Medyatik Kuşatma Ve Müslümanlar

Serbest Köşe – Metin Eken / 2013 Aralık / 13. Sayı

Giriş

Önceki iki yazımızda, medyanın küresel ölçekte bir kontrol ve denetim mekanizması olarak ne şekilde kurgulandığı ve işlev gördüğü üzerine mülahazalarda bulunmuş, tarihin hiçbir döneminde rastlamadığımız görsel kuşatmanın hâkim bir görsel kültürün yayılmasına zemin hazırladığını ve böylelikle toplumların değer, inanç ve erdemden uzak bir gösteri/ş toplumuna dönüşebildiğini ifade etmiştik.

Bu yazımızda ise, artık bir ihtiyacın karşılanmasından çok daha farklı anlamlar ihtiva eden tüketim olgusuna ve küreselleşme süreçleriyle önüne çıkan, sınırları aşarak pervasızca yaygınlaşan tüketim endüstrisine ilişkin genel bir çerçeve çizmeye çalışacağız. Bu bağlamda, tüketim endüstrisinin şekillendirdiği bu kültürel yapıyı tüketim kültürü olarak adlandırırken, bu kültürün derinlemesine nüfuz ettiği ve dönüştürdüğü toplumsal yapıyı da tüketim toplumu olarak adlandıracağız.

Tüketimin Modern Tarihi Üzerine

Aslı itibariyle değerlendirildiğinde tüketim, geleneksel anlamda ihtiyaçların giderilmesi amacıyla gerçekleştirilen bir edim olarak görülebilir; ancak, “tüketim” kelimesinin “kültür” kelimesiyle bir araya gelerek kullanımı hiç şüphesiz modern zamanlara özgü bir yaklaşımı imler. Yani tüketimin, bir ihtiyaç olmaktan çıkartılarak, suni ihtiyaçların oluşturulması ve bu ihtiyaçların hızlı bir biçimde doyurularak yeniden aktif hale gelmesi üzerine kurulu sembolik bir endüstri şeklinde kurgulanması, modernleşme olgusunun temel dinamikleriyle sıkı sıkıya bir ilişki içerisindedir.

Tüketim kültürünün başlangıcının nereye götürüleceği ve tarihsel süreçte geçirdiği aşamalara dair çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bununla birlikte, özellikle kapitalizmin gelişmeye başladığı ve çalışmanın bir ödev haline getirilerek kapitalizm için yeterli üretkenliğin sağlandığı dönem önemli bir eşik olarak görülebilir. Devam eden yıllarda ise, özellikle ihtiyaçları kat be kat aşan kitlesel üretim ve bu üretimin sebep olduğu birikme, ürünlerin bir şekilde pazarlanması ihtiyacını gündeme getirmiştir. Böylelikle, ihtiyaçların çok üzerinde gerçekleşen üretimin kitlelerce ne şekilde tüketilmesi gerektiğine dair düşünceler özellikle reklam ve pazarlama endüstrilerinin doğuşuna da zemin hazırlamıştır. Bu bağlamda, özellikle, 20.yüzyılın başlarında geliştirilen üretim ve yönetim süreçleri1 ile yapısal ve kurumsal ilişkilerini sistematize eden kapitalizmin; modernleşme politikası gibi ideolojik türevleriyle de dünya genelinde etkinliğini artırdığı ve bireyin yaşamını anlamlandırmasında, anlamlandırdıklarını meşrulaştırmasında ve meşrulaştırdıklarına değerler yüklemesinde üretimin etkisini artırdığı ifade edilebilir.2 İlerleyen yıllar ise, tüketimin mikro ölçekte her bir bireye göre kurgulandığı ve onlara yeni bir kimlik ve aidiyet vaat ettiği imajlar dünyasına kapı aralamıştır. Artık tüketim bir ‘yaşam tarzı’, ‘varlık sebebi’ haline gelmiştir.

Medya Endüstrisi ve Tüketim Kültürü

Tüketim kültürünün odak noktasındaki tartışmalardan birçoğu tüketimin medya endüstrileri ile girmiş olduğu etkileşim çerçevesinde gelişmektedir. Pek çok düşünür medyayı, küresel anlamda yaygınlığı, iktidar ve sermaye sahipleri tarafından etkin ve amaca yönelik kullanımı (karı maksimize etmek, endoktrinasyon, manipülasyon vs.) ve etki gücü sebebiyle ‘kültür endüstrileri’3 olarak tanımlamıştır. Teknolojik gelişmelere paralel bir biçimde yeni boyutlar kazanan ve gelişen medya, tüketim kültürünün küreselleşmesine zemin hazırlamış, yerelliklerin gücünü azaltarak aynılaşmaya sebebiyet vermiştir. Böylelikle bazen bir film, bazen bir reklam, bazen de televizyon programlarıyla görüntüler ve öyküler biçiminde kurgulanan tüketim kültürüne ait öğeler hayatın kaçınılmaz unsurları haline gelmiştir.

