Salih Aleyhisselam Kıssası Ve Günümüzdeki Yansımaları

Kapak Dosya – Ümit Şit / 2018 Aralık / 73. Sayı

Dediler ki: “Ey Salih! Sen bundan önce içimizde kendisine ümit bağlanan biriydin. Şimdi babalarımızın taptığı şeylere tapmaktan bizi engellemeye mi kalkışıyorsun? Doğrusu bizi davet ettiğin konuda ciddi bir şüphe içindeyiz.”

Salih dedi ki: “Ey kavmim! Bir de şöyle düşünün: Ya ben rabbimden verilmiş apaçık bir delile dayanıyorsam ve O bana kendinden bir lütufta bulunmuşsa! Bu durum karşısında O’na âsi olursam beni Allah’a karşı kim korur? (Bu teklifinizle) siz benim ancak zararımı arttırmış olursunuz.

Ey kavmim! İşte size mucize olsun diye Allah’ın gönderdiği deve. Onu bırakın, Allah’ın mülkünde otlasın. Ona kötülük etmeyin; sonra sizi, yaklaşan bir azap yakalar.”

Fakat Semûd Kavmi, o deveyi hunharca öldürdü. Salih de “Yurdunuzda üç gün daha yaşayın!” dedi. Bu, asla yalan olamayacak bir tehdit idi.

Emrimiz gelince Salih’i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak, helâk olmaktan ve o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin kuvvetlidir, üstündür.

Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı, yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.

Sanki orada hiç oturmamışlardı. İşte böyle, Semûd kavmi rablerini inkâr etti. Vay Semûd ’un haline!  (Hud, 61-68)

Semûd, meşhur bir kabile idi. Dedeleri Semûd’un adını almışlardı. Semûd, Cedis’in kardeşidir. Semûd ve Cedis ise İrem’in oğlu Asır’ın oğullarıdır. İrem ise Nuh peygamberin oğlu Sam’ın oğludur. Semûd Kavmi Hicaz ile Tebük arasında Hicr denilen yerde yaşarlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük gazvesine giderken beraberindeki Müslümanlarla beraber bunların yurdu Hicr’e uğramıştır. Semûd halkı, Ad milletinden sonra dünyada yaşamışlardır.

Ad Kavmi gibi bunlar da puta taparlardı. Allah içlerinden bir adamı kendilerine peygamber olarak gönderdi. Kulu ve elçisi olan bu adam Nuh peygamberin soyundan gelen Salih bin Abid, b. Masih, b. Abid, b. Hadir, b. Semûd, b. Asır, b. İrem, b. Nuh idi. Onları ortaksız olan bir Allah’a kulluk etmeye, putlara ve Allah’ın ortakları olduklarını iddia ettikleri varlıklara tapmaktan vazgeçmeye, hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmamaya davet etti. İçlerinden küçük bir grup ona iman etti. Çoğunluğu inkâr etti. Ona dillerini ve ellerini uzattılar. Öldürmeye yeltendiler. Salih aleyhisselâm’ın gerçek peygamber olduğunu göstermek için Allah’ın kendilerine karşı bir delil olarak gönderdiği dişi deveyi öldürdüler.

Semûd milleti, bir gün toplantı yerlerinde bir araya gelmişlerdi. Allah’ın elçisi Salih aleyhisselâm, yanlarına giderek onları Allah’a kulluğa davet etmiş, azabı ilahiyi onlara hatırlatmış, sapıklıktan sakındırmış, öğüt vermiş ve batıla yanaşmamalarını emretmişti. Ama onlar Salih aleyhisselâm’a şöyle bir şart koşmuşlardı: “Ey Salih! Şu karşıdaki kayadan şu ve şu niteliklere sahip boylu poslu gebe bir deve çıkarırsan belki sana iman ederiz.”

