İlk Raşid Halife: Ebubekir Es-Sıddîk (R.A.) – 2

İslam İdarecilerimizin Altın Tarihi – Cihan Malay / 2020 Mart / 88. Sayı

HALİFE SEÇİLMESİ

Ömer radıyallahu anh, Ebubekir radıyallahu anh’ın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in katındaki değerini şu sözlerle belirtmektedir: “Rasûlullah, Müslümanların meseleleri hakkında Ebubekir ile gece geç vakitlere kadar konuşurlardı, ben de onlarla beraber olurdum.”[1]

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, vefatından önce insanların kendisinden sonra başvuracağı mercileri haber vererek şöyle buyurur: “Benden sonra Ebubekir ve Ömer’e tâbî olunuz!” [2]

Bir gün bir kadın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek, bir meselesini arz eder. Meselenin çözümüne dair bazı tavsiyelerde bulunduktan sonra kadın, “Ey Allah’ın Rasûlü! Geldiğimde sizi bulamazsam ne yapayım?” diye sorar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem“Beni bulamazsan Ebubekir’e git!” buyurur.[3]

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatının ardından yaşanan otorite boşluğunun hemen giderilmesi ve yaşanması muhtemel veya yaşanmakta olan problemlerin giderilmesi adına yukarıda sayılan ve burada sayamayacağımız daha birçok nedenden Hz. Ebubekir, hilafete seçildi ve kendisine biat edildi.

Bazı tarihçilerin söylediğinin aksine halife seçimi meselesinde Müslümanları ikiliğe düşüren bir durumla da karşılaşılmadı. Kısa bir konuşma ve istişare ile mesele kolay bir şekilde bir gün içerisinde çözüme kavuşturuldu. Zaten böyle bir durum, merkezi otoriteyi sarsacak ve tekrar otoritenin sağlanmasını zorlaştıracaktı. Ancak böyle bir durumla karşılaşılmadığı ve merkezi otoritenin çok uzun sürmeden sağlandığını görmekteyiz.

Yine halife seçiminde acele davranılması, bazılarının Hz. Ebubekir’in yönetici olmada hırslı davrandığı söylemlerine neden oldu ki bu asla doğru değildir. Onun, halife seçilmesinin ardından söylediği, kaynaklarımızda geçen sözleri bunun büyük bir yalan olduğunu ispat niteliğindedir.

Hz. Ebubekir, halife seçilmesinin ardından şu konuşmayı yaptı:

“Ey insanlar! En iyiniz olmadığım hâlde sizin başınıza halife seçilmiş bulunuyorum. Şayet vazifemi hakkıyla yaparsam bana yardım ediniz. Yanlış hareket edersem bana doğru yolu gösteriniz. 

Doğruluk, emin bir şahsiyet olmanın göstergesidir. Yalan ise hıyanettir. 

Zayıf olanınız hakkını alıncaya kadar benim yanımda en kuvvetlinizdir.

Güçlü olanınız da kendisinden hak sahibinin hakkı alınıncaya kadar benim nazarımda en zayıfınızdır.

Bir millet Allah yolunda cihadı terk ederse zillete düçar olur. 

İnsanlar arasında fuhuş yayılırsa, Allah o millete umumi bir bela verir. 

Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz. Şayet Allah’a ve Rasûlü’ne isyan edersem bana itaat etmeniz söz konusu olamaz.

Haydi, namaza kalkınız, Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.”[4]

Ne muazzam sözler bunlar. Bu sözleri kısa bir incelemek yerinde olacaktır:

“Ümmetin idaresinde ana ilke; Doğruluk ve yalandan kaçınma…

Cihadı; devletin asıl gerekliliklerinden sayarak, ümmetin gücünü bu yöne sevk etmiştir. Bunun asıl hedefi mazlumları zulümden kurtarmak, hâkim olanların gözlerindeki perdeyi kaldırmak, mahrum bırakılanlara hürriyetlerini iade etmek ve Allah’a davet yolunun önündeki bütün engelleri kaldırmaktır…                                                                                                                   

Fuhuş, toplumun tedavisi imkânsız hastalıklarından biridir. Bu, toplumu çöküntüye ve yıkıma götürür, toplum da hiçbir kutsalı tanımaz. Fuhuş toplumu, alçaklığa razı olan utanmaz bir toplumdur… 

Devletin kuruluşunda ve medeniyetlerin zuhurunda ahlakın büyük önemi vardır…”[5]

HEM HALİFE HEM TÂCİR

Hilafet gibi ağır bir yükü omuzlamasından dolayı kendisine yardımcı olacak kişileri seçmede aceleci davranan Hz. Ebubekir; mali işlere ‘Ümmetin emini’ lakaplı Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ı, yargı işlerine ‘adaletin vücut bulmuş hali’ Hz. Ömer’i, yazı işleri, emirnâme ve mektupların yazılması görevine de Zeyd b. Sâbit, Hz. Ali ve Hz. Osman’ı radıyallahu anhum getirdi.

