Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2018 Haziran / 67. Sayı
Hamd, “Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip-beğendim.”[1] buyurarak en mükemmel nizam olan İslâm’ın tüm beşeriyet için çözüm yolu olduğunu bildiren Yüce Rabbimize;
Salat ve selâm, “Müslümanlardan her kim, malını muhafaza uğrunda öldürülürse şehiddir. Her kim canını savunma uğrunda öldürülürse şehiddir. Her kim dinini müdafaa yolunda öldürülürse şehiddir. Her kim ehlini ve namusunu korumak için öldürülürse şehiddir.”[2] buyurarak himaye altına alınmış olan hakları ve bunların muhafazası uğruna yapılması gerekenleri beyan eden Rasûlullah aleyhisselâm’a;
Allahu Teâlâ’nın sonsuz keremi ile ihsanı ve afv-u mağfireti de bu dinin yaşanması ve muhafazası uğruna gayret gösteren müminlerin üzerine olsun.
İslâm dini, kendisine boyun eğen insanların canlarını, mallarını, ırz ve namuslarını, akıllarını himayesi altına almış ve böylece müminlerin birbiriyle kaynaşıp tek vücut haline gelen faziletli bir toplum ve numune bir ümmet oluşturmalarını sağlamıştır. Bu dine gönül verenler, ihanet yapmazlar, yalan söylemezler, Müslüman kardeşlerini sahipsiz bırakmazlar, canına kastetmezler, ırzına saldırmazlar, malına göz dikmezler.
Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Hata dışında bir mümin diğer bir mümini öldüremez…”[3]
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz de şöyle buyurmaktadır:
“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Bir Müslüman diğer Müslüman kardeşine ihanet etmez. Ona yalan söylemez ve onu sahipsiz bırakmaz. Her Müslümanın diğer Müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takva işte buradadır. Kişinin Müslüman kardeşini tahkir etmesi kötülük olarak ona yeter.”[4]
Fakat bu nimetleri takdir edemeyen bazı bedbahtlar çeşitli suçlar işleyerek İslâm’ın himayesini zedelemek isterler ve böylece kendi haklarını da kaybederler. Bunlar, katiller, zaniler ve mürtedlerdir.
İslâm dini kendisine boyun eğenlerin canlarını, akıllarını, mallarını ve namuslarını himaye altına alırken bunu sağlayan prensiplerinin devamı ve esaslarının sarsılmaması için, Müslümanların canına kasteden bir katili, ırzlarına tecavüz eden bir zaniyi ve İslâm’ı kabullendikten sonra ondan çıkma cinayetini işleyen bir mürtedi, ölümle cezalandırmakta ve yılanın başını ezmektedir. Artık bu cinayetleri işleyen insanlar için İslâm’ın himayesi söz konusu değildir. Aksi takdirde İslâm, kendi kendini nakzetmiş ve temel prensiplerini çiğneyenleri kucağında beslemiş olur. Elbette ki ilahi bir nizam olan İslâm’da böyle bir çelişki görmek imkânsızdır.
Peygamber Efendimiz, İslâm’ın himaye hakkını kaybeden bu insanları beyan ederek şöyle buyuruyor:
“Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın Peygamberi olduğuma şehadet eden bir Müslümanın kanı helal olmaz. Ancak şu üç kişi hariçtir. Bunlar; cana kıyan, evlendikten sonra zina eden ve dinden çıkıp cemaati terk edendir.”[5]
Başka bir rivayette şöyledir:
“Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Peygamberi olduğuna şehadet eden bir Müslümanın kanı helal olmaz. Ancak şu üç kişiden birinin durumuna düşenin kanı helaldir:
Evlendikten sonra zina eden. Çünkü bu recmedilir.
Allah’a ve Peygamber’ine karşı savaşa girişen. Zira bu öldürülür veya asılır yahut yeryüzünde sürgün edilir.
Bir insanı öldüren. Çünkü bu öldürdüğü insana karşılık öldürülür.”[6]
İslâm, toplum için zararlı olan bu gibi kötü insanların tehlikesinden korunmak için hem devlet mekanizmasına büyük salahiyetler vermiş hem de fertlere kendi kendilerini savunma hakkı tanımıştır. İşte nefsi müdafaa da bundan ileri gelmektedir.