Salih aleyhisselâm onlara dedi ki: “İsteğinizi tam olarak yerine getirirsem benim getirmiş olduğum dine iman eder ve size tebliğ ettiğim ilahi mesajı doğrular mısınız?” “Evet” dediler. Salih aleyhisselâm da bu hususta onlardan teminat aldı. Sonra namazgâha gidip onur ve üstünlük sahibi Allah’ın huzurunda nasibince namaz kılıp, dua etti. “Kavmimin bu isteğinin gerçekleştirilmesini Rabbimden dilerim” dedi. Allah da oracıkta ki kayaya yarılarak istenilen nitelikte ki büyük cüsseli gebe bir deveyi çıkarmasını emretti. Kayada bu ilahi emri hemen yerine getirdi.

Devenin ortaya çıktığını müşahede ettiklerinde; büyük bir iş, dehşetli bir olay, Salih aleyhisselâm’ın doğruluğunu ortaya koyan kesin bir delil, parlak bir hüccet ve göz alıcı bir kudret gördüler. Bunun üzerine çokları iman ettiler. Çokları da küfür, sapıklık ve inatla devam ettiler. Allah’ın: “Ona (deveye) zulmetmişlerdi.” demesinin sebebi işte budur. Yani onun mucize oluşunu inkâr ettiler onun sebebiyle çokları hakka inanmadılar.

Öte yandan inananların reisi Cenda b. Amr, Semûd kavminin ileri gelen büyüklerindendi.  Eşrafın kalan kısmı da Allah’ın dinine girmeye yöneldiler. Ama putların sahibi Habbab b. Züab onları yeni dine girmekten men etti. Cenda, amcası oğlu Sihab b. halifeyi imana davet etti. Ama kavmin ileri gelen kâfirleri onu da engellediler. Sihab, inkâr edenlerin akıntısına kapıldı. Bunun üzerine Müslümanlardan Mehres b. Ganme adındaki bir adam Allah ona rahmet etsin şöyle bir şiir söyledi: “Amir oğullarından bir grup geldiler. Sihab’ı, Salih’in dinine davet ettiler. Sıhhat tüm Semûd kavminin Ulusu idi. Dine gelmiş olsaydı eğer, Salih içimizde olurdu güçlü peygamber. Onlar sahipleri Züab’a dönemezdiler. Ama Hicr halkının saptırıcıları aydınlandıktan sonra sineğe dönüştüler.”

İşte bu sebeple Salih peygamber onlara şöyle dedi: “Bu size (getirdiğim ilahi mesajın doğruluğunu gösteren) bir alamet olarak, Allah’ın devesidir. Bırakın onu Allah’ın toprağında otlasın. Ona fenalık etmeyin. Yoksa siz hemen azaba uğrarsınız” (Hud, 64)

Anlaşmaya varıldı. Bu deve Semûd halkının arasında dolaşacak, topraklarından istediği yerde otlayacak, gün aşırı subaşına gelip içecekti. Sırası geldiğinde kuyu başına gelecek ve suyunu içecekti.  Onlar da su içerlerken ertesi gün de kendilerine lazım olacak suyu önceden tedarik ediyorlardı. Ayrıca kendilerine yetecek kadar devenin sütünden de içiyorlardı. Bu sebeple Salih aleyhisselâm onlara dedi ki: “Su içmek hakkı belirli bir gün onun ve belirli bir gün de sizindir” (Şuara, 155)

 Allah buyurdu ki: “Doğrusu onları denemek (iman edip etmediklerini sınamak için) dişi deveyi gönderen biziz. (Yapacakları işi) gözetle ve (eziyetlerine de) sabret (haber sana apaçık bir şekilde gelecektir). Onlara herkese sıralarına göre suyun aralarında pay edilmiş olduğunu söyle” (Kamer, 27-28)

Bu hal uzun süre böyle devam edince, Semûd halkının bilginleri toplandılar. Belasından kurtulup rahatlarını bulsunlar ve bol suya sadece kendileri sahip olsunlar diye, deveyi kesmeyi kararlaştırdılar. Yapacakları bu işi şeytan da kendilerine hoş gösterdi. Yüce Allah buyurdu ki: “Dişi deveyi kesip devirip Rablerinin buyruğuna başkaldırdılar. ‘Ey Salih! Eğer sen Peygamber isen bizi tehdit ettiğin azabı bize uğrat bakalım.’ dediler.” (Araf, 77)

Deveyi boğazlayanların elebaşı Kudar bin Salif idi. Kudar’ın deveyi kesmesi hepsinin ittifakıyla olması; suçun tümüne nispet edilişine sebep teşkil eder.

