Hz. Yûsuf’un Kıssasından Dersler Ve İbretler

Kapak Dosya – Mahmut Varhan / 2018 Aralık / 73. Sayı

Kullarını dilediği şekilde imtihan eden ve imtihanda tevfîkini yâr ederek muvaffak kıldığı bahtiyar kullarının derecelerini yücelten Allah Teâlâ’ya sonsuz hamdler olsun. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem’e, onun âline, ashabına ve kıyamete kadar ona tâbi olan mü’minlere salât ve selâm olsun.

İmdi; bu makalemizde Hz. Yûsuf aleyhisselâm‘ın kıssasının delâlet ettiği öğüt ve hikmetlerden bir demet sunmaya çalışacağız. Allah azze ve celle bizleri hakkıyla ibret alanlardan eylesin!

Hz. Yûsuf kıssasının özü hayâ ve iffet, ilim ve hikmet, sabır ve şükür, tedbir ve tevekkül, hilim sahibi olup affetmek, nefisten teberrî edip bütün nimetleri Allah azze ve celle’den bilmek, zorluklara göğüs gererek himmeti âli olmak, müşriklerle mücadele edip tevhidi hâkim kılmak, Allah’ın âdil nizamı ile halkı idare etmek ve hiçbir karşılık beklemeksizin Allah’ın kullarına hizmet etmektir.

Her Nimet Sahibine Hased Edilir

Hz. Yûsuf aleyhisselâm pek büyük ilâhî lütuflara mazhar olmuştur. Nitekim Peygamber Efendimiz’e “İnsanların en şereflisi kimdir?” diye sorduklarında, “İnsanların en şereflisi, Allah’ın Peygamberi Yûsuf’tur. O, Allah’ın peygamberinin oğludur; babası da Allah’ın peygamberinin oğludur, onun babası da Allah’ın dostunun oğludur” buyurmuş; Hz. Yûsuf’un babasının Hz. Yâ’kub, onun babasının Hz. İshak, onun babasının da Hz. İbrahim (aleyhimusselâm) olduğunu söylemiştir.[1]

Hz. Yûsuf daha küçükken mazhar olacağı büyük makamı rüyasında görmüş ve “Babacığım! Rüyamda on bir yıldız ile güneş’in ve ay’ın bana secde ettiğini gördüm.” (Yûsuf; 4) diyerek rüyasını babasına anlatmıştı. Hz. Ya’kub aleyhisselâm bu yüce makama ulaşmanın gebe olduğu şiddetli imtihanları sezerek, daha rüyasının te’vilini yapmadan değerli yavrusunu sıkıca tembihleyip uyarmıştır. Hem de özkardeşlerine karşı! Şöyle buyurdu: “Yavrum! Sakın rüyanı kardeşlerine anlatayım deme! Sonra sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” (Yûsuf; 5) Evet şeytan, babamız Âdem aleyhisselâm’ın iki oğlundan başlayarak binlerce kez kardeşi kardeşe düşürmüş ve kardeşin eliyle kardeşini katlettirmiştir. Ya’kub aleyhisselâm, şeytanın kardeşlerini kışkırtabileceği ve kardeşlerinin de şeytanın tuzağına düşerek onu, yüce makamına çıkmaktan engellemek düşüncesiyle türlü tuzaklar kurabileceği uyarısını yaptıktan sonra Yûsuf aleyhisselâm‘ın mübarek rüyasını şöyle te’vil etmiştir: “Demek ki rüyada gördüğün gibi Rabbin seni seçecek, sana rüya tabirini öğretecek, daha önce ataların İbrahim’e ve İshâk’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya’kub ailesine de nimetini tamamlayacaktır. Şüphesiz senin Rabbin her şeyi bilir, her şeyi yerli yerince yapar.” (Yûsuf; 6)