Nefsi Müdafaa Hakkı ve Kapsamı:
Müslümanlar, gerçek anlamda kardeştir. Birbirlerini severler. Birbirlerine yardımcı olurlar, birbirlerini savunurlar ve düşmanlarına karşı yek beden olurlar. Kişi dinden çıkarak veya din kardeşinin canına kıyarak yahut ırzına göz dikerek ya da malını gasbederek bu kardeşliği bozarsa, İslâmi kardeşliği devam ettirmek zorunda olan samimi bir Müslüman, bu tür hastalıklara yakalanan kişiye karşı kendisini savunma hak ve yetkisine sahiptir. Savunacağı haklar nefsi müdafaa kavramı altına giren meselelerin tümüdür.
Nefsi müdafaa kavramına, kişinin dinini, canını, namusunu, malını ve saldırıya uğrayan başka bir mümin kardeşini savunması girmektedir. Biz burada konumuzla ilgili olan Müslümanın malını savunması konusunu inceleyeceğiz.
Müslümanın Malını Savunması:
Bu hususta Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Erkek hırsızın ve kadın hırsızın yaptıklarının karşılığı ve Allah tarafından bir ceza olarak ellerini kesin.”[7]
Ebu Hureyre radıyallahu anh diyor ki; “Bir adam Rasûlullah’a geldi ve ona;
– “Ey Allah’ın Rasûlü! Eğer bir kişi gelir de malımı almak isterse ne yapayım” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Malını ona verme” dedi. Adam:
– “Ya benimle savaşırsa ne yapayım?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Sen de onunla savaş” dedi. Adam:
– “Beni öldürür ise?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Sen şehid olursun” dedi. Adam:
– “Ben onu öldürürsem?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “O cehennem ateşindedir” buyurdu”[8]
Abdullah bin Ömer radıyallahu anh diyor ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kimin malına saldırılır ve kendisiyle savaşılır da o da saldırana karşı savaşır ve ölürse şehiddir.”[9]
Görüldüğü gibi, masum bir insanın haksız yere dinine, canına, ırzına ve malına saldıran insan, Müslüman dahi olsa kanı helal olur. Saldırıya uğrayan kişi, kendisini savunma hakkına sahiptir. Bu hakkını kullanırken saldırganı öldürür ise sorumlu değildir. Ancak öldürme dışında bir başka yolla kendisini savunabildiği halde saldırganı hemen öldürmüş olursa, bu takdirde kısmen de olsa sorumlu olur.
Şayet dinini, canını, ırzını ve malını savunan insan saldıran tarafından öldürülürse şehid olur. Bu hususta Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Müslümanlardan her kim, malını muhafaza uğrunda öldürülürse şehiddir. Her kim canını savunma uğrunda öldürülürse şehiddir. Her kim dinini müdafaa yolunda öldürülürse şehiddir. Her kim ehlini ve namusunu korumak için öldürülürse şehiddir.”[10]
Özetle, masum bir insan, bu hususları savunma mecburiyetinde kalırsa, yapılan saldırıyı öldürme dışında bir yolla engellenmesi mümkün ise o yolla önler. Önlemenin öldürmeden başka bir yolu yoksa o kişiyi öldürmekten dolayı sorumlu olmaz.
Bir Müslümana, pasif tavır takınmak, Müslümanların uğradıkları saldırılar karşısında kabuğuna çekilip susmak, zalimin zulmünü alkışlayıp mazlumun figânına kulaklarını tıkamak ve zevku sefasına dalıp olup bitenlerden uzak kalmak asla yakışmaz. İslâm’ı ve Müslümanları savunma yönünden her Müslüman bir polis, her mümin bir savcıdır. Her fert bir asker, her cemaat bir ordudur. Her haklı bir hâkim, her haksız bir mahkûmdur.
Bu ilahi nizamda, iktidara gelenlerin putlaştırılması, sadece onların sözlerinin geçerli olup, idare edilenlerin ezilmesi, ordunun, adlî teşkilatın ve polisin baskı aracı olarak kullanılması asla mümkün ve caiz değildir.
Zaten bu nizamda insanları putlaştıran unvan ve rütbelerin yeri yoktur. Buna göre egemenlik, sadece Yaratıcı’nındır. Yaratılanlar ancak ona boyun eğme derecelerine göre birbirlerinden üstün olurlar.
İşte bu nedenledir ki, İslâm’da eşitlik gerçek anlamda mevcuttur. Sadece kâğıt üzerine yazılan bir yazıdan ibaret değildir.
Birbirlerine eşit olan Müslümanlar, kendilerini savunmada da bu eşitliği ortaya koyarlar. Savunma vazifesini belli bir sınıfa yükleyip kendilerini bundan azade saymazlar. Bu itibarla her müminin diğer kardeşini savunma yükümlülüğü vardır.