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Halifesi” olarak bundan sonra anılacak Hz. Ebubekir, halife seçilmesinin ardından tüccarlığı bırakmayarak bu işini sürdürdü. Satacağı kumaşlarla çarşıya gittiği bir gün Ebu Ubeyde ve Ömer radıyallahu anhuma ile karşılaştı. Kendisine “Müslümanların işlerini yürütmekle görevlendirildin” sözleri söylenince, o: “Ailesini nasıl geçindireceğini” dile getirmesi üzerine ona orta halli bir kimsenin geçinebileceği kadar bir maaş bağlanması ve yazlık ve kışlık olarak kullanacağı birer elbise verilmesi, eskittiği elbiseyi getirdiğinde ise yeni bir elbise verilmesi kararı verildi.[6] Hz. Ebubekir, sonrasında söylenebilecek sözler ve insanların nefislerinde doğabilecek vesveselerin önüne geçme adına minbere çıkarak bu maaşın ne kadar olduğunu insanlara haber verdi.

Onun “Herkes bilir ki benim işim, beni aile fertlerine bakmaktan âciz bırakmaz. Şimdi Müslümanların işleriyle meşgulüm. Dolayısıyla Ebubekir’in ailesi bu maldan yiyecek ve ben de Müslümanların işleriyle meşgul olacağım.”[7] sözleri, Müslümanların işleriyle meşgul olmanın karşılığında aldığı bu paraya karşı ne kadar hassas olduğunu belirtmektedir. Yani bu paranın hakkı ancak “Müslümanların işleriyle haklarını vererek ilgilendiğimde” ödenmiş olacaktır.

KOYUNLARI SAĞAN HALİFE

Hz. Ebubekir, halife seçilmeden önce Medine’nin dışında yer alan Sünuh’ta aralarında yetimlerin de bulunduğu bazı kişilerin sütlerini sağıyordu. Yeni halife seçildiği günlerden birinde bir kız çocuğu, “Bundan sonra Ebubekir bizim koyunlarımızı sağmaz” diyerek bir endişesini dile getirince, Hz. Ebubekir “Allah’a yemin olsun ki onları sağacağım. Bendeki güzel ahlakın değişmeyeceğini umuyorum” diyerek daha önce koyunlarını sağdığı kimselerin yanına gitti. Yaklaşık altı ay bu şekilde onların sütlerini sağma işini sürdürdü. Altı ay sonunda Medine’ye taşındı.[8]

Onun “Bendeki güzel ahlakın değişmeyeceğini umuyorum” sözleri, yönetici pozisyonuna gelenlerin geçmişte yaptıkları hayırlı işleri unutmadan, güçleri oranında sürdürmeleri mesajını bizlere vermektedir.

YAPILAN İŞLERDE İSTİŞAREYİ ESAS ALMA

Hz. Ebubekir, Kur’an’ın “Müminlerin işleri aralarında danışma iledir.” (Şurâ, 38) ayeti gereğince işleri istişare ederek yürütmüştür.

O; ordu komutanı seçerken, vali seçerken vb. işlerde istişare ediyordu. Hz. Ömer ve Hz. Ali, onun önce gelen müsteşarlarındandı.[9]

Aynı zamanda gönderdiği valiler ve ordu komutanları da yapacaklarını haber verme adına ona mektuplar gönderiyorlardı. O da yine istişare ile yapacaklarını onlara mektupla gönderiyordu.