Şeytan, Sinelerin Hased ve Kin Ateşini Körüklüyor ve Büyük Sınav Başlıyor

Fakat kardeşler, Yûsuf aleyhisselâm’ın kendilerinden daha üstün olacağını ve yüce bir makama sahip olacağını öğrenir öğrenmez içlerinde kin ve hased kazanı kaynamaya ve onları esir alarak yönlendirmeye başladı. Türlü türlü zanlara kapılmışlar ve bütün dertleri Hz. Yûsuf’un önünü kesmek için plan yapmak olmuştu. Bu çirkin kuruntularında o kadar ileri gittiler ki, babalarını dahi suçlayarak kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı: “Biz güçlü ve sayıca daha çok olduğumuz halde babamız, Yûsuf ile kardeşini (Bünyamin’i) bizden çok seviyor. Babamız kesinlikle açık bir yanılgı içindedir.” (Yûsuf; 8)

Sinelerinde alev alev yanan hased ateşi bir volkan olup patlamış ve onları çirkin bir kararı vermeye kadar götürmüştü. Kendi aralarında tartışarak şu karara varmışlardı: “Yûsuf’u öldürün veya onu uzak bir yere atın, böylece babanız sadece sizinle ilgilensin…” (Yûsuf; 9) Ancak bu çirkin ve zalimce karara karşı isyan etmesi muhtemel olan vicdanlarını da susturmak ve bastırmak için iyi insanlar rolüne bürünmeyi ihmal etmeyip nefislerini şöyle aldatmışlardı: “Sonra da tövbe edip iyi insanlar olursunuz.” (Yûsuf; 9)

Hz. Yûsuf aleyhisselâm’ı ortadan kaldırmak hususunda o kadar kesin kararlıydılar ki, aralarından en iyi olanları bile ancak şu teklifte bulunabilmişti: “Yûsuf’u öldürmeyin, eğer mutlaka bir şey yapacaksanız, onu bir kuyunun dibine atın. Böylece gelip geçen kervanlardan biri onu bulup alsın.” (Yûsuf; 10)

Timsah Gözyaşları

Nefisleri kurtlaşmış ve masum kardeşlerini yemeye kesin karar vermiş bulunan bu kardeşler, kuzu postuna bürünerek binbir türlü dil döktüler. Neticede kendileri ile birlikte Hz. Yûsuf’u da kırlara göndermesi için babaları Ya’kub aleyhisselâm’ı zorla da olsa ikna ettiler. İnce eleyip sık dokuyarak kararlaştırdıkları planı uyguladılar ve masum kardeşlerini kuyuya attılar. Daha sonra kendilerince mükemmel bir senaryo kurguladılar ve hiçbir suçları yokmuş gibi davranarak. “Akşam olunca ağlayarak babalarına geldiler.” (Yûsuf; 16) Sahte gözyaşları ile karanlık ve zalim simalarını örterek şöyle dediler: “Babamız, biz yarışmak üzere gitmiş, Yûsuf’u da eşyamızın yanında bırakmıştık. Bir de baktık ki, onu kurt yemiş. Ama biz doğruyu söylesek de sen bize inanmazsın.” (Yûsuf; 17) Bu yalan iddialarına sahte bir delil getirmeyi de ihmal etmemişlerdi. “Yûsuf’un gömleğini de üzerine yalandan bir kan sürüp getirmişlerdi.” (Yûsuf; 18)

