Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2021 Mayıs / 102. Sayı
İslam dininin üstün bir nizam oluşu insanın yaratıcısı olan yüce Allah’ın eseri oluşudur. Yüce Allah, insan fıtratının özünü ve gerçek ihtiyaçlarını herkesten daha iyi bilir. Bunun yanı sıra bu fıtratın girintili-çıkıntılı dehlizlerini, kuytu köşelerini, ona nasıl seslenileceğini ve nasıl yola getirileceğini de herkesten daha iyi bilir.
Allahu Teâlâ’nın kulları için en uygun sistem bulayım diye tecrübe etmek üzere dönüp dolaşması diye bir şey asla söz konusu değildir. İşte bu sebeple Allahu Teâlâ, insan (Müslüman kul) için en mükemmel nizam ve sistem olan İslam dinini göndermiştir. Ona uyması gereken esasları ve prensipleri bildirerek bu uçsuz-bucaksız çölün kumlarında yalnız başına ve başıboş bir halde terk etmemiş ve burada elde edeceği acı tecrübelerin bedelini ödemek zorunda da bırakmamıştır.
Kitabında kullarına “Ey İman edenler” şeklinde seslenerek onlara uymaları gereken esasları bildirmiştir. Bu önemli esaslardan biri de itaat edilmesi gereken kişilerin kimler olması gerektiğidir.
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de (itaat edin.) Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Rasûlüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa,59)
Ayetin nüzul sebebi olarak bildirilen kıssa şöyledir: İbni Cerîr der ki: Bize Muhammed bin Hüşeym’in… Süddî’den naklettiğine göre; o, “Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin” âyeti hakkında şöyle demiştir: “Allah Rasûlü, Halid bin Velid’in başkanlığında bir seriyye gönderdi. İçlerinde Ammar bin Yasir de vardı. Üzerlerine gönderildikleri kavme doğru yürüdüler. Onların yakınına ulaşınca gecelediler. O kavme bir casus gelerek durumu onlara haber verdi. Bir kişi dışında hepsi kaçtılar. Kalan kişi, ailesine emrederek eşyalarını topladı, sonra gece karanlığı altında yürümeye başlayarak Halid’in karargâhına geldi. Ammar bin Yasir’i sordu. Ammar’ın yanına gelince: “Ey Ebu Yakzân (Ammar bin Yasir’in künyesi) ben Müslüman oldum. Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ettim. Kavmim sizin geldiğinizi işitince kaçtı, ben ise kaldım. Benim Müslüman olmam şayet yarın bana fayda vermeyecekse kaçayım” dedi. Ammar radıyallahu anh: “Bilakis bu sana fayda verir, kal.” diye cevap verdi o da kaldı.
Sabah olunca Halid hücum edince o kişiden başka hiç kimseyi bulamadı. Onu yakalayıp malını aldı. Bu haber Ammar’a ulaşınca o; Halid’e gelerek: “Bu adamı bırak, o Müslüman olmuştur ve benim emanım altındadır” dedi. Halid radıyallahu anh: “Sen ne hakla onu kurtarıyorsun?” dedi ve münakaşa ederek Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler. Hz. Peygamber, Ammar’ın emanını geçerli kılarak, bir daha bir emire rağmen eman vermekten onu men etti.
Halid ve Ammar Allah Rasûlü’nün yanında tartışmaya devam ettiler. Halid “Ey Allah’ın Rasûlü, şu kolları kesik kölenin bana hakaret etmesine müsaade mi edeceksin?” dedi. Allah Rasûlü de: “Ey Halid, Ammar’a hakaret etme. Kim Ammar’a hakaret eder ve onu kızdırırsa Allah da ona kızar, kim Ammar’a lanet ederse Allah da ona lanet eder” buyurdular. Ammar kızarak kalktı (çıktı). Halid onun peşinden giderek elbisesinden yakaladı ve ondan özür diledi. O da kendisinden hoşnut oldu. Bunun üzerine Allahu Teâlâ: “Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin” ayet-i kerimesini indirdi.
