Nebevi Damlalar – Yener Yılmaz / 2019 Eylül / 82. Sayı
Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhumâ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır.
Şüpheli konulardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise gitgide harama dalar. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu araziye girme tehlikesi vardır.
Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arazisi vardır. Unutmayın ki, Allah’ın yasak arazisi de haram kıldığı şeylerdir.
Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.”
Buhârî, Îmân 39, Büyû’ 2; Müslim, Müsâkat 107, 108. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû’ 3; Tirmizî, Büyû’ 1; Nesâî, Büyû’ 2, Kudât 11; İbni Mâce, Fiten 14.
Hadisin Ravisi; Numan Bin Beşir (ra)
Hicretten on dört ay sonra (Rebîülâhir 2 / Ekim 623) dünyaya geldi. Iraklılar, onun Resûl-i Ekrem’den epeyce hadisi bizzat duyduğunu belirtmesine bakarak daha önce doğmuş olabileceğini ileri sürmüş, Buhârî’ de hicret yılında dünyaya geldiğini belirtmiştir.
Resûl-u Ekrem’e biat eden kadınlardan olan annesi Amre binti Revâha, Nu‘mân’ı Hz. Peygamber’in yanına götürerek tahnîk yaptırdı(Yeni doğmuş bebeğin ağzına hurma vb. bir şeyler tattırmak) ve ona dua etmesini istedi. Nu‘mân İslâmiyet’in ilk yıllarında Müslüman olan bir aile ortamında büyüdü. Rasûlullah’ın kumandanlarından olan babası Beşîr Bedir, Uhud ve Hendek başta olmak üzere bütün gazvelerde bulundu. Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra Medineliler Ensar’dan birinin halife olmasını istediği halde o Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesini savundu ve ona biat etti.
Nu‘mân b. Beşîr, yaşının küçüklüğü sebebiyle âlimlerin çoğunluğuna göre Hz. Peygamber’den çok az hadis dinlemiş, bu sebeple hadisleri naklederken, “Helâl bellidir, haram da bellidir” hadisi dışında Rasûlullah’tan duyduğuna delalet eden lafızlar yerine “Allah resulü buyurdu ki” ifadesini kullanmıştır, rivayet ettiği 124 hadisin çoğunu dayısı Abdullah b. Revâha, Hz. Ömer ve Hz. Âişe’den öğrenmiştir.
Halife Muâviye’nin kumandanlarından olan Nu‘mân b. Beşîr, Suriye ve el-Cezîre valiliğine, daha sonra da Kûfe valiliğine tayin edildi. Ancak Hz. Hüseyin yanlısı olduğu gerekçesiyle dokuz ay sonra Yezîd tarafından görevinden alındı. Buhârî onun Kûfe valiliğinin yedi ay devam ettiğini belirtir. Muâviye’nin Nu‘mân’ı Kûfe valiliğinden Humus valiliğine naklettiği de kaydedilmektedir.
Nu‘man, Kûfe valiliğinden azledildikten sonra oğlu Muhammed ile birlikte Dımaşk’a yerleşti; Dımaşk kadılığı görevine getirildi.
Nu‘mân b. Beşîr, Halep’le Humus arasında bulunan Maarre’den geçerken bir oğlu burada vefat edip defnedilmiş, daha sonra bu yer Maarretünnu‘mân diye anılmıştır.
Yezîd b. Muâviye ve Yezîd’in yerine geçen oğlu Muâviye döneminde de Dımaşk’ta yaşadı. Daha sonra Abdullah b. Zübeyr’in yanına geçti. İbnü’z-Zübeyr kendisini Humus valisi olarak görevlendirince halkı İbnü’z-Zübeyr’i desteklemeye davet etti.
Mervân b. Hakem’in halife olmasının ardından Humus halkı ona isyan etti. Nu‘mân, Humus’tan kaçmaya çalışırken 64 yılı Zilhicce ayının ortalarında (Ağustos 684 başları) Humus’un köylerinden Bîrîn’de katledildi.
Hz. Peygamber’in şairlerinden olan dayısı Abdullah b. Revâha ile annesi Amre bint Revâha’nın şiir söyleme kabiliyeti Nu‘mân b. Beşîr’e ve çocuklarına da intikal etmiş, Nu‘mân’ın şiirleri bir divan hacmine ulaşmıştır.
