Kardeşliğin Zirvesi Îsar 

Hikmetli Kıssalar – Orhan Sağlam / 2021 Nisan / 101. Sayı

Ashab-ı Kirâm’ın ileri gelenlerinden Hz. Huzeyfe anlatıyor:

Yermuk Savaşında idi. Çarpışmanın şiddeti geçmiş, ok ve mızrak darbeleri ile yaralanan Müslümanlar, düştükleri sıcak kumların üzerinde can vermeye başlamışlardı. Bu arada ben de güç bela kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu aramaya başladım. Son anlarını yaşayan yaralıların arasında biraz dolaştıktan sonra, nihayet aradığımı buldum; fakat ne çare, bir kan seli içinde yatan amcamın oğlu, kaş göz işaretleriyle bile zor konuşabiliyordu. Daha evvel hazırladığım su kırbasını göstererek: 

– Su istiyor musun? dedim. Belli ki istiyordu, çünkü dudakları hararetten âdeta kavrulmuştu. Göz işareti ile de “Çabuk, hâlimi görmüyor musun?” der gibi bana bakıyordu. Ben kırbanın ağzını açtım, suyu kendisine doğru uzatırken biraz ötede yaralıların arasındaki İkrime’nin iniltisi duyuldu: 

– Su, su!… Ne olur ki tek damla olsun su! 

Amcamın oğlu Haris bu feryadı duyar duymaz göz ve kaş işaretiyle suyu hemen İkrime’ye götürmemi istedi. Kızgın kumların üzerinde yatan şehitlerin aralarından koşa koşa İkrime’ye yetiştim ve hemen kırbamı kendisine uzattım. İkrime elini kırbaya uzatırken İyas’ın iniltisi duyuldu: 

– Ne olur bir damla su verin! Allah rızası için bir damla su!

Bu feryadı duyan İkrime, elini hemen geri çekerek suyu İyas’a götürmemi işaret etti. Haris gibi o da içmedi. Ben kırbayı alarak şehitlerin arasında dolaşa dolaşa İyas’a yetiştiğim zaman kendisinin son kelimesini işitiyordum. Diyordu ki: 

– İlahi! İman davası uğrunda canımızı feda etmekten asla çekinmedik. Artık bizden şahadet rütbesini esirgeme. Hatalarımızı affeyle! 

Belli ki İyas artık şahadet şerbetini içiyordu. Benim getirdiğim suyu gördü fakat vakit kalmamıştı… Başladığı kelime-i şehadeti ancak bitirebildi. Derhal geri döndüm, koşa koşa İkrime’nin yanına geldim; kırbayı uzatırken bir de ne göreyim! İkrime’nin de şehit olduğunu gördüm. Bari dedim, suyu amcamın oğlu Hâris’e yetiştireyim. Koşa koşa ona geldim, ne çare ki o da ateş gibi kumların üzerinde kavrula kavrula ruhunu teslim etmişti… Hayatımda birçok hadise ile karşılaştım fakat hiçbiri beni bu kadar duygulandırmadı. Bunların birbirine bu derece fedakâr ve şefkatli halleri, gıpta ile baktığım en büyük iman kuvveti tezahürü olarak hafızama âdeta nakşoldu!  [1]

Kıssadan Hisse

1. Kıssa, Hz. Ebubekir’in halifeliği döneminde Halid bin Velid komutasında, kendilerinden sayı olarak dört-beş kat fazla olan Bizanslılarla yazın ortası, çölün kavrulduğu esnada yapılan Yermuk savaşında gerçekleşmiştir.

2.    Bu kıssada sahabe efendilerimiz bize, kardeşliğin zirvesi olan, kişinin başkasının   yarar ve çıkarını kendi yarar ve çıkarına tercih etmesi demek olan veya bir durumda kendisinin yararından önce kardeşinin yararını koruması manasına gelen îsarı, en güzel şekilde, pratik olarak tarif etmektedir.

3.    Saymakta zorlandığımız birçok kıssada olduğu gibi bu kıssada da sahabenin hayatlarında, kardeşliğin zirvesinin birçok örnekliği ortaya konulmuştur. Sadece çocuklarına yetecek bir kap yemekleri olmasına rağmen çocukları, eşleri ve kendileri aç yatıp misafirlerini kendilerine tercih edip o bir kap yemeklerini misafire yediren örnekler ve daha niceleri gibi…

4.    Nitekim Allah azze ve celle, sahabenin îsar sahibi olduğuna “Kendileri ihtiyaç içinde olmalarına rağmen onları (kardeşlerini) kendilerine tercih ederler.” (Haşr 9) ayetiyle şahitlik etmiştir.

Olayı anlatan ve olayın etkisinde kalan Huzeyfe radıyallahu anh, aslında kendisi de sıcağın ortasında herkesin dağınık, yorgun olduğu ve herkesin kendi derdiyle ilgilenmesi gerektiği esnada eline su kırbasını alıp susayanlara su yetiştirmesi de aynı şekilde kardeşliğin zirvesini kıssadaki diğer sahabeler gibi ortaya koymaktadır.

Hz. Huzeyfe, ilk olarak yaralılar arasında amcasının oğlunu aramış ve bulmuştur. Çünkü İslam, akrabaya iyiliğe daha ayrı bir önem vermiştir. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem akrabaya yapılan iyiliğin iki sadaka mesabesinde olacağını belirtmiştir.