Yüce Rabbimiz bu ayette bir yandan imanın şartını ve İslam’ın tanımını açıklarken diğer taraftan da haklarında Kur’an’da ve sünnette kesin kanıt bulunmayan; değişik yargılar, farklı görüşler ve yorumlarda bulunulan meselelerin çözümünü Yüce Allah’a havale etmek gerektiğini, böylece farklı akılların, görüşlerin ve yorumların hepsinin hakemliğine başvuracakları yegâne değişmez bir ölçü elde etmenin yolunu göstermektedir.
Nitekim Ali radıyallahu anh’dan rivayete göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir seriyye (askerî birlik) gönderip başlarına ensardan birisini başkan tayin etti. Yola çıktıklarında başkanları bir konuda onlara kızarak: “Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bana itaat etmenizi emretmedi mi?” dedi. Onlar “Evet!” dediler. Bunun üzerine “Bana odun toplayın” deyip ateş istedi ve bununla toplanan odunları ateşleyerek “Size kesin olarak söylüyorum ki bu ateşin içine mutlaka gireceksiniz” diye emretti. Topluluk ateşe girmeye kalkışınca içlerinden bir genç “Siz ateşten kaçarak Allah’ın Rasûlüne sığındınız. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e varıncaya kadar bunu yapmayın (ateşe girmeyin). Şayet o girmenizi emrederse bu takdirde girin” diye müdahalede bulundu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e dönerek olayı kendisine haber verdiler. Şöyle buyurdu: “Şayet ona girmiş olsaydınız ebediyyen ondan çıkmayacaktınız. İtaat ancak iyiliktedir.”[1]
İnsan hayatına ilişkin büyük-küçük, önemli-önemsiz her konuda, her meselede “egemenlik”, hüküm verme yetkisi sadece Yüce Allah’a aittir. Yüce Allah bu sebeple bir şeriat belirlemiştir. Sonra da bu Kur’an’ı insanlara anlatacak bir peygamber göndermiştir. Bu peygamber “hevasından konuşmaz.” (Necm, 3). O halde onun sünneti (sözleri ve uygulamaları) Yüce Allah’ın şeriatının bir parçasıdır.
Yüce Allah’a itaat etmek zorunludur. Şeriat ortaya koymak O’nun ilâhlığının en belirgin özelliklerinden biridir. O halde O’nun koyduğu şeriatın uygulanması, yürürlüğe konulması da zorunludur. Müminler öncelikle Yüce Allah’a itaat etmekle yükümlüdürler.
Arkasından Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e itaat etme yükümlülüğü gelir. Çünkü Allah’ın elçisi olma vazifesi, Allah’tan aldığı mesajları kullara iletme sıfatını taşır. Bu sıfatı yüzünden ona itaat etmek, onun aracılığı ile bu şeriatı göndermiş olan Allah’a itaat etmenin vazgeçilmez bir gereğidir. Ayrıca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, sünneti aracılığı ile bu şeriatı açıklar. Buna göre onun sünneti, onun hükümleri ve direktifleri uygulanması zorunlu olan şeriatın ayrılmaz bir parçasıdır. İmanın varlığı ve yokluğu bu itaatin ve bu uygulamanın varlığına ya da yokluğuna bağlıdır. Nitekim bunun böyle olduğunu ayette geçen şu şart cümlesi söylemektedir: “Eğer gerçekten Allah’a ve ahiret gününe inanmışsanız…”
Üçüncü derecedeki zorunlu itaat merci olan devlet yetkililerine (ulu’l emre) gelince ayette bunların da kim olduğu açıkça belirtilmektedir.
“… Ve sizden olan devlet yetkililerine itaat ediniz.” Yani bu devlet yetkilileri ayette açıklanan iman şartını ve İslam tanımını kişiliklerinde gerçekleştirmiş mümin kimselerden olmalıdır.
Bu ayet, Yüce Allah’a ve Allah’ın elçisi olması gerekçesi ile Peygamber’e itaat etmeyi temel ve asıl görev sayarken devlet yetkililerine itaat etmeyi kayıtlayarak Allah’a ve Peygamber’e itaat etmeye bağlı bir görev kabul ediyor. Nitekim cümlenin söz edilişinde “Yüce Allah” ve “Peygamber” kelimelerinden önce “İtaat ediniz” emrine yer verildiği halde ulu’l emr kelimesinden önce bu kelimeye yer verilmiyor.
