Müminlere Nidalar / Muhammed Sadık Türkmen / 2025 Mart / 148. Sayı
İslam, Müslümanları her yönüyle kuşatan ve hayatlarının her yönüne hitap eden bir dindir. Ona bağlı olduğunu söyleyenler yalnızca “Ben Müslümanım” demekle sorumluluklarını yerine getirmiş olmazlar. Eğer böyle olsaydı; Kur’an-ı Kerim, bu kadar ayetleri ihtiva etmez ve birkaç sahifeden ibaret kalırdı.
“Ben Müslümanım” diyen bir kişinin, eğer bu sözünü zedeleyecek bir görüşe sahip değilse ve Müslüman olma sınırları dışına kendisini itecek bir davranışta bulunmuyorsa, elbette ki Allah katında iddiası geçerli olur. Hesabı ise Allah’a kalmıştır. Bu şahıs, “icmali iman” dediğimiz çok fazla teferruata dalmadan yapılan bir imanla iman etmiştir. Bunun yanında Müslümana; tafsili iman etmesi tavsiye edilir ki İslam’ı iyice araştırsın ve ilmi arttıkça imanı artsın, ameli güzelleşsin.
Bu noktada üzerinde iyi düşünülmesi gereken bir konu vardır. O da İslam’ı doğru kaynaklardan araştırmak. Çünkü yenilen yiyecekler, yağlar kalitesine göre nasıl şifa veya hastalığa vesile oluyorsa gelişigüzel ilim elde etmek, İslam adına aslına bakmadan her şeyi kabul etmek de bazı faydalar verse de telafisi çok zor olan hastalıklara yol açacaktır. Günümüzde bunun zararları görülmekte ve bu durum, İslam’a yönelmek isteyenlere engel olmaktadır. İslam hakkında birbirine zıt görüşler duyan toplumların yönelme isteği ve güveni sarsılmaktadır.
İslam’ın, Müslümanlara öğrettiği en önemli konulardan birisi de edep ve ahlaktır. Bunu, bazı genel kurallar halinde genel ahlaka değinmek suretiyle yaptığı gibi bazen de çok ince adap kurallarına değinerek yerine getirir. İşte bu adaptan biri de Allah ve Rasûlü’nün önüne geçmemektir. Müslüman, belki Kur’an’da pek çok yerde bu adabı yerine getirmeye teşvik edilmiştir. Ancak Hucurât Sûresi’nde, sûrenin başlangıcı, kulakları bu nida ile sarsıyor ve gelecek olan diğer adap emirlerine hazırlıyor. Başlangıç bu kadar mühim bir emir ile olunca acaba sûrenin devamı neleri içeriyor!
Yaşadığımız dönemde en fazla ihtiyaç duyduğumuz adap kurallarının ilk sırasına bu emri koysak, “Allah’ın ve Rasûlü’nün önüne geçmeyin.” desek bütün problemlerimizi halledeceğiz ve belki de bundan sonra gelen tüm emirleri en içten bir şekilde karşılayacağız. Herhangi bir mesele hakkında konuşmadan önce durup düşüneceğiz ve ona göre adım atacağız.
Allah Teâlâ, İslam tarihinde, bu emre sımsıkı bağlanan toplumları yükseltmiş, her konuda kendi görüşüne önem veren ve her konuda araştırmadan konuşan toplumları da ibret alınacak bir konuma indirmiştir. İşte her yönüyle önümüzde olan sahabenin bu emre yaklaşımı… Bizler, onların, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile bir saatlik sohbetlerde elde ettikleri ilmi, feyzi ve bereketi ciltlerle dolup taşan kütüphanelerden ve yaptığımız ibadetlerden alamazken onlar bu büyük ilimleriyle bizlere en büyük ilmi miras bıraktılar. O ilim; “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.” ilmidir.
