Nebevi Damlalar – Yener Yılmaz / 2021 Ekim / 107. Sayı
Ebû Sa’lebe el-Huşenî Cürsûm bin Nâşir radıyallahu anh’ın rivayet ettiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allahu Teâlâ bazı şeyleri farz kıldı, onları ziyan etmeyin. Bazı günahlara yaklaşılmaması için hadler belirledi, o hadleri aşmayın. Bazı şeyleri haram kıldı, o haramları çiğnemeyin. Bazı şeyleri de unuttuğu için değil size olan merhameti sebebiyle dile getirmedi, onları da araştırıp kurcalamayın.”
Dârekutnî, es-Sünen, IV, 184. Ayrıca bk. Hâkim, el-Müstedrek, IV, 115
AÇIKLAMA
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in özlü sözlerinden birisi olan bu hadisi şerif, dinin temellerini içinde barındıran en önemli nasslardan bir tanesidir.
İçerisinde farzlardan, haramlardan, cezalarından ve hakkında hüküm verilmeyen durumlardan bahsedilmektedir.
İbni Sem’ani der ki “Bu hadisi şerif ile amel eden kişi sevabı, mükâfatı elde eder ve verilebilecek cezalardan kurtulur. Çünkü farzları eda eden, haramlardan kaçınan, çizilen sınırları aşmayan, had cezalarını gerektirecek suçlardan uzak duran ve kendisini ilgilendirmeyen gaybi meseleleri irdelemeyen kişi tüm faziletli işleri yapmış ve dinin hakkını yerine getirmiş olur…”
Hadisi şerifte geçen bazı konuları detaylı olarak incelememiz gerekir.
1) Hadisi Ravisi (Ebû Sa’lebe el-Huşenî Cürsûm bin Nâşir) ile Alakalı Bazı Bilgiler
Hayber fethi için (6/628) hazırlık yapıldığı bir sırada gelerek İslamiyet’i kabul eden Cürsûm, bu savaşa katıldı ve kendisine ganimetlerden pay ayrıldı. Daha sonra onu ziyarete
gelen ve Müslüman olan yedi kişiyle birlikte Beyatürrıdvân’da da bulunan Huşenî kabilesine elçi olarak gönderildi ve onların da Müslüman olmasını sağladı.[1]
Hz. Peygamber’den ve Muâz b. Cebel, Ebu Ubeyde b. Cerrah gibi sahabilerden rivayette bulunan Cürsûm el-Huşenî’nin, Kütüb-i Sitte başta olmak üzere muteber hadis kaynaklarında pek çok rivayeti yer almaktadır.
Cürsûm, Rasûl-i Ekrem’e başvurarak Şam bölgesinde henüz fethedilmemiş olan bazı yerlerin kendisine verilmesini istemiş, Rasûlullah’ın, “Bakın hele, Ebû Sa’lebe neler söylüyor!” demesi üzerine yemin ederek oraların mutlaka fethedileceğini belirtmiş, Hz. Peygamber de onun isteğini yerine getirmiştir.[2]
Sıffin Savaşı’nda her iki tarafta da yer almayan ve daha sonra Dımaşk’a yerleşerek çoluk çocuk sahibi olduğu anlaşılan Huşenî Cürsûm, bir gece yarısı namaz kılarken secdede vefat etmiştir. Onun Muaviye’nin halifeliği döneminde (661-680) vefat ettiği de rivayet edilmektedir.[3]
2) “Allahu Teâlâ bazı şeyleri farz kıldı, onları ziyan etmeyin”
Yapıldığı takdirde sevap kazandıran, terk edildiği takdirde ceza gerektiren amellere farz denir. Herhangi bir farzın terk edilmesi kişinin kendisini ateşe sevk etmesi demektir. Birçok ayeti kerimede ve hadis-i şerifte terk edilen farzlara verilecek cezaların detayları bildirilmektedir. Örneğin Tevbe suresinde[4] zekâtı vermeyen insanların biriktirdikleri altın ve gümüşle dağlanacakları, sahih bir hadis-i şerifte[5] namaz kılmayan kişilerin kafalarının taşlarla ezileceği, imkânı olduğu halde hacca gitmeyen kişilerin Yahudi ve Hristiyanlar gibi ölecekleri[6] ifade edilmiştir. Dolayısıyla farzları yapan kişi ecir, mükâfat ve sevap kazanırken terk eden kişi tehlikeli bir yola girmiş demektir. Derhal tevbe etmeli ve terk ettiği farzları eda ya da kaza etmelidir.
