Küfür Kavramı

Kavramlar – Mahmut Varhan / 2023 Eylül / 130. Sayı

Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun. Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi ve sellem’e, onun âline, ashabına ve kıyamete kadar tevhid dini üzere ona tabi olan mü’minlere salat ve selam olsun!

İmdi; İnsanın maruz kaldığı en tehlikeli hastalık küfür ve ilhad/inkârdır. Bu o kadar tehlikeli ve tevbe edilmemesi halinde tedavisi mümkün olmayan bir hastalıktır ki; cezası sonsuza kadar ateş yurdu olan Cehennemde kalmaktır. Bu, rahmeti gazabını aşmış olan Rahmân ve Rahîm sıfatlarının sahibi Allah’ın bütün kâinatı kuşatan rahmetinden ebedi bir şekilde mahrum kalmaya sebep olacak derecede büyük bir cinayettir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi, kâfirin sonsuza kadar Cehennemde kalmasının hikmetini açıklamak üzere şöyle demektedir:

“Küfür mutlak bir cinayettir; affedilmeye kâbil değildir. Evet küfür, mevcudatın kıymetini düşürüp, bütün varlıkları manasız olmakla ittiham ettiğinden; bütün kâinata karşı bir tahkirdir. Allah azze ve celle’nin isim ve sıfatlarının mevcudat ayinelerinde tecelli etmesini inkâr olduğundan; bütün Esmâ-yı ilâhiyeye karşı bir tezyiftir. Mevcudatın vahdaniyete olan şehadetlerini reddettiğinden; bütün mahlukata karşı bir tekzibtir.  İşte bu mahiyetinden dolayı küfür, insanın kâbiliyet ve isti’dâdını öyle ifsad eder ki; artık salah ve hayrı kabûle liyakati kalmaz. Hem, küfür öyle büyük bir zulümdür ki, tüm mahlukatın ve bütün Esmâ-i ilâhiyenin hukukuna bir tecavüzdür. İşte bütün bu hakların muhafazası ve kâfirin nefsinin hayra kâbil olmaması; küfür cinayetinin affedilmemesini gerektirmektedir.”[1]

“İman, manevi bir cennetin çekirdeğini taşıdığı gibi; küfür dahi manevi bir cehennemin tohumunu saklıyor. Nasıl ki küfür, cehennemin bir çekirdeğidir; öyle de cehennem, onun bir meyvesidir. Küfür Cehenneme girmeye sebep olduğu gibi; öyle de Cehennemin vücuduna ve icadına dahi sebeptir. Zira kâfir, cehennemi inkâr ile nihayetsiz izzet ve ğayret ve celâl sahibi olan gayet büyük ve sonsuz kudret sahibi bir Zâtı tekzib ederek O’na acizlik isnad etmektedir. O’nu yalancılıkla ve acizlikle ittiham edip, izzetine şiddetle dokunuyor, ğayretine dehşetli dokunduruyor ve celâline asiyâne ilişiyor. Elbette, farz-ı muhal olarak Cehennemin hiçbir sebeb-i vücudu bulunmazsa dahi, şu derece tekzib ve acizlik isnâd etmeyi tazammun eden küfür için bir cehennem yaratılacak, o kâfir içine atılacaktır.”[2]

Biz “Küfür Kavramı” başlığı altında küfrün hakikat ve mahiyetini, sebeplerini, kısımlarını ve âkibetini ele almaya çalışacağız. Allah azze ve celle bizleri ve zürriyetlerimizi küfür ve şirkin bütün çeşitlerinden koruyup muhafaza eylesin!

1-Küfrün Tarifi;

Allame Rağıb el-Esfehani “Müfredat” isimli kitabında küfrü tarif ederken şöyle demektedir: “Lügatte küfür; bir şeyi örtmek anlamına gelmektedir. Nitekim bütün varlıkları örttüğü için geceye “Kâfir (Örten)” denilmiştir. Aynı şekilde tohumu yerin altına atarak örtmesi sebebiyle ziraat ile uğraşan kişiye de “Kâfir (Örten)” denilmiştir. Yine meyveyi kaplayıp örten kabuğa da “Kâfûr” denilmiştir.

Nimete karşı nankörlük anlamında da “Küfür” ve “Küfrân” kelimeleri kullanılmaktadır. Çünkü nimetin şükrü edâ edilmeyince nimetin üzeri örtülmüş olur. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Şu hâlde, kim mü’min olarak salih amel işlerse, çalışması asla inkâr edilmez.” (Enbiya, 94)

“Kufrân” ifadesi, daha çok nimete karşı nankörlük etmek anlamında kullanılmaktadır. “Küfür” ifadesi ise, daha çok dini inkâr etmek manasında kullanılmaktadır. “Kâfir” ifadesi, iki anlama da gelmektedir. Nitekim şu ayet-i kerimelerde nankörlük anlamında kullanılmıştır:

“Süleyman, tahtı yanı başına yerleşmiş olarak görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan rabbimin bir lütfudur. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, kerem sahibidir.” (Neml, 40)

“Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.” (Bakara, 152)

“Sonunda yapacağını yaptın. Sen nankörün birisin!” (Şu’arâ, 19) Yani özellikle sana yapmış olduğum iyiliklere karşı nankörlük yapmak için bu şekilde davranıyorsun.

“Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 7)

Nankörlük, nimeti inkâr etmeyi gerektirince; nankörlük anlamındaki küfür kelimesi inkâr anlamında da kullanılmıştır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Sakın onu ilk inkâr edenler olmayın.” (Bakara, 41)

Kafir ıstılahı mutlak olarak kullanıldığında Allah azze ve celle’nin vahdaniyetini veya nübüvveti/risaleti ya da şeriatı veyahut bu üçünü birlikte inkâr eden kimseleri kapsamaktadır. Şeriatın sabit olan bir aslını ihlal eden ve Allah azze ve celle’ye şükretmeyi terk eden kimseye de kafir denilebilir. Nitekim şu ayet-i kerimede bu anlamda kullanılmıştır: “Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhine olacaktır.” (Rum, 44). Buradaki inkarın şeriatı ihlal etme anlamında olduğunun delili, bunun mukabilinde şöyle buyurulmasıdır: “Salih ameller yapanlar da kendileri için hazırlık yapmış olurlar.” (Rum, 44) Yine diğer bir ayet-i kerimede, “Onların çoğu kâfirlerdir” (Nahl, 83) buyurulmaktadır. İnsanların çoğunluğunun küfrü, şeriatı ihlal etme ve Allah’ın nimetlerine şükretmeyi terk etme kabilindendir.

Allah Teâlâ’nın “Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nur, 55) sözündeki kafirden maksat, hakkı örten kimsedir. Bundan dolayıdır ki bu kimseye fasık denilmiştir. Mutlak küfrün, fasıklıktan daha kapsamlı olduğu bilinen bir husustur. Buna göre bu ayetin manası şöyledir: “Her kim Allah’ın hakkını inkâr ederse, şüphe yok ki o bu zulmü sebebiyle rabbinin emrinden çıkmıştır.”

Diğer taraftan övülmeye şayan faziletli davranışlar imandan kabul edilince, yerilen kötü davranışlar da küfrün şubeleri kabul edilmiştir. Nitekim yüce mevla sihir hakkında şöyle buyurmuştur: “Oysa Süleyman kafir değildi, ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı.” (Bakara, 102) Faiz hakkında da şöyle buyurmuştur: “Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır (bereketlendirir). Allah, hiçbir günahkâr kafiri/nankörü sevmez.” (Bakara, 276). Aynı şekilde haccı terk edenler hakkında şöyle buyurmaktadır: “Gitmeye gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir.” (Âl-i İmran, 97)

‘Kefûr’ ifadesi, nankörlükte aşırıya giden kimse demektir. Nitekim bu anlamda şöyle buyurulmuştur: “İnsan gerçekten apaçık nankördür.” (Zuhruf, 15) Diğer bir ayette de şöyle buyurulmuştur: “İşte böylece, inkarlarından ötürü onları cezalandırdık. Biz nankörden başkasına ceza mı veririz?” (Sebe’, 17)

‘Keffâr’ ifadesi, ‘kefûr’ kelimesinden daha mübalağadır. Nitekim şu ayet-i kerimede ‘Keffâr’ kelimesi bu şekilde kullanılmıştır: “(Ve şöyle denilir:) “Atın cehenneme her inatçı kâfiri!” (Kaf, 24). Aynı şekilde ‘Keffâr’ ifadesi şu ayette de kullanılmıştır: “Allah, hiçbir günahkâr azgın kâfiri/nankörü sevmez.” (Bakara, 276) Şu ayette de aynı ifade kullanılmıştır: “Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârda aşırı giden kimseyi doğru yola iletmez.” (Zümer, 3)

‘Küfür’ ifadesi, bazen beri olmak manasında kullanılır. Nitekim şu ayette bu manada kullanılmıştır: “Sonra kıyamet gününde kiminiz kiminizi inkâr edip tanımayacaktır.” (Ankebût, 25) Aynı şekilde Allah’a iman ederek şeytanları/tağutu inkâr edenler anlamında da ‘küfür/inkâr’ ifadesi kullanılmıştır: “O hâlde, kim tâğûtu inkâr edip Allah’a iman ederse, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır.” (Bakara, 256)

‘Küfür’ mastarından türeyen ‘keffâret’ ıstılahı da işlenmiş olan günahı örtmek manasında kullanılmıştır. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur: “Bu durumda yeminin keffareti, ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden on yoksulu doyurmak yahut onları giydirmek ya da bir köle azat etmektir. Kim (bu imkânı) bulamazsa, onun keffareti üç gün oruç tutmaktır. İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin keffareti budur.” (Mâide, 89).[3]

Râğıb’ın bu açıklamalarından açıkça anlaşıldığı gibi küfür kelimesi lügatte iki anlamda kullanılmıştır. Bunlar da örtmek ve nankörlük yapmaktır ki; bu iki anlam küfrün mahiyet ve hakikatini de ortaya koymaktadır.