Sabır ve Tevekkülün Güzel Meyvesi: İlâhî Yardım

Kardeşlerinin bütün bu zulümlerine karşılık Hz. Yûsuf sabrediyor ve Allah’a tevekkül ediyordu. Allah azze ve celle de onu büyük görevine ve zorlu tevhid mücadelesine hazırlamak için tevfîkini ona yâr etmiş ve bu sıkıntılı imtihanda onu koruyup gözeterek sabır ve tevekkülünün mükâfatını acilen vermişti. Nitekim Yüce Mevlâ o sıkıntılı anı tasvir edip, Yûsuf’a olan desteğini belirterek şöyle buyurmaktadır: “Yûsuf’u götürüp de onu kuyunun dibine atmaya karar verdiklerinde biz de Yûsuf’a: “Elbette bir gün gelecek, sen onlara, hiç beklemedikleri bir sırada bu yaptıklarını anlatacaksın” diye vahyettik.” (Yûsuf; 15) Böylece Hz. Yûsuf’a, Allah’ın koruması altında olduğu, ileride pek büyük görevler ifâ edeceği ve çıkmış olduğu bu zorlu seferde muvazzaf olduğu hatırlatılarak; sabretmesi ve sıkıntılara tahammül göstermesi öğretilmişti. Ayrıca bu sıkıntılı durumdan muhakkak kurtulacağı müjdesi kendisine verilerek gönlü teselli edilmişti.

Her Zorluktan Sonra Muhakkak Bir Kolaylık Vardır

Allah’ın lütuf ve yardımı ile Hz. Yûsuf’u bu kuyudan çıkaran bir kervan onu satın almış ve Mısır’a götürmüşlerdi. Mısır’ın ekonomi işlerine bakan veziri Yûsuf’u satın almış ve onu hanımına takdim ederek şöyle demişti: “Ona iyi bak. Belki bize bir faydası dokunur, belki de onu evlat ediniriz.” (Yûsuf; 21) Allah azze ve celle, Mûsâ’nın sevgisini Firavun’un hanımının kalbine soktuğu gibi, Yûsuf’un sevgisini de Mısır azizinin kalbine sokarak, onu Yûsuf’a hizmet etmeye ve Yûsuf’u Mısır’da koruma altına almaya musahhar kılmıştır. Nitekim Hz. Yûsuf üzerindeki bu lütfunu şöyle ifade buyurmuştur: “Böylece Yûsuf’a o ülkede büyük bir mevki ve güç verdik ve ona rüya tabirini öğrettik. Allah her şeyi dilediği gibi yapar, ama insanların çoğu bunu bilmez.” (Yûsuf; 21)

İşte böylece Hz. Yûsuf Mısır ülkesinde büyük imkânlara kavuşmuş ve Mısır’ın en güçlü ve en zengin adamının evinde gençliğini geçirerek büyük bir güç sahibi olmuştu. Allah Teâlâ’nın sürekli inâyet ve riâyeti altında büyüyerek olgunluk çağına girmiş ve artık asıl görevi olan Mısır halkını irşad etme vazifesini ifâ etmesi için hazırlanacaktı. Yüce Mevlâ, bu merhalede ona olan nimetini şöyle ifade buyurmaktadır: “Yûsuf olgunluk çağına girince, biz, ona olayların esasını kavrayıp adaletle hükmetme gücü ve bilgisi verdik. İyilik eden ve işini güzel yapanlara biz işte böyle mükâfat veririz.” (Yûsuf; 22) Ancak bu büyük vazife için, şiddetli bir imtihana tâbi tutulması gerekiyordu.