Buradaki “itaat ediniz” anlamı “ve” bağlacı eki ile ifade ediliyor. Böylece devlet yetkililerinin “sizden” olmaları, iman şartının ve İslam tanımının kapsamı içinde bulunmaları belirtildikten sonra bu sözdizimi yolu ile onlara yöneltilecek itaatin Allah’a ve Peygamber’e itaat etmeye bağlı olduğu bir daha vurgulanmaktadır.
Bütün bu kayıtlamalardan ve belirlemelerden sonra şu sonuç ortaya çıkar: “Sizden” olan devlet yetkililerine yönelik itaat, Yüce Allah’ın şeriatı ile haram olduğu nassla kanıtlanmayan ve tartışma konusu olup da şeriatın ilkelerine vurulduğu takdirde haram olmadığı sonucuna varılan direktifler ile sınırlıdır.
Öte yandan sünnet, bu itaati kesin ve net bir şekilde belirlemektedir. Nitekim Ameş’in bildirdiğine göre Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor: “İtaat, İslam’a uygun emirler içindir.”[2]
Ümmü Husayn radıyallahu anh’ın bildirdiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda şöyle buyuruyor: “Başınıza bir köle bile geçirilse, sizi Allah’ın kitabı uyarınca yönettiği sürece sözünü dinleyiniz, kendisine itaat ediniz.”[3]
Abdullah bin Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayete göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sevdiği ve hoşlanmadığı konularda Müslüman kişiyi dinleyip ona itaat etmek; o, bir kötülükle emretmediği sürecedir. Bir kötülüğün yapılması emredildiğinde; bunu dinleme de itaat etme de yoktur.”[4]
Ubâde bin Sâmit radıyallahu anh’dan nakledildiğine göre; o şöyle demiştir: Hoşumuza giden ve gitmeyen konularda, zorluk ve kolaylık anlarımızda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e onu dinleyip itaat etmek üzere biat ettik. Herhangi bir işte onun ehli olanla münakaşa da etmeyecektik. Şöyle buyurdu: “Allah katından bir burhanınız varken onda açık bir küfür görme haliniz müstesnadır.”[5]
Enes radıyallahu anh’dan rivayete göre Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Başı kuru üzüm gibi (siyah) bir Habeşli köle dahi sizin üzerinize emir olsa; dinleyip itaat ediniz.”[6]
Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle demiştir: “Dostum (Allah Rasûlü) bana, kolları kesik Habeşli bir köle bile olsa dinleyip itaat etmemi tavsiye etti.”[7]
Görüldüğü üzere İslam, her Müslümanı gözetleyici ve denetleyici bir konumuna getirmiştir. Müslüman Allah’ın şeriatının ve Peygamberinin sünnetinin koruyucusu, nefsinin ve aklının denetleyicisi, dünyaya ve ahirete ilişkin geleceğinin denetleyicisidir. İslam, müslüman kişiyi çobanı tarafından ne tarafa sürülürse o tarafa giden, çobanının keyfine uyan, boyun eğen bir hayvan sürüsünün mensubu konumuna düşürmez. Çünkü İslam dini mükemmel bir sistem olup her şeyi ile belli olan ve tamamlanmış bir dindir. İtaatin sınırları bellidir. İtaat edilecek olan şeriatı, uyulacak olan sünneti birdir; birden çok olması mümkün değildir, farklılıklar arz etmesi ve uygulayıcısı olan fertlerini tereddütler içinde bırakması da hiçbir zaman için söz konusu değildir.
Hakkında açık kanıt bulunan meselelerde uymamız gereken durum bu şekildedir. Hakkında kesin kanıt bulunmayan meselelerle de karşılaşabiliriz. Zaman geçtikçe, ihtiyaçlar geliştikçe toplumdan topluma birtakım farklı problemler ve yeni meseleler ortaya çıkabilir. Bu meseleleri ve problemleri çözecek kesin nasslar bulamayabiliriz. Ya da kesin nass şurada dursun, bunlar hakkında hiçbir nass dahi bulamayabiliriz. Bunların yanı sıra bu meseleler ve problemler konusunda akıllar, görüşler ve yorumlarda anlaşmazlığa düşebiliriz. İslam bu durumlarda da toplumu şaşkın bir halde, ölçüsüz, kılavuzsuz, yolsuz ve yordamsız bırakmamıştır. Tersine bu gibi ayrıntılı problemlerin şeriat çerçevesi içinde nasıl çözüleceğini de sisteme bağlamıştır.