İbni Cerir et-Taberi ve diğer tefsir âlimleri şöyle dediler: “Semûd milletinden iki kadın vardı. Bunlardan birinin adı Saduk idi. Soylu ve güzel sözlü, tatlı dilli biriydi. Müslüman bir erkeğin nikâhı altındaydı. Kocasından boşanıp amcasının oğlu Masra’i çağırdı ve ona: “Salih’in devesini kesersen, ben seninim” dedi. Bu iki kadından diğerinin adı da Anize idi. Ümmü Gamme künyesi ile çağrılan bu kâfir kadının, halkın liderlerinden biri olan kocası Züab b. Amr’dan kızları vardı. Deveyi kestiği takdirde dört kızından hangisini beğenirse onu kendisine vereceğini Kudar b.Salife vaat etti.”

Bu iki genç Salih peygamberin devesini boğazlama işini benimsediler. Kavimleri arasında bunun propagandasını yaptılar. Kendilerine yedi kişi daha katıldı. Böylece dokuz kişi oluverdiler ki, ayeti kerimede bunlardan söz edilmektedir: “O şehirde yeryüzünde bozgunculuk yapan, düzeltmeye uğraşmayan dokuz kişi vardı.” (Neml, 48)

Kabilenin geri kalan adamlarına da giderek bu işin propagandasını yaptılar. Deveyi boğazlamanın çok iyi bir iş olacağını söylediler. Halkta onlara uyum sağladı. Artık deveyi gözetlemeye başladılar. Deve su içmekten geri dönünce pusuya yatmış olan Masra arkadaşlarını kışkırtmak ve de teşvik etmek için bir ok attı. Kudar b. Salif onların en hızlısıydı. Deveye bir kılıç darbesi indirdi. Dizini kırıp kemiğini ortaya çıkardı. Deve yere yıkıldı ve yüksek sesle böğürdü. Bu böğürmesi ile yavrusunu uyarıyordu. Sonra Kudar ikinci darbeyi hayvanın boynuna vurup kesti. Devenin yavrusu karnından çıktı. Geçit vermez yüksek bir dağa çıktı ve üç defa böğürdü. Abdurrezzak’ın rivayetine göre devenin yavrusu: “ya rab! Anam nerede? Demiş sonra da bir kaya oyuğuna girerek orada kaybolmuş. O yavrunun da o caniler tarafından takip edilip boğazlandığını söyleyenler de olmuştur. Yüce Allah buyurdu ki: “Ama bir arkadaşlarını çağırdılar o da kılıcını alarak, deveyi kesti. Benim azabım ve benim uyarmam nasılmış?” (Kamer, 29-30) “Semûd milletinin en azgını ileri atılınca azgınlığı yüzünden peygamberleri yalanladı. Allah’ın Peygamberi onlara Allah’ın devesini göstermiş ve: “Allah’ın bu devesine ve onun su hakkına dokunmayın.” demişti onu yalanladılar ve deveyi boğazladılar bunun üzerine rableri suçlarından dolayı onları kırıp geçirerek yerle bir etti. Bu işin sonunda O’nun korkusu yoktur” (Şems, 11-15)

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Zem’a’dan rivayet etti ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına hitapta bulundu. Salih peygamberin devesini ve o deveyi boğazlayanı anlatarak dedi ki: “O kavmin en azgını (deveyi boğazlamak için) ileri atıldı. Ebu Zem’a gibi, aşireti içinde zeki ve emrine itaat edilen güçlü bir adam ileri atıldı. Muhammed b. İshak, Ammar b. Yasir’den rivayet ederek dedi ki: Rasûlullah, Hz. Ali’ye şöyle dedi: “Sana insanların en bahtsızını bildireyim mi?  “Evet ya Rasûlullah. “Bunlar iki kişidir. Biri Salih peygamberin devesini boğazlayan, Semûd kavminin ufak tefek sarışın adamıdır. Diğeri de ey Ali, senin şu tepene vurarak çeneni tependen ayıracak olan adamdır.” Bunu ibn Ebi Hatîm rivayet etmiştir. Yüce Allah buyurdu ki: “Dişi deveyi kesip devirdiler; Rablerinin buyruğuna baş kaldırdılar. “Ey Salih! Eğer sen peygambersen bizi tehdit ettiğin azaba uğrat bakalım.” dediler. (A’râf, 77) Semûd milleti bu sözlerinde, birkaç noktada son derece şiddetli bir kâfirlik yapmışlardı.

