Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük / 2024 Eylül / 142. Sayı
Müslümanların en önemli vasıflarından biri de yaşadıkları dünyada tüm insanlığa hayırda öncü olmak ve insanları hayra, iyiliğe ve fazilete yönlendirmektir. Müslüman kişi, söylem ve eylemleriyle bütün bir topluma örnek teşkil etmelidir. Nitekim yüce Rabbimiz bu önemli hakikati şu şekilde bildirmektedir.
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışır ve Allah’a inanırsınız…” (Âl-i İmran, 110)
Bu iş tercihe bırakılmamış ve bizlere bu hususta muhayyerlik tanınmamıştır. Kurtuluşun anahtarı da yine bu işin yerine getirilmesi olarak gösterilmiştir. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmran, 104)
Bu sebeple Müslümanların asli vazifelerinin bilincinde olarak, insanları her zaman ve her şartta Allah’a davet ederek peygamberlerden miras kalan vazifelerini devam ettirmeleri gerekir. İslam ümmeti kıyamete kadar bu sorumluluğun bilincinde olmalıdır.
Hayırda öncü olmak büyük bir gayreti ve fedakarlığı gerektirir. Kısacası kârını-kazancını feda edebilmek fedakâr olmanın en önemli şartıdır. Dolayısıyla hayatının büyük bir kısmını Allah’ın dinine adamak, kendi istek ve arzularını ikinci plana bırakıp, önceliği Allah’ın dinine vermeyi gerektirir. Dini hayatı nafile olmaktan çıkarıp farzların derecesine getirmek, dünyevi meşgalelerin koşuşturmasını ahirete odaklı çalışmalara çevirmek gerekir.
Bugün İslam ümmeti olarak en önemli eksikliğimiz örnek ve öncü nesiller yetiştirme noktasındaki yetersizliğimizdir. Hayırda öncü olacak fertlerin yetişmesi bütün hedef ve maksatların dünyevileştiği böyle bir zamanda başarılması hiç de kolay olmayan bir durumdur. Böyle bir hedefe ulaşmak ilk nesil sahabe ve onlardan sonra gelen tabiin neslinde olduğu gibi kendini tamamıyla ahirete adamak ve tüm dünyevi arzuları ötelemekle mümkün olacaktır. Tabi ki bu da zor bir tercih ve büyük bir meşakkati beraberinde getirecektir. Peygamber efendimizde olduğu gibi yalanlanmayı, kovulmayı, işkenceye uğramayı ve belki de Allah’ın bazı peygamberlerinde olduğu gibi öldürülmeyi beraberinde getirebilecektir. Nitekim bu vazifeyle memur olanların karşılaşabilecekleri durumu Lokman aleyhisselam’ın oğluna yaptığı nasihatlerde görmekteyiz.
“Ey oğulcuğum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.”(Lokman, 17)
Davet yolu beraberinde musibetleri getirebilir. Çünkü bu kafirlerin hoşuna gitmez. Komünizm, Kapitalizm, Sosyalizm, Monarşi, Demokrasi vb. bütün izm ve görüşlere yönelirken kendilerine karşı çıkılmayan ve önlerine setler çekilmeyen bilakis teşvik edilen insanlığa, Allah’a yönelmeleri durumunda büyük bir kin ve öfkeyle karşı durulmakta, önlerine engeller konulmaktadır. Ashab-ı Uhdud örneğinde olduğu gibi ateş çukurlarına atmak suretiyle kitleleri öldürmekten, bugün olduğu gibi soykırım yapmaktan, kadın çocuk demeden büyük bir nefret ve kinle öldürmekten çekinmemekte ve tüm bunları büyük bir zevkle ve şeytani bir arzuyla yapabildiklerini müşahede etmekteyiz.
