b. Cerrah önderliğinde bir orduyu yardıma gönderir. Peygamber Efendimiz birleşen İslam ordularına Ebu Ubeyde’nin komuta etmesini isterken, Ebu Ubeyde’ye Amr b. As ile iyi geçinmesini, asla ihtilafa düşmemelerini öğütler. İki ordu bir araya geldiğinde Amr b. As, Ebû Ubeyde’nin komutan olmasını kabul etmez ve tartışma yaşanır. Sahabiler Ebu Ubeyde’nin komutan olması gerektiğinde ısrar ederler. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun komutan olmasını istemiştir. Amr ise muhalefete devam etmekte, inatla “Komutan benim” demektedir.
Ebu Ubeyde radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözüne tabi olmak için ısrar etmez ve ihtilaf böylece ortadan kalkar. [4]

Fedakâr Oluşu

Ebu Ubeyde radıyallahu anh’ın hayatında İslam için yapmış olduğu yüzlerce fedakârlık vardır. Sevdiklerinden, yurdundan, canından vazgeçmesi vs. Ancak bunlar arasında Uhud savaşında Rasûlullah’ın yüzüne batan miğfer halkalarını ön dişleriyle sökme çabası vardır ki; gerçekten O’nun bu davaya nasıl bir sevda ile bağlandığına dünyada da ahirette de şahitlik edecektir.

Uhud savaşı Müslümanlar için en zor savaşlardan birisiydi. Bu savaşta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dahi büyük tehlikelerle karşı karşıya kaldı. Müşrikler tarafından yüzü yaralanmış, mübarek dişleri kırılmıştı. Miğferinden kopan iki halka yüzüne batmıştı efendimizin. Hz. Ebubekir radıyallahu anh Rasûlullah’ı bu ıstıraptan kurtarmak için harekete geçmişti ki Ebu Ubeyde radıyallahu anh, koşarak geldi ve “Ey Ebubekir! Allah hakkı için bu şerefi bana bırak, o mübarek yüzdeki halkaları ben çıkarayım!” dedi.  Ebubekir efendimiz bu samimi çağrıyı geri çeviremedi. Ebu Ubeyde “Uzan Ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Efendimiz uzandı, Ebu Ubeyde de başı ucunda dizleri üzerine çömeldi ve ‘Bismillah’ diyerek sağ yanaktaki halkayı çıkardı. Ancak halka ile birlikte Ebu Ubeyde’nin ön dişlerinden birisi de gelmişti. Ebubekir radıyallahu anh onun bu halini görünce dayanamadı ve “Ey Ebu Ubeyde! İkinci halkayı da bana bırak” dedi. Ebu Ubeyde aynı sözlerle tekrar ricacı olarak sol taraftaki halkayı da çıkarmak için davrandı. Halka çıkmış ama Ebu Ubeyde’nin bir dişi daha onunla birlikte gelmişti. Ebu Ubeyde dişlerini düşünmüyordu. O’nun tek derdi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem idi. “Ya Rasûlallah, rahatladın mı?” diye sordu. Efendimiz de “Evet, Ey Ebu Ubeyde rahatladım” buyurdu. [5]

Ebu Ubeyde yaptığı bu hareketle ön iki dişini Allah yolunda feda etmiş ve kendisinden önce cennete göndermişti. 

Adaleti Gözetmesi

Ebu Ubeyder radıyallahu anh Hz. Ebu Bekir devrinde, önce devletin mali işlerini yürütmüş daha sonra ise Suriye cephesinde cihad eden ordulardan birinin komutanlığına getirilmişti.[6]  Hz. Ömer halife olduğunda Ebû Ubeyde’ye tüm Suriye ordularının başkomutanlığı vazifesini vermiş, bu dönemde Dımaşk, Hama, Lazkiye, Halep, Antakya ve Kudüs başta olmak üzere pek çok şehrin fethi gerçekleşmiş, Anadolu içlerine seferler düzenlenmişti. [7]