Şöyle ki:

1- Allah’ın, kendilerine mucize olarak göndermiş olduğu dişi deveyi kesmeme hususundaki katı yasağı çiğnemekle, Allah’a ve peygamberine muhalefet etmişlerdi.

2- Azabın, üzerlerine inmesini çabuklaştırdılar. Bu azabı da iki bakımdan hak ettiler:

a) Allah’ın kendilerine koştuğu şarta riayet etmediler. Allah Teâlâ şu buyruğu vermişti: “Bu, size bir ayet olarak, Allah’ın devesidir. Bırakın onu, Allah’ın toprağından otlasın; ona fenalık etmeyin, yoksa yakın bir azaba uğrarsınız.” (Hûd, 64) Başka bir ayette, “Büyük bir azaba uğrarsınız.” Bir başka ayette ise, “Can yakıcı bir azaba uğrarsınız.” denmektedir ki, bu ifadelerin hepsi de doğrudur.

b) Semûd kavmi, Salih peygamberin, kendilerini tehdit edip durduğu azabın bir an evvel gelmesini istediler. Çünkü azabın geleceğine inanmıyorlardı.

3- Nübüvvetine ve doğruluğuna ilişkin kesin kanıtlar bulunan Salih aleyhisselâm’ı yalanladılar. Oysa ki onun hak peygamber olduğunu kesin bir bilgiyle biliyorlardı. Ama kâfirlikleri, sapıklıkları ve inatları; onları, gerçeği inkâra ve azabın geleceğini imkânsız görmeye sevk etti. Yüce Allah buyurdu ki: “Buna rağmen deveyi kesip devirdiler. O zaman Salih: “Yurdunuzda üç gün daha kalın. Bu, yalanlanamayacak bir sözdür.” dedi.” (Hûd, 65)

Semûd halkı deveyi boğazladıklarında ilk saldıran, lanetli Kudar b. Salif olmuştu. Hayvanın dizini kırmış, yere düşürmüştü. Sonra hayvanin üzerine kılıçlarıyla çullanmışlar, onu kesip parçalamışlardı. Bu durumu gören yavrusu onlardan kaçarak, orada bulunan yüksek bir dağin tepesine çıkmış, üç defa böğürmüştü. Bu sebeple Salih aleyhisselâm onlara: “Yurdunuzda üç gün daha kalın.” demişti. Ama onlar, onun bu kesin tehdidine de inanmamışlardı. Dahası, aksam olunca da onu öldürmeyi ve akıllarınca onu devenin akıbetine uğratmayı planlamışlardı. “Biz gece ona ve ailesine baskın verelim.” diye aralarında Allah’a yemin ettiler. (Neml, 49)

Yani geceleyin ailesiyle birlikte Salih’i evinde kıstıralım, onu öldürelim. Sonra da öldürdüğümüzü inkâr edelim. Dostları ve akrabaları kanını dava ederlerse, öldürmediğimizi söyleyelim. Bu sebeple dediler ki: “Sonra da onun dostuna, ailesinin yok edilişinde bulunmadık. Şüphesiz biz doğru söylüyoruz, diyelim.” Yüce Allah da buyurdu ki: “Onlar bir düzen kurdular. Biz fark ettirmeden düzenlerini bozduk. Düzenlerinin sonunun nasıl olduğuna bir bak! Biz onları ve milletlerini, hepsini, yerle bir ettik. İşte, haksızlıklarına karşılık çökmüş bulunan evleri! Bunda, bilen bir millet için şüphesiz, ders vardır. İnanıp Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtardık.” (Neml, 50-53)

Salih peygambere suikast planlayan bu grubu, Allah taş yağmuruna tuttu. Yağan taşlar, onları ezip parçaladı. Milletlerinden önce kendileri yok edildiler. Salih peygamber, hani kendilerine üç günlük süre tanımıştı ya, işte bu sürenin ilk gününde- ki o gün perşembe idi- Semûd milletinin yüzü sapsarı oldu.