BİR HUTBESİ

“… Ey Allah’ın kulları! Sizler zamanını bilmediğiniz ecelinize doğru sabah akşam yol alıyorsunuz. Ecel vaktine kadar ki zamanınızı eğer yapabilirseniz Allah’a ibadet içinde geçirin. Buna da ancak Allah’ın yardımıyla güç yetirebilirsiniz. Ecel gelmeden önce acele edin…

Bazıları zamanlarını başkaları için harcarlar, kendilerini unuturlar. Onlar gibi olmaktan sizi men ederim. Acele edin, kurtulmaya bakın…

Allah rızası için söylenmeyen sözde hayır yoktur. Allah yolunda harcanmayan malda hayır yoktur…”[10]

USÂME ORDUSUNU HAZIRLAYIN

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, vefatından çok kısa bir süre önce Bizans üzerine gönderilecek bir ordu hazırladı. Bu ordunun komutanı olarak da henüz 18-20 yaşlarında olan Usame b. Zeyd radıyallahu anhı tayin etti. Usame’nin yaşı küçük olduğu halde komutan tayin edilişine karşı çıkanlara Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, “Onun yöneticiliğine söz söyleyenler, babası için de söylemişlerdi. Vallahi o yönetici olarak yaratılmıştı ve o en çok sevdiğim insanlardandı. Ve onun oğlu, kendisinden sonra en çok sevdiğim insanlardandı” diyerek cevap vermişti.[11]

Ordu, Medine’nin dış taraflarında hazır bekletildiği bir anda Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin vefat haberiyle bir anda büyük bir şok içerisine girdi. 

Bir yandan Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatının ardından irtidat (dinden dönme, İslam dinini terk etme) hadiselerinin yayılması diğer yandan zekât vermeme konusundaki başkaldırmalar ve Medine’nin müdafaa edilmesi gibi nedenlerle sahabe içerisinden bazıları ordunun gönderilmesinden şimdilik vazgeçilmesi teklifleri yanında eğer gönderilecekse de yaşı büyük ve tecrübeli sahabilerin içerisinde yer aldığı ordunun komutanlığının Usame’den alınması teklifiyle Hz. Ebubekir’e geldiler. O ise net duruşunu şu sözlerle belirtti:

“Ebubekir’in nefsini kudret elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki yırtıcıların beni kapacağını bilsem bile, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in çıkardığı orduyu geri çevirmem. Tek kalsam da onu yerine getiririm.”[12]

Hz. Ebubekir, Usame’nin ordusunu gönderme amacıyla ordugaha gitti. Birliklerin yerini almasının ardından binek üzerindeki ordu komutanı Usame’yi yaya olarak bir müddet takip etti. Usame’nin atından inip de kendi yerine ata binmesi teklifi üzerine Hz. Ebubekir şu sözleri söyledi: “Vallahi ne sen ineceksin ne de ben bineceğim. Allah yolunda ayaklarımın tozlanması, benim aleyhime olan bir şey değildir.” dedi.[13]

Usame ordusunun Bizans topraklarına baskın düzenlediği haberi Bizans Kralı Heraclius’a ulaştığında “Bunlar nasıl adamlar böyle! Liderleri ölmüş, çok geçmeden kalkmış bizim topraklarımıza saldırıyorlar!” diyerek şaşkınlığını dile getirmiştir.

Burada diğer bir ders de irtidat edenlere verilmiştir. Onlar “Eğer onların gücü olmasaydı bu orduyu sefere çıkaramazlardı” diyerek yapmaya niyet ettikleri işten vazgeçtiler.

Usame’nin ordusunu göndermenin ne mühim bir mesele olduğu buradan ortaya çıkmaktadır. Burada Hz. Ebubekir’in basiretinin yüceliği ortaya çıkmıştır.

Usame’nin ordusunun gönderilmesi hadisesinden alınacak derslerden biri de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine ittiba –iyi günde de kötü günde de olsa- her Müslümanın üzerine düşen görevlerdendir. Hz. Ebubekir, o en tehlikeli ve en korkulu anda dahi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine sıkı sıkıya yapışarak bunu göstermiştir…

Yine bu hadise gençlere İslam’a hizmet etme yolunda nerede olabileceklerini göstermekte ve onları yönlendirmektedir.[14]

Usame’nin ordusu zaferle Medine’ye döndüğünde, kısa bir müddet dinlendikten sonra diğer açılan cephelerdeki savaşlarda yerini aldı.

İRTİDAT EDENLERE (DİNDEN DÖNENLERE) KARŞI MÜCADELE

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminde İslamî idarenin güçlü olması karşısında boyun eğen toplulukların birçoğu, O’nun vefatından sonra bir bir irtidat etmeye başladı. İrtidat bazı kabilelerde toplu olduğu gibi bazıları da farklı kabileler içerisinden fertler idi. Kavimlerinde irtidat edenlere karşı aynı kabile içerisinde savaşanlar da oldu.