Tabi ki davet işi zordur. Fedakârlık ister, sabır ister, bedel ister, malı ve bedeni bu yolda harcamayı gerektirir. Peki bu kadar zorluğu olan bir işten Müslümanlar geri kalabilirler mi? Kendilerini yetersiz görüp kolaycılığı tercih edebilirler mi? Buna benim gücüm yetmez, İslam ümmeti içinde nice bu işe talip kimseler varken ben olmasam da olur diyebilir mi? Tabi ki de hayır… Asla… Böyle bir düşüncenin Müslümanların zihinlerinde bir an bile kalması, onları helake sürükler maazallah. Her zaman olduğu gibi reçete Kur’an’dadır. Tedavinin nasıl olacağının izahı orada yazmaktadır. Yüce Rabbimiz nasıl hareket etmemiz gerektiğini şu şekilde bildirmektedir:
“Allah’ın âyetleri sana indirildikten sonra, artık sakın onlar seni bu âyetlerden alıkoymasınlar. Rabbine davet et. Asla müşriklerden olma!”(Kasas, 87)
Geri durmak yok… Pes etmek yok… Mücadeleye devam, kafirlerin yaptığından daha fazlasını yapmaya, daha çok koşuşturmaya devam. Onlar engel oldukça daha bir azimle, Allah’ın yoluna çağırmaya devam. Onlar set çektikçe gedikler açmaya devam. Duraklamak yok, ümitsizlik yok, karamsarlık yok. Şirke ve şirk düzenlerine teslim olmak yok. Müşriklerle uzlaşmak yok, Onlara benzemek ve yaptıklarına rıza göstermek yok, Onlarla asla uzlaşılamaz. Çünkü onlar, Allah’a ihanet etmişlerdir. O’nun Rabliğine karşı çıkmışlardır. O’nunla birlikte kendilerine başka ilahlar edinmişlerdir. Böyle kimselerin samimi ve dürüst olmaları beklenebilir mi? Sözlerini tutmalarına güvenilebilir mi? Hainlik etmeyeceklerine inanılabilir mi? Tabi ki de hayır. Öyleyse davayı başarıya ulaştıracağına dair olan inançla Rabbinin yoluna çağırmaya devam…
“Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” (Nahl, 125)
Böyle zor bir işin mükafatı da pek tabi ki bir o kadar büyük olacaktır. Büyük bedeller büyük mükâfatları beraberinde getirir. Zahmetsiz rahmet olmaz. Zorlukla birlikte kolaylık vardır. Öyleyse bu zorluğun neticesi rahmettir, kolaylıktır, mükâfattır. Sevinç ve huzurdur. Ebedi mutluluktur. Buna talip olmak ne güzel bir saadettir. Bunu elde etmek ise ne büyük bir kazançtır. Bu kazanç o kadar büyük bir kazançtır ki akıllar bunu idrak etmekten aciz kalır. İnsan ne kadar düşünse de mahiyetini kavrayamaz. Neticesine ulaşamaz. Tam olarak bu mükafatın büyüklüğünü anlayamaz.
Rasûlullah efendimiz bunu akıllara kolaylaştırmak için şöyle buyurmaktadır: “Bir iyiliğe öncülük eden kimseye o iyiliği yapanın ecri gibi sevap vardır.”[1]
Yani siz o iyiliği yapmasanız da tavsiye etmeniz, o kişiyi bu amele yönlendirmeniz, size bu işi yapmış gibi ecir ve sevap kazandıracaktır. Tabi ki iş sadece işaret edip yönlendirmek olmamalıdır. Bizzat bu işin başında yer almak, öncü olmak da gerekir. Ama buna gücü yetemeyecek olursa gücü yeten kimseleri bu amele irşat etmek, onları yönlendirip teşvik etmek bile o ameli işleyen kişinin elde ettiği sevap kadar sevap elde etmeye vesile olmaktadır. Gerçekten de akılllar bunu anlamakta zorluk çeker. Yapılmayan bir amelin bir başkasına teşvik edilmesi bile ne kadar önem arzetmekte!
