Mübtela Olduk Her Türlü Zevk-Ü Sefaya Riayet Kalmadı Ahde Vefaya,

Bir Hadis Bir Yorum – Ali Yücel / 2013 Kasım / 12. Sayı

Allah (azze ve celle) kudretiyle insanoğlunu yaratmış, sayılamayacak nimetleri emrine amade kılmış ve ibadet ile mükellef tutup kendisinden ahit/söz almıştır. “Ey Âdemoğulları! Şeytana kulluk yapmayın, o size apaçık bir düşmandır ve bana kulluk edin, doğru yol budur, diye size ahit vermedim mi?”1 Allah’ın emirlerini yerine getirip fıtratına uygun davrananlar olduğu gibi O’na isyan edip yaratılış fıtratına muğayir davrananlar da olmuştur. Ahdine sadık olanlar yeryüzünü ihya ettiği gibi vefasız davrananlar da yeryüzünü meşgul edegelmişlerdir. Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şahit olduk, dediler”2 buyruğunda ifade edilen misaka ve ahde imtihan dünyasında vefalı davrananlar, kulluk görevini tam manasıyla yapmaya çalışanlar Allah’ın insanı sorumlu tuttuğu emanet-i kübraya ihanet etmemiş buna mukabil hıyanet içerisinde bulunan hasta ve bozuk fıtratlılar ise bir zamanlar ikrar edip kabul ettikleri ahde ve söze sadakatsiz davranmakta beis görmemişlerdir. Nuh, Âd, Semud, Medyen kavimlerinin kıssalarını öğüt almamız için hatırlattıktan sonra şöyle buyuruyor yüce Rabbimiz: “Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.”3 Kitab-ı Mübin’de vefasızlık, Rabbine karşı gelenlerin, nankörlerin, ilahi lanete düçar olanların, rahmet-i ilahiden kovulanların, helaka uğrayanların vasfı olarak anlatılmaktadır. Vefa ise, yiğit adamların, sadıkların, emanete güvenilir bir şekilde sahip çıkanların özelliği olarak anlatılmaktadır. “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir. Çünkü Allah sadakat gösterenleri sadakatleri sebebiyle mükâfatlandıracak, münafıklara -dilerse- azap edecek yahut da (tövbe ederlerse) tövbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.”4

Ahde vefa imanın gereğidir. Müslüman’ın sözünden cayması beklenilen bir şey değildir, O sözüne sadık olmakla bilinir. Şartların zorluğu, kendisini söz verdiği şeyi yerine getirmekten alıkoymamalıdır. Uhud savaşının en nazik ve hassas zamanında Enes b. Nadr’ın “Cennetin kokusunu Uhud’da duyuyorum” diyerek meydana atılıp şehit oluncaya kadar çarpışması en zor şartlarda bile ahde vefa gösterilmesi gerektiğinin örneklerindendir. Hz. Enes’in yeğeni ve Peygamber efendimizin hizmetkârı Enes b. Malik, “Allah’a verdiği sözde duran yiğit erler” ayetinin Enes b. Nadr ve benzerleri hakkında nazil olduğunu belirtmektedir.5

Tur dağının şahitliği ve gölgesinde Allah’a verdikleri sözü bozmakta beis görmeyen İsrailoğulları, karakter haline getirdikleri bu hastalıklı davranışlarının neticesinde peygamberlerini bile öldürmekte beis görmemeye başlamış, ahit ve sözlerine ihanet etmişlerdir. Verdikleri sözde durmadıkları için ilahi lanete düçar olmuşlar, kalpleri katılaşmış/mühürlenmiş, öyle ki taşlar bile onların kalpleri yanında daha yumuşak telakki edilmiştir.6 Yahudilerden sonra hristiyanlar da aynı davranışı devam ettirmiş ve ilahi ahde sadakatsiz davranmışlardır.7 En büyük ahde, vefa göstermemenin neticesinde insanlar arasındaki muamelelerinde de aldatıcı davranmaktan çekinmemişlerdir. Zaten Allah’a verdiği sözde sadık olamayanlardan, O’na karşı vefalı davranmayanlardan vefa beklemek abesle iştigal etmektir. Ümmet-i Muhammed ise, doğru yoldan sapmış ve Allah’ın kendilerine gazap ettiği kimselerden söz olarak Allah’a sığınırken davranış olarak onlara benzememelidir, onun önünde her türlü erdem ve ahlakın tamamlayıcısı ve zirvesi bir önder, bir peygamber vardır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da O’nu kendine rehber ve örnek almalıdır.   

