Herkes İşine Baksın!

Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2020 Mayıs / 90. Sayı

Herkes işine baksın! Nicelerinin söylemek isteyip de söyleyemediği hakikat ifadesi… Ölü doğuma en çok maruz kalmış cümlelerimizden bir tanesi… “Tüm dünyaya nasıl bir mesaj vermek isterdiniz?” diye sorulsa bir çoğumuzun tercih edeceği bir hal tercümesi…

Hak eden birçokları olsa da bu sözlerin kullanılması edepten dolayı pek tercih edilmez. Ama durumun böyle olması onun hakikati üzerine tefekkür etmemize engel olmasa gerek. 

Şimdi düşünelim. Herkes kendi işine baksa nasıl olurdu acaba? Başkalarının hatalarından önce kendi kusurlarımıza baksak, insanlara nasihat vermeden önce aynayı kendimize bir doğrultsak, etrafımızdakilerin ne kazandığıyla değil de kendimizin ne kaybettiği ile hemhal olsak ya da hepsi bir yana sadece bizi ilgilendirmeyen işlere burnumuzu sokmaktan vazgeçsek dünya daha iyi bir yer mi olur muydu? Kanaatimce bu kadarını bile başarabilsek her şey çok daha başka olur, dünya çok daha yaşanabilir bir hale gelirdi. Nasıl mı? Düşünmeye devam ediyoruz. 

Mesela böyle bir ortamda toplumsal refahı en çok baltalayan gıybet, haset ve düşmanlık olmazdı. Düşmanlığın olmadığı yerde kavga, gürültü patırtı, cinayet diye bir şey de gündeme gelmezdi. Birilerine dert anlatma gibi bir durum çok da olmayacağı için insanlar yalan söyleme mecburiyetinde kalmazdı. Zannımca araba, ev, telefon, kıyafet gibi imaj belirtileri olan nesnelerin tüketimi de bu raddeye varmaz dolayısıyla bu sektörlerin para babaları peyda olamazdı. Her şeyden öte insanlar başkalarına gösteriş yapmak için emeklerini ve zamanlarını heba etmez dünya nimetleri için ne kadar çaba sarf etmeleri gerekiyorsa ancak o kadar gayret ederdi. Ya da farklı bir pencereden bakacak olursak mesela Amerika dünyanın ta bir ucundan kalkıp Afganistan, Irak gibi İslam beldelerine saldırmaz, milyonlarca insanı canından ve toprağından etmezdi. Aynı şekilde İngiltere ve Fransa da kirli ellerini Afrika topraklarına hiç sürmez, yer altı ve üstü zenginliklerini sömürmezdi. Daha yüzlerce örnek sıralamak mümkün. 

Evet, bunların hepsi ve daha nicelerinin olması tek bir şeyle mümkün. “Tek bir şey tüm yaşam düzenimizi böylesine değiştirir mi?” demeyin sakın. Elbet değiştirir. Aslında hayatta halli mümkün gözükmeyen birçok problemin sade ve net çözümleri vardır ama nefislere ve alışılagelen düzenlere ağır geldiği için çoğu zaman bunlardan kaçılır. Aynı bu durumda geçerli olduğu gibi. Gelin şimdi bu anlattıklarımızın sağlamasını yapalım. 

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuş ki: “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi Müslümanlığının güzelliğindendir.” [1]

Hadis-i şerifin detayına geçmeden önce başka bir noktaya temas etmek istiyorum. Hadisi bize nakleden Kutubi Sitte müelliflerinden büyük alim İbn Mace el-Kazvini rahimehullah Efendimizin bu sözüne “es-Sünen” isimli eserinin fitneler manasına gelen “el-Fiten” bölümünde yer vermiş. Muhaddislerimiz eserlerinde hadisleri tanzim ederken birçok yerde onların izahına destek olmak amacıyla hikmetli tasarruflarda bulunmuşlardır. Burada da sözünü ettiğimiz hadis-i şerif için fitneler bölümünün seçilmesinde düşünülmesi gereken incelikler vardır doğrusu. 