Öyleyse bu kadar önemli bir amele gereken hassasiyeti göstermek, ecir ve sevabından mahrum kalmamak gerekir. Bu kazancı başkalarına kaptırmamak, hayırda yarışmak gerekir.
Nitekim Rasûlullah aleyhisselam efendimiz şöyle buyurmaktadır: “İnsanları doğru yola çağıran kimseye, kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez. Başkalarını sapıklığa çağıran kimseye de kendisine uyanların günahı gibi günah verilir. Ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.”[2]
Atalarımızın tabiriyle ne ekerseniz onu biçersiniz. Hayatınızı davet ve irşad etmeye, insanlığa faydalı olmaya adarsanız, onlardan dokunduğunuz ve fayda verdiğiniz her birinin elde ettiği kadar sevap elde edersiniz. Tarlaya attığınız bir tohumun ne kadar da çok taneler çıkardığını, bire on, bire yüz, bire bin ve daha fazla katlara kadar hasılat verdiğini gördüğünüzde yaptığınız işin ne kadar da önemli bir iş olduğunu anlarsınız. İşte o zaman tohum atmanın zorluğunu unutur, elde ettiğiniz tanelerin çokluğuyla sevinirsiniz. Bu taneler sizin elde ettiğiniz sevaplarınızdır. Belki o sıcaklarda o taneleri toprağa atarken meşakkat çektiniz, çok terlediniz, yoruldunuz, susuzluk çektiniz, belki de yere düşüp yaralandınız. Ancak elde ettiğiniz netice size yaşadığınız tüm bu sıkıntıları unutturdu. Mükafatın büyüklüğü bir anda olup biten her şeyi gözünüzde önemsizleştirdi. Musibetlerle ve tüm bu olup bitenlerle karşılaştığınız ilk anlarda söylediğiniz “Bir daha asla yapmam” sözleriniz bir anda “Bir daha olsa yine yaparım, tüm bu çektiklerime değermiş” şeklindeki sözlerin büyük bir sevinçle dudaklarınızdan çıkmasına sebep oldu. Çekilenler unutuldu. Sonuç bütün yaşananlara galip geldi. Neticenin hayır ve mükafat olması tüm bu olup bitenleri basitleştirdi ve hafızalardan silinmesine sebep oldu.
Aman Allah’ım nasıl bir sevap bu! Nasıl da büyük bir ecir bu! Ben bu sevabı ne kadar da ucuz elde ettim. Ben gayret göstermeden başkalarının gayreti beni kazançlı kıldı. Onlar çalıştı ben kazandım. Ama nasıl! Tabi ki de benim irşat etmem sayesinde. Kazanç kapısını, kâr yollarını benim göstermem ve danışmanlık etmem sayesinde. Ben göstermeseydim belki de onlar kazanamayacaktı. Ben onlara vesile oldum. Allah da bana bu vesile oluşum sebebiyle kâr verdi. Onların elde ettiği kazanca ortak kıldı. Ve bu kazancım bitmeden devam etmekte ta ki kıyamete kadar. Ben ölsem de kazancım kesilmeden bana gelmeye devam etmekte. Bu sebeple de amel defterim kapanmadan elde ettiğim kârlar an be an yazılıp kaydedilmekte.
Düşünebiliyor musunuz! Elde ettiğiniz kazanç dünyevi kazançların ne kadarda üstünde bir kazanç. Hangi ticarette böyle bir kazanç var? Kârın en son miktarının ne kadar olduğunun sınırının bilenemediği bir ticaret! En azı belli. Bire On. Peki sonu? Sonu sizin samimiyetinizin, gayretlerinizin ve fedakârlığınızın ölçüsünde… Sonu yok Meleklerin yazmaktan aciz kaldıkları bir mükafatı elde etmek bile mümkün… Yeter ki işlenen amelde ihlâs bulunsun, takvalı bir şekilde işlensin. En önemlisi de Allah rızası için olsun. İşte o zaman okumaktan aciz kalacağımız kadar çok rakamın yan yana yazılı oluğu sahifelerle karşılaşır, “Ben bu mükafatı elde edecek ne amel işledim?” sözlerini sarfederiz. Rabbim inşallah bizlere böyle bir durumla karşılaşmayı nasip etsin.