Pek çok hadis ve hadisede biz buna şahitlik etmekteyiz. Bunlara iki örnek verelim: Bedir Savaşı’nda Hubab b. Münzir radıyallahu anh’ın, Müslümanların karargahının yanlış yerde olduğunu görünce Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e “Ey Allah’ın Rasûlü! Bu; kendisini aşamayacağımız Allah’ın emri mi yoksa senin kendi görüşün mü?” diye sorunca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bunun kendi görüşü olduğunu söylemesi üzerine sahabi Peygamber Efendimiz’e daha iyi yeri göstermiştir.
Haris bin Nefi es-Sekafî radıyallahu anh der ki: Rasûlullah; veda haccında, bizlere “Bu ay hangi aydır?” diye sorduğunda bizler “Allah ve O’nun Peygamberi daha iyi bilir.” dedik. Peygamber sustu. Bizler zannettik ki Peygamber o aya başka bir isim verecek. Rasûlullah devamla: “Zilhicce ayı değil mi?” diye sordu bizler de “Evet” dedik. Peygamber sordu: “Bu belde neresidir?” Bizler “Allah ve O’nun Peygamberi daha iyi bilir.” dedik. Peygamber sustu. Bizler Rasûlullah oraya başka bir isim verecek zannettik. Bunun üzerine Rasûlullah “Haram belde değil mi?” diye sorunca “Evet” dedik. Sonra Peygamber “Bugün hangi gündür?” diye sordu. Bizler “Allah ve O’nun Peygamberi daha iyi bilir.” dedik. Peygamber bir süre sustu. Bizler zannettik ki o bugüne başka bir isim verecek. Peygamber “Kurban Bayramı günü değil mi?” deyince bizler “Evet” dedik…[1]
Hangi ayda, hangi beldede, hangi günde olduklarını bildikleri halde Allah ve Rasûlü’nün her şeyi daha iyi bildiğini söylemek onları henüz dünyadayken Allah’ın kendilerinden razı olduğu bir konuma yükseltti.
Müfessirlerin Ayeti Kerime ile İlgili Görüşleri
İmam Kurtubî rahimullah der ki: “Allah’ın önüne geçmeyin…” ayeti kerimesi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sözlerine muhalefet etmenin terk edilmesini emretmede ona tabi olmanın ve uyulmasının vacip olduğunda asıl bir delildir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hastalığında “Ebubekir’e, insanlara namaz kıldırmasını söyleyin.” Buyurdu. Hz. Aişe, Hz. Hafsa’ya radıyallahu anhuma: “Peygamberimize, ‘Ebubekir yumuşak kalplidir. O, senin yerine imamlığa geçerse ağlamaktan okuduğunu insanlara duyuramaz. Ömer’e emret, insanlara o namaz kıldırsın’ de.” dedi. Peygamber Efendimiz, bunu duyunca “Siz gerçekten Yusuf’un arkadaşları gibisiniz. Ebubekir’e söyleyin, insanlara namaz kıldırsın.” buyurdu.[2]…[3]
İbn Kesir rahimehullah şöyle der: “Bunlar; yüceltme, saygı, hürmet etme ve tazim konusunda Allah Teâlâ’nın; müminleri, peygambere karşı yapacakları muameleyi içeren edep ile ilgili ayetlerdir. Allah Tebareke ve Teâlâ buyurdu ki: “Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü’nün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah, her şeyi işiten ve çok iyi bilendir.” (Hucurât, 1).
