Selefi Sâlihin’in İzinde

Bir Konu Bir Ayet – Hakan Sarıküçük / 2013 Mart / 4. Sayı

Âyetin Nüzul Sebebi:

Taberi şöyle demektedir: Bu âyet isminin Tu’me ibn Ubeyrık veya Ebû Tu’me ibn Ubeyrık olduğu rivayet edilen kişi hakkında nazil olmuştur. Çünkü bu şahıs hırsızlık yapmıştı. Hırsızlığı vahiy yoluyla açıklık kazanınca elinin kesilmesinden ve rezil olmaktan korktu. Ve Mekke’ye kaçarak dininden irtidat etti ve müşrikler arasına katıldı. Neticede yine bir hırsızlık yaparken öldü.

el-Kelbî der ki: Yüce Allah’ın; “Onu döndüğü o yolda bırakırız” buyruğu İbn Ubeyrık hakkında nazil olmuştur. Onun durumu ortaya çıkıp, hırsızlık yaptığı anlaşılınca Mekke’ye kaçıp irtidat etmişti. Mekke’de Haccac b. İlât diye anılan bir adamın da duvarını delince, duvar düştü ve bu haliyle bulununcaya kadar açtığı oyuğun içerisinde kaldı. Sonra onu Mekke’den dışarıya çıkardılar. O da Şam’a gitti. Şam’da da yolcu kafilesinin bir takım mallarını çalmaya kalkıştı. Onu taşa tutup öldürdüler. Bunun üzerine: “Onu döndüğü o yolda bırakır ve cehenneme atarız. O ne kötü bir dönüş yeridir” âyeti kerimesi nazil oldu.

Mukâtil ise; Onun ölmesi ya da öldürülmesi hakkında daha farklı bilgiler veriyor: Tu’me, irtidad edip Mekke’ye kaçtığında orada Haccâc ibn İlât es-Sülemî’ye misafir olmuş. Haccâc onu güzel bir şekilde misafir etmiş ama Tu’me, evde altın olduğunu öğrenince gece evden çıkmış, dışarıdan duvarı delip altını çalmak üzere gizlice eve girmiş. Komşular bunun farkına varıp evi kuşatmışlar, yakalamışlar ve taşlayarak öldürmek istemişler, ancak Haccâc, kendi evini soymaya teşebbüs etmiş olsa dahi misafirinin öldürülmesinden utanmış ve öldürülmesini engellemiş, bıraktırmış da Tu’me Mekke’den çıkıp Suleym oğulları Harra’sına katılmış, onların putlarına tapmaya başlamış ve orada müşrik olarak ölmüştür.

Buraya kadar anlatılanlardan çok uzak bir kavil daha vardır ki; Mekke’den çıktıktan sonra bir yerde bir gemiye binmiş, gemideki mallardan bir şeyler çalmış, yakalamışlar ve denize atmışlar.  (İbnu’l-Cevzî, Zadu’l Mesir,11, 200.)

Ne şekilde ve nerede ölmüş veya öldürülmüş olursa olsun anlaşılan şu ki bir kere müşrik olarak ölmüş, ikinci olarak da hırsızlıktan bir türlü vazgeçememiş olması hem irtidadına, hem de ölümüne sebep olmuştur.

Fakat âyetin hükmü umumidir. Her zaman ve her insanı kapsamaktadır. Gerek hak din olarak ve gerekse âdil hüküm şeklinde hak ve hakikat ortaya çıkınca buna teslim olmayan, hakka ve hakikate karşı direnen kimseler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve dolayısıyla Allah’a karşı direnmiş, başkaldırmış, müminlerin yolundan başka bir yola girmiş olmaktadırlar.