Hz. Huzeyfe’nin, yaralılar arasında yardım için koşuşturması da bize örnek olacak nitelikte bir davranıştır. Bizim de adeta inlercesine yardım isteyen İslam coğrafyaları ve Müslümanlar için canhıraş bir şekilde çalışmamız, onlara yardım eli uzatmamız elzemdir.

Kıssadaki sahabilerin kan kaybından, yorgunluktan ve yazın kavurucu sıcağından dolayı duymuş oldukları susuzluğu göz önünde bulundurduğumuzda neredeyse susuzluktan ölmek üzereyken nasıl oluyor da kendilerinden vazgeçip kardeşlerini tercih edebiliyorlar? -ki nitekim suyu içemeden hepsi şehit düştüler-. Çünkü onlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in “Sizden biriniz kendi nefsi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe kâmil mümin olamaz.”[2] hadisinde buyurduğu gibi imanın kemaline ulaşmış olan mübarek ve örnek insanlardı.

Bu ve benzeri kıssalar, İslam’da kardeşliğin ne kadar önemli olduğuna işaret etmektedir. Öyle ki İslam, kendisine müntesip olan bütün fertlerine üstün değer verip birlik ve beraberliğini sağlayarak; erkeğiyle kadınıyla, yaşlısıyla genciyle hepsini kardeş kılmıştır. Ayet-i kerimede geçtiği gibi “Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurat, 10)

Böylelikle Müslümanlar, bağların en sağlamı olan, din kardeşliği bağı ile birbirlerine bağlanmışlardır. Bu bağ kadın-erkek bütün müminleri sarsılmaz iman ipiyle birbirlerine raptetmiş, onları ayrılmamacasına bir araya getirmiştir. Bu kardeşlik bağı sebebiyledir ki dünyanın neresinde olursa olsun Müslümanlar, kardeş olduklarını unutmayacaklar, birbirlerinin sevinçleriyle sevinecekler, üzüntüleriyle de hüzünleneceklerdir.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, müminlerin bu durumlarını şöyle tarif buyurmuşlardır: “Müminleri kendi aralarındaki merhametleşmelerinde, birbirlerini sevmelerinde, yardımlaşmalarında bir vücut gibi görürsün. Ki vücudun bir organı ağrırsa, vücudunun kalan kısmı uykusuzluk ve humma ile o organın problemine ortak olur.”

Hadis-i şerif müminleri böyle tarif ederken aslında müminlerin bu incelik ve anlayışta olmaları gerektiğini ifade ediyor. Şayet İslam dünyasının bir kısmında meydana gelen bir acı olay, diğer Müslümanlara, o acıyı hissetme duygusu vermiyorsa veya güzel bir olay, diğer Müslümanlara o sevinci, bütün iliklerinde hissetme duygusunu vermiyorsa, yukarıdaki ayet ve hadiste ölçüleri verilen kardeşlik portresine uygun düşmüyoruz demektir. Bundan dolayı da her mümin ve Müslümanım diyen kişi, dünyada olan biten olaylar karşısında kendisini bir daha yoklamalı ve kalbini kontrol etmelidir.

İçinde bulunduğumuz çağda yaşayan insan nüfusunun, neredeyse dörtte birini Müslümanım diyen insanlar oluşturuyor. Aynı inancı paylaşan bu kardeş insanlar, kardeşliklerinin değerini bilerek, gereğini yerine getirmiş olsalar, önce kendi aralarında birlik olmanın sağlayacağı avantajla gerçek barışa ulaşmış olacaklar. Barış toplumunu oluşturan ve bütün insanlığın çeyreğine sahip olan bu potansiyel, bütün insanlık için de rahmet olacaktır. Nitekim bin dört yüz küsur sene önce, İslam dini ile şereflenmiş, hemen hepsi son derece cahil ve vahşi bir topluma mensup, adeta canavar insanlar, İslam sayesinde, önce kendi aralarındaki düşmanca davranışları sona erdirmişler, sonra da insanlığa kâmil insan haklarını tanıyarak, yeryüzünü barış yurdu haline getirmişlerdir. O altın çağın insanlarının serüvenini anlatan şu Kur’an ayeti, bu söylediğimiz şeyi en açık bir şekilde ifade buyuruyor: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Ve sakın ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah, kalplerinizi birbirine kaynaştırdı da O’nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Siz, bir ateş çukurunun kenarında idiniz. Allah sizi ondan kurtardı. İşte Allah, ayetlerini size böyle açıklar ki hidayete eresiniz.” (Âl-i İmran 103)

Hz. İyas’ın “İlâhî! İman davası uğrunda canımızı feda etmekten asla çekinmedik. Artık bizden şehadet rütbesini esirgeme. Hatalarımızı affeyle!” demesi bize gösteriyor ki şehadet mertebesine ulaşacak olsa dahi kişinin yine de korku ve ümit arasında olması gerekir.

Son olarak İbni Teymiyye rahimehullah’ın kardeşlik hakkındaki şu sözüyle bitirelim: “Allah için kardeşliğin misali; el ve gözün misali gibidir. Göz ağladığı zaman el onun gözyaşını siler. El acı çektiği zaman göz onun için ağlar.”


[1]Kurtubi, XVII, 28; Zeylaî, Nasbu’r-Râye, II, 318; Hâkim, III, 270/5058

[2]Buhari