Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2024 Aralık / 145. Sayı
Ensarullah, yani Allah’ın yardımcıları kitabımız Kur’an’ın kullandığı bir kavramdır. Samed olan rabbimiz her şeyden müstağni olmasına, hiçbir şeye ihtiyaç duymamasına rağmen bir takım kullarını teşrif etmek, payelerini yükseltmek ve diğerlerini de buna teşvik etmek gibi hikmetlerden dolayı onları kendisine izafe ederek “Ensarullah” demiş ve bir kulun ulaşabileceği en üstün makamı bizlere böylece öğretmiştir. Rabbin rızasını arayan kullar için Ensarullah’tan olup Allah azze ve celle’nin dinine tam bir sadakatle hizmet etmek, dini mübin İslam’ın ihtiyaç duyduğu her yerde hazır olmak en yüce ideal en ulvi gayedir. Öte yandan Ensarullah olmak iman edenler için üstün ideallere dayanan salt bir fazilet arayışı değil bunun ötesinde Allah azze ve celle’nin emir buyurduğu, mümin olanların da icabetle sorumlu tutulduğu mühim bir vecibedir. Zira rabbimiz iman edenlere seslenerek; “Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun!” buyurmuş, bu vazifeyi ilgililerine yüklemiş ve kullandığı üslup ile bunun tercihî bir mesele olmadığını net olarak ortaya koymuştur. Tatbikini de müşahhaslaştırarak somut bir örnekle; “Nasıl ki Meryem oğlu İsa da havarilere, “Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler de, “Biz Allah’ın yardımcılarıyız” demişlerdi.” (Saf, 14) işte siz de böylece Allah’ın yardımcılarından olun buyurmuştur.
İsa aleyhisselam gibi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de davet yolunda zorluk çektiğinde etrafında bulunanlara nida etmiş, Allah yolunda kendisine yardımcı olacak taifeyi aramıştı. Ve çok geçmeden küçük ama samimi, az ama yüzbinlere bedel müminler O’na icabet etmiş ve Ensarullah olmanın gereklerini üstün bir gayretle yerine getirmişlerdi. İslam onların bu fedakarlıkları üzerinde Arap yarımadasında baş döndüren bir hızla gönülleri fethetti ve tüm coğrafyayı şirkten, küfürden temizledi. Bu hizmetlerinden ötürü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Ensarı ancak mümin olan sever, onlara ancak münâfık olan düşmanlık eder. Ensarı seveni, Allah da sever; onlara düşmanlık edene de Allah düşmanlık eder.”[1]buyurarak tüm ümmet içinde onlara ayrı bir önem atfetmişti. Evet, peygamber aleyhisselam’a kucak açan, canını malını onun yolunda feda eden, İslam için her türlü zorluğa göğüs geren bu mümtaz insanlara muhabbet beslemek imanın apaçık alameti, onları takdir etmemek, sevmemek ve hatta kin beslemek ise küfrün, nifakın bariz bir göstergesidir.
Dikkat etmek gerekir ki; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu iltifatları Medineli Müslümanlar için yapmış, iman ile nifakın keskin sınırı olarak onlara olan muhabbeti esas kılmıştır, bir başkasına değil. Evet, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisine yardım eden başka Arap kabileleri de varken bu imtiyazı özel olarak Evs ve Hazrecli Medine Müslümanlarına has kılmıştır. Bu bakımdan burada bahsedilen üstün fazileti bu haliyle başka birilerine tahsis etmek mümkün değildir. Bu, murad etmediği bir şeyi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e söyletmek olacaktır ki çirkin bir iştir. Ancak bununla birlikte Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sözünde Rahman’ın dostlarına muhabbet beslemeye ve onlara düşmanlık etmekten uzak olmaya dair işaret de mevcuttur. Bu işaretten ve hariçteki naslardan hareketle bir kimse Allah’ın dinine yardım eden Evliyaullah ve Ensarullah’a kalbi yakınlık hissetmeyi dini bir vecibe olarak görürse de ona karşı çıkmak mümkün olmaz. Çünkü Allah dostlarına muhabbet beslemek de imandan bir parçadır.
Sevgi ve muhabbet ile iman arasında çok güçlü bağlar vardır. Birçoklarının zannettiği gibi kalpteki hisler soyut olsa da yok hükmünde değildir. Göremesek de varlardır. Üstelik kişinin amel defterinde tahmin edilemez ağırlıktadırlar bunlar. Bu bakımdan, birisini sevmek ya da nefret etmek imandan bağımsız bir şey değildir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in de buyurduğu gibi “Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek imanın en sağlam kulpudur.”[2] Hatta bir kimse sevginin imanın ta kendisi olduğunu söylese dahi haddini aşmış olmaz. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem yemin ederek buyurmuştur ki; “Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız…”[3]
Namaz, oruç, hac, cihad gibi amellerin bedenin amelleri olduğu gibi; sevmek de kalbin amellerindendir. Namaz kılan bir mümin bir ameli eda etmenin rahatlığını nasıl yaşıyor ve bundan ötürü rabbinden nasıl mükafat bekliyorsa Allah azze ve celle’nin rızası için bir mümin kardeşini seven kişi de aynı ölçüde bu hazzı yaşayabilmeli aynı mükafatlara talip olabilmelidir. Bu meyanda kalbin bu amelinin bedenin diğer amellerinden daha elzem olduğunu dahi söyleyebiliriz. Çünkü bedenin amelleri noksan ve kusurlu olsa da kalpte muhabbet amelinin var olması birçok eksiği kapatabilmektedir. Nitekim bu hususta “Nuayman” isimli sahabenin başına gelenler ve Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in sarf ettiği sözler gerçekten dikkate şayandır.