“Kim Rasûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!” (Nisa, 4/80)

Anlamı:

Ayette geçen “” ifadesinin kökü olan “Şak, şikak”  kelimesi “ayrılmak, parçalanmak” anlamlarına gelmektedir.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den ve onun yolundan ayrılmak, “parçalanmak” demektir. Ayetin ifadesinden anlıyoruz ki peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e muhalefet Allah’a muhalefettir. Ve yine Rasûlullah’a muhalefet etmek demek, ona düşmanlık gütmek, onun haklı olmadığını iddia etmek demektir. Peygambere aleyhisselâm’a karşı gelen Allah’a karşı gelmiş demektir. Binaenaleyh Rasûlullah’ı bu şekilde gören bir kimse, dinden çıkmış olmaktadır. Yine anlıyoruz ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhalefet, müminlerin yoluna muhalefettir. Müminlerin yolunu reddetmek de Rasulullah aleyhisselâm’ı reddetmek anlamına gelmektedir. Müslümanların yolundan başka yola tâbi olmak demek, onların inancından ayrılmak demektir.

“Rasûlullah’a karşı çıkmak, muhalefet etmek ve müminlerin yolundan başka bir yol tutmak”, cehenneme girme cezasını gerektirecek kadar ağır bir günahtır, sapık bir inanış ve davranış biçimidir. Ancak bu inanış ve davranışın cezayı gerektirebilmesi için önemli bir şart öngörülmüştür ki o da: “Yolun doğrusu kendine apaçık belli olmak.”

Kim kendisine dosdoğru yol belli edildikten sonra yâni kitap, sünnet, Allah’tan gelen ilim ve hikmet kendisine ulaştıktan sonra peygamber sallallahu eleyhi ve sellem’e karşı gelir, Allah ve Rasûlüne, Allah’ın kitabına ve peygamberinin sünnetine muhalefet eder ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, Rasûl ve mü’minlerin üzerinde oldukları sırat-ı müstakimi terk eder ve başka başka yollara tabi olursa Allah azze ve celle onu döndüğü tarafa çevirir, o şahsın dost kabul ettiklerini ona dost kılar ve bu kişiyi onların kucağına terk eder, velî bildiklerine onu kul köle yapar ve onu cehenneme basıp yaslayıverir.

Ayetten Anlaşılan Hususlar

Yine bu ayeti kerimeden ortaya çıkan sonuçları maddeler halinde şöyle zikretmek mümkündür:

1-  “Müminlerin yolundan başka bir yola girenleri saptıkları yönde bırakması” Allah Teâlâ’nın dünya hayatında kulları için takdir buyurduğu kanunudur.

İsrâ Sûresi 18. ve 19. ayetlerde Rabbimiz Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır:

“Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız. Kim de ahireti diler ve bir mümin olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.” (Nisa, 18-19)
Bu ayetlerde doğru yola giren, takvayı seçen, asıl hedef olarak ebedî hayata yönelen kimselerle eğri yola giren, günahtan kaçınmayan ve geçici dünya menfaatlerini ebedî olana tercih eden kimselerden söz edildikten sonra şöyle buyurulmuştur:

“Hepsine, onlara da bunlara da (dünyayı isteyenlere de ahireti isteyenlere de) Rabbinin ihsanından (istediklerini) kesintisiz veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.” (Nisa, 20)

 Eğer böyle olmasaydı, doğru yola girenlere imkân verilse, eğri yolu izlemek isteyenler de engellenseydi imtihanın manası kalmaz, bu imtihan dünyasında kimin Allah’a, kimin nefsine ve şeytana kul olduğu ortaya çıkmazdı.

2-  Zira müminlerin yolundan başka bir yola tabi olan kimseye tehdit yapılmaktadır. Zira Rasul’e düşmanlık etmek, O’na muhalefet etmek, İslâm’ı terk etmek veya İslâm’dan dönmek, müslümanların yoluna aykırı davranmak, bunu işleyen kimseyi Allah’ın yardımından ve gözetiminden mahrum kılar. O kimsenin karanlık ve dalâlet bataklığında bocalamasına, kendi nefsî ve beşerî arzularının güdümüne girmesine sebep olur. O kimsenin cehennem ateşine girmesini gerekli kılar. Bu haktan sapan kimsenin varacağı yer ne kötüdür!

Bu ayetin (Nisa, 4/115) benzeri şu ayettir: “Allah’a ve Rasulüne savaş açanlar alçaklarda olacaklardır.” (Mücadele, 58/20) Yani o kimse Rasul’ün yolundan başka bir yola girerse inanç ve dinde Peygamber’e aykırı davranırsa… Demektir.