Bir yandan Usame’nin ordusunu Bizans’ın üzerine gönderen Hz. Ebubekir, diğer yandan İslam devletine baş kaldıranlara karşı da ordular hazırlamaya girişti.

Onun içinde bulunduğu bu zor hali kızı ve müminlerin annesi Aişe radıyallahu anha şu sözlerle dile getirmektedir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat edince Araplar irtidat etti, nifak kabardı. Babam Ebubekir’in üzerine çöken yük sabit dağların üzerine çökseydi, muhakkak onlar ufacık kalırlardı.”[15]

Medine’nin yakın çevresinde olduğu gibi Yemen gibi uzak yerlerde de irtidat hadiselerini sonlandırma amaçlı ordular gönderildi. Bu ordulardan gelen galibiyet haberleri ile tekrardan merkezi otorite sağlanmış oldu.

“Eğer Ebubekir olmasaydı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra ümmeti Muhammed helak olurdu!” sözleri, Hz. Ebubekir’in iman kurtarma yolunda ne büyük bir iş yaptığını ifade etmektedir.

İrtidat sonrasında tekrar İslam’a girenleri İslamî fetihlere dahil etmemesi ve silahtan arındırması da ne kadar dahice bir kişilik olduğunu göstermektedir. Nitekim bu kimselerin tekrar eski hallerine dönebileceği ihtimali bulunmaktaydı.

Ekrem Ziya Ömeri “Asru’l-Hilâfeti’r-Râşide” eserinde bu durumu şöyle dile getirmiştir: “Onlara ihtiyacı olmadığını göstermek suretiyle kendilerini cezalandırıyordu. Diğer taraftan bunların İslâmi fetihlerin önünde görünmelerini istemiyordu. Zira onlar, yeni fethedilen bölgelerin halkına, güzel bir “Müslüman asker” modeli sergileyemezlerdi.” [16]

Birlikler; dalgalanan tevhid bayraklarıyla, Yüce Allah’ı tazim eden ve imanî manaları özümsemiş kalplerden yükselen dualarla ve zikirlerle yola koyuldular. Allahu Teâlâ, onların bu saf dualarına icabet etti ve dinini onlarla korudu. Sayılı bir kaç ay içerisinde bütün Arap Yarımadası İslam’a boyun eğdi.[17]  

ZEKÂT VERMEYENLERE KARŞI MÜCADELE

Ebu Hureyre radıyallahu anh der ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra Arapların bir kısmı dinden dönünce, Hz. Ebubekir bunlara karşı savaş açtı. Hz. Ömer: “Rasûlullah: ‘Ben insanlarla Allah’tan başka ilâh yoktur’ deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Kim kelime-i tevhidi söylerse, -İslâm’ın hakkı olan had cezaları hâriç- mal ve canını benden korumuş olur. Gerçek hesabını görmek ise Allah’a kalmıştır’ buyurmuşken şimdi sen onlarla nasıl savaşırsın?” diye karşı çıktı.

Hz. Ebubekir: “Allah’a yemin ederim ki, namazla zekâtın arasını ayıranlarla mutlaka savaşırım. Çünkü zekât, malın hakkıdır. Allah’a yemin olsun ki, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e verdikleri bir deve yularını bile bana vermekten kaçınırlarsa, sırf bu sebepten dolayı onlarla savaşırım” cevabını verdi. 

Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: “Yemin ederim ki, zekât vermeyenlerle savaş hususunda Allahu Teâlâ’nın Ebubekir’in kalbine tam bir kararlılık verdiğini gördüm ve doğrunun da bu olduğunu anladım.”[18]

Said b. Müseyyeb şöyle demiştir: “O (Ebubekir), onların (ashabın) en fakihi ve en doğru görüşlüsü idi.”

Zekâtın imandan ayrılmazlığını bildirmesi ve tavizsiz duruşu, İslam’ın pazarlıksız kabul edilmesinin mesajını veriyordu.

PEYGAMBERLİK İDDİASINDAKİ YALANCILARA KARŞI MÜCADELE

Peygamberlik iddiasındaki yalancılardan biri olan Esved el-Ansî, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hastalandığını haber alınca Yemen’de nübüvvet iddiasında bulundu. Sihir ve etkili hitabetiyle zayıf imanlı kimseleri etkiliyor, etkileyemediklerini de işkence, öldürme ve zulümle zorla kendine bağlıyordu. 