3) “Bazı günahlara yaklaşılmaması için hadler belirledi, o hadleri aşmayın”
“Had” kelimesi sözlükte “çizilen sınır” anlamına gelirken İslam hukukunda “miktarı, kesin olarak bildirilmiş olan ceza, Allah’ın koyduğu ölçü ve çizdiği sınırları” ifade eder. Bunlar, miktarı Kur’an ve sünnete göre tayin edilmiş olan cezalardır. Bu kelimenin çoğulu “hudud”tur.
Bir başka hadis-i şerifte bu konuyla alakalı olarak; “Yeryüzünde uygulanan bir had, kırk sabah bereketli yağmur yağmasından daha hayırlıdır”[7] buyrulmuştur.
Bir toplumun gerçek anlamda huzur ve refaha kavuşabilmesi için adaletli yasalar ile sevk ve idare edilmesi gerekir. Toplum yasalara saygı göstermeli, verilecek cezalara gönülden boyun eğmelidir. Eğer yasalar, içerisinde adaleti barındırmıyor, kişilere göre farklı muamele yapılıyor ve suçların engellenmesi için yetersiz kalıyorsa o toplumda huzur ve güven kesinlikle görülmeyecektir.
İslam hukukuna göre cezalar şahıslara eşit olarak uygulanır. Kişi toplumda ne kadar itibar sahibi olursa olsun yasalar karşısında herhangi bir “dokunulmazlığı” olamaz. Sonuçta Hz. Ömer’in dediği gibi “Adalet mülkün temelidir” ve her insan adil bir şekilde yargılanır.
İslam ceza hukukunda “had”ler “Allah hakkı” olarak kabul edilmiştir. Haddi gerektiren suçlar kamuyu ilgilendiren suçlardır. Kısas kul hakkı olduğu için buna had denilmemiştir. Haddin dışında kalan yani Kur’an ve sünnetle tayin edilmeyip hâkimin takdirine bırakılmış cezalara ise ta’zir cezaları denir; hapis, teşhir, sürgün vb. gibi.[8]
İçki içme cezası dışındaki diğer hadler Kur’an’la, içki içme cezası ise sünnetle sabittir.
Had cezaları şunlardır;
1. Zina cezası (hadd-i zina): Evli erkek ve kadın için recm (taşlayarak öldürme), bekâr erkek ve kadın için yüz sopa (celde) vurmaktır.
Recm cezası Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in uygulamasıyla sabittir:
“Cüheyne’den bir kadın zinadan gebe olduğu halde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Haddi icap eden bir iş yaptım, bana hadd(i şer’îyi) icra et.” dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kadının velisini çağırdı:
“Buna iyi bak, çocuğu doğurduğunda bana getir.” buyurdu. (Velisi denileni) yaptı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem emretti. Kadının elbisesi sıkıca bağlandı, sonra emir verdi, kadın taşlandı. Daha sonra (cenazesi) üzerine namaz kıldı. Bunun üzerine Hz. Ömer;
“Ey Allah’ın Rasûlü, onun üzerine namaz kıldınız, halbuki o zina etmişti.” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“O öyle bir tevbe etti ki Medine halkından yetmiş kişiye taksim olunsa hepsine kâfi gelirdi. Allah için canını vermesinden daha faziletli bir şey biliyor musun?” buyurdu.[9]
Zina cezasının tatbik edilebilmesi için ya suçu işleyen kişinin itiraf etmesi veya dört âdil erkek şahidin hâkim huzurunda açıkça şahitlikte bulunması gerekir, tüm bunların yanı sıra zina eden kişinin zinanın haram olduğunu bilmesi gerekir.
Şeriat hukukunun geçerli olduğu 622 yıllık Osmanlı tarihi boyunca ise sadece bir kez recm cezası uygulanmıştır.[10]
2. Hırsızlık cezası (hadd-i sirkat): “Akıllı ve ergin (baliğ) bir kimsenin nisab miktarı bir malı bulunduğu yerden çalması”na hırsızlık denir. Bu suçun cezası Kur’an-ı Kerim’de bildirilmiştir:
“Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah’tan bir ceza olarak ellerini kesin! Allah daima üstündür, hikmet sahibidir.” (Mâide, 38).