Çağdaş Tüketimin Sembolleri; Alışveriş Merkezleri

Hiç şüphesiz ki, tüketim kültürü ve bu kültürün oluşturduğu yeni tüketim toplumunun bireyleri, kaçınılmaz bir tüketim kaosunun içine çekilmiştir. Baumann’ın4 ifadesiyle, Tüketme kapasitelerini artırmak için, tüketicilere hiçbir zaman soluklanma fırsatı tanınmamalıdır. Onların dur durak bilmeksizin uyanık ve teyakkuz halinde tutulmaları, daima yeni ayartmalara maruz bırakılmaları ve böylelikle asla yatışmayan bir heyecanlılık halinde ve de, aslında, sürekli bir kuşku ve memnuniyetsizlik halinde kalmaları gerekir. Alışveriş merkezleri de öyle düzenlenmiştir ki; İnsanlar sürekli etrafa bakarak, gözlerini sonsuz sayıda cazip maldan ayırmadan, ama hiçbirinin başında da fazla dikilmeden bir oraya bir buraya gidip gelirler; durup birbirleriyle iki çift laf etmelerine, birbirlerinin yüzüne bakmalarına, tezgâhta sergilenen nesneler dışında bir şey düşünmelerine, ölçüp biçmelerine ve tartışmalarına imkân yoktur. Çünkü Tüketici toplumu kültürü öğrenmeyle değil ekseriyetle unutma ile ilgilidir. Tatmin vaadi ve umudu, tatmin edileceği vaat edilen ihtiyaçtan önce gelir ve her zaman mevcut ihtiyaçtan daha yoğun ve çekici olacaktır.

İlginç Bir Anektod: Alışveriş merkezlerine dikkatler bakıldığında görünür hiçbir yerde saat olmadığını fark edersiniz. Bunun en önemli sebebi ise, bireylerin zamanın nasıl da akıp geçtiğinin farkında dahi olmadan çılgınca alışveriş yapmasını sağlamaktır. Aynı şekilde, alışveriş merkezlerinin içerisi yoğun ışık demetleriyle sürekli aydınlatılmakta ve havanın kararıp kararmadığı fark dahi edilememektedir. Alışveriş merkezleri içerisindeki renkler5 ve müzikler de bireyleri özellikle tüketime yönlendirecek şekilde kurgulanmakta ve bireylerin hipnotize olmuşçasına tüketmesine zemin hazırlamaktadır. Burada hatırlatılması gereken husus ise tüm bunların rastlantısal olmadığı ve ince bir kurguya dayandığıdır.

Tüketim Kültürünün Girift ve Çelişkili Doğası

Postmodern dönemler olarak adlandırılan günümüzde tüketimin anlamına sosyolojik bir perspektifle yaklaşan Özbolat6 Tüketim kültürünün ne derece derin çelişkiler ihtiva ettiğini özlü bir biçimde izah etmiştir. Bu açıklamalardan hareketle tüketim kültürünün girift ve çelişkili doğası üzerine birtakım mülahazalarda bulunulabilir.

Tüketim kültürünün en önemli çelişkilerinden bir tanesi bireyden tüketim sürecinde hem aktif hem de pasif olmasını istemesidir. Tüketici aktif olmalıdır çünkü durmaksızın üretilen ve çeşitli duygularla bağlantılandırılarak servis edilen ürünlerin bir an önce tüketilmesi, tüketimin hemen ardından yeni hazların oluşması istenir. Birey son modayı takip etmeli, elindekilerden sıkılmalı ve soluklanmaksızın yeni tüketim nesnelerine doğru yelken açmalıdır. Tüketici pasif olmalıdır. Çünkü önüne sunulan her şeyi elde etmesi için kendisine yapılan telkinleri sorgulamaksızın, tereddütsüzce kabul etmeli ve yönlendirilmeye açık olmalıdır. İtiraz etmemeli soru dahi sormamalıdır. Yeniliklere! ve özgürlüklere! açık olmalıdır.