Yani meydana gelen şeyler konusunda onun önüne geçmeyin. Bilakis bütün işlerde ona tabi olun.[4]
Muhammed Ratıb en-Nablusi şöyle der: “Kur’an’ı okumak, aklını onda açmak, onu düşünmek ve anlamak istersen bu; hikmeti, ilmi ve Kur’an-ı Kerim’in edebi sanatını keşfetmek için olsun. Şayet Kur’an ve sünnete muhalif bir şey, teklif ve onun yerine başka bir şey koymak istersen ya da Kur’an’ın senin teklifinin geçerli olmadığı bir yöntemle çözdüğü bir konuyu çözmek istersen, bunu iyi düşünürsen iki büyük hataya düştüğünü görürsün. Bunlar; meseleye objektif bakma ve Allah’a karşı cüretkâr olma hatalarıdır. İnsan bazen edebiyatta söz sahibi birinin yanında dil bilgisi ile ilgili konuşmaktan sakınır. Bu kabul gören bir durum olup, vakıada görülen bir haldir. Bazen bir meclis ortamında edebiyat, dil bilgisi, usul-ü fıkıh, akide ilmi veya hadis ilminde söz sahibi bir kişi olabilir. Bu kişilerin ilimlerinin genişliğinden dolayı oradakiler, o kişilerin ihtisas alanlarına girmeye çekinirler. Bir insan, bir ilimde belirli bir alanda ihtisas yapmışsa, bir diğeri de işin başındayken ihtisas yapılan ilim hakkında konuşursa onun hatalı konuşacağında kuşku olmaz. Bu hatasına ilave olarak o kişi, ihtisas sahibi olan alimin de makamına karşı haddi aşmış olur. Bu, toplumsal ilim hayatımızda böyledir. Peki senin ilmin ve bildiklerin, Allah azze ve celle’nin ilmi ile kıyaslansa durum nasıl olur?”[5]
Şehid Seyyid Kutub rahimehullah şöyle der: “Ey iman edenler! Ne kendiniz hakkında ve ne de çevrenizde yaşantınızla ilgili işlerde Yüce Allah’a ve O’nun Peygamberine karşı öneride bulunmayınız. Bir konu hakkında Yüce Allah, Peygamberinin dili ile bir şey söylemeden önce sizler konuşmayınız. Sizler, bir konu hakkında; Yüce Allah’ın ve O’nun elçisinin sözüne başvurmadan hüküm vermeyiniz.[6]
Ayeti Kerime ile İlgili Mülahazalar
Muaz radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onu Yemen’e vali olarak gönderirken sorar: “Ne ile hükmedeceksin?” O da “Yüce Allah’ın kitabı ile” karşılığını verir. Rasûlullah “Ya aradığın hükmü onda bulamazsan?” diye sorar. Hz. Muaz: “Allah’ın Peygamberinin sünnetine başvururum.” karşılığını verir. Rasûlullah tekrar sorar “Ya onda da aradığın hükmü bulamazsan?” Hz. Muaz “Kendi görüşüme göre içtihat ederim.” deyince Peygamber, elini göğsüne vurarak der ki: “Hamdolsun Allah’a ki Allah’ın Peygamberinin göndermiş olduğu elçiyi, Allah’ın peygamberini hoşnut kılacak bir işte başarılı kıldı.”[7]
Bu hadisi şerifte ilim ve adap ile alakalı temel prensipler açıklanmıştır.
Allah ve Rasûlü’nün hükmü ancak teslimiyetle karşılanmalıdır. Bu imani bir meseledir. Hiçbir mümin erkek ve kadın bu konuda tercih hakkına sahip değildir.
Hz. Ebubekir radıyallahu anh’ın; imamet makamındayken, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in namaza yetiştiği esnada geri çekilmesi ve Rasûlullah’ın arkasında saf tutması, Bilal radıyallahu anh’ın, Rasûlullah’ın vefatından sonra ezan okumayı terk etmesi Efendimize duyulan büyük hürmetin tezahürleridir.
İslami meseleler hakkında “Bence” diye görüş bildirmek günümüzde oldukça yaygınlaşmıştır. Aslında İslam öğrenildikçe ve herkes yerini bildikçe “Bence” kelimesi ortadan kalkacaktır. Sahabe, çok iyi bildikleri bir soru kendilerine sorulunca soru soranı başka sahabilere yönlendirirdi.
[1]. Buhari, Kitabu’l-İlm; Müslim, hn: 1679
[2]. Buhari, hn: 713; Müslim, hn:418
[3]. Kurtubî Tefsiri, aynı ayetin tefsirinden.
[4]. Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, aynı ayetin tefsirinden.
[5]. Nablusi Tefsiri, aynı ayetin tefsirinden.
[6]. Fi Zilâli’l-Kur’an, Tayf yayınları, aynı ayetin tefsirinden.
[7]. Ahmed bin Hanbel; İbn Mace