Hadis-i şerife dönecek olursak; Maliki mezhebinin büyük imamlarından olan Ebu Muhammed b. Ebu Zeyd rahimehullah bu hadis-i şerifi “İslam’da Edep” ile ilgili konuların dört temelinden bir tanesi olarak kabul etmektedir.[2] İslam’ın itikad, ibadet ve edepten müteşekkil olduğunu, İslam edebine sahip olmanın neredeyse Allah’ın istediği gibi bir kul olmaya eşdeğer kabul edildiğini hatırlayacak olursak bu hadisin durduğu yeri anlamamız zor olmayacaktır. Açık bir ifadeyle söylemek gerekirse hadisi şeriften anlaşılan şudur ki kendisini ilgilendirmeyen hususları terk eden bir kimse, İslam edebine neredeyse sahip olacak ve Allah katında iyi bir Müslüman sayılmak için büyük bir adım atmış olacaktır. Yukarıda verdiğimiz örneklerle beraber düşünüldüğünde aslında Maliki alimin sözünün abartılı olmadığı açıkça anlaşılıyor. Zira böylesi bir özelliğe sahip olmak kişiyi kıskançlık, gıybet, düşmanlık, kin ve nefret, yalan, zulüm, israf ve riya gibi o kadar çok kötülükten uzak tutuyor ki şaşırmamak elde değil. İşte tam da bu sebepten dolayı bahsini ettiğimiz vasıf İslam edebinin merkezinde duruyor.

Herkes kendi işine baksın argosu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin hadis-i şeriflerinde daha geniş manaları kastetmekle beraber “Malayani” olarak ifade edilir. “Malayani” kişi için bir anlam ve değer taşımayan, onu ilgilendirmeyen, kişinin ihtiyaç duymadığı, kendisi için gerekli olmayan, fayda sağlamayan işler, fuzuli sözler manasındadır. Anlaşılacağı üzere malayani kavramı kişiyi ilgilendirmeyen ve beraberinde bir fayda getirmeyen her türlü iş için kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de de bu durum için amaçsız, gereksiz iş manasında “Abes”, boş söz anlamında “Lağv”, oyun ve eğlence anlamında da “Lehv – La’b” kelimeleri kullanılmıştır.[3]

Allah azze ve celle herkes kendi yapması gerekenle meşgul olsun, kendisini ilgilendirmeyen malayani işlerden kaçınsın ve faydalı işlere yönelsin diye Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde ikazlarda bulunmuştur. Örneğin İsra Suresi 36. ayette; “Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz ve kalp; bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.” buyurarak gereksiz merakın bir hesabının olacağını bildirmiştir. Başka yerlerde de sevdiği kullarından şu özellikleriyle bahseder:

(Onlar) Anlamsız, yararsız şeylerden uzak dururlar. (Müminun, 3)

“Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve “Bizim yaptıklarımız bize sizin yaptıklarınız da size. Esen kalın, bizim cahillerle işimiz yok” derler. (Kasas, 55)

Kişinin kendini ilgilendirmeyen işlerle meşgul olması, kendinden daha çok başkalarıyla uğraşması, boş ve anlamsız şeylerin peşinde sürüklenmesi dinimizce yasaklanmasına rağmen bugün insanlar sanki bu hakikati çiğnemek için yarışa girmişçesine hareket ediyorlar. Günümüzde ciddi şeyleri dert edinen insan sayısı gerçekten çok az. Hatta ciddiyet ile plan program eşliğinde düzenli ve faydalı bir hayat süren insanlar bir takım çirkin isimlendirmelere bile maruz kalıyor. Artık günümüz sosyal ortamlarında yer edinmenin yolu edep, bilgi, gayret gibi hasletlerden değil anlamsız esprilerden bayağı hobilerden ve seviyesiz, boş muhabbetlerden geçiyor. Facebook ve Twitter’da en çok beğeniyi alanlar, Youtube’da videosu en çok izlenenler, hesaplarında en çok takipçisi olanlar kimler acaba? Aralarında dişe dokunur işler yapanlar kaç tane? İzlediklerimizin, beğendiklerimizin hangisinin hesabı kolay olacak acaba! Maalesef bugün herkesin nelere meylettiği neleri elinin tersiyle ittiği ortada. İnsanımızın artık ciddi işlere tahammülü yok. Yeni gelen nesil düşünmeyi dahi külfet olarak gören faydalı işlerde harcayacağı enerjiyi masa başında, televizyon karşısında sarf etmeyi tercih eden tembel, tüketken bir nesil. İşte bu vahim tablo karşısında bir şeyler yapılmalı, yanlış yöne giden bireyler tutulup çekilmelidir. Aksi takdirde çok daha farklı bir gençlikle karşılaşmak zorunda kalabiliriz.

Peki bu durumu değiştirmek için ne yapmalı ne gibi çözümler üretmeliyiz? 

Savunduğumuz tezin hakkını vermek için gelin önce nefislerimize dönelim, kendimizi hesaba çekelim, hayatımızda fuzuli olan işleri tespit edip yapmamız gereken değişiklikleri belirleyelim. Unutmayalım, biz kendi içimize ve işimize döndüğümüz zaman elbet duruşumuz dahi birilerine fayda getirecektir. 