Hz. Peygamber’in ahdine sadakatini, kendisine amansız düşmanlık yapan müşriklerin bile ikrar edip “el-Emin” diye kendisini tesmiye etmeleri onun bu konuda ne kadar hassas olduğunun bir işaretidir. Bizans imparatoru Heraklios’un, o zamanlar daha müslüman olmayan Ebu Süfyan’a Hz. Peygamber ile alakalı sorduğu sorulardan biri de “Hiç sözünde durmamazlık yaptı mı?” sorusuydu. Ebu Süfyan, alemlere rahmet Hz. Muhammed’in (aleyhisselam) ahlakından ötürü “Hayır, yapmadı” cevabını vermek zorunda kalmıştı.8   Vefasızlığı münafıklık alameti, davranış bozukluğu ve kişisel hastalık olarak değerlendiren Rasûl-ü Ekrem efendimiz, Allah’a ve ahiret gününe iman eden, Allah’ı her daim zikreden ve gerektiği gibi O’na ibadet etmeye çalışan herkesin her konuda “en güzel örneği” ise şayet, ahde sadakat ve vefa konusunda da “en güzel örnek” olmalıdır, onun davranış ve sözleri vefakârlık anlayışımızın temel referansını oluşturmalıdır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Rabbinin ahdine sadık kaldı, yalnız bırakılsa da, her türlü baskıya maruz kalsa da, yerinden yurdundan edilse de vefasız olmadı, taşlansa da ahdini bozmadı, durmadan yılmadan davasını anlattı. Ailesine karşı vefakardı, onları mahcup etmedi, ettirmedi. Amcası Ebu Talib’e her zaman vefalı davrandı. Komşularına, akrabalarına o kadar güven telkin etmişti ki insanlar kendilerinden çok ondan emindiler çünkü ona, “el-Emin” diyorlardı, insanların nazarında en güvenilir kimseydi. Bütün insanlara vefalı idi, Rabbinin davasını tastamam anlatmış, bu konuda her türlü çabayı sarf etmiş ve elinden geleni ardına koymamıştı. Hudeybiye Musalahasında, o çetin anlaşma şartlarına ve sahabelerin içinde bulunduğu duygu yoğunluğuna rağmen huzuruna bukağılar içerisinde getirilen Mekke müşriklerinin temsilcisi Süheyl b. Amr’ın, yeni müslüman olan oğlu Ebu Cendel’i, anlaşmanın gereği olarak müşriklere teslim etmiş, ahdine sadık kalmıştır. Mekke’de müşrikler içerisinde kendisine ilişmeyen ve koruyup kollayan, hoşlanmadığı şeyleri yapmayan ve ona eziyet etmeyen, boykot belgesinin yırtılması için teşebbüslerde bulunan Ebu’l-Bahteri’ye olan vefakarlığından dolayı Bedir Savaşında öldürülmemesini istemişti Efendiler efendisi.9 O’nun vefakarlığı ile ilgili anlatılan şu olay, Hz. Peygamber’in hassasiyetini en çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır: Abdullah b. Ebu’l-Hamsâ anlatıyor: “(Peygamber olarak) gönderilmeden önce Rasûlullah  (aleyhisselam) ile bir alış-veriş yapmıştım. Kendisine bir miktar vereceğim kalmıştı. Borcumu kendisiyle anlaştığımız bir yere getireceğime dair söz vermiştim. Ama ben (bu sözümü) unuttum, (ancak) üç gün sonra hatırladım. Bunun üzerine hemen (yola çıkıp kararlaştırdığımız yere) vardım. Bir de ne göreyim! O, sözleştiğimiz yerde hâlâ duruyordu. “Delikanlı bana zahmet verdin. Ben burada üç gündür seni bekliyorum” buyurdu.10

Söz verdiği zaman sözünde durmayan, randevusuna geç kaldığı gibi “ne olacak beş-on dakikadan, bir-iki saatten” diye pişkinlik gösteren onun ümmetinin fertlerinin vefa anlayışıyla gerçek vefanın arasında ne kadar da fark var!

“Ey iman edenler! Akitleri/sözleşmeleri yerine getiriniz”,11 “Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir”12 “Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirenler ve verdikleri sözü bozmayanlardır”13 ilahi buyruklarına tam manasıyla teslim olanla inandığı kitabın mahiyetinden habersiz zavallıların sözde durma anlayışı ne kadar da farklı! Ya Rabbi! Sen, bizi sözünde duranlardan eyle!  

Savaş şartlarında bile antlaşmasına, sözüne ve ahdine sadık kalmıştır Hz. Peygamber. Huzeyfe b. el-Yeman (radıyallahu anhu) anlatıyor: “Bedir’de bulunmamdan beni meneden bir şey yoktu. Şu kadar var ki ben, babam Huseyl ile beraber (yola) çıktım. Kureyş kâfirleri bizi yakaladılar. “Siz muhakkak Muhammed’in yanına gitmek istiyorsunuz!” dediler. “Biz onun yanına gitmek istemiyoruz; biz ancak Medine’ye gitmek istiyoruz.” dedik. Bunun üzerine bizden Medine’ye gideceğimize ama Rasûlullah ile birlikte savaşmayacağımıza dair Allah adına ahd-ü misak aldılar. Sonra Rasûlullah’ın (aleyhisselam) yanına gelerek haberi kendisine ilettik. O da şöyle buyurdu: “Haydi gidin! Biz onlara verdiğimiz sözü tutar, onlara karşı Allah’tan yardım dileriz!”14