Tüketim kültürüne dair bir diğer önemli problem, karşısına çıkan birçok toplumsal olguyu reddetmeden izafileştirmesidir. Tüketim kültürü, içinde yaşanan yerel kültürü, toplumun ahlaki yapısını, geleneğini, dini değerlerini birer tüketim nesnesine dönüştürerek yeniden üretir. Bu durum, inanç ve değerlerin içinin boşaltılarak anlamsızlaştırılmasına sebebiyet vermekte ve muhtevadan arındırılmış bir din algısını pekiştirmektedir.

Tüketim kültürünün bir diğer önemli çelişkisi de, insanları sürekli tüketmeye sevkederken bir türlü kendilerini iyi hissedememelerini sağlamasıdır. Örneğin, bir bireyin aylarca çalışıp almak için uğraştığı son model cep telefonu çok kısa bir süre içerisinde yeni çıkan bir diğer ürüne göre eskimiş olarak kabul edilir. Bu durum bireyleri hem ellerinde olanla mutlu olamama durumuna getirirken hem de diğer ürünlere duyulan arzu ve iştiyaki sürekli canlı tutmaktadır. Böylece, kendisini hiçbir zaman iyi hissedemeyen her zaman bir güvensizlik ve eksiklik duygusuyla yaşayan bireyler meydana gelmektedir. Bireyler, daha fazla tüketmek için adım adım tükendiğinin farkında dahi değildir artık.

Postmodern tüketim anlayışın bir diğer çelişkisi, tüketim sürecinin geçicilik üzerine kurulmasıdır. Tüketim sürecinden alınan haz, bedeni önceler. Postmodern dönemde bedensel arzuların tatmini ile hazzın ömrü anlıktır, haz geçicidir, zaten bu dönemde hazzın uzun ömürlü olması da istenmez. Tüketim toplumunun genel karakteristiği ile doyum arasındaki ortak nokta, hiçbir zaman sürekliliğe yer olmaması, anlık ve geçici olmasıdır. Aslında doyum yerine “doyumsuzluk” daha doğru ifade olabilir. Anlık doyum, anı yaşama ve yeni haz alanları bulmak için çabalar bitip tükenmez biçimde sürüp gider.7

Sonuç

Günümüzde, sadece mal ve hizmetlerin değil, ilişki (evlilik, arkadaşlık, dostluk, kardeşlik), fikir, inanç ve değerlerinde tüketilmesi davranışlarda öylesine merkezi bir rol işgal etmekte ki modern zamanlarda yeni bir tüketim ahlakından (hatta bir tüketim dininden) bahsetmek mümkündür.8 Eğlence ve hizmetler endüstrisinin sarmaladığı serbest zamanlarda birey bir oyun konsolundan yönlendiriliyormuşçasına yeni hazların tatmini için çabalamakta ve bir simülasyon evreninde yok oluşa doğru sürüklenmektedir. Bundan böyle, iş yaşamında sabahtan akşama kadar tüketim çarklarına hizmet etmesi istenen bireyin boş zamanları da mutlak kontrol altına alınmalıdır. Hayatın her alanı tanzim edilmeli, medyalar aracılığıyla verilen direktifler şaşmaksızın yerine getirilmelidir. Yaratılışın hakikati unutulmalı, tüm sorumluluklar bir kenara bırakılmalıdır.

Bu noktada tüketim artık bir ekonomik faaliyet olmaktan çıkmış ve hayatın her alanı için kurallar vaz eden bir yaşam tarzı haline dönüşmüştür. Bu durumun en önemli sebebi ise, tüketimin yaşamı sürdürmek için bir ‘araç’ değil, ‘yaşamın amacı’ olarak algılanır hale gelmesidir. O halde tüketim, anlık doyumlara ulaşabilmek adına maddeyi (ve kendini) heba etmek değil, yaratılış amacına uygun bir hayatın devamı için maddeden yardım almak olmalıdır.9

Bu bağlamda, yüce Allah’ın “Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.” (Furkan, 67) ayeti kerimesinde buyurduğu denge unsuru, yaşamımızın her anı için bir nizam sunmakla birlikte harcamalarımız için de mükemmel bir ölçü olarak karşımızda durmaktadır. Bu gün, içerisinde Müslüman bireylerin de bulunduğu toplumların en büyük problemlerinden bir tanesi de maalesef bu dengenin kaybedilmesidir. Ne acı ki, günümüz Müslümanları için “Yiyin için ve fakat israf etmeyin.” (Araf, 31) gibi ayeti kerimeler nostaljik birer öğe olarak rafa kaldırılırken bizzat dini emirlerin kendisi dahi tüketim nesneleri haline getirilmiştir. Müslüman kadınların kimliği olan tesettür dahi modanın esiri olmuş ve artık Müslüman kadın için kamusal alanda var olmanın simgesi haline gelmiştir.