Şimdi de insanları başkalarıyla uğraşmaya ve faydasız işlere sevk ettiren sebepleri irdeleyelim.

1- Asıl Gayeyi Unutmak 

“İnsanların hesabı yaklaştı, fakat onlar hala gaflet içinde yüz çevirmektedirler.” (Enbiya, 1)

Hayatta bizi güçlü yapan kuvvet, inançlarımız ve onların doğrultusunda koyduğumuz hedeflerimizdir. Kendisini ayakta tutacak bir değeri ve uğrunda koşacağı bir hedefi olmayan insan, okyanus ortasında pusulasını kaybetmiş bir gemiden farksızdır. Her ne yapsa boş her nereye adım atsa nafile. Belki de insan neden kendisiyle ve kendisine fayda getirecek işlerle ilgilenmez sorusunun cevabını burada aramamız gerekir. Aslında sorunumuzun temelleri burada yatıyor. Zira insanımızı böylesine boşluğa iten, kendi öz benliğinden bu kadar uzaklaştıran, oyun- eğlencenin girdabına çıkmamacasına sokan asıl tehlike; hedefi unutmadaki gaflettir. Gaflet tüm bedeni felç eden bir virüs gibidir. Bir bedene girdiği zaman aklı da kalbi de çalışmaz hale getirir, insana yönünü şaşırtır. İşte bu sebeple her birimizin “Pusula Elif’i” gibi olması gerekir. Pusula Elif’i kıblesine öylesine sadıktır ki geldiği yeri asla unutmaz. Karada, denizde, havada nerede hangi şekilde olursa olsun yönünü oradan ayırmaz. Bizim de kıblemiz belli olmalı. Nereye çevirseler aynı yöne bakmalı asla istikametimizden şaşmalıyız. Tabi kaybolmak istemiyorsak!      

2- Zamanın Kıymetini Bilmemek

“Asra, akıp giden zamana yemin olsun ki insanlık hüsrandadır!” (Asr, 1-2)

Zaman, tedavisi olmayan bir nimettir. Birçok insan görmüşüzdür zamanı tersine akıtmak isteyen, gençliğimi geri verseler şöyle yapardım diyen. Ama avuçlarımızdan uçup gittiğinde dünyaları da versek nafile, giden gitmiştir artık. Ve geri gelmeyecektir.

Zamanı en hoyrat şekilde harcadığımız dönemler gençlik yıllarımızdır. Hep böyle kalacağız hiç yaşlanmayıp tüm işlerimizi rahatlıkla yapabileceğiz diye düşünürüz. Oysa durum hiç de öyle değildir. Eşiği geçtik mi her geçen seneyle bir öncekini arar hale geliriz. Önce bedenimiz yavaşlar sonra zihnimiz. Bir de bakmışız gerimizde tek çırpıda biten koca bir ömür… Bir de pişmanlıklar… Böyle olmasın herkes aynı sonla karşılaşmasın diyeceğim ama çok da fayda etmeyecek. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem zamanı değerlendirmede insanların çoğunun aldandığını haber vermiştir. Ama tamamı değil elbet. Öyleyse o azıcık olan kesimi kazanmak için zaman üzerine konuşmaya devam.

Zamanı iyi kullanmak için önce ona saygı göstermek ve ciddi bir değer vermek gerekir. Altına, paraya verdiğimiz değer gibi hatta daha fazlasıyla. Çünkü iyi düşünüldüğünde zaman bizim asıl sermayemizdir. Dünyalık başarımızın yolu da ahiretlik başarımızın yolu da onunla olan ilişkimize bağlıdır. İyi kullandığımız taktirde ardından bir sürü nimeti de beraberinde getireceğini unutmayalım.

Esasında zamanın önemini anlatmak için uzun uzun yazmak ve okumak fazla zahmetli bir iş. Herkes için imkân olsa da iki tane âlime ya da iş adamına kulak versek daha kısa bir yol kullanmış oluruz. Çünkü zamanın ne kadar kıymetli olduğunu en iyi onlardan öğrenebiliriz. Birisi ahiretini diğeri de dünyasını hesaba katarak saniyelerini kazanmanın peşinde. Birisinin saniyesi milyonlar ifade ediyor diğerininki de cennet köşklerini. Neticede boşa geçen her an ikisinin de aleyhine. Büyüklerimiz böyle kimselere “İbnü’l vakt” demişler. Yani anın talibi olmak, anın kıymetini bilmek ve zamanın künhüne vakıf olmak, “Dünya bir gündür o da bugündür” bilinciyle hareket etmek…