Cahiliye devrinde yapılan antlaşmaların bile bozulmasını istemeyen Rasûl-ü Zi-Şan efendimiz bu konuda da oldukça duyarlı ve hassas davranmıştır. Abdurrahman b. Avf’ın (radıyallahu anhu) belirttiğine göre şöyle buyuruyor Efendimiz: “Amcalarımla birlikte Mutayyibîn antlaşmasında bulundum. Benim kırmızı develere/maddi imkanlara sahip olmam karşılığında bile o antlaşmayı bozmak istemem.”15 Mekke’nin fethinde, Kabe’nin basamaklarında şöyle buyurmuştu: “Kimin cahiliyet devrinden kalma bir antlaşması varsa, (bilsin ki,) İslam ona kuvvetten başka bir şey ilave etmez/antlaşmasının gereğini yerine getirmesini ister.”16

Önünde böyle bir örnek, önder ve rehber bulunan İslam ümmetinin vakıası, yaşantısı, ticareti, siyaseti, aile içi münasebetleri, arkadaş ilişkileri vefasızlığın her türlüsüne şahit olabilmektedir. Allah’a verdiği ahitte vefalı olmayan peygamberine, onun sünnetine vefasız davranabilecektir. Mukaddesatına vefası olmayan ailesine ihanet edebilecektir. Bir çok yitik yadigarımız gibi vefa hissi de tekrar canlandırılıp diriltilmeden, bu konuda hassas davranılmadan ilerlemek, hedefe varmak mümkün olmayacaktır. İlahi desteğe ulaşmanın yollarından biri de hiç şüphesiz vefalı olmaktır. Zira yahudileri ilahi rahmetten kovan vefasızlıklarıdır.

Verilen sözü yerine getirmenin en temel kaidesi, isyan ve günah için değil hak ve hayır için verilmiş olmasıdır. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Her kim Allah’a itaat etmeyi nezrederse, Allah ‘a itaat etsin. Her kim de Allah ‘a karşı masiyet işlemeyi nezrederse, sakın Allah’a asi olmasın!”17 Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), hiç konuşmamaya, gölgelenmemeye, oturmamaya söz veren sahabesi Ebu İsrail’e müdahale etmiş ve bu sözünden vazgeçmesini emretmiştir. İnsan, günah sayılan hususlarda söz vermiş ise bu söze riayet etmemesi, daha hayırlı olanı yapması gerçek vefakârlıktır. Vefanın bir çeşidi de geçmişten ibret almaktır. Eskiden fakir olup sonradan imkânı düzelenin eski halini unutmaması gerçek bir vefakârlık örneğidir.  

Bireylere ve toplumlara yönetici olanların vefasızlık yapması yönettikleri insanların sayısınca kendilerine vebal olacak ve ihanetleri de o ölçüde karşılık görecektir. Bu gün hayatın normal bir parçasıymış gibi telakki edilen, bir çok vaatlerle yönetici olmuş ama verdiği sözleri tutmamakta beis görmeyen kimselerin ve vefasızlığı önemsemeyip küçük gören herkesin kulaklarına küpe mahiyetinde şu hadis-i şerifle sözü “Efendiler efendisine” bırakıyoruz. Ebu Said el-Hudri’den(radıyallahu anhu) rivayet edildiğine göre Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Kıyamet günü her vefasız kişinin arkasında bir bayrak bulunacak ve vefasızlığı ölçüsünde o bayrak yükseltilecektir. Bilin ki, vefasızlık açısından umumun idaresini üstlenmiş yöneticiden daha büyük vefasız yoktur.”18

—————————————————-

1 Yasin Suresi 60-61.

2 A’raf Suresi 172-173.

3 A’raf Suresi 102.

4 Ahzab Suresi 23.

5 Bkz. Buhari, Cihad 12 (Hadis no: 2805, 4048, 4783)

6 Konuyla ilgili olarak bkz. Bakara Sûresi 63, 74, 93. Maide Suresi 13.

7 Bkz. Maide Suresi 14.

8 Hadis için bkz. Buhari,  Bed’ül-Vahy 6.

9 İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye 3/428-429.

10 Ebu Davud, Edeb 89 (Hadis no: 4996) Şuayb el-Arnavut, hadisin senedinin zayıf olduğunu söylemiştir.

11 Maide Suresi 1.

12 İsra Suresi 34.

13 Ra’d Suresi 20.

14 Müslim, Cihad ve Siyer 35 (Hadis no: 1787)

15 Buhari, Edebü’l-Müfred 567.

16 Buhari, Edebü’l-Müfred 570.

17 Buhari, Eymân 28 (Hadis no: 6696, 6700)

18 Müslim, Cihad 15-16. Ayrıca bkz. Tirmizi, Fiten 26.