“…Nuayman radıyallahu anh içki içtiğinde Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e getirildi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona ayakkabılarıyla vurdu ve ashabına da vurmalarını emretti. Onlar da ayakkabılarıyla vurdular ve üzerine toprak attılar. Bu durum artınca Allah Rasûlü’nün ashabından biri Nuayman’a, ‘Allah sana lanet etsin!’ dedi.Bunun üzerine Allah Rasûlü, ‘Böyle yapma! Zira o Allah’ı ve Rasûl’ünü sever.’ buyurdu.[4]
Evet, sevgi birçok noksanı tam yapar, hataları giderir ve kulun derecesini yükseltir. Kişi ameliyle ulaşamadığı birçok makama sevilmesi gerekenleri sevdiği için ulaşır. Amelleri eşit olmadığı halde müminleri en seçkin kullar olan nebilerle aynı cennete sokan, orada onlara komşu kılan da yine sevgidir.
“Bir bedevi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmiş ve “kıyamet ne zaman kopacak?” diye sormuştu. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem; “Kıyamet için ne hazırladın?” buyurunca bedevi; “ahiret için öyle çok oruç, namaz ve sadaka hazırlayabilmiş değilim. Ancak ben Allah’ı ve peygamberini seviyorum” cevabını vermişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem; “O halde sen, sevdiğin ile berabersin”[5] buyurmuş ve bu sözleriyle sadece soruyu soran bedeviyi değil tüm ümmetini müjdelemişti.
Başka bir seferde de bir adam gelmiş ve:
– Ey Allah’ın Rasûlü, bir topluluğu seven fakat onların işlediği amelleri işleyemeyen bir insan hakkında ne buyurursunuz? diye sormuştu. Hz. Peygamber de:
– “Kişi, sevdiği ile beraberdir” cevabını vermişti.[6]
Aktarılan bu hâdiselerden öğreniyoruz ki sevmek haybeye yapılan bir iş değildir. Hele hele batıl ehline bırakılacak bir iş hiç değildir. Birilerinin sevgi sözcüklerini kirletmesi bizim duygularımızı ve söylemlerimizi olumsuz yönde etkilememelidir. Müslüman kalbine, hayatına, kelamına sevgiyi güçlü bir şekilde koymalıdır. Çocuklarımıza, gençlerimize ve dahi yetişkinlerimize sevmeyi sevilmeyi öğretmeliyiz. Ama her türlü sevgiyi değil saf ve temiz olan, Allah için olan, Müslümana olan sevgiyi… Sömüren, çürüten, mum gibi eriten değil güçlendiren, yükselten ve yücelten sevgiyi…Ve hassaten Ensarullah’tan olan müminlerin sevgisini… Çünkü en aşağıda olan bir mümini bile sevmek bu kadar kazandırıyorsa Ensarullah’tan olan ve gecesini gündüzünü Allah’ın dinine vakfeden, vefakar, cefakar müminleri sevmek kim bilir ne kadar kazandırır!
Ensarullah’ı sevmek onlar gibi olamasak da onların yaptıklarına ortak olmak demektir. Onları sevmek bu dava için yeteri kadar ter, kan ve gözyaşı akıtamasak da akıtmış gibi olmak demektir. Onları sevmek onlar üzerinden cennete ulaşmak demektir. Onları sevmek esasında rabbimizi sevmektir. Çünkü onlar yaptıklarını sadece ve sadece Allah için yapmışlar onları sevenler de sadece ve sadece bundan ötürü onları sevmişlerdir.
Bizler Müslümanız. Allah’ın dinine hizmetle mükellefiz. Dinimizin ihtiyaç duyduğu her yerde bitmek, bu davaya omuz vermek isteriz. Ensarullah’tan olmak en büyük gayemizdir. Bunun için uğraşır didiniriz. Gücümüz yetmezse de gücü yetenleri sever onlara olan muhabbetimizi ibadet biliriz.
[1]. Buhârî, Menâkıbu’l-ensâr 4.
[2]. İmam Ahmed, 18524.
[3]. Müslim, Îmân 93-94.
[4]. Buhari, Hudûd, 3-4.
[5]. Buhârî, Edeb 96.
[6]. Buhârî, Edeb 96.