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, onun çarpışma veya suikastle öldürülmesi emrini verdi. Nitekim Allah Rasûlü daha yaşarken, bir suikast ile Esved öldürüldü.

Diğer bir peygamberlik iddiasındaki yalancı ise Müseylime el-Kezzâb idi. Onun merkezi de Yemame’ydi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemyaşarken nübüvvet iddiasında bulundu. Hz. Ebubekir, onun üzerine İkrime b. Ebu Cehil ve Şurahbil b. Hasene’yi gönderdi. Çok kanlı mücadelelerin yaşandığı Yemame Savaşı’ndan sonra o da öldürüldü ve Yemen’de İslamî otorite sağlandı.

Bir diğer peygamberlik iddiasındaki yalancı ise Tuleyhâ el-Esedî idi. O da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yaşarken nübüvvet iddiasında bulundu. Hz. Ebubekir döneminde Halid b. Velid’in idaresindeki ordu tarafından Tuleyha ve beraberindeki ordu kırıp geçirildi. Tuleyha aldığı mağlubiyetler sonrasında tevbe ederek Müslüman olmuştur.

Halid b. Velid’in şu sözleri Müslümanların galip gelmesindeki adeta slogan gibiydi: “Size sizin yaşamayı sevdiğiniz gibi ölümü seven insanlarla geldim.”

KUR’AN’IN KİTAPLAŞTIRILMASI

Yemame Savaşı’nda Kur’an hafızı sahabilerin şehit oluşu, Kur’an’ın bir araya getirilmesi lüzumunu doğurdu. Hz. Ömer’in teklifleri ve bu düşüncenin kabul edilmesi üzerine başlarında Zeyd b. Sabit’in olduğu bir heyete bu görev verildi. Deri ve kemik parçalarında ve hurma yapraklarında yazılı ve ezberlerde olan Kur’an ayetleri bir araya getirildi ve heyetin kontrolünde “Mushaf” adı verilen tek bir nüshada toplatıldı. Bu nüsha Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımlarından Hafsa radıyallahu anha’ya verildi. Böylece Hz. Ebubekir, Kur’an’ı ilk toplayan oldu.

Heyetin başkanlığına getirilen Zeyd radıyallahu anh, bu görevin zorluğunu şu sözlerle dile getirmiştir: “Vallahi dağlardan birini başka bir yere nakletmeyi teklif etselerdi, Kur’an’ın toplanmasından daha ağır gelmezdi.”[19]

FETİH HAREKETLERİ

Riddet savaşlarının sona ermesiyle, İslam’ı yeni topraklara taşıma amaçlı fetih hareketlerine başlayan Hz. Ebubekir, Irak ve Şam fethine yöneldi. Halid b. Velid komutasındaki ordu, Yemame sonrasında Irak’a gönderildi. Burada sahabilerin üstün gayretleri ve şehadet sevdaları, Irak’ın fethinin kapılarını araladı. Şam’ın fethinde de Halid b. Said, Yezid b. Ebu Süfyan, Ebu Ubeyde bi Cerrah, Amr b. Âs ve Şurahbil b. Hasene radıyallahu anhum komutasındaki mücahidler Ecnadeyn[20] ve Yermuk Savaşları[21] ile Bizans ordularını bozguna uğrattılar.

Hz. Ebubekir fetih hareketlerinde sık sık komutanlarına adaletin tesisi, güven ve huzurun sağlanmasını telkin ediyordu. Halk “Bir zalim gitti, yerine onun gibi ya da ondan daha zalim başka biri geldi” dememeliydi…

Onun Şam’ın fethine gönderdiği Yezid b. Ebu Sufyan’a söylediği şu sözleri İslam savaş hukukuna dair çok derin manalar içermektedir: “Sana on şey tavsiye ediyorum: 

Kadınları, çocukları ve çok yaşlı ihtiyarları öldürme! Meyveli ağaçları kesme, mamur yerleri tahrip etme! Koyun ve develeri sadece yemek için kes! Arıları yakma ve onları dağıtma! Ganimete ihanet etme! Korkaklık gösterme!”[22]

Mağlubiyete sebebiyet verir endişesiyle de komutanlarının düşmanların topraklarına derinlemesine girmemelerini, Müslümanlardan destek alabilecekleri yerlerden saldırılar yapmalarını istiyordu. Bu taktik Irak ve Şam fetihlerinde uygulandı…

Komutanlara ve askerlere bir baba gibi yumuşak davranması ve zulmetmemeleri uyarısında da bulundu.[23]

MERHAMETLİ HALİFE

Hz. Ömer der ki: “Hz. Ebubekir’in hilafeti zamanında Medine’nin kenar mahallesinde âmâ ve ihtiyar bir kadın vardı. Her gün ona uğrayarak ihtiyacını görmek isterdim. Fakat her gittiğimde benden önce birinin gelerek lüzumlu işleri yaptığını, bu düşkün insanın ihtiyaçlarını karşıladığını görürdüm.