Şeytanın En Tehlikeli Tuzağı ve En Çetin İmtihan

Hz. Yûsuf artık büyümüş ve gençliğinin doruk noktasına çıkmıştı. İnsanların en yakışıklısı olan bir delikanlı olmuştu. Güçlü, bilge ve en yakışıklı bir delikanlı… Hz. Yûsuf, Allah’ın ihlasa erdirilmiş kullarından olduğu için şeytanın onun üzerinde bir tesiri olamazdı. Fakat şeytan, Hz. Yûsuf’un evinde büyüdüğü kadını yoldan çıkarmayı başarmış ve kadın Hz. Yûsuf’a sevdalanmıştı. Kadın hem güzel hem soylu ve hem de her istediğini yaptırmaya alışık şımarık bir aristokrat kadını olunca; Hz. Yûsuf aleyhisselâm’ı gerçekten çok zor günler ve çok çetin bir imtihan bekliyor demekti. Nitekim Allah azze ve celle bu zor imtihanı şöyle tasvir etmektedir: “Derken, evin hanımı onu elde etmek istedi; kapıları iyice kilitledi ve “Haydi gel!” dedi. Yûsuf ise “Allah’a sığınırım!” dedi. “Kocan, benim efendimdir. O bana çok iyi davranıyor. Şu da bir gerçek ki, zalimler asla iflâh olmazlar.”  Kadın onu gerçekten istemişti. Eğer Rabbinin kesin delilini görmeseydi, Yûsuf da ona meyledecekti (fakat Rabbinin inâyeti ile ona meyletmekten kurtuldu). Kötülüğü ve her türlü hayâsızlığı, ahlâksızlığı ondan uzak tutalım diye böyle yaptık. Çünkü o ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.” (Yûsuf; 23, 24)

Bu olayda Hz. Yûsuf’un, Yûsuf’u yemekle suçlanan kurdun berâatinden daha çok suçsuz olduğu kesin delillerle ortaya çıkmasına ve kadının kocasının da bunu itiraf ederek, “Anlaşılan bu da siz kadınların tuzaklarından biri. Doğrusu siz kadınların tuzağı pek yaman olur. Yûsuf! Bu olaydan kimseye bahsetme! Kadın! Sen de günahın için af dile; çünkü sen gerçekten günahkârlardan biri olup çıkmışsın.” (Yûsuf; 28, 29) demesine rağmen; kadın bu arsız arzusundan vazgeçmiş değildi. Hatta bütün şehir sosyetesinin onun dedikodusunu yaparak, “Vezirin hanımı uşağını elde etmek istemiş. Besbelli onun aşkıyla deli divâne olmuş; görüyoruz ki, kadın iyice azıtmış” (Yûsuf; 30) şeklindeki konuşmaları onun sadece bu iffetsiz tavrındaki ısrarını arttırmış ve onları da bu tehlikeli oyuna ortak etmiştir. Tuzaklı bir ziyafet hazırlayarak, güzelliğin yarısının kendisine bahşedildiği Yûsuf aleyhisselâm’ı onların karşısına çıkararak, onların da bu güzeller güzeline hayran kalmalarını sağlamıştır. Şaşkınlıktan ellerindeki bıçaklarla parmaklarını doğrayan kadınlar hep bir ağızdan “Bu bir insan değil, olsa olsa soylu bir melektir!” (Yûsuf; 31) deyince; vezirin hanımı arsız teklifinde haklılığını ispatlarcasına onlara şöyle demiştir: “Kendisi yüzünden beni kınadığınız delikanlı işte bu. Gerçekten de onu elde etmek istedim ama o buna şiddetle karşı çıktı. Eğer dediğimi yine yapmazsa mutlaka zindana atılacak, zelil ve perişan olacaktır.” (Yûsuf; 32) İşte bu kadınların dünyasında ahlâk denilen mefhûm kalmamış ve iffet/âr perdesi ayaklar altına alınıp çiğnenmişti. Şehevi duygularının köleleri olmuş ve arsız isteklerini gerçekleştirmek için her yola başvuran bir toplumda ahlâk mefhûmu en çağdışı bir anlayış kabul edilmekteydi. Zaten Hz. Yûsuf da bu ahlâksız topluma yüce İslam ahlâkını kazandırmak için gelmişti ve bu zor görevi gerçekleştirebilmesi için de bunca sıkıntılı imtihanlardan geçiriliyordu. Teessüfle belirtelim ki, bugün de dünün aynısıdır. Ve bu ahlâksızlık tûfanına karşı ahlâk inkılâbı yapacak Yûsuflara şiddetle ihtiyaç vardır.