El kesme cezasının tatbik edilebilmesi için iki adil şahidin şahitlik yapması ve hâkimin de sorgulaması (muhakemesi) neticesinde suçun sabit olduğuna kanaat getirmesi gerekir. Hâkim şahitlere sırasıyla:
Hırsızlığın mahiyetini, çalınan malın cinsini, kıymetini, nasıl çalındığını, hırsızlık yerini, hırsızlığın ne zaman yapıldığını, malı çalan şahsın kim olduğunu sorar.
Hırsızlığın nisabı (el kesme cezasını gerektirecek en az miktarı) Hanefi mezhebine göre on dirhemdir. Cezanın tatbik edildiği dönemdeki dirhemin değeri esas alınır.[11]
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu 1299 yılından 1920 yılına kadar kesilen hırsız eli sayısı sadece 6 (altı) tanedir.[12] Bu durum şeraitin tatbiki durumunda suç oranlarının düşeceğini gözler önüne sermektedir.
3. İçki içme cezası (hadd-i şürb): İçki içmek Maide suresi 90. ayetle kesin olarak yasaklanmıştır. Fakat cezası Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti ve uygulamasıyla sabittir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve Hz. Ebu Bekir, içki içene 40 sopa (celde) vurdular. Hz. Ömer zamanında içki içenler çoğalınca o, arkadaşlarıyla istişare etti ve had
din en az miktarı olan 80 değnek vurulmasını kararlaştırdılar.[13]
İçki içme cezası uygulanabilmesi için içen kimsenin akıllı, ergenlik çağını geçmiş, Müslüman ve konuşabilen bir kimse olması lâzımdır. Bu ceza ancak sarhoş olarak yakalanan ya da içki içtiği şahidler vasıtasıyla tespit edilen kişilere uygulanır.
4. Zina iftirası cezası (hadd-i kazf): Namuslu (muhsan) kadınlara zina iftirasında bulunmanın cezası Nûr suresinde açıklanmıştır:
“Namuslu kadınlara (zina suçu) atıp da sonra (bu suçlamalarını ispat için) dört şahid getirmeyenlere seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir.” (Nûr, 4).
Muhsan (namuslu) bir erkeğe yapılan zina iftirası da 80 değnekle cezalandırılır. Muhsan (namuslu) olmanın şartları şunlardır; hür olmak, akıllı olmak, ergin olmak, Müslüman olmak ve iffetli olmak.
5. Yol kesme cezası: Yok kesmek; yoldan geçenlerin önünü kesmek, kuvvet kullanarak geçişi engellemek ve yolcuları soymak demektir. Bu suç, tek kişi veya topluluk, silahlı veya silahsız, meskûn alanda veya kırda yahut şehir içinde ya da şehir dışında işlenmiş olabilir. Bütün bu durumlarda suç işlenmiş sayılır ve Maide suresinin 33-34. ayetlerinde belirtilen ceza uygulanır.
Bu ayetlere ve İslam hukukçularının bunlardan çıkardığı hükümlere göre, yol kesenin cezası şu şekilde belirlenmiştir.
a) Soygun yapıp, adam öldürmüşse, yol kesici öldürülür ve ibret için asılır.
b) Yalnız adam öldürmüş olup, soyguna katılmamış bulunursa, asılmaksızın öldürülür.
c) Adam öldürmeksizin, yalnız soygun yapmışsa, çapraz bir şekilde eli ve ayağı kesilir.
d) Adam öldürmeden ve soygun da yapmaksızın, yalnız yolda korku ve terör meydana getirenlere “sürgün cezası” uygulanır.
İslam’ın koyduğu bu cezaları uygulamakta titiz davranılması ve kesinlikle taviz verilmemesi gerektiği birçok hadis-i şerifle bildirilmiştir.