Mezheb Âlimlerine Göre Nefsi Müdafaa:
Hanefi Mezhebine Göre:
1. Nefsi Müdafaanın Hükmü: Hanefi mezhebine göre, kişinin canını, malını, ırzını savunması vacibtir. Kişi bunları savunurken öldürülürse şehiddir.
2. Nefsi Müdafaanın Sınırı ve Bundan Doğacak Sorumluluk: Nefsi müdafaanın sınırı ve bundan doğacak sorumluluk; Saldıran insanın sorumlu olma yeteneğine sahip olup olmamasına, öldürücü bir araçla saldırıp saldırmamasına, zamanın gece veya gündüz olmasına, saldırı yerinin şehir veya şehir dışı olmasına, saldırılan şeyin can, mal ve ırz olmasına göre farklı olabilir. Şöyle ki:
A. Kişinin bir mükellefin saldırısı karşısında canını, malını ve ırzını savunması: Mükellef olan (sorumlu olma yetkisine sahip olan: Akıllı ve ergenlik çağına ulaşan) bir insan, başka bir insanın canına veya malına yahut ırzına saldıracak olursa, iki ihtimal vardır:
a. Saldırıya maruz kalan insan, bunu öldürmeye başvurma dışında herhangi bir yolla önleme kanaatına sahip olursa o yolla önlemesi gerekir. Direkt olarak saldırganı öldürürse sorumlu olur. Saldırıya uğrayan kişi, çevreden yardım isteyerek saldırganı uzaklaştırma imkânına sahiptir. Veya saldırgan amacına ulaşmadan kaçıp gitmiştir. İşte bu halde onu öldürürse bundan dolayı sorumludur. Duruma göre kendisine kısas uygulanır veya diyet ödettirilir.
b. Saldırıya maruz kalan insan, saldırganı öldürmekten başka bir imkana sahip değildir. Bu takdirde saldırganı öldürmesinden dolayı kendisine hiçbir sorumluluk yoktur.
Âlimler, böyle saldırganların öldürülmesinde mahzur görmemişler ve bunlardan herhangi birini öldürenin sorumlu olmayacağını söylemişlerdir. Buna misaller:
– Silah çekip direten saldırganı öldürmek. Saldırma zamanının gece veya gündüz olması, saldırı yerinin şehir veya şehir dışı olması farksızdır. Çünkü silah çekip diretene, savaşmaktan başka bir yolla engel olmak mümkün değildir.
– Geceleyin sopa ile saldıranı öldürmek. Saldırı yerinin şehir içi veya şehir dışı olması farksızdır. Zira geceleyin yardım istenmesi ve istenilen yardımın ulaşması zordur.
– Gündüzleyin tenha bir yerde sopa ile saldıranı öldürmek. Çünkü şehir dışı tenha yerlerde yardım istemek mümkün değildir.
B. Kişinin mükellef olmayanlar karşısında canını, malını ve ırzını savunması:
Eğer bir insana, akılsız bir deli veya temyiz gücüne sahip olmayan bir çocuk silah çeker yahut bir hayvan saldırır o da bunları kasten öldürür ise, Hanefi mezhebine göre sorumlu olur. İnsanların diyetini hayvanın da değerini ödemekle yükümlüdür.
Zira bu tür bir saldırganı öldüren insan, masum insanları ve başkasına ait olan akılsız bir hayvanı öldürmüş olur. Bu itibarla mali yönden sorumludur. Deli veya çocuğun silahlı saldırıya geçmeleri bunların masumiyetini düşürmez ve kanlarını helal kılmaz. Çünkü sorumlu olma yeteneğine sahip değillerdir. İşte bu nedenledir ki, bunların kasıtlı olarak birini öldürmeleri halinde bunlara kısas uygulanmaz.
Diğer yandan, kendisini savunan insan silah çeken bir deliyi veya çocuğu öldürür ise buna kısas cezası uygulanmaz. Çünkü kendisini müdafaa uğrunda bunu yapmıştır ve bu nedenle kısastan kurtulmuştur.
Daha sonra belirtileceği üzere, Şafii mezhebine göre, mükellef olmayanlara karşı kendisini savunan insanın bunlardan birini öldürmesi halinde diyet ödeme yükümlülüğü yoktur. Zira kendisini savunmak için öldürmüştür. Keza saldıran bir hayvanı öldürenin, bu hayvanın değerini ödemesi gerekmez. Bunlar, öldürülmelerine kendileri sebep olmuşlardır. Bu itibarla saldıran bir insan durumuna düşmüşlerdir.