Çok iyi bir hatip olduğu belirtilen Nu‘mân’ın vahşice katledilmesi ve başının ailesine gönderilmesi üzerine kızları Amre ve Hamîde’nin söylediği mersiyeler tabakat kitaplarında yer almıştır. Allahu Teâlâ ondan razı olsun…[1]
Açıklama
Peygamber Efendimiz bu hadiste, Müslümanların karşısına çıkacak meseleleri üç gurupta toplamaktadır:
Birincisi yemek, içmek, yürümek, konuşmak ve evlenmek gibi helâl davranışlar.
İkincisi içki içmek, zina etmek, yalan söylemek, iftira etmek gibi haram davranışlar.
Üçüncüsü ise şüpheli konulardır. Şüpheli konuların helâl kısmına mı, yoksa haram kısmına mı girdiği ilk bakışta bilinemez. Çünkü din bu konuda açık bir hüküm getirmemiştir. Bu sebepledir ki, Peygamber Efendimiz, halkın birçoğunun bunları bilemeyeceğini söylemiştir. İslâm âlimleri bunları bilinen benzeri konulara kıyas ederek yani ictihad yaparak açıklığa kavuşturmuşlardır. [2]
Allahu Teâlâ bizlere bir rahmet olarak haram olan durumları Kuran’ı Kerim’de ya da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemaracılığıyla açıklamıştır, bunların dışında kalanların ise helal olduğu bildirilmiştir, yani haramların sayısı belli ancak helaller sınırsızdır. Bu durum ise bize hayatı kolaylaştırmış, yaşamdan yeterince istifade edebileceğimiz bir ortam oluşturmuştur. Bu durumla beraber dikkat etmemiz gereken bir konu “şüpheli şeylerin” var olduğu gerçeğidir. Yapmaktan kaçındığımız takdirde dinimizi ve şahsiyetimizi koruyacağımız “şüpheli şeyler” haram olup olmadığı açıkça bildirilmeyen ve kesinlikle helaldir denilemeyen durumlardır.
Genel olarak bu şekilde tarif edilse de farklı yorum yapan alimlerimiz de bulunmaktadır örneğin; İmam Ahmed bin Hanbel,şüpheli şeyleri, katıksız helâl ile haram arasındaki bir durum diye açıklamış ve bir başka seferinde de “malına haram karışan kimsenin durumunda olduğu gibi, helâl ile haramın birbirine karışması” diye de yorumlamıştır. Bundan dolayı şöyle bir fetva vermiştir: “Eğer maldaki haram helâlden daha fazla olursa ondan uzak durmak icab eder. Helâl haramdan daha çok olup haram nispeten az ise, kullanımı caiz olur.”
Kimi alimler ise, şüpheli olan şeylerin “mekruhlar” olduğunu söylemiş, sürekli yapıldığı takdir de bunların harama ulaştıran vesileler olacağını belirtmişlerdir.
İbnü’l-Müneyyir, hocası Kubârî’nin şöyle söylediğini nakletmiştir: “Mekruh, kişi ile haram arasında bir geçittir. Sürekli mekruhları yapan kişi harama gider. Mubah da kişi ile mekruh arasında bir geçittir. Sürekli mubahlardan yararlanan kişi mekruha doğru kayar.” Bu güzel bir çıkarımdır.
Allah’ın haramlarından sakınmak isteyen kişi ilk olarak helallerden istifa ederken belli bir ölçü ile hareket etmelidir, İbn Hibbân’ın rivayet ettiği şu hadis de bunu desteklemektedir: “Haramla aranıza helalden perde çekiniz. Kim bunu yaparsa şahsiyetini ve dinini korumuş olur. Bunun etrafında dolaşan kişi, koruluk etrafında hayvan otlatana benzer, onun oraya düşmesi yakındır.” Bu şu anlama gelir: Helalin mutlak olarak işlenmesinin mekruha götüreceğinden korkulduğunda ondan kaçınmak gerekir. Bu durum helal yiyecekleri sürekli ve bolca yemeğe benzer. Bu da çokça kazanç sağlamaya mecbur bırakır. Çokça kazanç sağlamak ise kişinin hak etmediği şeyi almasına veya insanları küçümsemesine yol açar. En azından kullukla uğraşmaktan alıkoyar. Bu herkesçe bilinen, gözle de görülen bir durumdur.[3]
Hadisten Çıkarılan Dersler
1. Helâl lokma yemeli, haramlardan sakınmalıdır.
2. İnsanı farkına varmadan harama yaklaştıran şüpheli konulardan uzak durmalıdır.