Nitekim peygamberleri de onları uyarmıştı. Perşembe günü gün batıp hava kararınca hep birlikte: “Haberiniz olsun. Verilen müddetin bir günü geçti!” diye bağırdılar. İkinci güne girdiklerinde -ki o gün cuma idi- yüzleri kıpkırmızı oldu. O gün, gün batıp hava kararınca hep birlikte: “Haberiniz olsun, verilen sürenin iki günü geçti.” Verilen mühletin üçüncü günü -ki o gün cumartesi idi- girdiklerinde yüzleri simsiyah oldu. O gün gün batıp hava kararınca hep birlikte: “Haberiniz olsun süre bitti.” diye bağırdılar. Pazar sabahı olunca koku sürünüp hazırlık yaptılar. Kendi üzerlerine inecek olan ilahî azap ve intikamı beklemeye koyuldular. Allah’ın kendilerine ne yapacağını ve azabın hangi yönden kendilerine geleceğini bilmiyorlardı. Güneş doğup ortalık aydınlanınca gökten üzerlerine bir çığlık; altlarından, kendilerine bir sarsıntı geldi. Ruhları dışa taştı. Canları çıktı. Hareketler durdu. Sesler kesildi. Hak yerini buldu. Yurtlarında cansız ve hareketsiz cesetler olarak diz üstü çökük vaziyette kalakaldılar.

Yüce Allah buyurdu ki: “Sanki orada (bolluk ve refah içinde) hiç yaşamamışlardı. Bilin ki, Semûd milleti Rabbini inkâr etmişti. Bilin ki Semûd milleti Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.” (Hud, 68)

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Zübeyr’den rivayetle, Cabir ‘in söyle dediğini nakletti: Rasûlullah, Semûd milletinin yaşamış olduğu Hicr mıntıkasına uğradığında şöyle dedi: “Mucizeler istemeyin. Bir millet (Semûd halkı) istemişti de (mucize olarak kendilerine gönderilen) dişi deve, şu yoldan gelir ve bu yoldan da giderdi. O millet, Rablerinin buyruğuna karşı geldiler de deveyi kesip devirdiler. Bir gün o, onların suyunu içer, bir gün de onlar onun sütünü içerlerdi. Onu kesip devirdiler. Bu yüzden bir çığlık kendilerini yakaladı. Bu çığlık sebebiyle gök kubbenin altında onlardan bir kişi hariç, hepsi ölüp yok oldular. O bir kişi de Allah’ın haremindeydi.” O kimdi ya Rasûlullah? diye sordular. Buyurdu ki: “O, Ebu Rigal’di. Harem’den çıkınca, milletinin başına gelen musibet, kendisini de yakaladı.” (Müsned, Ahmed b. Hanbel, III, 296)

Abdürrezzak, Ma’mer’in şöyle dediğini rivayet etti: İsmail b. Ümeyye’nin bana anlattığına göre Rasûlullah, Ebu Rigal’in kabrine uğramış. “Bunun (burada yatanın) kim olduğunu biliyor musunuz?” diye sormuş. Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, demeleri üzerine cevabı kendisi vermiş: “Bu, Ebu Rigal’in kabridir. Semûd halkındandır. Allah’ın hareminde bulunuyordu. Harem, onu Allah’ın azabından korudu. Harem’den çıkınca, milletinin başına gelen musibet kendisini de yakaladı. (Öldü.) İşte buraya gömüldü. Kendisiyle birlikte altın bir dal da bu kabre gömüldü.” Rasûlullah’ın böyle demesi üzerine, yanında bulunanlar mezarı hemen kılıçlarıyla açtılar ve altın dalı oradan çıkardılar.