Ebu Yusuf’a göre ise, hayvanın değerini ödemek gerekir. Zira hayvanın suçu sahibinin hakkını düşürmez. Delinin ve çocuğun ise, diyetlerini ödemek gerekmez. Çünkü kendileri kendi haklarını heder etmişlerdir. Başkalarının hakkı da söz konusu değildir.[11]
C. Hanefi mezhebine göre, malını savunan insanın, saldırganı öldürebilmesi için, diğer şartlarla birlikte, malının en az on dirhem gümüş değerinde olması şartı aranmaktadır. (Yaklaşık 30 gr’dır.)
D. Bu mezhebe göre, bir insan başka bir insanın zorla ırzına tecavüz etmek isterse ve saldırıya uğrayan erkek veya kadın, saldırganı öldürmekten başka bir imkâna sahip olmaz ise, onu öldürebilir. Kişinin korumakla yükümlü olduğu insanların ırzına saldırılması halinde de kişi kendisine saldırılmış gibi bunları savunur.[12]
Şafii Mezhebine Göre:
1. Nefsi Müdafaanın Hükmü: Şafii mezhebinde nefsi müdafaanın hükmü saldırana ve saldırılan şeye göre değişmektedir:
A. İnsanın Canına Saldırılması: Bu durumda hüküm saldırgana göre farklıdır.
a. Eğer insanın canına, bir kafir veya bir hayvan yahut kanı helal olan bir Müslüman[13] saldıracak olursa, kişinin bunlara karşı canını savunması vacibtir. Savunmaz ise günahkâr olur.
b. Şayet insanın canına, kanı helal olmayan bir Müslüman saldıracak olursa, tercih edilen görüşe göre bu durumda kişinin kendini savunması caizdir. Savunmazsa günahkâr olmaz. Zira Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “…Fitne zamanında sizden birinizin evine zorla bir insan girecek olursa, evine girilen kişi Hz. Âdem’in iki oğlundan hayırlı olanı gibi olsun.”[14] Yani Habil gibi olsun. Çünkü Kabil bunu öldürmek istediğinde Habil ona el kaldırmamış ve günahı diğer kardeşine yüklemiştir.
Diğer bir görüşe göre ise, böyle bir saldırı halinde de kişinin kendini savunması vacibdir. Zira Allahu Teâlâ: “… Kendinizi elinizle tehlikeye atmayın…”[15] buyurmaktadır.
B. İnsanın Irzına Saldırılması: Böyle bir saldırıya uğrayan insanın, canından korkmaması halinde ırzını savunması vacibtir. Irzı savunma hususunda kişinin kendisi gibi ailesinin ve başkalarının ırzını savunması da vaciptir. Irza saldırmanın ileri bir safhaya varması şart değildir. Öpme gibi davranışlar da ırza saldırı sayılır.
C. İnsanın Malına Saldırılması: Mal canlı bir hayvan ise, bunun sahibinden, canından ve ırzından korkmaması şartıyla, bu hayvanı savunması vaciptir. Saldırıya uğrayan malın bizzat savunana ait olması şart değildir. Canlı mal, saldırıcının kendisine ait olsa bile, o hayvanı savunmak, can ve ırz tehlikesi arz etmedikçe, vaciptir. Yapmaz ise günahkâr olur.
Canlı olmayan bir mala saldırılması halinde, Halife dışında herhangi bir Müslümanın bu tür bir malı savunması vacip değildir. Halifenin savunması ise, her zaman için gerekmektedir.
D. Başka Bir İnsanın Canına, Malına, Irzına Saldırılması: Bu durumda da bir Müslümanın, saldırıya uğrayan diğer Müslüman kardeşinin canını, ırzını ve malını savunması kendi canını, malını ve ırzını savunması gibidir. Vacip olan bir yerde vacip, caiz olan yerde caizdir.
2. Şafii Mezhebine Göre Nefsi Müdafaanın Sınırı:
Bu mezhebe göre saldıranın tecavüzü, mümkün olan en hafif yolla önlenir. Mesela saldırganı sözle veya başkalarını yardıma çağırmakla uzaklaştırmak mümkün ise, onu dövmek caiz olmaz. Keza elle dövülerek uzaklaştırılması mümkün ise, kamçı veya copla dövmek caiz değildir. Copla dövülerek uzaklaştırılması mümkün ise değnekle dövmek caiz değildir. Sopa atarak uzaklaştırılması mümkün ise bir organını koparmak caiz değildir. Bir organını kopararak uzaklaştırılması mümkün ise, öldürülmesi haramdır. Şayet saldırgandan kaçıp kurtulmak mümkün ise, saldırıya uğrayanın kaçması vaciptir. Bu durumda da saldırganı öldürmesi haramdır.