Nitekim kâfir, varlık âleminin en büyük ve en açık hakikati olan Allah’ın varlığını ve birliğini/vahdâniyyetini inkâr ederek bu büyük hakikatin üzerini örtmektedir. Tarih boyunca özellikle de bilimin putlaştırıldığı modern denilen şu son asırlarda akılsız kâfirler, bütün hakikatlerin temeli olan bu büyük hakikati göz ardı ederek insanı, hayatı ve kâinatı anlamaya/anlamlandırmaya çalışmaktadırlar. Bundan dolayı da her şey anlamını yitirmiş ve insanlık ateş uçurumunun kenarına gelmiş bulunmaktadır. Küfür, insanları gayet vahşi canavarlar haline sokarak, insanı insanın kurdu yapmıştır. İnkâr boşluğuna yuvarlanan insanlar, insanlığın en yüce hakikati olan nübuvvet/risalet yolundan ayrılmış ve ilâhi şeriatı terkederek şeytanın en büyük tuzağı olan Laiklik ve Demokrasi tuzağına düşmüşlerdir.

Bunun sonucu olarak küfür hastalığına yakalanan insanlık, nankörlük illetine maruz kalmıştır. Vahdâniyyet, risâlet ve Şeriat hakikatlerinin kıymetini takdir etmeyen, bu büyük hakikatleri inkâr ederek nankörlük yapan câhil ve zâlim insanlar, artık hiçbir nimetin kadrini takdir edememişlerdir. Öyle ki modern çağ denilen bu asrın en temel özelliklerinden biri nankörlük hastalığı olmuştur.

İnsan, şu iki halden birine muhakkak maruz kalır: ya nimete mazhar olur veya mihnete maruz kalır;

Mü’min nimete mazhar olduğunda, şükrederek nimeti başkalarıyla paylaşır; mihnete maruz kaldığında da sabrederek takdire rıza gösterir. Böylece imanın iki kanadı olan sabır ve şükür kanatlarıyla imtihan alanı olan dünya çölünü aşarak rızâ’ı Bâri’ye uçup gider. Bundan dolayıdır ki, “İman insanı insan eder, hatta insanı kâinata nazenin bir sultan eder” denilmiştir.

 Nankör kâfir ise, nimete mazhar olduğunda bencil olur; mihnete maruz kaldığında da sızlanıp şikâyetçi olur. İşte nankörlüğün zirvesi! Allah Teâlâ, kâfirin bu hâlini şöyle buyurmaktadır:

“Gerçekten insan hırslı ve tez canlı olarak yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğunda sızlanır durur. Ona hayır eriştiğinde ise iyice cimrileşir. Ancak namaz kılanlar (mü’minler) böyle değildir…” (Meâric, 19-20)

“Biz insana bir nimeti tattırdıktan sonra onu elinden geri alacak olsak, iyice ümitsizliğe kapılır, büsbütün nankör olur. Eğer ona çektiği bir sıkıntıdan sonra bir nimeti tattırsak, “Başımdaki dertler silinip gitti” der; o bu sırada pek şımarık pek kibirlidir.” (Hûd, 9-10)

“İnsanı sınamak için Rabbi ona nimetler lütfederek ikramda bulunduğunda, o “Rabbim bana değer veriyor” der. Fakat ne zaman rızkını kısarak onu sınayacak olsa, bu defa da “Rabbim beni aşağıladı” der.” (Fecr, 15-16)

İşte bunlar gibi daha pek çok âyet-i kerimede kâfirin bu nankör ve şımarık hâli tasvir edilmiştir. Varlık hâlinde şımarık, kibirli, çıkarcı, bencil, kendini beğenen ve maddi açıdan altında bulunan herkesi küçümseyen egoist bir tabiatın sahibiyken; yokluk hâlinde sızlanan, şikâyetçi, kindâr, hasedçi ve nankör bir mizaca sahiptir. Tam da tabiatı küfür mayasıyla yoğrulmuş modern insanın resmidir bu! Zira küfür, insanı insaniyyetin gereği olan bütün erdemlerden tecrid ederek gayet vahşi canavar bir hayvan derekesine, hatta bundan da daha aşağı derekelere indirir. Nitekim yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır:

“Biz insanı en güzel biçimde yarattık; sonra da onu aşağıların en aşağısına indirdik. Ancak iman eden ve salih ameller işleyenler müstesnâ…” (Tîn, 4-6)

“İnkâr edenler ise dünya zevklerinin peşine düşerler ve hayvanlar gibi yiyip içerler.” (Muhammed,12)

“And olsun ki Biz, cinlerden de insanlardan da pek çok cehennemlikler yarattık. Çünkü onların kalpleri vardır, anlamazlar; gözleri vardır, görmezler; kulakları vardır, duymazlar. Onlar hayvan sürüsü gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gâfiller bunlardır.” (A’râf, 179)


[1]. Sözler, 104.

[2]. Sözler, 625. Tasarrufta bulunup ve sadeleştirerek iktibas edilmiştir.

[3]. Rağıb el-Esfehânî, Müfredât: 714-717. (Tasarrufta bulunularak iktibas edilmiştir.)