Şer’î hadlerin tatbiki konusunda gözden uzak tutulmaması gereken bazı hususlar vardır:
a) Her şeyden önce had cezaları bütün müessese ve kurumlarıyla işleyen İslam devletinde ve devletin hâkiminin kararlarıyla uygulanır. Toplumda suça sebep olabilecek bütün unsurların ortadan kaldırılmış olması, insanların İslamî eğitimle yetiştirilmiş olması, fertlerin maddî manevî ihtiyaçlarının devlet tarafından eksiksiz giderilmiş olması gerekir.
b) Suça götüren yolların tamamen kapatılamaması, şüphelerden sanığın faydalanması, suçun sübut bulması için gerekli şartların tam teşekkül etmemesi gibi sebeplerle geçmişte had cezaları nadir olarak uygulanmıştır.
Bu prensibe göre, Hz. Ömer’in tatbikatıyla, kıtlık yılında hırsızlık yapanın eli kesilmemiş; efendisinin veya akrabasının malından çalan kimseye de, o malda hakkı olabileceği şüphesiyle, bu had uygulanmamıştır. Aşağıdaki örnekler de bu prensiple ilgilidir:
– Dört kişi bir şahsın zina ettiğine şahitlikte bulunur ancak bunlardan ikisi gönüllü diğer ikisi ise gönülsüz olarak şahitlik yaparlarsa Ebû Hanife’ye göre, bunların hiçbirine yani erkeğe, kadına ve şahitlere had tatbik edilmez.
– Suçluya celde (dayak cezası) uygulanırken, şahitlerden birisi şahitlikten dönse, kalan kırbaçlar vurulmaz.
– İki kişiden birisi bir şahsın “içki içtiğini”, diğeri ise “o şahsın içtiğini görmedim ama içtiğini söylemişti” söyleyerek şahitlikte bulunursa yine sarhoşluk haddi uygulanmaz.
– Bir kimse önce hırsızlık yaptığını ikrar eder; sonra bu ikrarından döner ve daha sonra da bu malın bir kısmını çaldığını tekrar ikrar ederse eli kesilmez.[14]
Geçmiş dönemlerde had cezalarının ara sıra terk edilmesinin bir sebebi de yöneticilerin bu konuda gevşek davranmaları olmuştur. Kimi zaman Allah için mücadele eden, kınayıcının kınamasından korkmayan yöneticiler İslam toplumunu idare edip şeriatı tatbik ederken bazı zamanlarda ise hevasına kul olmaktan kurtulamamış, iç ya da dış güçlerin baskılarına dayanamamış, liderliğin hakkını verememiş yöneticiler şer’i ahkamı uygulamakta aciz kalmışlardır.
HADISTEN ÖĞRENDIKLERIMIZ
1. Her Müslüman farzları yapmak, haramlardan kaçınmak zorundadır.
2. Allah Teâlâ’nın belirlediği esaslar, çizdiği sınırlar vardır; bu esaslara ve sınırlara uyulması şarttır.
3. Cenâb-ı Mevlâ kullarına olan merhameti sebebiyle bazı konuları helal, haram gibi kesin şekilde belirlememiştir. “Bilinçli boşluk” veya “rahmet alanı” diyebileceğimiz bu konularda ince eleyip sık dokumak uygun değildir.[15]
[1]. İbn Sa‘d, I, 329
[2]. Müsned, IV, 193-194
[3]. DİA, Huşeni
[4]. Tevbe, 34
[5]. Buhari, Tabir 48, Cenaiz 93
[6]. Tirmizî, Hacc 3, 812
[7]. İbni Mace, 2537
[8]. ez-Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletüh, 2. baskı, Dimaşk 1405/1985, IV, 284 vd
[9]. Müslim Hudûd 28; İbn Mâce, Diyet, 36’ Malik, Müslim, Muvatta” Hudûd, 11
[10]. Abdulmecid Mutaf, Teorik ve Pratik Olarak Osmanlı’da Recm Cezası, s.584
[11]. el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyî’, VI, 67; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr; IV, 220, 230; Nesaî, Sârık, 10; Zeylaî, Nasbu’r-Râye, III, 359, 360
[12]. Mehmey Bayrak, Osmanlı’da kesilen hırsız eli sayısı
[13]. Dârimî, Hudûd,10; A. b. Hanbel, IV, 389
[14]. Cevat Akşit, İslâm Ceza Hukuku ve İnsanî Esasları, İst. 1987- Halit Ünal Şamil İslam Ansiklopedisi
[15]. Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları