Seçilmiş İmran Ailesinin Özellikleri

Nebevi aile – Halime Yılmaz / 2022 Kasım / 120. Sayı

Hamd, razı olduğu yolu birçok vesileyle bizlere işaret eden Allahu Teâlâ’ya mahsustur. Salat ve selam, seçilmiş peygamberlerin soyundan gelmiş Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e, onun pak ailesi, ashabına olsun. Allah’ın selamı, rahmeti, rızası ve bereketi, tüm Müslümanların üzerine olsun.

Bugüne kadar İslami açıdan aileyi, bireysel olarak ele almaya çalıştım. Müslüman bir ailedeki her ferdin faziletli ve sorumluluklarının bilincinde olması, ailenin ayakta kalıp diğer fertleri kötü etkilememesi açısından çok önemlidir. Ama bu işin bir diğer boyutu da vardır ki o da ailenin tüm fertlerinin fazilette birbiriyle yarışan ve Allah tarafından övülen bir aile olmasıdır. 

Kuran’da seçildikleri söylenen iki aile vardır: İbrahim ve İmran ailesi. Ama Rabbimiz sadece İmran ailesinin adına müstakil bir sure inzal buyurmuş ve bunda bize ibretler ve öğütler vermiştir. Neden başka bir aile değil de İmran ailesi adına dinimizin tek kutsal kitabı Kuran’da kocaman bir sure olarak “Âl-i İmran” suresi yer almıştır? Şunu da eklemeden geçmek istemiyorum: Bu sure, Kuran’ın ikinci büyük suresidir ve iki yüz ayetten oluşur. Bu aileyi Allah katında bu kadar özel kılan hasletleri nelerdi?

Bu soruların tek tek cevaplarına geçmeden önce Âl-i İmran suresinin içeriğine biraz göz atmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Sure, Medine’de nazil oldu. İki yüz ayettir. 34-37. ayetlerde İmran ailesinden söz edildiği için sureye bu ad verilmiştir. Surenin bahsettiği bazı konular:

Kur’an ve diğer semavî kitaplar, insanın anne rahmindeki şekli ve insanın zaafları, ilim, Bedir ve Uhud savaşları, tek makbul dinin İslam olduğu, peygamberler ve onların görevleri, davet, cihat, faiz, cennet, cehennem, takva, ölüm, yeryüzü ayetleri, aklıselim sahiplerinin duaları, sabır ve sebat tavsiyeleri ve daha birçok konu, sure içerisindedir.

Surede yok yoktur. Bu kadar ve daha fazlasını okuduğunuzda içeriğin zenginliğiyle büyülendiğinizde göreceksiniz. Öncelikli tavsiyem, yazımı okumadan önce, sureyi baştan aşağıya en azından mealen okumanızdır. Böylece yazıdan daha fazla istifade edeceğinizi düşünüyorum, Allahu a’lem.

Bu konulara göz attığımızda nerdeyse bir Müslümanı ilgilendiren tüm İslam’ın emirleri ve yasaklarıyla ilgili tavsiye ve talimatların içerisine “seçilmiş aileler”in yerleştirilmesi oldukça manidardır. Bir de bu kadar zengin içerikli bir sureye, bir ailenin adının verilmiş olması da üzerinde düşünülmesi gereken, ibret verici ve aileye İslam’ın verdiği öneme delalet eden mühim bir durumdur, Allahu a’lem.

Rabbimizin, âlemlerin üzerinde seçtiğini bildirdiği ayetler ile başlayalım:

Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesi ile İmran ailesini seçip âlemlere üstün kıldı. Allah işiten ve bilendir.” (Âl-i İmran, 33-34)

Bu ayetlerde Rabbimizin “seçmek” olarak çevrilen “Istafâ” fiilini kullanmasının hikmetine göz atalım. Arapçada ve Kur’an’da “seçmek” anlamına gelen birçok fiil varken neden bu fiil kullanılmıştır? “Istafâ” nasıl seçmeyi ifade eder. Bu fiil “süzerek, kaliteyi yakalamak adına seçmek” anlamlarına gelir. Burada sıradan bir seçim yoktur. Dikkat ederseniz burada, insanlar ve aileler içerisinden yapılan bir tarama ve en üstün özelliklere sahip olanları ve iman, ihlas, amel, Rabbe bağlılık açısından en kaliteli insanları ayırma vardır. Allah, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in de bu seçimin üstünde kabul edildiği bir seçimde, bu özel kulları seçtiğini bildirerek dikkatlerimizi onlara ve onları sıradan insanlardan ayırt eden özelliklerine celbediyor. Allah o kişileri ve İbrahim ve İmran ailesini neden âlemlere üstün kıldı? Âlemlerden kasıt, kimine göre kendi zamanındaki âlemler, kimine göre de peygamberimiz hariç bütün âlemlerdir. Gelelim âlemlere üstün kılınmalarının tek tek sebeplerine:

“Allahu Teâlâ, bu aileleri diğer insanlardan üstün kıldığını haber veriyor. Âdem’i üstün kıldı; onu bizzat yarattı, kendisinden ona ruh üfledi, melekleri ona secde ettirdi, her şeyin isimlerini öğretti, cennete yerleştirdi. Sonra bir hikmete binaen cennetten yeryüzüne indirdi.

Nuh’u üstün kıldı. İnsanlar putlara tapıp Allah’tan herhangi bir delil gelmediği halde, Allah’ın dininde şirke düştüklerinde Allah, Nuh’u insanlara ilkin elçi olarak gönderdi. Kavmini gece gündüz, gizli açık Allah’a çağırdı. Çağrıları kavminin küfrünü artırmaktan başka bir işe yaramayınca o da bedduada bulundu. Bunun üzerine Allah, son ferdine kadar onların hepsini suda boğdu. Allah’tan getirip tebliğ ettiği dine uyanlar haricinde kimse kurtulamadı.

İbrahim ailesini de üstün kıldı. Mesela insanlığın efendisi, peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bu ailedendir. İmrân ailesini de üstün kıldı. Bu İmrân, İsa aleyhisselam’ın annesi Meryem’in babası olan İmran’dır.”

“Hz. İbrahim’i de şu beş özelliği ile seçmiştir: Onu peygamberlerin atası kıldı. Çünkü rivayet edildiğine göre onun sulbundan peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’ in dönemine kadar bin peygamber gelmiştir. İkinci özelliği Allah’ın onu Halil edinmesi, üçüncüsü, Allah’ın onu ateşten kurtarması, dördüncüsü Allah’ın onu insanlara imam kılması, beşincisi ise Allah’ın onu birtakım kelimelerle sınayıp onları tamamlama başarısını ilham etmiş olmasıdır. 

…İmran Meryem’in babası ise Yüce Allah ona babasız olarak Hz. İsa’yı doğuran Meryem’i ihsan etmiş olmakla onu seçmiş demektir. Nitekim dünyada bu özellik kimseye verilmiş değildir, Allahu a’lem.”

Özellikle İmran ailesine değineceğim. O ailede en çok dikkat çeken ve onları diğer ailelerden ayıran özellik, çocuğunu daha doğurmadan ve cinsiyetinin ne olduğunu bilmeden Allah yoluna ve mabede adayan bir anneden ve Allah’a adanmış olmanın sorumluluğunda yaşayan ve sabah akşam Rabbini zikreden bir kız evlattan oluşmasıydı. O evlat, zayıf yaratılışına rağmen bunları başarmakla kalmayıp o güne kadar görülmemiş ve ondan sonrada görülmeyecek mucizevi bir şekilde babasız ve ileride peygamber olacak bir çocuğun hem annelik hem babalık görevini üstleniyordu. O, daha ne olduğunu anlamadan doğurduğu çocuğu alıp, kendisine eziyet edeceğinden emin olduğu kavminin içine gitmesini emreden Allah olunca itiraz etmeden kabul eden bir kadındı.

Peki bu eşsiz kadının annesi, daha doğurmadığı çocuğu nasıl kıyıp da Allah’ a adadı? Cevap: Kalbinde Allah sevgisi ve O’na bağlılık, diğer sevgilerden üstün olan kişi, -kadın olsun erkek olsun fark etmez- herkesin anlamayacağı böylesine üstün seçimler yapabilirler. Bunlar, bizim gibi sıradan olan insanlara ağır bir sorumluluk gelse de böyleleri için normaldir. Meryem’ in annesi Hanne, karnında Meryem’ i taşırken şöyle dua etti:

“Hani, İmran’ın karısı, “Rabbim! Karnımdaki çocuğu sadece sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” demişti.”

“Böyle bir adak onların şeriatlerinde caizdi. Çocuklarına da bu şekilde anne babasına itaat etmek bir görevdi.”

Hanne, karnındakini yalnız Allah’ a hizmet eden ve O’na ibadet eden bir çocuk olarak adadı. Adını da “Rabbin hizmetçisi” anlamında Meryem koydu. Adı da yaşamı da annesi de soyu da çocuğu da üstün bir kadın ve ailedir bu aile. 

Onu doğurunca, “Rabbim! Onu kız doğurdum” dedi. Oysa Allah, onun ne doğurduğunu daha iyi bilir. “Erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan senin korumana bırakıyorum.” (Âl-i İmran, 36)

Rabbi ne doğurduğunu en iyi bilen olmasına rağmen “Rabbim! Onu kız doğurdum” dedi. Ardından kız çocuğunun erkek çocuğundan daha zayıf olduğunu ifade etmek için “Erkek, kız gibi değildir” cümlesini kurdu. Ama bu cümleyi, yaptığı adağından dönmeye bir bahane olarak kurmadı. Kız olmasına rağmen, bazı yönleri zayıf olmasına rağmen onu Allah’a adamaktan vazgeçmedi. Adını bu adağa tam uygun koymakla birlikte, ona şeytanın daha doğduğu andan itibaren vereceği vesveseden Allah’a sığındı. 

Ebu Hureyre anlatıyor: Hz. Peygamber’den şunları duydum:

“Âdem’in çocuklarından hiçbir çocuk yok ki, doğduğu an, şeytana ona dokunmuş olmasın. İşte doğarken ağlaması, şeytanın dokunmasından kaynaklanmaktadır. Meryem ve oğlu bundan müstesnadır.”

Ebu Hureyre, bunu anlatırken, Hz. Meryem’in annesinin kendisi için yaptığı duayı bildiren şu ayeti okudu: “Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan senin korumana bırakıyorum.”

Buradan Müslüman ailelere çok büyük dersler çıkmaktadır:

-Erkek ve kadının seçeceği eş adayında arayacağı en önemli özelliğin, yetiştireceği çocuğa vereceği ahlak ve sahip olduğu iman özelliklerini aramalarının elzem oluşu

-Hamile Müslüman kadınların, taşıdıkları çocukları öğrenir öğrenmez, şeytan ve vesveselerinden onları ve kendilerini Allah’a sığındırmalarının zaruri oluşu. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

“İblis, ‘Rabbim! Benim sapmama imkân verdiğin için yemin olsun ki ben de yeryüzünde onlara (günahları) şirin göstereceğim ve -aralarından senin samimi kulların hariç- onların topunu kesinlikle yoldan çıkaracağım.’ Allah da buyurdu ki: ‘İşte bana varan doğru yol budur (hâlis kulların yolu). Şüphesiz, sapmışlardan sana uyacak isyankârlar dışında kullarım üzerinde senin hâkimiyetin olmayacaktır.”(Hicr, 39-42)

Şeytan en büyük düşmanımızdır. Ona karşı en büyük kalkanımız, ondan Allah’a sığınmak ve doğacak ve doğmuş çocuğumuzu da ondan Allah’a sığınarak doğurmak ve yetiştirmektir.

– Çocuk yetiştiren ebeveynlerin çocuklarını sadece Allah’ı razı edecek amellere yönlendirip kendileri de bu konuda hassas ve ihlaslı olmalarının şart olması

-Allah’ın insanı en zayıf yönünden imtihan ettiğinde o kişinin sabır ve sebatının gerçek ispatının imtihan sahasında olduğunu bilmenin önemi. Zira Hanne beklediğinin aksine kız çocuğu doğurmasına rağmen sözünden caymadı ve Rabbine verdiği sözde durdu. Bütün Müslümanlar da Rablerine, sadece O’nu Rab edineceklerinin sözünü vermediler mi? İmtihan dünyasında sorunun beklemediğimiz yerden gelmesi değil, oradaki kararımız bizim Allah katındaki konumumuzu belirleyecek ve bizi faziletlilerden yapacaktır inşallah.

-Çocuklara verilen isimlerin, tıpkı Meryem gibi onların hayatları boyunca üzerlerinde taşıyacakları karakterlerine büyük etki edeceğinin bilincinde olmak.

Hamd, Âlemlerin Rabbi Allah’a aittir.