‘Anı yaşa’ sloganlarının ayyuka çıktığı, ölümün unutulup hafızalardan silindiği, değer ve inançların izafileştiği, yüreklerin ve beyinlerin iğdiş edildiği tüketim çağının Müslüman bireyleri olarak tüketimin küresel ayartısına esir olmadan, tükenmeden var olabilmenin ve tüketmekten ziyade inşa edebilmenin gayreti içerisinde olmaya her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız olduğu kesin.

“Rabbimiz, unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, biz bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın! Kâfirler toplumuna karşı bize yardım eyle!” (Bakara, 286)

————————————————————-

1. Bu dönemde üretim özellikle Marksist teoride ‘Fordist Üretim’, yönetim ise ‘Taylorist Yönetim’ şeklinde adlandırılmıştır. Bu bağlamda Fordist yönetim; geçen yüzyıl boyunca en baskın olarak kullanılan üretim yöntemidir. 1920’li yılların başında uygulamaya konan yöntem, vasıfsız işçilerin bir üretim bandı oluşturduğu, kitle üretimi ve kitle tüketimi üzerine kurulu bir sistemdir. Her bir işçi üretim bandında çok küçük ve vasıfsız bir işle görevlendirilmiş olup, bütünün (yani üretilen ürünün) ne olduğu konusunda bilgisizdirler. Taylorist Yönetim ise; 1800’lerin sonunda, ABD’de, FrederiWinslow Taylor tarafından geliştirilmiş bir yönetim yaklaşımıdır. Taylor’a gore, işçi doğuştan günahkar ve aptaldı, içgüdüleri gereği işten kaytarma eğilimindeydi. Bu da ana hedef olan verimliliği ve karı olumsuz etkilemekteydi. O halde üretim sürecinde, işçinin tamamen pasifize edilmesi ve makinanın basit bir uzantısı haline indirgenmesi gerekiyordu. Tüm zihinsel faaliyet işçilerden koparılıp, yöneticilerde toplanmalıydı. Böylece hem vasıflı işçiye gerek kalmayacak hem de yönetim, emek süreci üzerinde tam kontrole sahip olacaktı.

2. Derya Tellan, Tüketim Kavramını Anlamlandırmak; Tarihi ve Sosyolojisi, Medya, Tüketim Kültürü ve Yaşam Tarzları adlı kitabın içerisinde, Yazarlar; Banu Dağtaş-Erdal Dağtaş, Ütopya Yayınları, Ankara, 2009

3. Detaylı bilgi için bkz.:Theodor W. Adorno, Kültür Endüstrisi, Kültür Yönetimi, İletişim Yayınlarıi İstanbul, 2012

4. ZygmuntBaumann, Küreselleşme, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2010

5. Renklerin insan psikolojisi üzerinde bir takım etkilere sahip olduğu yapılan çeşitli araştırmalarla kanıtlanmıştır. Bu bağlamda, Örneğin: Kırmızı renk, hırs, ihtiras, elde etme vb. gibi duyguları harekete geçirme özelliğine sahiptir ve kan basıncının artmasına sebep olur. Birçok global yiyecek markasının (cocacola, mc donalds vs.) bu renklere sahip olması bu anlamda bir rastlantı değildir. Sarı renk dikkatleri üzerine toplar ve çabuk fark edilir. Taksilerin sarı renkte olmasının sebebi budur. Yeşil renk dinlendirici ve huzur vericidir. Doğanın da rengi olması sebebiyle etkileyicidir.

6. Detaylı bilgi için bkz. Dr. Abdullah Özbolat, Postmodern Perspektifte Tüketimin Toplumsal Anlamına Sosyolojik Bir Yaklaşım, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17/1, 2012

7. Özbolat, s. 126

8. Hans Van Der Loo-Willem Van Reijen, Modernleşmenin Paradoksları, İnsan Yayınları, İstanbul, 2006, s. 153

9. Yrd. Doç. Dr. Huriye Martı, Tüketim, Eritmek İçin Değil Üretmek İçin, Diyanet Dergisi, Sayı 247