3- “Onu yoluna çeviririz.” ayeti Allah’ın o kimseden uzak olduğunu, o kimseyi girdiği bu putların ve batıl dinlerin yoluna havale edeceğini haber vermektedir. Allah o kimseye yardımı ve zaferi üzerine almamaktadır.

4- “Doğru yol belli olduktan sonra” ayeti bu konuda şiddetli bir yasaklama ve durumunun çirkin olduğunu açıklamak ve bu husustaki tehdidi beyan etmek içindir. Zira o kimse Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in doğruluğuna delâlet eden mucizelerin ortaya çıkmasından sonra da inatçı bir kimse idi.

Yükümlü kişiye doğrunun apaçık belli olması biri genel diğeri özel olmak üzere iki şekilde gerçekleşmektedir.

a. Genel olanı İslâm’ın tebliğ edilmesi ve insanlara, bunun doğru bir yol olduğunu anlayacak kadar aklın verilmiş bulunmasıdır.

b. Özel olanı ise her bir yükümlünün bizzat İslâm’ı öğrenme ve üzerinde akıl yorma, delilleri değerlendirme ve onun hak din olduğuna kanaat getirme imkân ve fırsatına sahip bulunmasıdır.   

5- Cenab-ı Hak bu ayette müslümanların yolundan başka bir yola tâbi olmak kaydıyla, müslüman cemaatten ayrılmanın haram olduğunu ve müminlerin yolunda gitmenin farz olduğunu belirtiyor. Çünkü bu ayette Rasûlullah’a muhalefet eden ve müminlerin yolundan ayrılana ceza vaadediliyor.

6-  Yine böyle düşünenlere göre “müminlerin yolu” maddî olamaz; çünkü bütün müminlerin üzerinde bulundukları fizikî bir yol yoktur. Bundan maksat onların dinî hayatlarında ittifakla (icmâ ile) benimsedikleri ve takip ettikleri yoldur. Bu yoldan başkasına sapmak yasaklandığına göre İcmâ dinde bir hüccettir; yani bağlayıcı delildir, hüküm kaynağıdır.

7-  Allah Teâlâ : “Mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse…” buyuruyor ki bu, birinci sıfatın ayrılmaz bir parçasıdır. Fakat bazen kanun koyucunun açık emrine muhalefet olabileceği gibi, bazen da Ümmet-i Muhammed’in ittifakını kesin olarak bildiği konularda, onların icmâ’ ettikleri, birleştikleri bir konuda da olabilir. Zîrâ onlar (Muhammed Ümmeti) bir konuda birleştiklerinde hatadan korunmuşlardır. Bu, onlara verilen bir şereften ve peygamberlerine bahşedilen tazimdendir. Bu konuda birçok sahih hadis vârid olmuştur. Âlimlerden, bunun mana bakımından tevatür derecesinde olduğunu ileri sürenler vardır Bunun içindir ki Allah Teâlâ : “Onu döndüğü yolda bırakırız. Kendisini cehenneme koyarız. Ne kötü dönüş yeridir orası.” sözüyle bunları tehdit ediyor. Kişi bu yola girdiğinde bundan dolayı onun günahlarını arttırmak üzere, girdiği yolu onun kalbinde güzelleştirip, süslemek suretiyle cezalandırırız. Başka âyet-i kerîme’lerde de Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Bu sözü yalanlayanları, Bana bırak! Biz onları kendilerinin bilmeyecekleri bir yönden derece derece azaba yaklaştıracağız.” (Kalem, 44)

“Fakat onlar yoldan sapınca Allah da onların kalblerini saptırmıştır.” (Saff, 5)

“Onları azgınlıkları içinde kör ve şaşkın bırakırız.” (En’âm, 110)