3. Şafii Mezhebine Göre Nefsi Müdafaadan Doğacak Sorumluluk:
Saldırıya uğrayan insan, saldıranı münasip olan en güzel yolla uzaklaştırma hakkına sahiptir.
Bu mezhebe göre, saldırıya uğrayan insan, saldıranın saldırısını önlemek için onu öldürmekten başka bir çare bulamazsa, saldıranı öldürebilir ve bundan dolayı sorumlu olmaz. Ona ne diyet ödemek gerekir ne de kısas. Günahkâr da olmaz. Hayvan ise değerini ödemesi gerekmez. Kefaret tutması da gerekmemektedir. Saldıranın Müslüman veya kâfir, akıllı veya deli, küçük veya büyük, akraba veya yabancı, insan veya hayvan olması farksızdır.
Keza saldırının cana veya mala yahut bir organa veya ırza yönelik olması farksızdır. Zira bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Müslümanlardan her kim, malını muhafaza uğrunda öldürülürse, şehiddir. Her kim dinini müdafaa yolunda öldürülürse, şehiddir. Her kim namusunu müdafaa için öldürülürse, şehiddir.”[16]
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adı geçen şeyleri savunanın öldürülmesi halinde şehid sayılacağını beyan etmiştir. Bu da saldırıya uğrayanın savaşmasının caiz olduğunu ve saldıranı öldürebileceğini göstermektedir.
Ancak mal almak için saldıran insan, başka bir insan tarafından öldürülmekle tehdit edilme neticesinde bunu yapıyorsa, mal sahibinin cebredilene karşı malını savunmaması, malını vererek cebredilenin canını kurtarması gerekmektedir.[17]
Hanbelî Mezhebine Göre Nefsi Müdafaa
1. Nefsi Müdafaanın Hükmü: Bu mezhebe göre, nefsi müdafaanın hükmü, savunulması gereken hususa göre farklıdır.
a. Kişinin canına veya malına bir Müslüman tarafından saldırılması halinde, saldırıya uğrayanın canını ve malını savunması caizdir. Dilerse savunur dilerse savunmaz. Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebu Zerr el-Gıfari radıyallahu anh’e şöyle buyurmuştur:
– “… Zeytinyağı taşlarının (zeytinleri ezip yağlarını çıkaran taşların) kanlar içine gömüleceği bir derecede, insanların öldürülmeye maruz kalacakları zaman sen ne yapacaksın?” Ebu Zerr:
– “Allah ve Rasûlü hakkımda neyi hayırlı kılmışsa onu yaparım.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “O halde sen, senden olana katıl.” Ebu Zerr:
– “Ey Allah’ın Rasulü! Kılıcımı alıp bunları yapanların boynunu vurmayayım mı?” diye sormuş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de:
– “Böyle yaptığın takdirde sen de o topluluktan biri olursun. Fakat sen evine çekil.” Ebu Zerr:
– “Ey Allah’ın Rasulü! Eğer bunu yapan evime girer ise, ne yapayım?” demiş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de:
– “Şayet kılıç şuası gözlerini kamaştıracak olursa, cübbenin bir kenarıyla yüzünü kapa. Saldıran kişi hem senin günahını, hem de kendi günahını yüklensin ve cehennemliklerden olsun”[18] cevabını vermiştir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem diğer bir hadisinde şöyle buyuruyor:
“Kıyamet kopmadan önce, karanlık gecenin parçaları gibi bir kısım fitneler ortaya çıkacaktır. İşte o zaman kişi, sabaha mümin olarak çıkacak, akşam kâfir olacaktır veya mümin olarak akşam edecek, sabaha kâfir olarak çıkacaktır. O zaman yerinde oturan ayakta durandan, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. O zaman yaylarınızı kırın, yaylarınızın bağını koparın. Kılıçlarınızı taşlara çalın. Şayet saldıranlardan biri, birinizin bulunduğu yere girer ise yanına girilen insan, Âdem’in iki oğlundan hayırlı olanı gibi olsun.”[19]
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başka bir hadiste Halid bin Velid’e şöyle buyuruyor: “Ey Halid! Benden sonra bir kısım hadiseler, fitneler ve ihtilaflar ortaya çıkacaktır. Eğer sen Allah’ın katil kulu olmayıp öldürülen maktul kulu olabilir isen böyle ol.”[20]
Hanbelî mezhebinden olan âlimler, bu tür hadisleri delil göstererek mümin bir kişinin saldırısına uğrayan başka bir müminin kendini ve malını savunmasının caiz olduğunu söylemişlerdir. Dilerse savunur, dilerse savunmaz.