Yüce Allah buyurdu ki: “Salih de onlardan yüz çevirdi ve: “Ey Milletim! And olsun ki, ben size Rabbimin sözünü bildirmiş ve öğüt vermiştim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.” dedi.” (A’râf, 79)

Salih aleyhisselâm’ın durumundan haber veren bu ayet-i kerimede onun, yok oluşlarından sonra milletine hitapta bulunduğu bildiriliyor. Bulundukları mahalden başka tarafa gideceği sırada onlara şöyle seslenmişti: “Ey Milletim! And olsun ki, ben size Rabbimin sözünü bildirmiş ve öğüt vermiştim.” Yani sizi doğru yola eriştirmek için bütün gücümle çalıştım. Sözüm, fiilim ve niyetimle, bu uğurda hummalı bir çalışma içine girdim. “Fakat siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz.” Yani sizin karakter ve seciyeniz, hakkı kabul etmiyor ve istemiyor. Bu sebeple de can yakıcı ve ebediyete kadar üzerinizde devam edecek olan bir azaba uğrama akıbetine maruz kaldınız. Bu azabı sizden savmak için ne sizin ve ne de benim gücüm vardır.

Üzerime düşen, risalet ve nasihat görevimi size ifa ettim. Ama Allah, dilediğini yapar. Ölümlerinin üzerinden üç gün geçtikten sonra, Bedir kuyusunda gömülü bulunan müşrik ölülerine Rasûlullah da böyle bir hitapta bulunmuştu.

Sonuç olarak; Allah, zulme batmış bir topluma içlerinden en güvenilir ve en hayırlı olanını elçi olarak göndermektedir. Bu elçi o beldenin, ülkenin en aşağı ve en yüksek tabakasında bulunan insanlarına zulümlerinden, adaletsizliklerinden, Allah’tan başka tanıdıkları otoriterlerinden vazgeçmeye çağırarak hükmün yerde de gökte de Allah’a ait olduğunu hatırlatır.

Toplumda bu davete karşı çıkanların en ön saflarında hep otorite sahipleri, makam sahipleri, zenginler yer almaktadırlar. Salih aleyhisselâm’ın Allah’ın elçisi olduğunu çok iyi bilmelerine rağmen halkın aşağı tabakasıyla aynı seviyeye gelmeyi istemediklerinden, halktan kendilerini üstün gördüklerinden, halkı hep yönlendirerek sömürmek istediklerinden bu çağrıya karşı çıkmışlar ve hala da karşı çıkmaktadırlar.

İslam her devirde bu saydığımız güruhlar tarafından ya ılımlaştırılmaya çalışılmış  ya da Salih aleyhisselâm’a kurulan tuzak gibi kökünden sökülmeye çalışılmıştır. Ancak her daim Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. Salih aleyhisselâm’ın mucizesi olan deve kâfirlerin arasında dolaştıkça kâfirlerin otoritesi ve itibarı zedelenmekte ve böylelikle İslam ise toplumda daha çok gündem olmakta ve konuşulmaktadır. Bu yüzden gündemin değişmesi için kâfirler deveyi ortadan kaldırmak zorunda olduklarına kanaat getirdiler.

Mucize deve gibi günümüzde de Allah’ın ayetlerinin üzerine çullanılmakta ve kesilip atılmaya çalışılmaktadır. Çünkü Allah’ın ayetleri mucize deve gibi otoriteleri hala sarsmakta ve gündemleri hala değiştirmektedir. Ancak Allah, müminleri her daim koruduğu gibi hala korumaktadır. Kâfirleri ise her devirde olduğu gibi helak etmektedir. Allah onlara zulmetmemiş onlar azabı, çölde susuz kalan bir adam gibi arzulamışlardır. Allah ise arzularına yanıt vermiştir. Allah’ın davetçilerini susturmak için zindanlara atan, suikastlar düzenleyen, toplum içinde kötü propaganda yapan her makam sahibi ve bu propagandalara göz yuman her halk kitlesi Allah’ın gökten ve yerden ansızın gelecek olan azabını gözlemelidirler. Böyle bir azaptan Allaha sığınırız.