Özellikle günümüz gençliğine “İbnü’l vakt” olma adına diyebiliriz ki her gördüğünüz videoyu tıklamayın, her duyduğunuz filmi izlemeyin ve her gördüğünüz kitabı okumaya çalışmayın, seçici olun. Unutmayın! Ne zaman sonsuz ne de gençlik baki…

3- Fazla Meraklı Olmak

“Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumlu olur.” (İsra, 36)

Her insanın tabiatında az çok var olan merak duygusu kullanımına göre faydalı da olabilir zararlı da. Mesela “Maşallah ne kadar da meraklı” sözü, öğrenmeye gayretli bir çocuk için başka, insanların özelini araştıran bir kimse için başka manaları ifade eder. Bu sebeple merak iyidir ya da kötüdür gibi kesin bir kanaat ortaya koymuyoruz.

Burada merakla ilgili olarak ilgilendiğimiz kısım insanı malayani işlere sevk eden kısmıdır. Ki hiç de küçümsenmeyecek bir etkiye sahiptir. Zira dizginlenmesi kimileri için zor olan bu duygu, taşıyıcısını her olayın içinde olma ve her şeyi takip etmeye çalışma gibi sonu gelmez bir gereksizlikler silsilesi içinde bırakıverir. Bu ise hem malayani işlerle uğraşmaya hem de insanların özeline müdahaleye sebebiyet verdiği için hiç de etik olmayan bir tablo ortaya çıkarır. Bu tablonun sahipleri aynı zamanda “Herkes işine baksın” sözünün de rekor seviyesindeki muhataplarıdır. Böyle şahıslar eminim ki herkesin etrafında üçer beşer vardır. Bu özelliklerinden arındırılmaları mümkün müdür bilmiyorum ama en azından kendilerini törpülemeleri noktasında ümitvar olmak lazım.

İnsanlara rahatsızlık verecek derecede merakın olması Müslümana yakışmaz. Çünkü böylesi bir merak çoğu zaman insanların günahına muttali olma ve onları açığa çıkarma durumunu da beraber getirir. Müslümana yakışan ise insanların hatasını araştırmak ve ifşa etmek değil gördüğü zaman örtmektir. Unutmayalım, kâmil bir Müslüman başkalarının hatalarıyla değil kendi hatalarıyla ilgilenir. 

4- Her Olaya Yorum Yapmak

“İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kaf, 18)

Her olaya yorum yapmak da fazla meraklı olmak gibi bir hastalıktır ve ülkemizde de ziyadesiyle yaygındır. Anladığımız anlamadığımız her meselede konuşmak, ahkam kesmek sanki milli bir karakterimiz olmuş. Maşallah ülkede herkes imam herkes doktor herkes siyasetçi… Anlamadığımız hiçbir şey yok… Her konuda herkesle boy ölçüşecek seviyedeyiz. Ama ne hikmetse okuduğumuz, kaynağından edindiğimiz bir şey de yok. Yıllık olarak kişi başına düşen kitap sayısı belli. Neyse, haksızlık da etmeyelim. Yiğidi öldür hakkını yeme. Eğer okuma istatistiklerine Whatsapp, Facebook ve Twitter paylaşımları da dahil edilseydi hiç şüpheniz olmasın ilk sırada yer alırdık. Neticede bu da bir başarı(!). 

Keşke herkes okuduğu kadar konuşsaydı! Ne güzel bir dünya olurdu. Sessiz sakin… Uzay da rahatlardı biraz. Neticede konuşulan her şey uzay boşluğunda bir yerlerde dolaşıyor. Böylesi herkes için faydalı olurdu. Niye mi? Buyurun efendimizin hadislerine kulak verelim.

“Ademoğlunun, emr-i bil-ma’ruf nehy-i ani’l-münker veya Allahu Teâlâ hazretlerini zikir hariç bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir.”[4]

“İnsanlar arasında günahları en çok olanlar kendilerini ilgilendirmeyen(malayani) konularda en çok söz söyleyenlerdir.”[5]

“Kendisini ilgilendirmeyen(malayani) konularda az konuşması kişinin Müslümanlığının güzelliklerindendir.”[6]

Sözün özü; her şeyi merak etmeyi her konuda konuşmayı malayaniyle hayat tüketmeyi bırakalım da kendi işimize kendi içimize bakalım. Dünyayı kurtarmak için emin olun bu kadarı yeter.


[1]Tirmizi, Zühd, 11; İbn Mace, Fiten, 12

[2]İbn Receb el-Hanbeli, Camiü’l-Ulum ve’l- Hikem, 12. Hadis şerhi

[3]DİA, Malayani maddesi

[4]Tirmizi, Zühd, 63

[5]Suyuti, el-Camiü’l-Kebir, 1/137

[6]Müsned, I, 201