Düşünebiliyor musunuz insanları ilk olarak böyle bir hayır ameline teşvik eden kişinin elde edeceği mükafatın büyüklüğünü! O bir kişiye dokunmuş, o da bir başkasına, o da bir diğerine… Böylece silsileli bir şekilde devam edip gitmiş ve binlere, on binlere, yüzbinlere, milyonlara ve daha çok katlara kadar ulaşarak devam etmiş ve etmeye de devem ediyor. O zaman bu hayırlı amele öncülük etmiş sahabe nesline ulaşabilmek ne mümkün!
Kaç basamak sayının yan yana yazılmasını okuyabilirsiniz! Emin olun bu sizin okumaktan aciz kalacağınız kadar çok rakamın yan yana yazılmasından oluşmakta. Dünyanın en büyük sayısı kaçtır acaba ve nedir? Bilinen en büyük sayı “Googolplexianth” denilen ve yazılışını okurken bile zorlandığımız bir sayıdır. Okunabilen googol, 1den sonra 100 sıfırın geldiği sayıdır. İsimlendirilebilecek en büyük sayı olan googolplex ise 10 üzeri googol sayısına eşittir. Bu bilinen en büyük sayı olsa da mevcut olan en son sayı olmaktan uzak kalmaktadır. Çünkü en büyük sayı diye bir tanım yapmak yanlıştır. Nitekim sayıların bir sonu yoktur. Bu sebeple de matematikte en büyük sayıyı ifade etmek için sonsuz terimi kullanılır. Öyleyse sonunu dahi okumaktan aciz kalacağınız bir mükafatı elde etmek için küçük dokunuşlarla büyük ecirler elde etmek istemez misiniz?
Diğer taraftan Peygamber efendimizin Hayber gazvesi gününde sancağı Hz. Ali radıyallahu anh efendimize verirken söylediği sözler pek manidardır.
“Acele etmeden, gayet sakin bir şekilde onların yanına var, kendilerini İslâm’a davet et, uymaları gereken ilâhî yükümlülükleri kendilerine haber ver. Allah’a yemin ederim ki, senin vasıtanla Allah’ın bir tek kişiye hidâyet vermesi, senin için kırmızı develere sahip olmaktan daha hayırlıdır.”[3]
Yöntem ve usulün nasıl olacağını bildiren harika sözler… Metodun nasıl olması gerektiğini bildiren kıymetli nasihatler… Öncelikle acele etme, gayet sakin ol, davetini onlara götürmek maksadıyla onlara yönel, davetini usûlüne uygun bir şekilde yap, Onları Allah’a davet et ve tebliğin gereklerini yerine getir. Yapmaları gereken şeyleri hikmetle ve güzel öğütle onlara bildir. Peki netice! Neticeyi Allah’a bırak. Çünkü sen bir davetçisin, yapacağın iş bu kadar. Vazifen burada bitiyor, buradan ötesi Allah’a ait. Çünkü Hidayet Allah’tandır.
“Onlara vaad ettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de (göstermeden) senin ruhunu alsak da senin görevin sadece tebliğ etmektir. Hesap görmek ise bize aittir.” (Ra’d, 40)
“Eğer yine yüz çevirirlerse artık senin üzerine düşen ancak apaçık bir tebliğden ibarettir.” (Nahl, 82)
“Öyleyse sen öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin.”(Ğaşiye, 21,22)
Selam ve Dua ile…
[1]. Müslim, İmâre 133. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 115; Tirmizî, İlim 14
[2]. Müslim, İlim 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 6;Tirmizî, İlim 15; İbni Mâce, Mukaddime 14
[3]. Buhârî, Fezâilü’s-sahâbe 9; Müslim, Fezâliü’s-sahâbe 34