Ebu Ubeyde’nin fethettiği yerlerden birisi de Humus’tu. Bu adil komutan fetih sonrasında yüksek bir tepeye çıkarak konuşma yapmış ve halka nasıl muamelede bulunacağını ilan etmişti. Bunlar arasında korunmaları karşılığında alınacak olan cizye vergileri de vardı. Rum halkı şahit oldukları bu durumdan memnunlardı. Zira karşılarında haklarını gasp etmeyen bir yönetici vardı. Hal böyleyken Ebu Ubeyde bir müddet sonra Heraklius’un büyük bir orduyla üzerlerine geleceğini öğrendi. O zaman İslam askerleri çeşitli bölgelere dağılmışlardı. Ebu Ubeyde’nin elinde bu saldırıya karşı koyabilecek kadar asker yoktu. Bu nedenle Antakya civarına çekilme kararı aldı. Ama Humus’tan geri çekilirken Rum halkına şu tebliğatı yaparak eşi benzerine nadir rastlanacak bir olaya imza attı: “Ey Rum halkı! Sizleri koruma karşılığında Cizye almıştık. Ancak şu an sizi koruyacak gücümüz olmadığından dolayı aldığımız tüm vergileri iade edeceğimizi ilan ediyoruz. Herkes Beytülmalden sorumlu Habib b. Mesleme’nin yanına gelsin ve verdiği miktarı geri alsın.” Rumlar duyduklarına inanamıyor ve hayretle olan biteni anlamaya çalışıyorlardı. Ebu Ubeyde radıyallahu anh bu adaletli hareketiyle Rumların kalplerini fethetti ve birçoğunun İslam’a girmesine vesile oldu. [8]

Dünyalığa Meyletmemesi

Ebu Ubeyde radıyallahu anh koskoca komutan olmasına rağmen dünyanın şatafatına meyletmez daima zahidane bir hayat sürerdi. Başını sokacağı bir ev, karnını doyuracağı basit bir azık onun iaşesi için yeterli olurdu. Ömer efendimiz onun bu özelliğine bizzat şahit olmuş ve O’nu taktir etmekten kendisini alamamıştı.  

“Ömer efendimiz, Şam’a gittiği zaman, Onu karşılayanlara “Kardeşim Ebu Ubeyde nerede?” diye sordu. “Geliyor efendim” diyerek gelmekte olan Hz. Ebu Ubeyde’yi gösterdiler. Kavuşan iki dost selamlaşıp birbirine sarıldı. Hz. Ömer, Ona: “Haydi senin evine gidelim” deyince Hz. Ebu Ubeyde: “Buyurunuz ey Mü’min’lerin emiri” diyerek evine götürdü. Hz. Ömer, Ebu Ubeyde’nin evinde bir şey görememiş, Ona “Nerede senin eşyan? Burada bir keçe, bir kırba gibi şeylerden başka bir şey yok. Senin burada yiyecek bir şeyin yok mu?” dediğinde, Hz. Ebu Ubeyde O’na bir zenbil getirerek birkaç lokma çıkardığında Hz. Ömer ağlamıştı. Sonra da “Ey kardeşim Ebu Ubeyde, dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi” buyurmuştu. [9]

Başka bir olayda ise; Hz. Ömer, Hz. Ebu Ubeyde’nin şahsına dört bin dirhem göndermiş, bu parayı Ona götürecek elçiye “Dikkat et, bakalım, bu parayı ne yapacak?” diye tenbih etmişti. Hz. Ebu Ubeyde bu parayı aldıktan sonra onu hemen askerleri arasında taksim etmişti. Elçi, geri dönünce hadiseyi anlatmış, Hz. Ömer de “Hamd olsun ki Müslümanlar arasında böyle insanlar var.” demişti.[10]  


[1]Buhârî, “Fedâilu Ashâbi’n-Nebi” 21; Müslîm, “Fedâilu’s-sahâbe” 53.

[2]. İbn Asâkîr, Tarihu Medineti Dımeşk, VIII, 734.

[3]. İbn Kesir,Tefsirü’l-Kur’ani’l Azim, IV, 66; Hâkim, el-Müstedrek,III,297; İbn Hacer,el-İsâbe,V, 509.

[4]Vakıdî, el-Meğâzî, II, 770-771; İbn Hacer, el-İsâbe, V, 511; Zehebî, A’lâmu’n-nübelâ, I, 9.

[5]bkz: Vakıdî, el-Meğâzî, I, 246-247; Hâkim, el-Müstedrek,III,27.

[6]İbn Hacer, el-İsâbe, V, 509; Halife b. Hayyât, Tarih, I, 123; Ezdî, Fütûhu’ş-şâm, 5.

[7]. İbn Hacer, el-İsâbe, V, 509; Ahmet Önkal, “Ebu Ubeyde”, DİA, X, 250.

[8]. bkz: Ebu Yusuf, Kitabü’l- Harac, s. 81.

[9]. İbn Hacer, el-İsâbe, 2: 254; İbnu’l-Esir,Üsdü’l-Gàbe, 3: 85.

[10]İbn Asakir, Tarihu Medineti Dımaşk,VII,165.