Bir gün merak ettim. “Acaba her gün bu sevabı işleyen zât kimdir?” diye düşündüm ve erkenden giderek bir yere saklandım. Bir de ne göreyim her gün gelip kadının işlerini gören o salih zat Halife Ebubekir. Karşımda onu görünce büyük bir şaşkınlık içinde: “Hayatıma yemin olsun ki o sensin!” dedim.”[24]

ADALET GÖSTERMEK, SEVGİNİN ÖNÜNDE YER ALMALI

Hz. Ömer, oğlu Asım’ın annesini boşamıştı. Muhâsir denilen yerde karşılaştı. Kadın, Asım’ı kucağında taşıyordu. Çocuk süt emme yaşını bitirmiş ve yürüyecek hale gelmişti. Ömer çocuğu almak istiyor fakat annesi vermiyordu. Hz. Ömer çocuğu zorla ondan aldı. Bu arada çocuk hırpalanmış ve ağlamaya başlamıştı. Hz. Ömer, “Oğlum üzerinde ben senden daha çok hak sahibiyim” diyerek, annesini Hz. Ebubekir’e şikâyet etti. 

Hz. Ebubekir, kadının lehine karar verdi ve: “Yetişkin çağa gelip (ikinizden birini) kendisi için seçinceye kadar onun (annesinin) kokusu, onun kucağı ve onun yatağı çocuk için daha hayırlıdır.” dedi.[25] Diğer bir rivayette de şöyle demiştir: “O (anası) daha şefkatli, daha lütufkâr ve daha merhametlidir. Evlenmediği müddetçe oğluna daha çok hak sahibidir.”[26]

Burada Hz. Ebubekir’in en yakın dostu ve en sevdiği kimselerden biri olsa da Hz. Ömer’in aleyhine bir hükmü verdiğini görmekteyiz. Bu da sevginin adaleti örtmemesi ve adaletin her daim sevginin önünde yer alması gerektiğini bizlere öğretmektedir.

YERİNE HZ.ÖMER’İ TAYİNİ ve VEFATI

Hz. Ebubekir, h.13 yılda hastalandı. Bu hastalığı sırasında, kendisinden sonra çıkacak ihtilafları sonlandırma adına bir kişiyi halife seçmeleri önerisinde bulundu. Ensar ve muhacir arasında istişare etti. Ona, halife olarak bir kimseyi önermesini teklif ettiklerinde, o Hz. Ömer’i teklif etti. Diğerleri de bu fikre katıldılar ve vefat etmeden onu kendi yerine tayin ettiğini bildirdi. Ardından şu sözleri söyledi: “İstediğim hayırdır, gaybı bilmiyorum.”[27] Diğer bölgelere de bu bilgiyi mektuplarla haber verdi.

Onun bu seçim sonrasında şöyle dua ettiğini kaynaklarımızda görmekteyiz: “Allah’ım! Nebi’nin emri olmaksızın onu tayin ettim. Bununla da ancak onların selametini diledim. Onların fitneye düşmesinden korktum. Bu hususta görüşümle hareket ettim. Onların başına en hayırlılarını bıraktım. Onları ona tâbi kıl. Bana takdirinden gelen geldi.”[28]

Abdullah b. Mesud radıyallahu anh, onun Hz. Ömer’i ardından halife olarak teklifi hakkında şöyle söylemiştir: “İnsanların en ferasetlilerinden biri de Ömer’i halife bırakan Ebubekir’dir.”[29]

Hz. Ali’nin, “Sen, şiddetli kasırgaların bile yerinden hareket ettiremediği, kuvvetli sarsıntıların bile yok edemediği yüce bir dağ gibiydin!”[30] dediği Hz. Ebubekir’in hastalığı on beş gün sürdükten sonra h.13 (634) yılında pazartesi günü 2 sene 3 ay 10 gün yaptığı hilafetinin ardından vefat etti.