Günah Çukuruna Düşmektense Zindana Atılmak Daha Sevimli Olmalıdır

Bu arsız kadınların Hz. Yûsuf’a karşı ittifak etmeleri ve onun güzelliğine vurulan pek çok kadının Hz. Yûsuf’u baştan çıkartmaya ve kendi tuzağına düşürmeye çalışması karşısında Hz. Yûsuf aleyhisselâm Rabbine sığınarak şöyle dua etti: “Rabbim! Zindan bana, onların benden istediği şeyden daha sevimlidir. Eğer sen onların tuzağını benden uzaklaştırmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum.” Rabbi onun duasını kabul etti ve kadınların tuzağını ondan uzaklaştırdı. Şüphesiz her şeyi duyan, her şeyi gerçek mahiyetiyle bilen O’dur.” (Yûsuf; 33, 34)

Böylece Hz. Yûsuf aleyhisselâm için on iki yıl sürecek zindan kapısı açılmıştı. Zira bu kasvetli günah ortamından kurtulması, ancak zindana girmesi ile mümkün olurdu. Arsız aristokrat sınıfın “Ya günah işleyeceksin veya zindana gireceksin” şeklindeki hayâsız teklifleri karşısında yapılacak tek bir şey vardır; o da sabır ve tevekkül içerisinde zindan hayatının zorluklarına tahammül etmek ve zindanı bir Medrese’i Yûsufiyye’ye çevirme gayreti içine girmektir.

“Sonra, Yûsuf’un suçsuz olduğunu ortaya koyan delilleri gördükleri halde, onu bir süre zindana atmayı uygun buldular.” (Yûsuf; 35) İşte ahlâk seviyesi sıfırın altına düşmüş bir toplumun adâlet anlayışı da ancak bu şekilde olur! Suçlu, ahlâksız, iffetsiz, namus duygusundan mahrûm, her türlü kepazeliği işleyen ve sefil duyguları uğruna tertemiz insanlara kumpas kuranlar ödüllendirilirken; insanları üstün bir ahlâka davet eden ve her türlü ahlâksızlıktan sakındıran tertemiz insanlar da zindana atılmaktadır. Kadınları iffetsiz, erkekleri de zalim olan bir toplumda yaşamaktansa, zindanlarda ahlâklı bir hayat sürmek herhalde daha hayırlı olsa gerektir. Bozulmuş olan bir toplumun ıslahı için, fesattan sakınmak, fitneye düşmemek ve de toplumu ıslah etmek uğrunda zindana dahi atılmayı göze alabilecek gözüpek erdemli şahsiyetlere ne kadar da ihtiyaç vardır!

Medrese’i Yûsufiyye’ye Dönüşen Zindan, Tevhidin İlan Edildiği ve Islâh Hareketinin Başlatıldığı İlk Merkez Olur

“Yûsuf’la birlikte zindana iki de delikanlı girmişti. Onlardan biri: “Ben rüyamda şarap yapmak için üzüm sıktığımı gördüm” dedi. Diğeri ise, “Ben de rüyamda, başımın üstünde ekmek taşıdığımı ve kuşların ondan yediğini gördüm” dedi. “Bize rüyamızı tabir et! Çünkü biz, senin iyilik yapanlardan olduğunu görüyoruz” dediler.” (Yûsuf; 36) Bu iki kişinin zindanda Hz. Yûsuf’a güven duymaları ve “Çünkü biz, senin iyilik yapanlardan olduğunu görüyoruz” diyerek ona yakınlık duymaları ve rüyalarını tabir etmesini talep etmeleri dikkat çekicidir. Bu davranışları göstermektedir ki, onlar bundan önce Hz. Yûsuf’u dikkatle izlemiş ve onun diğer insanlardan farklı bir ahlâka ve fazilete sahip olduğunu, herhangi bir çıkar ve menfaat gözetmeksizin insanlara iyilik yaptığını görmüşlerdi. İslam davetçilerinin böyle dikkat çekici yüksek bir ahlâka ve erdeme sahip olmaları ve muhataplarına güven telkin etmeleri gerekmektedir.