b. Ancak, bir müminin herhangi bir kafirin saldırısına uğraması halinde, canını, malını ve benzeri şeylerini savunması vaciptir. Yukarıda zikredilen hadis-i şerifler, müminler arasında meydana gelecek saldırılardan bahsetmektedir. Bazı sahabeler, bu tür hadiselerin müminlerle kâfirler arasında çıkacağından haber verildiğini zannetmişler ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ‘e neyi kastettiğini sorup doğru cevabı almışlardır.
Ebu Musa el-Eş’ari radıyallahu anh diyor ki: “Rasûlullah bize kıyamet kopmadan önce kargaşa çıkacağından bahsetti. Dedim ki:
– Ey Allah’ın Rasûlü! Kargaşa nedir?’’ Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “İnsanları öldürmektir” dedi. Orada bulunan bir kısım Müslümanlar:
– “Ey Allah’ın Rasulü! Biz şimdi de müşriklerden yılda şu kadar insan öldürüyoruz” dediler. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı verdi:
– “Bu müşriklerin öldürülmesi değil, sizin birbirinizi öldürmenizdir. Öyle ki kişi, komşusunu, amcasının oğlunu ve yakın akrabasını öldürmüş olacaktır.” Orada bulunan bazı insanlar;
– “Ey Allah’ın Rasulü! O gün aklımız başımızda olacak mı?” deyince, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Hayır, o zamanda yaşayan insanların çoğunun aklı başından alınmış olacak. Ortaya, akılsız, adi insanlar çıkacaktır”[21] buyurmuştur.
Görüldüğü gibi, müminin kâfiri öldürmesi, kargaşa ortamı sayılmamaktadır. Zira cihad, kıyamete kadar bakidir. Cihad devam ettiği sürece kâfirleri öldürme de devam edecektir. Bu Allah’ın dinini hâkim kılmak için kaçınılmaz bir zarurettir.
Fakat müminler arasında fitne çıkarsa, fitnenin def’i için savaşmaktan kaçınmak gerekir. Velev ki nefsi müdafaa mahiyetinde olsun.
c. Hanbeli Mezhebine Göre Kişinin Namusunu Savunmasının Hükmü:
Her halükarda kişinin ırzını savunması vaciptir. Saldıranın kâfir veya Müslüman olması farksızdır. Zira zinaya hiçbir surette ruhsat yoktur.
2. Hanbelî Mezhebine Göre Nefsi Müdafaanın Sınırı: Bu mezhebe göre, bir insanın evine silahlı biri girer ise, ev sahibi önce o adama çıkmasını emreder. Eğer emretmekle çıkarsa ev sahibinin onu öldürmesi caiz değildir. Şayet emretmekle çıkmaz ise ev sahibinin onu def edecek olan en hafif şeyle dövmesi caizdir. Mesela sopa ile dövdüğünde çıkacağı bilinirse onunla dövülmesi gerekir. Demirle dövülemez.
Ev sahibi, saldırıyı bir sopa vurarak önlerse, ikinci bir darbe indirmeye hakkı yoktur. Saldıranın şerrini önledikten sonra yaptığı her türlü şeyden sorumlu olur. Yerine göre kendisine kısas uygulanabilir veya diyet ödettirilir. Eğer müdahale neticesinde saldıran kaçar ise, saldırıya uğrayanın artık onu öldürmesi veya kovalaması caiz olmaz. Saldırıya uğrayan saldıranı öldürmekten başka bir çare bulamazsa veya onu öldürmediği takdirde onun hemen kendisini öldüreceğinden korkarsa bu takdirde saldıranı öldürücü veya organlarından birini koparıcı bir araçla vurması caizdir. Yaptığı şeyden de sorumlu değildir.
Hülâsa bir insanın malına, canına veya ırzına saldırılır ise saldırıya uğrayan kişi:
Önce saldırana uzaklaşmasını emreder. Eğer uzaklaşırsa ona bir şey yapılamaz.
Sözle uzaklaşmazsa mümkün olan en hafif şeyle onu dövebilir.