8- Allah Teâlâ : “Kim, kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra peygambere karşı gelir…” buyuruyor. Kim Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in getirmiş olduğu şeriat yolundan başkasına girerse o bir tarafta, şeriat bir tarafta olur. Zira bu, kendisine hak ve gerçek açıkça belli olmuş ve ortaya çıkmış olduktan sonra kendisindeki bir kasıttan meydana gelmiştir. Burada Allah Teâlâ böyle kişilerin ahirette varacakları yerin cehennem (ateş) olacağını haber veriyor. Zira kim ki, hidayetten uzaklaşıp çıkarsa kıyamet günü onun cehennemden başka yolu olamaz. Nitekim başka ayetlerde de şöyle buyurulur: “Zulmetmiş olanları ve onların eşlerini toplayınız.” (Sâffât, 22)

“Suçlular ateşi görürler de ona düşeceklerini anlarlar ama ondan kaçacak yer bulamazlar.” (Kehf, 53)

Bu Ayet İcmanın Delil Olduğunu Tesbit Eden Âyettir.

“Müminlerin yolundan başka bir yolun izlenmesinin yasaklanmasını bazı âlimler icmâ deliline dayanak kılmışlardır. İmam Şâfiî er-Risâle adlı eserinde icmânın dayanağı konusunu özel olarak ele almakla beraber herhangi bir ayet zikretmediği halde bazı eserlerde İmam Şafiî’nin bu ayeti icma’nın Kur’an’daki dayanağı olarak gösterdiği nakledilir.

Rivayete göre İmam Şafii’den: “İcmai ümmetin delil olduğuna dair Kur’an’ın hangi âyeti vardır?” diye soruldu. İmam Şafii üçyüz defa Kur’an’ı başından sonuna kadar hatmetti. Sonunda “Kim ki kendisine hidâyet belli olduktan sonra Rasûlullah’a muhalefet eder, müminlerin yolundan başka bir yola tâbi olursa, onu seçtiğiyle baş başa bırakacağız ve onu cehenneme sokarız. Cehennem ne kötü bir duraktır?” âyetini buldu.

Ayetin Şer’i Hususlar Harici Meselelerle İlgili İzahı

 “Müminlerin yolundan ayrılma” eylemine bir de sosyal, bilimsel ve teknolojik boyutuyla bakmak gerekmektedir. İslâm’ın tâbilerini birlik ve beraberliğe çağırdığında şüphe yoktur. Fertler ve gruplar arasında -bazı konularda- anlayış ve görüş farkları bulunsa bile bunun, toplum birliğini bozacak eylemlere, bölünüp parçalanmalara kadar götürülmesi İslâm’ın sosyal ve ahlâkî amacına ters düşmektedir.

Müminlerin yolundan ayrılma eylemi cehennemle cezalandırıldığına göre burada maksadın “din ve dini oluşturan inanç, hükümler ve davranışlar” olduğu anlaşılmaktadır. Bu manada dine dâhil olmayan kültür, bilim ve teknoloji alanlarında mümin fertlerin ve grupların farklı yollar, yöntemler, renkler edinmeleri, meselâ ilmî buluşlar yapmaları, yeni teknolojiler oluşturmaları, “müminlerin yolundan ayrılmak” anlamına gelmeyecektir. Bu manada farklılıklar ve renkler İslâm camiasının zenginliğini teşkil ve temsil edecek, cüzlerin (parçalar, gruplar) birbirini tamamlamasını sağlayacaktır.

Özetle; Müslümanların hayatın bütün meselelerinde itibar edecekleri asıl kaynakları başta Kur’an-ı Kerim ve ardından da O’nun Rasulünün sünneti seniyyesidir. Müslümanlar bu esaslara sımsıkı sarıldıkları ve bu iki kaynağı rehber edindikleri müddetçe asla sapıtmayacaklar ve ihtilafa düşmeyeceklerdir. Böylece birliktelikleri sürekli olacak, fitne ve kargaşadan emin bir halde yaşayacaklardır. Bu iki esasın Müslümanlar içinde hayat bulması onların da hayatının esasını oluşturacak ve Allah’ın kendilerini daimi bir şekilde her türlü muhafaza edip korumasına ve onları cehennemden azad edip naim cennetlerine yerleştirmesine zemin hazırlayacaktır. Rabbim bizleri de bu esaslar üzere yaşayan ve bu hal üzere huzuruna varan kullarından eylesin. Âmin.