Hz. Yûsuf aleyhisselâm bu fırsatı çok iyi değerlendirmiş, rüyalarını tabir ettirmek isteyenlere peygamber olduğunu, ancak Allah’ın kendisine öğrettiği bilgi ile rüyalarını tabir edeceğini hatırlatmış ve böylece onları şirki terkederek tek olan Allah’a iman etmeye davet etmiştir. Hz. Yûsuf ilk önce onlara: “Yiyeceğiniz yemek daha önünüze gelmeden önce ben o yemeğin ne olduğunu size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiği bilgilerdendir” (Yûsuf; 37) diyerek onlara mucizesini göstermiştir. Böylece onları, beyan edeceği hak dini kabul etmeye hazırlamıştır. Ardından da en veciz ifadelerle hakkı/tevhidi şöyle anlatmıştır: “Çünkü ben, Allah’a iman etmeyen ve ahireti inkâr eden bir toplumun dinini terkettim (kabul etmiyorum).  Ve atalarım İbrahim, İshâk ve Ya’kub’un dinine tâbi oldum. Allah’tan başkasını ilâh kabul etmek bize yakışmaz. Bu inanç, Allah’ın bize ve diğer insanlara bir lütfudur. Fakat insanların çoğu şükretmez. Ey zindan arkadaşlarım! Çeşit çeşit ilâhlara inanmak mı daha iyi, yoksa her şeyi kudretine boyun eğdiren tek bir Allah’a inanmak mı? Siz Allah’ı bırakıp, ancak adlarını sizin ve atalarınızın uydurduğu bir takım boş isimlere tapıyorsunuz. Allah, onlara tapılacağına dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm verme yetkisi sadece Allah’ındır. O da kendisinden başka hiçbir şeye kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte doğru olan tek din budur, fakat insanların çoğu bunu bilmez.” (Yûsuf; 37- 40) Daha sonra onlara rüyalarını tabir eden, onlardan birinin kurtulacağını, ancak diğerinin asılacağını bildiren Hz. Yûsuf aleyhisselâm, zindanda başlattığı bu tevhid mücadelesini geniş Mısır topraklarında sürdürmek için zindandan çıkmak istemiş ve bu gayeyle de onlardan kurtulacağını kesin bildiği kişiye “Efendinin (kralın) yanında benden söz et!” demiştir. (Yûsuf; 42)

Yedi yıldır zindanda olan Hz. Yûsuf aleyhisselâm, zindandan çıkmak hususunda bütün işlerini düzene sokan ve o ana kadar onu bütün sıkıntılardan kurtaran Yüce Allah’tan izin almadan bir insandan yardım istediği için beş sene daha zindanda kalmıştır. Yüce Mevlâ bu durumu şöyle beyan etmektedir: “Fakat şeytan o kişiye, efendisinin yanında Yûsuf’tan söz etmeyi unutturdu. Bu yüzden de Yûsuf birkaç yıl daha zindanda kaldı.” (Yûsuf; 42) Esasen bir sebepten onun zindana girmesine müsaade eden ilâhî kader, sebepler hazır oluncaya kadar onun zindanda kalıp, Mısır toplumu tevhid daveti için hazır hale gelince de zindandan çıkması yönündeydi. Zira her şey Allah azze ve celle’nin takdiri ile yürüyordu. Allah azze ve celle, peygamberi Hz. Yûsuf’u zaten bugün için terbiye etmiş ve onca imtihanlardan geçirerek bu zorlu göreve hazırlamıştı. Mısır gibi putperest bir toplumu tevhid dinine davet etmesi için onu Kenan diyarından (Filistin’den) buralara getirmiş ve uzun bir zamandan beridir babasından ayrılmış bir vaziyette onu bizzat eğitmekteydi. Asıl vazifesi ancak yeni başlıyordu.

Devam edecektir.


[1]. Buharî, Enbiyâ: 18;  Tefsîr, 12