Dövme ile de şerri bertaraf edilemiyor ise veya saldırdığı insanın öldüreceğinden korkulursa bu defa öldürülmesi caizdir. Kanı da helaldir.
Hasan el-Basri, Şabi, Nehai ve İmam Ahmed bu görüştedir.
Hasan el-Basri’den rivayet edilir ki: Bir adam ona gelip şunu sormuştur:
“Elinde demir bulunan bir hırsız evime girer ise onu öldüreyim mi?” Hasan el-Basri:
“Evet, onu nasıl öldürebiliyorsan öldür” cevabını vermiştir.[22]
3. Hanbelî Mezhebine Göre Nefsi Müdafaadan Doğabilecek Sorumluluk:
Bir insanın canına veya malına yahut ırzına saldırılır da o da meşru bir şekilde bu saldırılan şeyleri savunur ve saldıranı öldürür ise sorumlu olmaz.
Saldıranın, Müslüman veya kâfir, büyük veya küçük, akıllı veya deli, insan veya hayvan olması farksızdır. Ancak, kendisini savunan, saldıranı öldürme dışında başka bir yolla uzaklaştırabileceği halde onu öldürür ise sorumlu olur.
İmam Ahmed bin Hanbel, İmam Şafiî ve İmam Malik’e göre saldırı neticesinde meşru bir şekilde öldürülen delinin, çocuğun diyetlerini ve hayvanın değerini ödemek gerekmez.
Ebu Hanife ve talebelerine göre ise, bu zikredilen şeylerin meşru müdafaa esnasında öldürülmeleri sadece kısasa manidir. Fakat öldürenin bunların diyetini ve hayvanın değerini ödemesi gerekir.[23]
Hanbelî mezhebine göre, kendini savunan insan, saldıranı öldürmekten başka bir yolla kendisini müdafaa edebileceği halde bu yolu bırakır da saldıranı direkt olarak öldürür ise bundan dolayı sorumlu olur.
Keza, saldırıya uğrayan kişi saldırıyı önledikten sonra saldıranı öldürür ise sorumlu olur. Yerine göre kendisine kısas yapılır veya diyet ödettirilir. Saldırıya uğrayan kişi öldürülür ise şehiddir.
Hanbelî mezhebine göre de, bir Müslümanın, saldırıya uğrayan başka bir Müslümana yardımcı olma hak ve yetkisi vardır.[24]
Maliki Mezhebine Göre Nefsi Müdafaa
İmam Malik’in Muvatta adlı eserini şerh eden Zurkâni şöyle diyor: “Eğer bir insan diğerini öldürmeyi kastetse, canına kasdedilen insan da onu öldürmekten başka bir çare bulamazsa ve onu öldürür ise, ölenin kanı hederdir (helaldir).
Eğer bir insana deve saldıracak olursa, saldırıya uğrayan insan canından korkar da deveyi öldürür veya ayaklarını keserse bir şey ödemesi gerekmez.”[25]
Burada zikrettiğimiz hususlardan da anlaşılacağı üzere İslâm, Rabbimizin “Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip-beğendim.”[26] ayetinde de buyurduğu üzere içinde hiçbir eksiklik barındırmaksızın bütünüyle tamamlanmış, Yüce Rabbimiz tarafından en mükemmel hale getirilmiş ve tüm meselelere alternatifsiz nihai çözüm getirmiştir.
Unutmayalım ki bu din beşer tarafından tecrübeler neticesinde ortaya çıkmış yapboz tahtası gibi devamlı değiştirilen, doğru bir çözüm üretemeyen, eksik ve kusurlu bir ideoloji değil hayatın her tarafını kuşatan Rabbu’l Âlemin’in insanların maslahatı için en uygun gördüğü ilahi bir dindir.
Biz Müslümanlar için de bundan başka alternatif arayışı içinde olmamız Rabbimizin bizler için seçtiğini beğenmemek ve O’nun azze ve celle bizlere uygun gördüğünü kabullenmemek şeklinde telakki edilecek bir densizlik olur ki Rabbim cümlemizi böyle hadsizliklerden muhafaza etsin. Dinini sahiplenip bu uğurda gayret gösterenlerden eylesin. Rabbimizin ikame edildiği takdirde başta fertler olmak üzere yeryüzü üzerindeki tüm mahlûkat için faydalar içeren o mükemmel nizamını hakiki manada öğrenebilmeyi ve bu uğurda elinden gelen tüm gayreti göstererek ilahi davayı tüm yeryüzüne hâkim kılabilmeyi bizlere nasip etsin.[27]
[1]. Maide, 3.