3. İyi ile kötüyü ayırt etmeye yarayan kalbin sağlığını korumalıdır.
4. Şüpheli konulardan sakınmayıp haram batağına düşenler hem Allah hem de insanlar yanındaki değerlerini yitirirler.
5. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allahu Teâlâ’nın bizim şeklimize, giyim kuşamımıza değil kalbimize ve amellerimize baktığını ve asıl ona önem verildiğini bildirmiştir. Bundan dolayı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dualarında Allah Teâlâ’dan selim bir kalp istemiş ve bunu ümmetine öğretmiştir.[4]
6. Kalp, yaratılış itibariyle insanın en hassas ve en çok tesir altında kalan uzvudur. Burada kalp olarak kastedilen, sadece et ve kandan ibaret olan maddi yapı değildir. Aksine insanın hayatına yön veren karar alma mekanizmasının merkezidir, kalp dediğimiz… “Fuâd” ismi de verilen bu uzuv (organ), insanın şahsiyet ve karakterinin merkezidir. İşte insanın bütün özelliklerini, hayatı boyunca yöneleceği istikametini, amellerini, nasıl bir insan olduğunu ve başkalarıyla münâsebetlerini belirleyen merkez hep kalptir.
7. İbnu’l-Mulakkin şöyle demiştir: “Kalbin iyi olması şu beş şeyledir; Düşünerek Kuran okumak, karnı tam doldurmamak, geceleyin namaz kılmak, seher vakitlerinde Allah’a yalvarmak ve salih kişilerle beraber olmak.”
8. Kur’ân-ı Kerîm, birçok âyet-i kerîme ile kalbin insan hayatındaki ehemmiyetini vurgulamıştır. Günah ve isyandaki aşırılıkları sebebiyle “mühürlenen kalpler”[5] bulunduğu gibi, o derece bozulmamış “hastalıklı kalpler”[6] de vardır. Hissetmeyen “katılaşmış kalpler” [7] bulunurken “Allah korkusundan titreyen”[8] “takvâ sahibi” [9] kalpler de vardır. Her insan manevi olarak kalbinin hangi mertebede olduğunu bilir, bize düşen görev hastalandığını fark ettiğimiz anda kalbimize tedavi uygulamaya çalışmaktır; bu tedavi ise başta, Allahu Teâlâ’dan bu konuda yardım istemek ve Kur’an-ı Kerim ile münasebetimizi arttırmakla uygulanır.
9. İnkâr, münafıklık, Allahu Teâlâ’yı sever gibi başkalarını sevme, kin, haset, cimrilik, kibir, başkalarını küçümseme, riya, açgözlülük, takdir edilene razı olmama gibi durumlar kalp hastalıklarından sayılır, kişi bu gibi duygular hissediyorsa tedaviye muhtaçtır. Tedavi süreci dua ile başlar salih amelleri arttırmak ve günahları azaltıp terk etmekle devam eder ve Allah’a yaklaştıkça kalp berraklaşır, kir pas ve manevi tüm hastalıklarından kurtulur.
“Ey kalpleri eviren, çeviren Allah’ım kalplerimizi bu din üzere sabit eyle.
[1]. TDV ansiklopedisi
[2]. Riyazu’s Salihin Şerhi, Erkam Yayınları
[3]. Fethul Bari Şerhi Buhari/39.Bab Dinde Şüpheli Şeylerin Hükmü
[4]. bk. Buhari, Deâvât 33
[5]. Bakara, 7
[6]. Bakara, 10
[7]. Bakara, 74
[8]. Hac, 35
[9]. Hac, 32