Hz. Aişe, babasının vasiyeti gereği halife olduktan sonra malından artanını yeni halifeye götürdü. Hz. Ömer’e getirildiğinde ağlamaya başladı ve: “Allah, Ebubekir’e rahmet etsin. Kendisinden sonra geleni şiddetli zora soktu.” dedi.[31]

————————-

KAYNAKLAR

Halid Muhammed Halid. Hz. Ebubekir, Beka Yayınları.

Sallâbî, Ali Muhammed. Hz. Ebubekir Hayatı, Şahsiyeti ve Dönemi, Ravza Yayınları.

Kaya, Murat. Hz. Ebu Bekir (ra) 111 Hayat Ölçüsü, Erkam Yayınları.


[1]Tirmizî, “Salât”, 12/169.

[2]. Tirmizî, “Menâkıb”, 16/3662.

[3]Buhârî, “Ashâbu’n-Nebî”, 5; Müslim, “Fedâilu’s-Sahâbe”, 10; Tirmizî, “Menâkıb”, 16/3676.

[4]. İbn-i Sa’d, Tabakat, 3/182-183; Suyûtî, Târîhu’l-hulefâ, s. 69, 71-72; Abdurrazzâk, Musannef, 11/336.

[5]Ali Muhammed Sallabi, Hz. Ebubekir Hayatı, Şahsiyeti ve Dönemi, Ravza Yayınları, s.186-188.

[6]Suyûtî, Age, s.78.

[7]Buhârî, 2070.

[8]İbn Sa’d, Age, 3/186.

[9]Sallâbî, Age, s.207.

[10]İbn Ebi Şeybe, Musannef, VII, 144.

[11]Buhârî, 4469.

[12]. Taberî, Tarih, IV, 45. 

[13]Taberî, Age, IV, 46.

[14]Sallâbi, Age, s.229-234.

[15]Taberânî, Mu’cemu’s-Sağîr, 2/101.

[16]Ekrem Ziyâ Ömerî, Asru’l-Hilâfeti’r-Râşide, s. 356.

[17]Humeydî, Tarihu’l-İslâmi, 9/51.

[18]Buhârî, “Zekât”, 1, 40, “İstitâbe”, 3, “İ’tisâm”, 2, 28; Müslim, “İman”, 32; Nesâî, “Cihâd”, 1.

[19]Buhârî, 4986.

[20]. Ecnadeyn Savaşı: İslam orduları ile Bizans arasıdaki ilk büyük karşılaşmadır. Halid b. Velid ve Amr b. As,  Bizans ordu komutanını öldürülme ve bu sayede Bizans ordusunun hızlı dağılmasına etki etme taktikleriyle büyük bir zafer kazanılmasında önemli bir etkiye sahiptir.

[21]. Yermük Savaşı: Bizans’a karşı yapılan ikinci büyük savaş. Bu savaşta göze çarpan en önemli nokta, ordu sayılarında uçurum denecek farktır. Müslümanlar 40.000, Bizans ise 240.000 kişiden müteşekkildi. Savaşın şiddetini şu sözler ifade etmektedir: “Yermük Savaşı’nda yere düşen bir çividen, kopan bir bilekten ve havada uçuşan bir elden başka bir şey görülemiyordu.” (İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VII, 12) Savaşın şiddetlendiği esnada Ebu Süfyan şöyle dua ediyordu: “Ey Allah’ın yardımı yaklaş! Ey Müslümanlar topluluğu sebat gösterin, sebat.” Bu savaşta müslümanlar 3000 şehid kazandı, Bizans tarafından 120.000 kişi öldürüldü.

[22]Muvatta’, “Cihâd”, 10.

[23]Sallâbi, Age, s.446-457.

[24]Suyûtî, Age, s.80.

[25]Abdurrezzâk, Age, 12601.

[26]. Abdurrezzâk, Age, 12600.

[27]Zehebî, Tarihu’l-İslam, ?/116-117.

[28]İbn Sa’d, Age, 3/199.

[29]Heysemî, Mecmâu’z-Zevâid, 10/268.

[30]Ebu Nuaym, Mârifetü’s-sahâbe, 1/264.

[31]. İbn Sa’d, Age, 3/146-147; İbnu’l-Cevzî, Sıfâtu’s-Sıfve, 1/265.