[2]. Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet, bab: 29; hn. 4772; Nesâi, Kit. Tahrim, bab: 24, hn. 4049; Tirmizi, Kit. Diyat, bab: 22, hn. 1421 (Metin Tirmizi’ye aittir. Tirmizi, bu hadisin “hasen ve sahih” olduğunu söylemiştir.)
[3]. Nisa, 92.
[4]. Tirmizi, Kit. Birr, bab: 18, hn. 1927; İbn Mâce. Kit. Fiten, bab: 2, hn. 3933; Müsned, İmam Ahmed, c. II, sh. 277, 360, c. III, sh. 491; Tirmizi, “Bu hadis hasen ve garibtir. Bu mevzuda Hz. Ali’den ve Ebu Eyyub’dan da rivayet vardır” demektedir.
[5]. Buhâri, Kit. Diyat. bab: 7; Müslim, Kit. Kasame, bab: 25, 26. hn. 1676; Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab: 1. hn. 4352; Nesâi, Kit. Tahrim, bab: 5; Tirmizi, Kit. Diyat, bab: 10, hn. 1402. Tirmizi bu hadisin hasen ve sahih olduğunu, bu konuda Hz. Osman’ın, Hz. Aişe’nin ve İbn Abbas radıyallahu anhum’un da rivayetleri bulunduğunu söylemiştir.
[6]. Ebû Dâvûd, Kit. Hudud, bab: 1, hn. 4353; Nesâi, Kit. Tahrim, bab: 5.
[7]. Maide, 38.
[8]. Müslim, Kit. İman, bab: 225, hn. 140.
[9]. İbn Mâce, Kit. Hudud, bab: 21, hn. 2851.
[10]. Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet, bab: 29; hn. 4772; Nesâi, Kit. Tahrim, bab: 24, hn. 4049; Tirmizi, Kit. Diyat, bab: 22, hn. 1421 (Metin Tirmizi’ye aittir. Tirmizi, bu hadisin “hasen ve sahih” olduğunu söylemiştir.)
[11]. Bu hususta bkz. Fethu’l-Kadir, c. X, sh. 232-233.
[12]. Bu hususta bkz. Hukuku İslamiye Kamusu (Ö. N. Bilmen) c. III, sh. 124-125.
[13]. Şafii mezhebine göre, evli iken zina eden, namazı terk eden, yol kesen ve benzeri Müslümanların kanı helaldir.
[14]. Ebû Dâvûd, Kit. Fiten, bab: 2, hn. 4259; İbn Mâce, Kit. Fiten, bab: 10, hn. 3961; Tirmizi, Kit. Fiten, bab: 33, hn. 2204.
[15]. Bakara, 195.
[16]. Ebû Dâvûd, Kit. Sünnet, bab: 29, hn. 4772 Nesâi, Kit. Tahrim, bab: 24, hn. 4049; Tirmizi, Kit. Diyat, bab: 22, hn. 1421.
[17]. Şafii mezhebi için bkz. Muğni’l-Muhtac, c. IV, sh. 194-198.
[18]. İbn Mâce, Kit. Fiten, bab: 10, hn. 3958; Ebû Dâvûd, Fiten, Kit. bab: 2, hn. 4261; Müsned, İmam Ahmed, c. V, sh. 163.
[19]. Ebû Dâvûd, Kit. Fiten, bab: 2, hn. 4259; İbn Mâce, Kit. Fiten, bab: 10, hn. 3961: Tirmizi, Kit. Fiten, bab: 33, hn. 2204. Tirmizi sahibi Ebu İsa, “Bu hasen, garib ve sahih bir hadistir” demiştir.
[20]. Müsned, İmam Ahmed, c. V, sh. 292.
[21]. İbn Mâce, Kit. Fiten, bab: 10, hn. 3959; Müsned, İmam Ahmed c IV sh. 392, 406, 414.
[22]. el-Mugni li İbni Kudame, c. VIII, sh. 328 vd.
[23]. Hanefi mezhebi bölümüne bakınız.
[24]. Hanbelî mezhebi için bakınız, İbni Kudame, c. VIII, sh. 328-332.
[25]. Muvatta Şerhi, Zerkani, c. IV, sh. 38.
[26]. Maide, 3.
[27]. Not: Hasan Karakaya hoca efendinin “Fıkıh Usulü” isimli kitabından istifade edilmiştir.