Okuduğumuz ayetin kısa bir cümlesinde içtihat (bilimsel araştırma) yöntemi, tüm yönleri ile ortaya konulmuş, bu yöntemin sınırları çizilmiş ve hangi temele dayandığı da ortaya konulmuştur.
“Eğer herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, o meselenin çözümünü Allah’a ve Peygamber’e havale ediniz.” Yani bu meseleleri dolaylı biçimde uyarlandıkları nasslara havale ediniz. Eğer dolaylı biçimde uyarlanacakları nasslar da bulunmazsa o zaman onları Yüce Allah’ın sistemindeki, şeriatındaki genel ilkelere havale ediniz.
“Eğer gerçekten Allah’a ve ahiret gününe inanmışsanız.”
Sözünü ettiğimiz Yüce Allah’a, Peygambere ve Allah’ın şeriatı ile peygamberimizin sünnetine bağlı devlet yetkililerine inanma, tartışmalı meselelerin çözümünü Allah’a ve Peygambere havale etme uygulamaları, bunların hepsi bir arada, Allah’a ve ahiret gününe inanmanın hem şartı hem de vazgeçilmez gerekleridirler. Buna göre işin başında bu şart yoksa iman da yok demektir. Eğer sonradan imanın bu vazgeçilmez sonucu ile iman arasında tekrardan bir kopukluk ortaya çıkarsa yine iman ortadan kalkmış olur.
Ayet, bu meseleyi böylesine şartlı bir kesinliğe bağladıktan sonra ona bir kere de “öğüt”, özendirme ve sevdirme yöntemi ile yaklaşarak: “Bu sizin hesabınıza en hayırlı ve en iyi akıbet vaad eden bir tutumdur” buyurmaktadır. Bu tutum sizin için en yararlı, size geleceklerin en iyisini vaad eden bir tutumdur. Hem dünyada hem de ahirette yararlıdır. Hem dünya hem de ahirete ilişkin geleceğinizin en iyisi bu yoldadır. Yani bu yöntemi uygulamanın ucunda sadece Yüce Allah’ın rızası ve ahiret sevabı yoktur. Gerçi bu sonuç tek başına son derece önemli ve heyecanlandırıcı bir sonuçtur ama bu yöntemi uygulamak, bunun yanı sıra gerek fertlerin ve gerekse toplumun bu dünyadaki yakın vadeli geleceği açısından da en yararlı sonucu beraberinde getirecektir inşallah.
Küçük Meselelerde İtaatsizliğin Konumu
“Eğer bir şeyde çekişirseniz -Allah’a ve ahiret gününe inanmışsanız- onun hallini Allah’a ve peygambere bırakın.” ayet-i kerimesi hakkında Mücahid ve seleften birçokları şöyle demişlerdir: Bunların hallini (çözümünü) Allah’ın kitabına ve Rasûlü’nün sünnetine bırakın.
Allahu Teâlâ’nın bu emri delâlet ediyor ki; insanların gerek dinin usulüne ve gerekse füruuna dair ihtilâfa düştükleri her husus, Allah’ın kitabına ve sünnete bırakılacaktır. Nitekim Allahu Teâlâ bir ayet-i kerimede: “İhtilâfa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah’a mahsustur.” (Şûra, 10) buyuruyor ki Allah’ın kitabının ve Rasûlünün sünnetinin verdiği hüküm ile sıhhatine şehadet ettikleri şey haktır, gerçektir. Bu hak ve gerçeğin dışındakiler de ancak sapıklık olabilir. Bunun içindir ki Allahu Teâlâ: “Allah’a ve ahiret gününe inanmışsanız.” buyurmuştur. Yani husumetleri ve bilmediklerinizi Allah’ın kitabıyla Rasûlünün sünnetine bırakarak aranızda ihtilâf konusu olan şeylerde onları hakem kılın. “Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanmışsanız.” Ayet-i kerimesinin bu kısmı; ihtilâf konularında kitap ve sünnetin hakemliğine başvurarak bu konuda onlara dönmeyenlerin, Allah’a ve ahiret gününe inanmamış olduklarına işaret etmektedir.
Allahu Teâlâ: “Bu hayırlıdır” buyuruyor ki; Allah’ın kitabı ve Rasûlünün sünnetini hakem kılmak ve ihtilâfı halletmede bunlara müracaat etmek hem daha hayırlıdır. “Hem de netice itibariyle daha güzeldir.” Süddî ve birçokları ayet-i kerimenin bu son kısmını “netice itibariyle daha güzeldir.” şeklinde anlamışlardır. Mücâhid ise “Karşılık ve mükâfat yönüyle daha güzeldir.” şeklinde anlamıştır ki, bu doğruya daha yakındır.
Nefse Ağır Gelse de Hakka veya Karara İtaat
“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa,65)
İman kuru bir sözden ibaret değildir; gönülden bağlanmak, inanmak ve kabullenmektir. Hem “Allah ve Rasulü’ne inandım” deyip, hem de hükümlerine razı olmamak tipik münafıklık alametidir. Atalarımız “Şeriatın kestiği parmak acımaz” demiştir.
Acımaz, çünkü müminin kalbinde o acıyı unutturacak kadar büyük bir iman vardır. Bu sebeple müslüman kişi, Rabbinin kendisi için razı olduğu ve beğendiği dine samimi ve en içten bir teslimiyetle bağlanmak ve kabullenmekle mükelleftir. Ancak böyle yaptığı zaman hakiki manada iman etmiş olması mümkündür.
Allah’a İtaatsizlik ile Emire İtaatsizliğin Fıkhı
İtaat sadece sevilen hususlarda tabi olmak demek değildir. Asıl itaat; sevilmeyen ve olması arzu edilmeyen bir durum ile karşılaşıldığında gösterilecek tavra göre belli olur. Sevilen şeye rıza zaten nefsin hoşuna giden ve kabullendiği bir durumdur. Ancak sevilmeyen hususlarda itaat, nefse çok ağır gelir. Bir türlü kabullenmek istemez, bahaneler ve türlü şekillerde te’viller arar. İşine gelecek nasları araştırmaya koyularak itaatsizliğine çareler bulmaya çalışır.
Böyle bir durumla karşılaşılacak olursa gösterilmesi gereken tavrın ne olması gerektiği de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından bize bildirilmiştir. İbni Abbâs’tan rivayet edildiğine göre Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim emirinden hoşlanmayacağı bir şey (davranış) görürse sabretsin. Zira cemaatten bir karış ayrılan kimse; cahiliyet ölümü ile ölmüş olur.”[8]
İbni Ömer’den rivayete göre o, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işitmiştir: “Kim itaatten elini çıkarırsa kıyamet günü hiçbir delil (hüccet)i olmadığı halde Allah’a kavuşur. Kim de boynunda bir biat olmaksızın ölürse cahiliye ölümü ile ölmüş olur.”[9]
Ebu Hureyre’den rivayete göre; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İsrâiloğullarını peygamberler idare etmiştir. Bir peygamber öldüğünde peşinden bir peygamber gelmiştir. Benden sonra ise peygamber gelmeyecek birçok halife gelecektir. (Ashab) Ey Allah’ın Rasûlü, (bu konuda) bize ne emredersiniz? diye sordular. “En öncekilere bîat ediniz. Sonra ondan sonrakilere. Onlara haklarını veriniz. Muhakkak ki Allahu Teâlâ onların güdümüne verdiklerinden kendilerini sorguya çekecektir.”[10]
Yine Müslim’in Abdurrahman’dan rivayetine göre; o şöyle demiştir: Mescide girdim ve Abdullah bin Amr bin el-Âs’ı Kâbe’nin gölgesinde oturur gördüm. İnsanlar onun etrafında toplanmışlardı. Onların yanına giderek oturdum. Şöyle diyordu: Biz Allah Rasûlü ile birlikte bir seferde idik. Bir yerde konakladık. Kimimiz çadırını kuruyor, kimimiz ok atıyor, kimimiz henüz hayvanının üzerindeydi. Bu sırada Allah Rasûlü’nün habercisi şöyle nida etti: Haydi namaza (namaz için toplanın). Allah Rasûlü’nün yanında toplandık. Şöyle buyurdular: “Benden önce hiçbir peygamber yoktu ki ümmetine hayırlı olduğunu bildiği her bir şeye onları iletme ve onlara kötü olduğunu bildiği şeylerin kötülüğünden de onları sakındırma hakkı olmasın. Sizin bu ümmetinize gelince; bu ümmetin afiyet üzere olması evvelindedir. Sonunda musibetler, sizin hoşlanmayacağınız şeyler ve birbiri içine girmiş fitneler gelecektir. Bir fitne geldiğinde mümin ‘İşte benim helakim’ diyecek. O fitne açılıp da bir başkası geldiğinde mümin yine ‘İşte benim helakim’ diyecek. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete girmeyi seviyorsa, Allah’a ve ahiret gününe imân eder olduğu halde ölümüne kavuşsun. İnsanlara, kendisine davranılmasını istediği gibi davransın. Kim de elini uzatıp ihlas ile bir imama biat ederse, gücü yettiği kadar ona itaat etsin. Şayet bir diğeri (bir diğer imam yani devlet başkanı) çıkar da onunla mücadeleye kalkarsa; onun boynunu vurunuz.”
Râvî anlatmaya şöyle devam eder: Ona yaklaştım ve dedim ki: “Allah için söyle, bunları Allah Rasûlü’nden işittin mi? Elleriyle kulaklarını ve kalbini göstererek ‘İki kulağım işitti ve kalbim onu ezberledi’ diye cevap verdi. Ben kendisine ‘Amcanın oğlu Muaviye bize, mallarımızı aramızda aâtıl yollarla yemememizi, birbirimizi öldürmemizi emrediyor. Hâlbuki Allahu Teâlâ: ‘Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda karşılıklı rıza ile gerçekleştirdiğiniz ticaret yolu hâriç; bâtıl yollarla yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah sizin için Rahîm olandır.’ (Nisa, 29) buyuruyor” dedim. Bir süre sustuktan sonra şöyle dedi “Allah’a itaat olan konularda ona itaat et! Allah’a isyan olan konularda ona isyan et!”
Müttefekun aleyh olan ve Ebu Hureyre’den rivayet edilen sahih bir hadiste, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiştir. Bana karşı gelip isyan eden de Allah’a isyan etmiştir. Benim emirime itaat eden bana itaat etmiştir. Benim emirime isyan eden de bana isyan etmiştir.”
Bunlar, âlimlere ve emirlere itaati içeren emirlerdir. Bunun için Allahu Teâlâ “Allah’a itaat edin.” buyuruyor ki bundan maksad O’nun kitabına uymaktır.
“Peygambere itaat edin.” buyuruyor ki bundan maksad, o’nun sünnetine sarılmaktır.
“Sizden olan emir sahiplerine de itaat edin.” buyuruyor ki emirlerin Allah’a itaat olan konularındaki emirlerine itaat edilecek, değilse Allah’a isyan olan konulardaki emirlerine itaat edilmeyecektir. Daha önce geçen sahih bir hadiste “İtaat ancak iyiliktedir” buyurulduğu üzere Allah’a isyan olan konularda yaratıklara itaat yoktur.
Rabbimiz bizi kendisine itaat eden, Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sözlerini baş tacı edinen ve emir sahipleri olarak Müslümanların başında bulunan ulu’l emr vasfındaki kişilere itaat eden Müslümanlardan eylesin. Böylece hem dünyamızı hem de ahiretimizi mamur eylesin. Kendisinden razı olduğu kulları arasına dâhil eylesin.
[1]. Hadîsi Buhârî ve Müslim sahihlerinde A’meş kanalıyla tahric etmişlerdir.
[2]. Buhârî, Müslim
[3]. Müslim
[4]. Hadisi Buhârî ve Müslim de Yahya el-Kattân kanalıyla tahric etmişlerdir.
[5]. Hadisi Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir.
[6]. Hadisi Buhârî rivayet etmiştir.
[7]. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.
[8]. Hadîsi Buhârî ve Müslim tahrîc etmişlerdir.
[9]. Hadîsi Müslim rivayet etmiştir.
[10]. Hadîsi Buhârî ve Müslim tahrîc etmişlerdir.